RSS Feed for This Post

Kürt Meselesi İslamcıların Turnusolu değil mi?

Devlet iktidarıyla bir anlam kazandığını ifade eden İslamcılık, bir tür dünyevi siyasal İslam davası tahayyül eden ideolojik bir düşüncedir. Her ne kadar klasik İslam düşüncesine atıfta bulunsa da İslamcılık, modern siyasal bir ideolojidir. İslamcılık, İslam’ın hükümlerinin uygulanması ve dünyanın tarihsel ve toplumsal durumda İslam’a göre düzenlenmesi ideali ise bu ideolojinin yaşadığımız dünyada yerinin ne olduğu merakım muciptir. 

Son zamanlarda basında yoğun bir şekilde tartışılan ve İslamcılığın bir çıkış yolu, hatta bazen “tek yol” olduğu gibi düşünceler sunulsa da böyle olmadığına dair sayısız gerekçeler varit. İslamcılık akımının çağımızda bırakın tek yol olmayı, bir çıkış yolu olabileceği dahi muamma. Zira İslam’ın hayat bulması ve hükümlerinin uygulanması bir İslam devletinin varlığını gerektirir. Kısaca İslam hukukunun uygulanması için devlet elzemdir. Postmodern çağda böyle bir devlet de ne kadar mümkün, okuyucuların takdirine…

 20. yüzyılın başında önemli bir çıkış yakalayan İslamcılık akımı Ortadoğu’da ciddi bir etki yaratsa da kalıcı bir başarı sağlayamadı. Bu akımların birçoğu Ortadoğu’da Baas gibi yapıların da baskısıyla marjinalize olup yeraltına çekilmişken Türkiye’de 1960 sonrası gelişme göstermiş (Milli Görüş ve Nur hareketi) ve bu nüvelenmeler bugün Türkiye’de karar verici vaziyette.

Demokrat Parti dönemiyle birlikte filizlenen bu akım 1960’lı yıllardan sonra, bir siyasi parti ekseninde şekillenip uzunca bir süre, demokrasi karşıtı bir duruş sergilemişti. Gayet doğal ki, bu anlayışın iktidara gelebileceğine dair inanç da zayıftı, fakat Türkiye’yi dönüştürecek bu hareket hızlı bir çıkış yakaladı. Artık iktidar şansı İslamcılarındı, fakat bunun için tanklar da yürümeye namzetti. Adı: 28 Şubattı, çok soğuktu, postmodern çağın postmodern darbesiydi.

Tankların soğukluğu İslamcıların düşünce dünyalarını değiştirmeye de yardımcı olmuştu, zira değişim şarttı. Bu değişimin doğru algılanması Türkiye’de İslamcılar açısından miladi özelliği haizdi. Özcesi 28 Şubat süreci, İslami kesimin demokratlaşmasında ve insan hakları kaygılarını geliştirmelerinde güçlü bir parametredir.

Türkiye’de güçlenen iki akım, Milli görüş ve Nur hareketiydi. Şerif Mardin, Nur hareketinin temelde yeni bir nizam tesisi amaçladığını ve bu bağlamda Said Nursi’nin felsefesinin politik sonuçlar doğurduğunu ifade etse de dinin siyasete alet edilmemesiyle özetlenebilecek Said Nursi’nin siyaset felsefesi beğeni topladı. Fakat Bediüzzaman’ın fikirleri siyaset arenasında çok dile getirilemedi, daha çok “dolaylı yollar” tercih edildi. Buna mukabil Milli Görüş siyasal alanda daha etkili adımlar atabildi ve birçok açıdan kendini yenilemesi ile Türkiye’deki dönüşümün liderliğine soyundu. Sistemin en büyük mağdurları artık baskı altında değillerdi ve dönüşümün öncüleri olacaklardı.

“Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır”

“Öteki” ve “Beriki” Arasında Kalmak isimli yazıda bir sistemin kendinden olmayanı nasıl ötekileştirdiğini ve bu ötekilerin nasıl savunma mekanizmaları geliştirdikleri üzerinde durmuştuk ve bir sonraki yazıda cevap almak üzere şu soruyu sormuştuk; “Kemalist sistemin en büyük ötekileri -İslamcılar- Kürt ve Alevi hakları konusunda neden uzun süre sessiz kalmayı tercih ettiler? Neden yaşanan haksızlıklar konusunda son dönemlere kadar hiçbir çaba harcamadılar, ki aynı sorunları kendileri de yaşamaktaydılar.

İslami literatür, haksızlığa karşı duran timsallerle doludur. İslam tarihindeki en büyük mücadele olan nübüvvet ve saltanat arasındaki ayrımı bilenler zalim yöneticilerle aynı karede bulunmaktan imtina etmişlerdir. Fakat Türkiye’nin sınırları mevzu bahis olduğunda daha evrenselci olması beklenen İslamcı bakış milliyetçilerden farklı davranmayarak üniter yapıdan taviz vermedi. Bu itibarladır ki, Kürt dili ve kültürel  yapısı, İslamcılara rağmen asimilasyona maruz kaldı.

İslamcılar, Kürt halkı ve Kürtçenin özgürlüğü savunmamıştı, çünkü dindarlar milliyetçi ve resmi söyleme büründüğünden vicdani gereklilik yapılmamıştı. Cemal Uşşak Radikal’e verdiği röportajda, “Genelde milliyetçiler ve biz dindarlar, ‘Çin zulmü altında’ anadillerini konuşmaktan men edilen Türkistanlı ırktaşlarımızın veya Bulgaristan’da Türkçe isim alamayan kardeşlerimizin derdine yandık. Onlar için ağıtlar düzdük ama burnumuzun dibindeki Kürtlerin anadilleri konuşamamasının ıstırabını hissetmedik.” diyerek kendi mahallesini de kapsayan özeleştirisi sanırım her şeyi özetliyor.

İslamcıların iktidarda olmaması asimilasyondan sorumlu tutulamayacakları görüşleriyle kendi kayıtsızlıklarına meşruiyet kazandırma çabası harcansa da, bu sorumluluktan kaçmak mümkün değil. Her ne kadar iktidarda olmasalar bile, toplum içinde etkin ve aktif olan İslamcılar, Kürt sorunu konusunda genel olarak dindar gruplardan çok farklı davranmadı.

1950 ve özellikle 1964’ten sonra, içinde kısmen liberalleri ve kısmen de dindar grupları barındıran ‘muhafazakar’ iktidarların, milliyetçilikte, milliyetçi partilerle yarışa adeta girmişti. Hatta Türkiye’nin ilk İslamcı partilerinin Milliyetçi Cepheler içinde yer alması başka hangi buna gerekçe gösterilebilir. Sahi hangi itibarla İslamcı bir hareket kendine “milli” der ki?

İslamcılar veya dindarların Kürt sorunu konusunda tepkisiz kalmaları anlaşılabilir bir durum değil, İslami normlar açısından. Kesinlikle şu da gözden kaçırılmaması bir durum, ki resmi söylem tarafından baskılanmalarına rağmen İslamcılar resmi söylemin kullandığı milliyetçi retoriği de çok çabuk benimsediler. Ayrıca temel felsefesi haksızlığa dik durmak olmasına rağmen bu anlayışı görmezden gelen İslamcılar, kendi hesapları peşinde koştu, zira hedeflerine ilerlerken at gözlüğüyle ilerliyor ve mümkün oldukça devletle cebelleşmek istemiyorlardı. Ülkede çoğunluk olmalarına rağmen resmi anlayışın mağduriyetine maruz kalmışlardı ve bir de Kürtlerden ötürü mağduriyet yaşamak istemiyorlardı(!) Hem Müslüman hem de Kürt oldukları için baskılananları saymıyorum bile. Bu bağlamda Mazlum-Der gibi bir örgütün kurulması İslami hassasiyetin soruna ne kadar geç reaksiyon verdiğinin bir diğer göstergesi.

İslami anlayış bakımından çok tehlikeli bir durum arz etse de İslamcıların önemli bir bölümü Türk milliyetçiliğine yönelik, kolektif bir fikri eleştirisi de olmamıştı. İslamcılık da milliyetçilik gibi modern bir ideoloji. İdeoloji olmaları dışında hiçbir noktada uyuşmamaları gerekirken bölünmenin İslam’a uygun olmayacağı bile ifade edilmişti -ki hala ediliyor- devrin önemlileri tarafından. Ama aynı İslam haksızlık da yapma diyor… Güzel bir dünya kurma tasavvuruyla yola çıkan ideolojiler “biz”i merkeze koyan ve kendinden olmayanı ötekilediğinden kısa süre sonra “biz”in egosunu tatmine dönüşmekte. Ve Kürtler bu “biz” egosunun tatminine kurban edildiler her seferinde. Bundan dolayıdır ki İslamcı ideoloji başta da belirttiğim gibi çıkış yolu veya kurtuluş olamadı, umarım olabilir.

Bu bağlamda ideolojik bakışın tavrını kısmen anlamak mümkünse bile dindar Müslümanların sessiz kalmasını anlamak namümkün. Hala bile yeterince politize olmuş ve yıllardır örgütlenme sıkıntısı yaşandığı düşünülen siyasal İslam fikrinden öte Kürt sorunu mevzu bahis edildiğinde “sivil” diye nitelendirebileceklerimizin ne yapıp yapmadıklarıdır düşünülmesi gereken. Ne yazık ki ideolojik İslamcılar gibi siviller de haksızlığa sustular ve yaşanan acılara göz yumdular. Acaba bilmiyorlar mıydı: “Haksızlığa susan dilsiz şeytandır.”

AK Parti ve Kürt Sorunu

Peki, zulüm karşısında susmayı “dilsiz şeytanlık” olarak değerlendiren, zalim yöneticiye karşı hakkı söylemeyi “sözlerin en güzeli” olarak niteleyip o tavrından dolayı öldürüleni “şehit” ilan eden bir öğreti (İslam)’nin saliklerinin bugünkü durumu neydi? diye sormuş Mustafa İslamoğlu “İmamlar ve Sultanlar” kitabının girişinde.

 Evet, kendini o salikler arasında görenlerin tavrı şüphesiz artık eskiye nazaran çok daha vicdanlı. “Kürt sorunu yoktur, bu sorunu birtakım dış mihraklar, içimizden bazı ‘hain’leri manipüle etmek suretiyle suni olarak yaratıyor” gibi paranoid bir algı müspet manada gelişme gösterdi. Kuşkusuz bu dönüşümün domino taşı AK Parti. AK Partinin kimlik politikalarında İslamcı ideolojinin halen önemli bir etkisi bulunsa bile, özellikle Kürt sorunu konusunda ciddi bir dönüşüme girildi.

 Son dönemlerde “Eğer İslamcılık biterse, Kürt meselesi hiçbir zaman bitmez.” gibi kendi ihmallerini ört bas etme temayülündeki bir algının geliştirilmesi çok yerinde değil. Zira Kürt meselesinin bu kadar büyümesinde İslamcıların nötr tavrının büyük etkisi var. Refah Partisi’nin kapatılışı örneği verilerek İslamcı akımın Kürt sorunu konusunda ne kadar duyarlı olduğu ifade edilmeye çalışılmakta. Evet, gerçekten de 1993 yılında merhum Erbakan Hoca Bingöl’de yaptığı konuşma sonrası Kürtçülükle suçlanarak Refah Partisi kapatıldı. Peki Kürt sorununun varlığı 93’te mi hatırlanmıştı? Resmi ideolojinin kimlik politikasını reddederek Kürtleri tanıması sonrası 1970’de kapatılan TİP neden daha önce sorunun varlığını hatırlamıştı da İslamcılar bu kadar geç kalmıştı.

 Tüm söylenenlere rağmen dindarların Türkiye’de değişimin motoru oldukları su götürmez bir gerçek olsa da geçmiş kolaylıkla  halının altına süpürülemez. “AK Parti Kürt sorunu noktasında yaptığı icraatlar sayesinde Kürtlere, bir AB üyesi olan Bulgaristan’ın neredeyse aynı büyüklükteki Türk ve Müslüman azınlığına tanıdığından daha fazla etnik kimliğini ifade etme imkanı tanımış durumdadır ve bu gurur duyulması gereken bir başarıdır.” gibi ifadelerle hala bile Kürt meselesi konu olduğunda başka yerlerle kıyaslamaya gidiliyor. Zaten bu haklar yaratıcının herkese doğuştan lütfu değil midir?

 On sene öncesinde Türkiye’nin dindarları ciddi baskılara maruz kalıyorlardı. Yoksullukla, mağduriyetle sınanan dindarlar bugün varlıklı ve güçlü olduklarından dindarlara yeni sorumluluklar getirdi. Kürt sorununun bu kadar çok konuşulmasında önemli bir parametredir bu durum. Buna mukabil AB ve daha bir çok tetikleyici faktör Kürt açılımının yapılmasını tetikledi, zira bunu yalnızca İslamcı ideolojiye bağlamak safdillik olacaktır.

 Tüm bu dönüşümlere rağmen hala bile Kürtler ve öteki hassasiyetlerle aynı mağduriyete mecbur olan İslami hassasiyete sahip birçok insanın yaşanan mağduriyetleri anlamaması üzücü. Fakat artık gücü eline almış ve dönüşümün önemli tetikleyicilerinden olan İslamcılar geçmişin hatalarına kapılmadan farklı dillerin ve kimliklerin özgürlüğünü temini için elinden geleni yapmalıdır. Zira 90’larda Kürt hakları ciddi biçimde savunulsa bugün şüphesiz farklı bir yerde olunurdu.

 Takdiri okuyuculara bırakarak tekrar soruyorum; “Kürt Meselesi İslamcıların Turnusolu değil mi?”

 

.. Bu konuda e-kitap okumal için…

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin