RSS Feed for This Post

İslâm’ın Vizyonu (8) / Hamza Yusuf

Önceki bölümleri okumak için Hamza Yusuf kategorisine tıklayın.

Kitap, kayıp açısından bir değerlendirme yapıyor, hayır ve şerrin doğru anlamı bu. Kazanan kim, kaybeden kim? Dünyada olup bitene bu nazarla bakılmalıdır. Mesela bir adamın servetini gayr-i meşru yollardan edinmiş olması gerçekten bir kazanç mıdır? Yeni Ahit’te bulunan “bütün dünyayı elde etmiş adam ruhunu kaybetmişse ne kazanmıştır?” sözü bunu anlatır. Gerçekte kazandığın nedir? Bu bakış, dünyaya, iyi ve kötüye farklı bir bakıştır. Neler olup bittiğini anlamazsın, hiçbir fikrin yoktur. Bir keresinde Şeyh Abdullah’la birlikte Moritanya’daydık. Bu ülkede siyahlar en muhtaç durumdaki insanlar ve bu beni hep rahatsız etmiştir. Bu hissimi paylaştığımda bana şöyle dedi: “Bu dünya açısından baktığında sadece tek bir şey görüyorsun, ama ahiret açısından bakıldığında bu dünyada en büyük zorlukları yaşayan ve buna sabırla karşılık verenlerin hesabı kolay olacak. Bunlar cennet insanları !“. Bu farklı bir bakış açısı. Durumu meşru hale getirmiyor, bu adaletsizliğe var gücümüzle karşı gelmek durumundayız ama bu bakış açısı gerçeğe ilişkin farklı bir perspektif sunuyor. İnsanları uyuşturup adaletsizliğe ses çıkarmamalarını sağlamak bir yöntemdir. İslam hiçbir zaman bunu yapmaz. Yanlışa karşı çıkmak sorumluluğunuzdur. Fakat buradaki nokta şu: “Kötü olarak gördüğün şeyin aslı hayr olabilir”. Konu bu… Çünkü resmin tamamını görmüyorsun. Sadece bir kısmı elinde. İyi ve kötü yoktur, kazanç ve kayıp vardır.

Allah Asr suresinin ilk ayetinde “Lefi şer” diyebilirdi. “Hüsrandadır…” diyor, “kayıptadır” buyuruyor. “Ancak iman edenler ve güzel amel işleyenler hariç, onlar hayrı tavsiye ederler ve insanlara sabırlı olmalarını öğütlerler”… Çünkü hayat zordur, dünyada yanlış olan bir çok şey var. İnsanlara hayrı tavsiye etmek, sabrı öğütlemek ve dünyadaki sıkıntılara katlanmalarını kolaylaştırmak zorundayız. Çünkü elimizde hayrı talep etmekten başka bir sermaye yok. Halbuki onun ne olduğunu da bilmiyoruz. Bü dünyada elimizden gelen doğruyu talep etmek, ve onun ne olduğunu bilmiyoruz. Birçoğunun sonucunu bu dünyada da göremiyoruz. Bu yüzden bu dünyadaki yanlışların yargılanacağı ahiret olacağına inanıyoruz. Mississippi’de bir mezar taşı görmüştüm, Amerika’daki bir Müslüman köleye aitti. İsmi Yusuf’tu ve mezar taşında şöyle bir el işareti vardı. Mezartaşında şöyle yazıyordu: “öteki dünyada adalet var”. Bu gerçekleşecek. Bu dünyada gerçekleşmedi, öteki alemde gerçekleşecek… Ahirete inanmıyorsanız çıldırmamak elde değildir çünkü bu dünya yanlışlarla doludur. Delirirsiniz. Bunu yanlışları kabullenmeniz gerekir demek için söylemiyorum. Bunu kabullenin demiyorum. Bu dünyadaki yanlışları gidermek için elinden geleni yapacaksın elbette ama bu mücadele seni yiyip bitirmesin çünkü bil ki onlar orada bir hikmete binaen var. Arkasında bir hikmet var, bu dünyada olup biten herşeyin bir hikmeti var.

Kur’an’ın vurguladığı konulardan biri Allah’ın merhametidir. Hadislerde Allah’ın kullarına olan şefkatinin anne şefkatinden daha derin olduğu belirtilir. Fakat Allah bu dünyanın aptal çocuklarına istediklerini verir. Bu dünya böyledir. Birçok insan ruhsal yönden gelişmemiştir. Bazı insanlar duygusal açıdan yetişkindir, bazıları entelektüel açıdan yetişkindir, bazıları ise şehvet açısından yetişkindir. Zina yapan adam cinsel açıdan yetişkindir. Bir çocuk bunu yapamaz, bir yetişkin yapabilir. Bir yetişkin aklını kullanarak çalışıp zengin olabilir, bir çocuk bunları yapamaz. Fakat ruhsal açıdan yetişkin olmak farklı bir kategoridir. İnsanların çoğu ruhsal açıdan çocuk mesabesindedir. Ruhi açıdan çocukluk halindedir. Bu yüzden onlara istediklerini vermek çocuğa zehir vermek veya dolu bir tabancayı oynaması için vermek gibidir. Bu yüzden Kur’an der ki “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık”. Yani bazı insanlar diğer insanların işçisi olur. Fakat bu, onları ezmeye hakları var demek değildir. “Rabbinin merhameti onların topladıklarından hayırlıdır”… Yani bu dünyaya ait sınıflandırmalar aldatıcıdır. Dereceler Allah’ın katındadır. “Eğer bütün insanlar tek bir ümmet olma durumuna gelmeyecek olsalardı, Rahman olan Allah’ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları kerevetleri gümüşten yapar ve altın bezeklerle işlerdik. Bunların hepsi ancak dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret, Rabbinin katında O’na karşı gelmekten sakınanlaradır”. Müminler bütün bu zenginliğe ve lükse bakıp kafirlere özenecektir ve bu kıyamet alametlerindendir. Hadislerde ahir zamanda müslümanların inançsızlara özeneceği ve onları taklid edeceği bildiriliyor.

Müslümanlar zenginken, inançsızların hiçbir şeyi yoktu. Avrupa’nın müslümanlar açısından hiçbir cazibesi yoktu, çünkü onlara hiçbir şey sunmuyordu. Bu yüzden aldanmadılar. Ama şimdi her şey alt üst oldu. Elimizde kalan tek şey Kur’an, ve o bize yeter. Çünkü ayetlerinin rehberliği bizi bu aldanmadan muhafaza eder. İmam-ı Ali, Hz.Peygamber (SAV)’e “bu karışıklıktan nasıl kurtuluruz?” diye sorduğunda aldığı cevap “Kitabullah”tı. Allah’ın kitabına müracaat edin. Onun mesajını anlayın. Kitabı hayatınızın merkezine yerleştirin.

Hayır Allah’tandır, şer ise nefistendir. Şer yokluktur. Karanlık gibidir. Karanlık, ışığın yokluğudur. Şer hayrın yokluğudur ve bu yüzden bizatihi mevcut değildir, bigayrihi mevcuttur. Allah şerri yaratır ama şerden berîdir. Şer mahluktur, Allah’ın yarattığıdır. Hristiyanlıkta buna Odise denir. En büyük teolojik problemdir. Çünkü şerrin nereden geldiğini bilmezler. Tanrı her şeyi bilen, Alîm olan ve tüm iyiliklerin kaynağı ise kötülüğün ne olduğunu da bilmektedir ve onu gidermeye gücü de yeter ve iyiliklerin kaynağı olduğu için dünyada kötülüğü istemez, o halde kötülük neden var? Hristiyan teolojisinde buna “kötülük problem” deniyor. Filozoflar Hristiyanlarla bu konuda tartışmayı severler ve Hristiyanlar hep bu hataya düşerler. Kötülük Tanrının iradesiyle yaratılmaktadır ama Tanrının iradesi kötülüğü istememektedir. Bu nasıl oluyor? Dünya’yı da içindeki herşeyi de yaratan Allah, elbette şerrin ne olduğunu bilir, şerri yaratan da O’dur. Hristiyanlar bunu bir türlü itiraf edemezler. Müslümanlar ise, şerrin Allah’tan olduğunu bilir ama şer izafidir. Senin şer gördüğün bir şeyin şer olup olmadığını bilemezsin. Kaderin tüm boyutlarına hakim değilsin, resmin tamamını göremiyorsun. Aynadaki görüntü, aslının özelliğini yansıtır, halbuki gerçek bir varlığı yoktur. Dünya, uluhiyete ait olanı yansıttığı sürece hayırdır. Şer, bu ilahi sıfatların ve tezahürlerin bulunmamasıdır. Dünyayı bir ayna olarak tasavvur ederseniz, varlığı yoktur, var olanı yansıtır. Aynada kendinize baktığınızda, karşınızdaki siz değildir, suretinizi yansıtmak için aynaya ihtiyaç duyarsınız. Kainat, yaratıcının yansımasıdır. Tanrı değildir ama O’nun sıfatlarının tezahürüdür. Şer, hayırdan ayrılmaktır. Aynanın sırrı gibidir. Şer olmadan hayır bilinemez. Herşey zıddıyla bilinir.

Allah dünyayı yaratmış ve onda kendi sıfatlarını yansıtmıştır. “İnsan” göz bebeği demektir. Bir diğer yorum ise insanoğlunun Tanrı’nın görüntüsünü yansıtan bir varlık olmasıdır. İnsanoğlu bu dünyada Allah’a şahit olmak için yaratılmıştır. Çünkü Allah sıfatlarını dünyaya aksettirir. Allah dünyaya varlık vermiştir ve dünyanın bir amacı vardır. Bu “dünyayı bilinmek için yarattım” buyurduğu amaçtır. Tanrıyı dünyada kim bilebilir? O bir kuş değil, kurbağa değil, kaya değildir. Tanrı kavranmaz, ancak mutlak ubudiyet halinde bilinebilir. Fakat kavramak anlamında bir bilmek mümkün değildir. İnsanoğlunun yaratılışta özel bir yeri olmasının sebebi bu misyondur.

Burada ikinci kısma geçiyoruz. Mahkeme-i kübra… İnsanoğluna yaptıklarının karşılığının verilmesi… Allah, merhamet ve lütfuyla insanların imanını imtihana tabi tutar. Bu, kendi tabiatlarındaki potansiyeli tezahür ettirmelerine izin vermek içindir. “Hanginizin amelinin iyi olduğunu görmek için…” buyurur. O’nun hangimizin amelinin iyi olduğunu görmeye ihtiyacı yoktur çünkü zaten bilir. Bunu, bizim görmeye ihtiyacımız var. İmtihanın Arapça’daki karşılığı “madenin sınanmasıdır”. Hz.Peygamber (SAV) “insanlar madenler gibidir” buyurur. İçinde altını vardır, gümüşü vardır, bakırı vardır, kurşunu vardır ve toksik metaller vardır. Bunun ortaya çıkması için insanın sınanması gerekir. İnsanların başına bir musibet geldiğinde kendilerinde daha önce farketmedikleri cevherlerin açığa çıktığını görürler. Bu salonda zannetmiyorum ki başına bir musibet gelip de tüm acısı ve zorluğu gittiğinde geriye dönüp bu deneyimden çok şey öğrendiğini söylemeyecek biri bulunsun.

İnsanın ve ruhun tekamülü belalarladır ve bu yüzden Şeyh Muhammed dün gece “belalar Allah’ı arayan insanların kutsal günleridir” diyordu. Bela geldiğinde kime kaçarsınız? Allah’a. Bu belanın güzelliğinin bir parçasıdır. Kız kardeşim Fas’a gitti ve daha önce örtünmeyen kadınların örtündüklerini, dini hassasiyetlerinin arttığını farketti. Dünyada olup biten şeyler, birçok insanın düşünmesine yol açıyor. İnsan düşünüyor. Neden bunlar oluyor? Olanlar mı kötü, yoksa bizler kim olduğumuzu, neden burada bulunduğumuzu unuttuğumuz için mi bütün bunlar? Uyanmamız için mi? …

Bu bakış açısı farklı bir dünya perspektifi sunuyor. İmtihanlar yaratılış sebebinin bir parçası haline geliyor. “İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye yeryüzünde olan şeyleri ona bir zinet yaptık”, “O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır”. “İnsana bir zarar dokunduğunda Allah’a yalvarır, ona nimet verdiğimizde ise bu benim hakkımdı der”. Benî İsrail Mısır’da, Firavun tarafından eziyet görüyor, “erkekler öldürülüyor ve kadınlar köle olmak üzere bırakılıyordu”. Bu ayetin devamında “Bu Firavun’un adamlarından değildi, Rabbinin imtihanıydı” buyuruluyor. Kur’an Beni İsrail’e böyle söylüyor. Bu sizin Rabbinizdendir, bu bir imtihandır. Ve sonra şöyle devam ediyor: “Rabbin buyurur ki şükrederseniz nimetimi arttırırım”. Ayet şöyle başlıyordı “Allah’ın büyük günlerini hatırlat, sizi belalardan kurtarmıştı”. Büyük belalar dayanılmaz seviyeye geldiğinde ardından rahatlık, sekinet gelir ve bu yüzden Araplar “gecenin en karanlık zamanı şafağa en yakın olan zamandır” derler. İmam Nehevi’nin de bir şiiri vardır:

“Ey bela daha da beter ol çünkü biliyorum ki ardından ferahlık gelecek”

Durumunun daha da kötü olmasını istiyor. Çünkü biliyor ki bunun ardından ferah gelecek. Sahih Buhari’deki rivayette anlatıldığı gibi. Bir adamın mide problemi var, Hz.Peygamber (SAV) ona bal yemesini tavsiye buyuruyor. Kardeşi ona bal veriyor ama daha da kötü olduğunu söylüyor. Hz.Peygamber ona daha fazla almasını söylüyor. Daha fazla bal alıyor ve daha da kötü oluyor. Daha da al buyuruyor, daha da kötüleşiyor. Ama sonunda iyileşiyor. Hz.Peygamber (SAV) buyuruyor ki: “Senin rahatsız miden yalan söyledi ve Allah doğruyu söyledi çünkü Allah bal şifadır buyurmuştur”. Mideyi temizlemek için özellikle iyidir. İshale sebep olmasının sebebini İmam Kayyum el Cevzi, “Tıbb-ı Nebevi” adlı eserinde,vücudun toksik maddelerden bu şekilde kurtulduğu için ishalin ortaya çıkması, görünen krizin aslında iyileşme sinyali olduğu şeklinde açıklıyor. Homeopati’de bu yöntem kullanılır. Reçeteniz doğruysa iyileşme belirtisi daha da kötüye gitmenizdir. Homeopati’de buna iyileşme krizi deniyor. Bir kadının doğumunda en yoğun acının hissedildiği periyot doğumdan hemen önceki zamandır. En kötü olduğu zamandır, çünkü mucize ortaya çıkmak üzeredir.

Bu dünyanın kurallarından biridir. “İnsanlar biz iman ettik deyip imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar”. Dünyanın kurallarını bilmeyen insan başına bir bela geldiğinde ümitsizliğe düşer. Modern insan özgür olduğu vehminde. Halbuki ruhsal özgürlükten haberleri yok. Nefislerinin en düşük tabakalarında esaret içindeler. Uyuşturucunun kölesi olmuşlar, şehvetlerinin esiri, yemeğin kulu, imajın boyunduruğunda. Kur’an’ın bahsettiği iç özgürlüğe sahip değiller. Çünkü kulluğun gerçekleşmesi, şu dört şeyin gerçekleşmesiyle aşikar olur:

  1. Fakir olduğunun farkedilmesiyle. Allah’ın mutlak hakim olduğunu farkettiğinde, mutlak mahkum olduğunu farkedersin. O’nun izzeti karşısında ne kadar fakir olduğunu hissedersin.
  2. Tamamen aciz olduğunun farkedilmesiyle. Allah’ın her şeye yapmaya mutlak kâdir olduğunu farkettiğinde, kendi aczini, yetersizliğini farkedersin.
  3. Cehaletinin farkedilmesiyle. Allah’ın el-Alim olduğunu farkedince, cahil olduğunun farkına varırsın.
  4. Daha sonra tevazu veya alçakgönüllülük hali gerçekleşir, Allah’ın el-Aziz, kendinin ise zelil olduğunu farkedersin. Bunu gerçekleştirirken -ve bunun güzelliği de budur- ganibillah olursun, Allah seni zenginleştirir, Allah’ın ilmi, hilmi, izzeti sende tezahür eder. Yani aslında kulluğunu gerçekleştirirken Allah’ın bu dünyada tezahür ettirdiği bu sıfatlara bürünmüş hale gelirsin. İslam’ın amacı tevhidin yolunu göstermektir. İnsan olmak, özgür olmaktır ama insanca özgür olmak ancak tam teslimiyet ile başarılabilir.

Relatif olarak özgür olabilirsin, Amerika’da insanlar relatif olarak özgürdür. Araçlarına binip istediklere yere gidebilirler, istediklerini yiyebilirler, istediklerini satın alabilirler. Bu göreceli bir özgürlüktür. Gerçek özgürlük ise Allah’a teslimiyet halinin gerçekleşmesidir. Bu, seni Allah dışındakilere yüz sürmekten özgür kılar, çünkü Allah dışında her şey seni yüz üstü bırakacaktır. Bu, dünyanın doğasıdır ve bunu, insanların seni yüz üstü bıraktıklarını bir kez gördüğünde, aslında sana bir iyilik yaptıklarını farkedersin. Onlara öfkelenmezsin çünkü onlar da senin gibi aciz insanlardır. Tüm nokta budur. Seni yüz üstü bırakmayan sadece Allah’tır.

İlahi özellikler yedi kısımdır: 1. Hayat   2. İlim   3. Sem- İşitme   4. Basar – Görme   5. İrade   6. Kudret   7. Kelam – Konuşma

Bitkilerin hayatı vardır ama iradesi yoktur, görmesi yoktur, hayat dışında bir sıfatı yoktur ve ilahi olanı ancak bu özelliğiyle aksettirir. İnsanoğlu’nda ise bu yedi özelliğin de taşıdığını görürsünüz. “ve kendi nefislerinde de. Görmez misiniz?”. Nefsiniz Allah’ın en büyük işaretidir. İnsanın O’nun suretinde olmasının anlamı da budur. Antropomorfik anlamda değildir. İnsanoğlu bu yedi ilahi niteliği yansıtır. Yani hayat sahibidir, ilim sahibidir, duyar, görür, iradeye sahiptir, kudret sahibidir, ve konuşur. Ben mütekellimim, ben kâdirim, ben âlimim, ben bütün bu özelliklere sahibim ve bunlar Allah’ın özellikleri. Onu yansıtmam için bunları bana yerleştirmiş. Böylece Rabbimizi bilebiliyoruz. “Nefsini bilen Rabbini bilir”in anlamı da budur. Çünkü size en yakın şey kendinizdir. Allah’ın nefsinizle tanırsınız.

Nefsini bilmek İslam’ın özüdür, ama bunu düzgün bir perspektif içine oturtmak lazım çünkü aynı zamanda cahiliz, aynı zamanda ölüyüz, aynı zamanda güçsüzüz, sağırız, cahiliz, irademiz dışında konuşmaktan aciziz. İnsanın mahiyeti budur. Bize neden bu özellikler verilmiş diye baktığımızda Allah’ın bizi yeryüzünde halife olmak irade ettiğini anlarız. “Yeryüzünde bir halife yaratacağım”…

“Mit” birçok farklı şekilde anlaşılabilir ve insanın durumunu birçok farklı bağlamda ifade edebilir. Mit aslında iyi bir kelimedir ve kurgusallık ifade etmez. Mitin sözlük anlamı Webster’da “Okuryazar öncesi kültürün ideallerini yansıtan gerçek veya kurgusal hikaye” şeklinde geçer. İslam’ın temel mitleri vardır. Bu anlamda kabul edilebilir bir kelimedir ama ne yazık ki altında hikayenin doğru olmadığı imasını da barındırıyor. “Mitolojik” dediğimiz zaman masal veya uydurma olduğunu düşünüyoruz. Kelime bu şekilde kullanılıyor. Halbuki edebi açıdan mit tanımı bu değildir. Mit evrensel hikayedir ve bu yüzden çok güçlüdür. Joseph Campbell’ın “Bir kahramanın bin yüzü”nü okuyanlar, bu farklı hikayelerde aynı miti farketmişlerdir. Kahramaların seyahatinin evrensel hikayesidir ve müslümanlar bunun gerçek bir hikaye olduğunu bilirler.

Uydurma olduğuna inanmayız ama antropomorfizm fikirlerinden de arınmamız gerekir …bu dil Kur’an’da bize tarif edilen, duyularla algılanamayan bir alana yönelik bir dildir. Hz.Adem’e tüm isimler öğretilmiştir. Dil güçlüdür. Elinde bu gücü bulunduranlar, bulundurmayanlara hakimiyet sağlayabilir. Özgürlüğü için savaşan bir insan terörist olarak yaftalanabilir. Britanyalılar George Washington’u terörist ilan etmişti. Kıta ordusunda savaşan o zamanın insanları kendilerini özgürlük ve hürriyet savaşçısı olarak görüyorlardı. Bu isimlendirmenin gücüdür. Bu, her özgürlük savaşçısının terörist olmaması anlamına gelmez. Anlatmaya çalıştığım şey şu ki, ayrım gözetmeden insanları öldüren teröristler var ama kitle medyası o denli güce sahip ki direnen çaresiz insanları terörist olarak gösterebiliyor. İnsanları çılgın gibi gösterebiliyorlar çünkü buna güçleri var. İsimlendirmenin gücü bu. Sizin durduğunuz pozisyon bir tarafa yakınsa hemen etiketlenirsiniz, alanınız çoktan belirlenmiş ve teziniz ortaya konmuştur. Bu isimlendirmenin gücüdür. Bu yüzden insanları zayıf düşürmenin bir yöntemi onları dillerinden koparmaktır. Paulo Freire’nin, Baskılananların Pedagojisi, Özgürlük Pedagojisi gibi kitapları vardır. Hayatını Brezilyalı köylülere okuma ve yazmayı öğretmekle geçirmiştir çünkü onların güçsüz olduğunu ve bunun güçlü bir dile sahip olmadıklarından kaynaklandığını tespit etmiştir.

Cherokee’nin bu ülkeye yaptıklarından biri buydu. Büyük Cherokee lideri Cherokee Sequoia’nın- aslında yarı İskoçtu- ilk yaptığı şeylerden biri insanları için bir alfabe oluşturmak oldu. Çünkü beyaz insanların gücünün yazmayı bilmelerinden kaynaklandığını düşünmüştü. Güçleri dillerindeydi. Cherokee’yi bu şekilde güçlendireceğini düşündü. Bu çok ilginç bir deneydi, ve Andrew Jackson olmasaydı neredeyse başarılı oluyordu. Jackson, Cherokee’yi anayasaya aykırı bir şekilde sıkıştırdı, meşhur gözyaşı mahkemesini biliyorsunuz… Dile sahip olmadığınız zaman güçsüzsünüzdür. İfade düzgünlüğü ve konuşma yeteneği çok önemlidir. İslam’da da gramer ve retoriğe önem verilmiştir. Çünkü bunları öğrenmek insanı güçlü kılar.

Burada mikrokozmoz ve makrokozmoz konusuna giriliyor. Bu kavramlar Grekler’den gelmedir ve doğru olduğuna inanmıyorum. İmam Ali “sen kendinin değersiz olduğunu zannedersin halbuki kainat senin içinde saklıdır” demiştir. İnsanoğlu küçük kainat olarak görülüyor. Hz.Adem’in herşeyi isimlendirmesinin sırrı da bu. Her şey onun içindeydi çünkü kendin dışında bir şey bilemezsin. Gördüğümüz her şeyden bir parça bedenimizde mevcuttur. Mineraller, bitkiler, hayvanlar. Bir ağaç gördüğümüzde tanırız. Çünkü hakikatı içimizdedir. Güneşi tanırız çünkü onun ateşiyle yaşarız. Kalorik enerji bu demektir. Zahir aleminde görünen her şey insanda mevcuttur.

Hatta artık yıldızlarla alakamız olduğunu da biliyoruz. Modern astronomi bedenimizin yıldız bileşenlerinden oluştuğunu söylüyor. Vücudumuz yıldızların bileşenlerini içeriyor. İnsan, atom boyutu ile yıldız boyutu arasında bir boyutta. Yani yaratılıştaki en küçük elemanlarla en büyük elemanlar arasındaki berzahta yer alıyoruz. Tam ortadayız ve görünen ile görünmeyen dünya arasında bir köprü olma istidadımız var.

Hilafetin insana verilmesinin sebebi de bu. Allah’ın emirlerine kaplumbağalar, sincaplar, akrepler, fareler de uyuyorlar ama sadece insanoğlu irade sahibidir.

Hz.Adem’in halifelik sırrı buradadır. İnsanlar dünya üzerinde Allah’I temsil etmek üzere yaratılmışlardır. Bunu yapabilmelerinin yegane şekli, Allah’ın iradesine ve Peygamberleriyle gösterdiği doğru yola teslim olmaktır. Allah’ın iradesine teslimiyettir. Bunu yaparken dünyayala uyum içine gireriz. Dünyanın parçasıyızdır ama aynı zamanda başka bir dünyaya aitiz. İki dünya arasındaki berzahız. Bu tahkik el ubudiyyet, yani kulluğun gerçekleştirilmesi hayat boyu süren bir yolculuktur. Hemen olmaz. Teorisini öğrenebilirsiniz, kafanızı bir sürü bilgiyle doldurabilirsiniz ama uygulamadığınızda bunlar hayatınızın bir parçası olmaz, zorlaşır, hayatınız boyunca çırpınıp durursunuz, desteğe ihtiyaç duyarsınız. Hatırlatıcılara. Amaç bu dünyadan huzur içinde ayrılıp Rabbin ikramına mazhar olmaktır. Kudsi hadiste “Ben kulumun zannı üzereyim, kulum Benim hakkımda iyi düşünürse iyiyi bulur, Benim hakkımda kötü düşünürse kötüyü bulur” buyrulmuştur. Bir diğer Hadis-i şerifte ise “sabah hayırla kalkan elhamdülillah desin” buyruluyor. Hadiste “kötü bulursa kendi nefsini suçlasın” ise demiyor. Çünkü dünyada olup bitenin hakkında hayır olup olmadığını bilemezsin. Allah’a inanan kişi hiçbir şeyde şer görmez. Her şey hayırdır, bu abartma değil, her şey hayırdır. Allah’a inanan dine uyar, kendine uydurmaz. Modernler gibi kendi zevkine uygun bir Tanrı icat etmez. Şeyh Muhammed dün gece bundan bahsetti. İbn Abbas’ın sözüdür: “bana uğrayan hiçbir bela yoktur ki içinde üç nimet bulmayayım… ilki şudur ki, bu bela önceki atlattıklarımdan kötü değil… Bunun için şükrederim. İkincisi, bu bela dünyamaydı, dinime gelmedi. Bu da büyük bir nimettir. Efendimiz (SAV), “Rabbim bize dinimizde belalar verme” diye dua buyurmuştur. Bu dünyada her halükarda imtihan olunacağız. Dünyadaysan imtihan edileceksin. Allah hepimiz için kolaylıklar ihsan eylesin. Musibet dinine dokunmuyorsa endişelenmeye değmez, çünkü dünya, uğruna üzülmeye değer bir şey değildir. Ona seni bu denli etkileyecek, depresyona sokacak bir güç atfetmemelisin. Tüm paranı kaybettinse, bununla ilgili ne yapabilirsin? “Depresyondayım”, neden? “Çünkü mutluluğumu parama bağlamıştım ve şimdi param yok! O halde mutsuz olmalıyım…” Mutluluğun doğasıyla ilgili bir varsayımda bulunuyorsun, ve bunun sadece maddi refahta olduğunu düşünüyorsun. Bu ancak bir felsefedir. Başına gelen müsibet dünyevi bir şeyse nimettir, çünkü başına gelecek olan imtihanlar bu dünyada geçip bitmiş demektir.

Hz.Peygamber (SAV) bir hadisinde, bu dünyada başa gelen her şeyin arındırıcı olduğunu ifade buyururlar. Bu musibetler belki senin günahlarını temizliyor. Musibetler müminlerin kutsal günleridir. Birçok insan hoşlanmaz, musibet istenmez, nitekim Hz.Peygamber (SAV) “musibet istemeyin çünkü ona dayanıp dayanamayacağınızı bilemezsiniz ; Allah’tan afiyet dileyin” buyurmuştur. Bu yüzden afiyet dileriz ama bir bela geldiğinde, maşallah. Her başımıza gelene elhamdülillah. Sorusu olan?

Soru deşifre edilemedi

Bence yapılacak en iyi şey kendi alanlarımızı oluşturmaktır. Dışarıdaki alanların sizin ajandanıza müdahale etmesine izin vermeyin. Yani alkol almakta olan bir adamla alkol üzerine konuşamazsınız. Alkolle ilgili problemlerden biri budur. Onun çevresinde olmamak iyidir. Bizler onun şeytan işi olduğuna inanırız, cin alkolü… öyle diyorlar, cin. Kayaların üzerindeki cinden alayım lütfen… Bu negatif enerjiden uzak kalmanız gerekir. Peynir şarapsız da güzeldir. Üzüm suyu alın, üzüm suları şaraptan çok daha lezzetlidir.

Ne kadar yapabileceğinize siz de şaşıracaksınız…popular kültürü muhafaza etmek istiyorsanız insanlarla konuşabilirsiniz. Bir film hakkında hakkında yazılan makaleleri okuyarak da kanaat sahibi olabilirsiniz. Gidip her filmi izlemenize gerek yok. Böyle bir şey uğruna hayatınızın 2 saatini boşuna harcamanıza… Cannes film festivalinde ödül almış Khrisani’nin bir filmini izlemiştim. Filmde neredeyse uyuyacaktım. Yönetmeni İran’lıydı. Khrisani’ydi yanılmıyorsam. İran’da yapılan bir filmin ödül alması ilgimi çekmişti. Filmin sonunda onunla bir mülakat yapıldı. Ona ne tip filmlerden hoşlandığını soruyorlar. “İnsanları uyutan filmlerden hoşlanıyorum” dedi, “ancak ondan sonra film hakkında düşünmeye başlıyorlar”. Amerikan filmleri iki saat surer ve salondan çıktığınızda belleğinizde pek bir şey kalmamıştır çünkü tamamen görüntüdür. Düşünce yoktur. Yönetmene sansürü soruyorlar, “ her sanatçı sansürlenir” diyor. “Fakat sansürün hattını nereden çizdiğiniz önemlidir. Amerikalılar da filmlerini sansürlüyorlar. İran’da iki şeyle ilgilenmemize izin verilmez: seks ve şiddet. Bu bizi zekice filmler üretmeye yönlendirir, Hollywood da seks ve şiddeti kullanamaz hale gelirse belki zekice filmler yapabililer”… Günümüz filmleri aptalca, uluorta suretler insanların nefislerine hitap ediyor. Şiddet sahneleri izlemek çok yoğun bir duygu veriyor, adrenalin salgılattırıyor. Bu güçlü bir uyuşturucu. İnsanlarda bağlılık yaratıyor. Insanlar adrenalin müptelası oluyor. Romalılar Hristiyanların aslanlar tarafından parçalanmasını izlemeye giderlermiş, biz de Arnold Schwarznegger’in filmlerinde insanların kafalarının koptuğu o filmlerde aynı şeyi yapıyoruz. Daha hijyenik ama aynı vahşet söz konusu. Bu insana ait bir şey. Romalı barbarlığından dem vuruyoruz ama kendi halimizin farkında bile değiliz. Bu budur, barbarlıktır. Çöküştür ve eşik her defasında yükseltiliyor ve daha fazla kışkırtılmak istiyorsun, daha fazla şiddet istiyorsun, cinsellik daha fazla boy gösteriyor. Olan biten bundan ibaret. Filmin büyük potansiyeli var çünkü çok güçlü bir ortam.

Plato’nun Devlet’inden şiirleri çıkarmasının sebebi eğlence tehlikesiydi, hayatı eğlenceden ibaret zannetme tehlikesi. Hz.Peygamber (SAV) ölçülü eğlenirdi ve bu birçok modern müslümanın farkında olmadığı bir şey. Hayatta şiire yer vardır, sanata, müziğe. Tarihte de hep olmuştur. Fakat eğlencenin insanı yaratıcısından uzaklaştırmaması ölçüdür. Birçok şeyi yeniden düşünmemiz lazım. İnsanlarla nasıl konuşacağımıza dair daha yaratıcı olmamız gerekiyor.

Ölüm herkesin konusudur. Hristiyanlık ve Musevilik hak dinlerdir ve onlara inanmakla yükümlüyüz. Biz onları şöyle görüyoruz: Eski araba modelleri, artık size bir yere götürmüyor. İçine oturduğunda kuşkusuz kendini araba içinde hissediyorsun. Kesinlikle bu bir araba ama seni istediğin yere götürüyor mu? Diğer taraftan birçok müslümanın arabası ise çamur içindedir. Bui arabanın çalışmadığı anlamına gelmez. Kendi aptallığımız yüzünden çamura sokmuşuzdur. O Moritanya’lı şöförü hiç unutmuyorum. Şöför kendini rallici sanıyor, hava atıyor. Kenarda çamur birikintisi vardı. Arabayı kenardan geçir dedik, “hayır hayır ben ne yaptığımı biliyorum” dedi ve nihayetinde çamura saplandık. Bu insana bize şöförlük etsin diye para verdik. Sonunda arabayı çıkaramadık, çölün ortasında 5 saat boyunca yürümek zorunda kaldık. Adam göz göre göre arabayı çamurun üzerine sürdü. Son derece güzel bir arabaydı, geçeceği yol da gözünün önündeydi ama o gidip arabayı çamura sokmayı başardı.

Bu insanların İslam anlayışıyla alakalı bir şey. Onu çamura sürüyorlar ve şimdi bu beni niye götürmüyor diye hayıflanıyorlar. Sen yoldan çıktın, yolun dışına çıktın. Bu dört tekerli bir sürüş değil, beş tekerli bir sürüş: Şehadet, namaz, zekat, oruç ve hac. Daima şeriat üzerinde, yol üzerinde olmanız lazım.

İnsan Cennette burayı hatırlayacaktır. Acı veren hatıralar olmayacak ama dünyayı hatırlayacak. Cehennemin farkında olacaktır. Cehennemin ehli de cennetten haberdar olacak. Cennet saf iyiliktir ve cehennem saf kötülüktür, fakat burada bu ikisi karışmıştır.

Körlükleri, sağır olmaları, akılsızlıkları kendi eserleridir. Göz kapaklarını açmamakta direnirler, duymamak için ellerini kulaklarından çekmezler. Ahirette bunu itiraf edeceklerdir. Tebareke suresinde başlarına gelenlerin kendi suçlarından dolayı olduğunu itiraf edecekleri bildirilir. Hz.Peygamber (SAV) “her ruh rehin olarak kalkar ve onu ya Allah’a satar veya harap eder” buyurur. Bu insan seçimidir. Yine “insan hayır işler ta ki Cennete bir karış kalır ve sonra emir gelir ve kendini ateşe atacak bir söz söyleyiverir” buyurulur. Başka bir rivayette “insanlara aşikar ederler” ibaresi var. Münafıklar, ölmeden önce bir şey yaparlar ve kendilerini ortaya çıkartırlar. Bu yüzden Sidi Ahmed Zarruk “bu dünyada insanların kendini kurtarmak zannıyla işledikleri günahlar kendi sebepleri olacaktır” diyor. Birisi astroloji öğrenip kendini acı veren bir ölümden korumak istiyorsa, acılı bir ölümü olacaktır. Biri zengin olmak için simya öğreniyorsa, fakirleşecektir. Zıddını bulur, bu dünyada ters etki gösterir.

Harut ve Marut melek olmalarına karşın zararlı bir şeyi öğretiyorlardı. Bu bir nevi negatif vahiydir. Bu bizi Allahu alem zıtlar fikrine götürür.

Hz.Peygamber’e (SAV) büyü yapılmıştı ve ona Kur’an’ın son iki suresi verildi ve ondan sonra bu iki sureyi okumayı hiç terketmedi. Anlayışı etkilenmedi ama fiziksel olarak etkilendi.

Süleyman’a sihir verilmemişti çünkü sihirde fark vardır. Sihir yaratılıştaki araçları kullanır. İki çeşit sihir vardır. Biri David Copperfield’in yaptığı gibi bir sihirdir. İlüzyon sanatıdır, optik ilüzyonlar… Diğeri ise sihirle yaratılışın manipülasyonudur. İslam’da ikisi de yasaktır. Peygamberlerin yaptığı sihir değildir. Musa (AS) asasını yere attığında yılan oldu, bu sihir değildi. 1001 gece masallarında geçer, bundan akide çıkmaz ama ilginç şeyler vardır. Cin’in sahibi değişirse eski yaptığı sihirler yok olur, eski sahibi için yaptığı saray yok olur, hazineler tekrar kayaya dönüşür. Sihir gerçekte asılsız olanı gerçek gibi göstermektir. Peygamberlerde görünen ise gerçektir. Yani Musa (AS) elini çıkardığında beyazdı. Vitiligo veya cüzzam değildi, açığa çıkan şey nurdu. Gerçekti, sihir değildi… Fark şu ki biri manipülasyondur diğeri ise Allah’ın aracısız olarak yarattığıdır. Sihirde araç vardır, mucizede ise araç yoktur. Doğrudan Tanrıdandır ve insanlar şahit olurlar, görürler, zira gerçektir.

Bir insanın vurulma halini gördünüz mü? Ben cihad zamanında Afganistan’da çekilmiş filmler görmüştüm. Rus askerlerini gördüm, bunu asla unutmayacağım çünkü Hollywood’un filmlerinden çok farklıydı. Çok gerçekti. Bunun ne kadar gerçek olduğunu anlıyorsunuz. Mucizeyle sihirin durumu da bunun gibidir. Sanat ve hayat arasındaki farktır. Bir filmi izlersin ve gerçek olmadığını bilirsin. Filmden çıkar ve gerçek hayata dönersin. Ama gerçek böyle değildir. Seni sarsar, hakikat olduğuna bütün algıların şahittir.

Sinema da imajları yaratabildiğin bir sihirdir. Güçlü bir sihirdir. El çabukluğudur. Hareket eden kareler optik ilüzyon yaratır. Peşpeşe gelen resimler hareket eder gibi görünür.

 

 

… Biraz okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin