RSS Feed for This Post

ABD’de demokrasinin çöküşü(5): Yeni kriz ne zaman çıkacak?

 1980’lerde serbest bırakılan finans sektörü başıboş bir eşeğin tarlayı talan etmesi gibi dünya ekonomisini talan etti. Fakat eşek burada durmayacaktı… Arsız eşeklerden hesap sormanın imkânsız olduğu yeni bir dünya kuracaktı. Bunun için finans sektörü iki önemli adım attı:

  • Kendi adamlarını G8 ülkelerinde kilit noktalara yerleştirdi: Borsa ve bankacılık denetim kurulları, hazine bakanlıkları, merkez bankalarının müdürlükleri, bakanlar, milletvekiller…
  • Düşünce kuruluşları ve medya kanalıyla hem halkın hem de orta kalibredeki siyasetçilerin liberal ideolojiye dört elle sarılmasını sağladılar.

 Meselâ Emlâk Bankacıları Derneği (Mortgage Bankers Association) riskli emlâk kredileri hızla dağıtılırken yani 2000-2006 yılları arasında yoğun lobi yaptı. Bu sahada finans sektörüne kanunî engel çıkmaması için 500 milyon dolar harcadı. Doğrudan dağıtılan rüşvetin pardon lobi faaliyetinin yanı sıra yandaş düşünce kuruluşlarına raporlar hazırlattı. Göçmenlere verilen riskli kredilerin engellenmesini ırkçılık gibi görünebileceğini “ispat eden” raporlardı bunlar. Her türlü adalet inisyatifi durdurulmalıydı. Öyle de oldu.

 Bütün bunlar olurken Amerikalı demokratların eli armut toplamıyordu elbette. 1998’de piyasa denetim kurulu başkanı Brooksley Born devlet denetimi dışında gerçekleşen finansal işlemlerin kontrolü için harekete geçti. Fakat FED başkanı Alan Greenspan bütün gücüyle direndi:

[2008 krizinin temel sebebi olan] Türev ürünlerin kontrolü faydasızdır. Bu finansal işlemler ne yaptığını bilen uzman profesyonellerce gerçekleştirilmektedir”

 Zenginler ile siyasetçiler arasındaki “sapık” ilişkiler siyaset tarihi kadar eski. Zaten burada dikkat çekmek istediğim rüşvet veya yolsuzluk değil. Demokrasileri aşındıran ama tedavi edilebilir hastalıklardı bunlar. Ulus-devletin adaleti yeterliydi. Bugün yaşadığımız ise bir rejim değişikliği. Halka rağmen, onun iradesine zıt bir şekilde yapılıyor. Bu yüzden finansal bir darbeden bahsetmek yerinde olacak sanırım. 

 Çünkü 1960’lardan itibaren özellikle ABD’de zenginlerin siyaset üzerindeki etkisinin arttığını görüyoruz. Normal, TV ve ulusal basında boy göstermek lâzım seçilmek için. Her yeni seçimde daha fazla para lâzım. Buna bağlı olarak son yıllarda demokrasiden zenginokrasiye bir dönüşüm var. Amerikan Yüce Mahkemesi (Supreme Court of the United States) 2010’da devrim niteliğinde bir karar verdi. (Bkz. Citizens United v. Federal Election Commission) Siyasi partilere kişilerce veya şirketlerce yapılacak maddi yardımlarda tavan yok artık. Bireylerin / vatandaşların eşit oy hakkına sahip olduğu bir demokrasiden zenginlerin çok daha iyi temsil edildiği yeni rejime geçişin mührünü vurdu bu karar. Haliyle ABD’nin bir oligarşi ya da bir plütokrasi olup olmadığını sorgulamak gerekiyor.

 Seçim kampanyası sırasında Goldman Sachs’tan 1,014,000 $, JPMorgan’dan 809,000 $, Citigroup’tan 737,000 $ alan Obama kimin başkanıdır? Amerikan halkının mı yoksa finans sektörünün mü?

 Yeni kriz ne zaman çıkacak? Kaça patlayacak? Kim ödeyecek?

 Batının hâlâ içinden çıkamadığı krize bakınca ilk göze çarpan gerçek şu: Benzeri bir krizi engellemek için hiç bir önlem alınmadı. Hatta tersine, yeni ve daha büyük bir krizi mümkün kılacak adımlar atıldı, atılmakta. Neden böyle diyoruz?  Çünkü etkili ve yetkili koltuklarda finans sektöründen önemli isimler oturuyor: ABD ve Avrupa’da ekonomiden, para politikalarından sorumlu kurumlar özel bankacılıktan gelenlerin elinde. Özellikle de Goldman Sachs kökenli yöneticiler bunlar. Halkların seçtiği başkanlar, başbakanlar, vekiller bu isimlerin yakın markajı ile kontrol altında.

 Dünya Bankası, NYSE (New York Borsası), Goldman Sachs’ı denetlemesi gereken New York Federal Reserve, Avrupa Merkez Bankası, İtalya Bakanlar Kurulu, Yunanistan başbakanlığı,  Almanya, İtalya ve Kanada merkez bankaları… Bütün bu kurumlar Goldman Sachs’ta daha önce üst kademe yöneticilik yapmış, bankada hissesi olan insanlarca yönetiliyor.

 Ekonomik kriz doğal bir felaket değildir

Eğer kriz esnasında olup biten küçük olaylara ayrı ayrı bakarsanız deprem ya da sel felaketi gibi bir şey görürsünüz. Panik halindeki yatırımcıların, siyasetçilerin, sanayicilerin ve tüketicinin bindikleri dalı kestiklerini söyleyebilirsiniz: Bankalar kredi musluklarını kapıyor, sanayici üretimi ve haliyle istihdamı azaltıyor, tüketici korkudan daha az tüketiyor, ulusal siyasetçi ithalata engel olmaya çalışırken küresel dış ticareti frenliyor, vs.

 Fakat eğer bu “küçük olaylara” geniş açıdan bakarsanız başka bir şey görürsünüz. Krizin baştan beri engellenmediğini, tersine desteklendiğini, hatta yönetildiğini, belli amaçlara uygun biçimde kanalize edildiğini fark edersiniz. 

 

 

     

 Yeni bir krizi engelleyecek hiç bir önlem alınmadığını söyledik, hatta yeni krizlerin kolaylaştığını savunduk. Krizin engellenmesi değil kurumsallaşması süreci nasıl yaşandı? Dönemin ekonomi gazeteleri nedense korkutucu şeyleri manşet yaparken düşündürü bilgileri yarım ağızla verdiler. Biz olayların akışına farklı bir açıdan yaklaşacağız: Doğal felakete bakar gibi değil bütün sosyal, ekonomik, siyasi olaylara bakılması gerektiği gibi.

 İlk kıvılcım

Ocak 2007, 1700 milyar dolarlık (1.7 trilyon $) türev ürün piyasaya sürülüyor, DOW JONES tam 200 puan düşüyor, Amerika’da “oynayan” yatırımcılar ilk defa “ulusal çapta” bir kriz korkusu içine giriyorlar. Herkesin, her şeyin güvenilir olduğunu zannederken birden hiç kimsenin, hiç bir şeyin güvenilmeyeceği panik haline geçiliyor. 6 aylık bir belirsizlik, “batamayacak kadar büyük” (too big to fail) aktörler yalan söylemeye devam ediyorlar: “Korkmayın, küçükler batacak, bu sayede biz pastadan daha fazla pay alacağız, kar marjımız artacak, sakın hisselerinizi satmayın”. Tabi her yıl düzenli olarak girmesi beklenen miktarlar bu sefer gelmiyor. Bunu söyleyen bankacılar bir yandan kendi hisselerini (henüz yüksek olan) fiyattan satmaktalar, tabi el altından, küçük parçalar halinde, çaktırmadan. Gemi batıyor, yolcular yemek yiyor, dans ediyor, kaptan ve yardımcıları sessizce filikalara doğru yürümekte.

 Goldman Sacs milletin elinde patlayacağı kesin olan ürünleri satmaya devam ediyor, 2007’de 157 milyar dolarlık satış yapıyor. Bir yıl bitmeden emlâk kredi devlerinin iflası patlıyor: Fanni Mae –Freddie Mac. Bu iflasın Amerikan halkına yükü 185 milyar dolar. Ardından Lehman Brothers 100 milyar dolar zarar ettiğini açıklıyor. Yangın Avrupa’ya sıçrıyor: BNP Paribas, Deutche Bank, Société Générale, UBS Crédit Suisse tehdit altında. Kravatlı eşkiyalar pardon, saygın bankacılar ulus-devletleri tehdit ediyor: “Bizi kurtarmazsanız siz de batarsınız!”. Ulus-devletin ulusal siyasetçileri de ulusun parasını peşkeş çekiyor bu soygunculara. 

 Peki ya adalet? Türkiye’ye örnek gösterilen hukuk devletleri nerede? Batının hukuku bu finansçılara fazla bir sıkıntı verilmiyor zira öncelikle Amerikan adaleti ekonomik meselelerde fazla gürültü çıkarmaktan hoşlanmıyor. Yani yıllar sürecek, binlerce sayfa uzman raporu yazılacak, Amerikan firmalarının prestiji sarsılacak filan. Ne gerek var?  “Plea Bargaining” denen acayip bir yöntem uygulanıyor. Ekonomik suç işlemiş olan bankacı suçunu itiraf ediyor, ufak bir ceza ödüyor. Karşılığında devlet aynı suç için bir daha dava açılmasını engelleyecek garantiyi veriyor. Özetle bankacı hukukî bir kalkan, bir dokunulmazlık satın alıyor devletten.

 Temmuz 2007, Amerikan sigorta firması AIG (Londra’da) 25 milyar dolar açık veriyor, BCE (Avrupa Merkez Bankası) kapatıyor bu deliği, Avro Bölgesi dışında olmasına rağmen “The City” Avro bölgesi halklarının parasıyla kurtarılıyor.

Financial Times’a göre finans sektörü yoneticileri yıllık 90 milyar dolar civarında maaş alıyorlar. Yaptıkları iş? 1000 milyar dolar yakmak! Yani 1 trilyon dolar, korkunç bir rakam. Müşterilerini, firmalarını zarar ettiriyorlar. İflas eden AIG’nin genel müdürü 65 milyon dolar alıyor. Merrill Lynch genel müdürü 160 milyon dolar, Fannie Mae’nin genel müdürü 14 milyon dolar. Goldman Sachs’ın kârı %14 azalıyor bu dönemde. Ama genel müdürün maaşı üç katına çıkıyor. İflâs eden Lehman Brothers’ın genel müdürü Richard S. Fuld’un maaşı 250 milyon dolar.

 Ocak 2009’da ABD başkanı değişiyor, Obama başa geçiyor ama başkanı, senatörleri, merkez bankasını ve borsa denetim kurullarını yakın markaja almış olan finansal temsil gücü değişmiyor. Finans sektöründe batan bankalar var ama sektör bir bütün olarak kriz öncesine kıyasla daha güçlı. Hükümete söz geçirme konusunda çok daha etkin ve cüretkâr: Yatırımcıları ve müşterilerini kazıklayan bankalar da zarar ediyorlar. Bir kaç trilyon dolarlık delikler bunlar. Batı ülkelerinde krizi durdurmak için harcanan para ABD’nin GSMH’nın %50si civarında. Delikleri kapatmak için Amerikan ve Avrupa halkın parası kullanılıyor, bunu yapan yöneticilerin maaşları ise yükseliyor, yüz milyon dolarlar ile ölçülüyor.

 Yarın ne olur?

Bugün Avrupa’da bankalar arası borç piyasasının büyüklüğü 6 trilyon avro. Avrupa Merkez Bankası’nın “taşıdığı” borç yükü 3 trilyon avro. Bu rakam Fransa’nın GSMH’nın bir buçuk katı. Yani ulusal provizyonların çok üzerinde bir borç yükü ile yaşıyoruz. Avrupa ekonomisi komadan çıktı belki ama hâlâ oksijen çadırında. Üstelik bu görünen felâket. Ya görünmeyen kısım? Shadow Banking coğrafyasında kim kime ne kadar borçlu? Türev ürünlerin hacmi nedir? Bu tür rakamları kimse veremiyor. Meselâ 2012 yılı itibariyle 12 bine yakın Hedge Funds var ve bu sayı artmakta. 2011’deki kârları 28 milyar dolar oldu. Dünyanın en büyük 10 bankasının kârlarının toplamı kadar neredeyse.

 Avrupa Birliği’nin gücü de sınırlı aslında. Yunanistan’ın, ya da İspanya, İtalya gibi üilkelerin batışı yönünde oynanacak bahislere direnebilir mi Avrupa Merkez Bankası? Goldman Sachs kökenli genel müdür bunu ister mi? Yoksa Goldman Sachs’ın patronu ile ayrı bir plan mı yaptılar?

 Borç piyasası ulusal devletleri bankalar ve şirketlerle aynı pistte yarıştırıyor. Bugün Danone gibi büyük Fransız şirketlerinin imzası Fransa’nın imzasından daha kıymetli, Fransa’nın borç kalitesi Endonezya ve Meksika gibi ülkelerin gerisinde kaldı. Coca Cola’nın borç kalitesi ABD’ninkinden daha iyi. Bankalaşan, şirketleşen, süpermarketleşen bir dünyadayız. Ulusal sınırlar içinde hareket edebilen ulus-devletler küresel şirketlerin gölgesinde artık. Soğuk savaş sonrasına hiç benzemeyen yeni bir dünyada yaşıyoruz. Piyasalar millet meclislerinin üzerinde. Batıda bankalar iktidara talip değil artık, iktidar onların elinde. Siysetçiler bankaları, piyasaları kızdıracak bir söz söylemekten korkuyorlar.

 Batıda siyaset halkların iradesine değil borsa endekslerine ve banka müdürlerinin kaprislerine endeksli. Bunun için demokrasinin çökmesinden bahsediyoruz. (Devam edecek)

 

… Bu konuda e-kitap…

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

 Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Liberalizmin Kara Kitabı

 Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?

 

Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Buradan indirin.

 

Trackback URL

Sorry, comments for this entry are closed at this time.