RSS Feed for This Post

Dokunulmazlıktan, ‘Kürtlerin Suçu Ne’ Metaforuna…

‘Fatmagül’ün Suçu Ne’ dizisiyle birlikte birçok kişinin başındaki özneyi silip, ‘… suçu ne?’ şeklinde kendisine uyarladığı metafor (!), soru içerse de sık kullanıldığından olsa gerek bu işlevi yerine getiremedi. Sorgulamak, sormak, var olmanın bir başka ifadesidir oysa. Öyle ki “Sorgulanmamış bir hayat, hiç yaşanmamıştır” diyen filozof, sorgulananımın yaşamın bir başka kavramsal ifadesi olduğuna dikkat çekmişti. Ancak sorgulama işlemini yerine getirirken ‘maksat hâsıl olsun’ aymazlığından ziyade, sonuca götürecek bir niyetle bunu yapmak gerekiyor. Zira sonuca gitmek, sormakla başlar!

Yazıyı kavramsal tanımlarla çetrefilli bir hale getirmeden asıl konuya geçelim. Zaten öyle bir sözlük bilgim de yok hani! Bundan önceki ‘Açlık grevleri ve Kemalizm’in Kürtçesi’ başlıklı yazımızda, Kürt siyasetinin görünür aktörlerinin, popülistleştirilen açlık grevleri üzerinden yeni bir Kemalizm oluşturmaya çalıştıklarını ve bunu yıllardır Türk Kemalizm’inden çeken Kürtlere dayattıklarını savunmuştuk. Bu yeni varsayımı ‘Kemalizm’in Kürtçesi’ diye etiketlenmiştik. Söz konusu yazdan kısa bir süre sonra İmralı’daki isim, açılık grevlerine son veren açıklamayı yapmış, herkes bir ‘oh’ çekmişti. Satır aralarında yine bir Kürt liderliğine oynaya edalı bir üslup, tepeden bakan bir anlayış ama bir o kadar da gerçeği gözümüze sokan bir sahicilik vardı! Öcalan bizlere, ‘Kürtlerin Suçu Ne?’ sorusunu yöneltiyordu. Hani öyle arkadaşlar arasında yapılan geyiklerin bir mahsulü değildi bu ‘… suçu ne?’ Bildiğiniz gerçek anlamdaydı bu soru ve birilerinin acilen bu soruya dolu dolu bir cevap vermesi gerekiyordu. Tamam, o şahıs eli kanlı terörist başı olduğu için söz konusu soru dikkate alınmamış olabilir. ‘Hadi bir cesaret deyip’ bu soruyu siz sorun. Kime mi? Orta yere, evdekilere, anneye, babaya, kardeşe, sevgiliye, hocaya, ona-buna … Kısacası cesaret edip sorabileceğiniz herkese.

Bu ülkede küçük mutlu bir azınlık dışında kalan hemen herkes ceberut devlet sisteminin cenderesinde bir şekilde geçti. Kürtler, muhafazakârlar, azınlıklar, Aleviler daha ismini hatırlayamadıklarımız. Mevzu sorgulamaya yani ‘neden’ diye sorulacak olsa uzun uzun konuşmalarla bir şekilde geçiştiriliyordu. Evet, sadece konuşuluyordu hem de öyle uzun uzun ki kimseye fırsat verilmeden, hatta nefes bile almaya gerek duyulmadan konuşuluyordu. Ancak somut bir adım atma mecrasına gelince, o konuşalar, ‘çenemiz yoruldu, biz artık bu saatten sonra bir şey yapamayız’ demeye getirip Alicengiz, aktörlüğünü yapıyorlardı. Ama bilmezlerdi ki onlar her ‘insan hakları’, ‘özgürlük’, ‘kültür’, ‘anadil’ denilince yüreği hop oturup hop kalkan milyonlarca insanın olduğunu. ‘İnsan hakları’, bir hak olmayacak kadar içi boşaltılmış, Kürtler, ‘Kürtlüğün’ ne olduğunu bilmeyecek kadar yozlaştırılmış, ‘Aleviler’, neye tabi olduklarının bilmezliğini yaşacakları kadar bastırılmıştı. Bu tespit, spesifik bir bilgeliğin ürünü değil! Sokağa çıkmak yeterli! Oradan bakınca görülebilecek ve algılanması oldukça ucuz bir tablo göreceksiniz.

Hal böyleyken, bir gündemi diğer gündemine uymayan bu ilginç ülkede, şimdilerde Kürt milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konuşuluyor. TV programları, mal bulmuş mağrip gibi avuç ovuşturuyorken, konunu uzmanları ise fondöten için kulislerde sıra bekliyor. Sağolsun sayın başbakanımız bu konuyu bizlere bahşettiler ve topu Türkiye’nin kucağına attı. Partisinin mensubu yüzlerce belediye başkanının mali denetimden kurtarmak adına Sayıştay’ın yetkilerini tırpanlayan, MİT’çilerin isimlerinin dahi sorulmasını kendisine bağlayan başbakan bey, şimdilerde gündem oluşturma konusunda oldukça mahir! Konuyu uzatmadan…

DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıp, apar topar sığındıkları meclisten götürüldükleri daha gün gibi hafızalarda tazeliğini koruyorken, oyunun ikinci bölümü hepimize ağır gelecektir. O zaman dokunulmazlıkları kaldırılan söz konusu isimlerden bazıları hala milletvekilleri ve kendilerinden hiçbir şey kaybetmediler. Ama! Kürtler çok şey kaybetti, Türkiye çok şeyini yitirdi. Bugün milliyetçi camiaya göz kırpma uğruna bütün ülkeyi kaos sandığına sürükleyen bay başbakan, aslında bu tablonun farkında. Kabul, zeki bir adam hem de cahil cesaretinin ne anlama geleceğini bilecek kadar da deneyimli. Selahattin Demirtaş’ın dokunulmazlığın kaldırılıp, Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere gark edelim. Bu gelişme dağdaki ölümlere son verecek mi, Kürt sorunun bir anda bitirecek mi? Öyle bir şey olacaksa eğer Demirtaş’ın faili olmaya hazır binlerce insan bulunabilir. Sorun bu kadar basit ve sıradan değil. On binlerce insanın hayatına mal olmuş, yüz binlerce insanı zoraki göçe zorlamış, toplumsal travmalara yol açmış ve her şeyden önce genlere işlemiş bir gerçeklikten bahsediyoruz. İki BDP milletvekilinin tutuklanmasıyla kabuk bağlayacak bir yara değil ne yazık ki! Aynı gemiyi paylaşanlara en büyük kötülüğü yine o gemide kalanlardan birinin verebileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Başbakan elinde matkap, canhıraş delik açacak yer aramanın telaşında. Peki, bu ülkede yaşayan insanları suçu ne, Kürtlerin suçu ne? Benim suçum ne? Bu yazıyı okuyanın suçu ne? Biliyorum bu suçu ne o kadar sıradanlaştı ki öznesini istediğiniz kadar değiştirin algılanacak olan şey yine ‘Fatmagülün suçu ne?’ olacaktır.

 

… Bu konuda e-kitap…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:@tanjuozkaya1 Tarih: Kas 30, 2012 | Reply

    RT @DDGrubu: Dokunulmazlıktan, ‘Kürtlerin Suçu Ne’ Metaforuna…: http://t.co/i9837McX

  3. Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Kas 30, 2012 | Reply

    Dokunulmazlıktan, ‘Kürtlerin Suçu Ne’ Metaforuna…: http://t.co/nIX4lOgx

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin