RSS Feed for This Post

Amerikan Rüyası Neydi, Ne oldu?

“Tarihsiz” diyerek durmadan lanetlediğimiz ülke nasıl oldu da sömürge halinden dünyaya hâkim bir güç haline geldi? Bu durumun sebeplerini saptayabilmek için Amerika’nın tarihi gelişimini incelemek gerekmektedir.

Keşifler çağında çoğu yer gibi bu topraklar da kâşiflerin, denizcilerin uğrak yeri olmuştu. Gelenler toprakların çok verimli olduğunu görüyor ve faydalanmak istiyordu. Böylece buraya “yeni dünya” dendi. Yeni dünyada Avrupa başta olmak üzere birçok ülkeden yığınlar halinde göçler alarak koloniler kuruluyordu. Avrupalıların, özellikle İspanyolların ve İngilizlerin keşifler çağındaki maceracı tutumlarıyla sosyal, ekonomik, dini ve kültürel açıdan şekillenen kolonyal yapılar kıta Amerikasının güneyinin İspanyol, kuzeyinin ise Anglo-Sakson kültür ile bugüne gelmesini sağladı.

Amerika’da esas olarak İngiliz kolonileşmesinin başlangıcı 16. yüzyılın ilk çeyreğinde başladı ve ilk olarak krallarına atfen isimlendirdikleri Jamestown kasabasını kurarak yerleştiler. Böylece Amerika devrimi/aydınlanması ile sonuçlanacak koloni çağını başlatan İngilizler, kendi küllerinden doğacak Amerikan ulusunun temelini atacaklardı.

Yeni dünyaya Fransız, Hollandalı, Alman, İsveçli, Afrikalı, Yahudi, İtalyan ve daha bir çok ulustan göçmenler yerleşmekteydi. Kimi yaşadığı yerden kaçıp yeni bir hayat kurmak için kimi ise sömürmek, kolonileştirmek için… Fakat İngiliz göçmenler diğerlerinden çok farklı bir yapıya sahiptiler ve bugün Amerika’da Anglo-Sakson kültürün hâkim olmasının sebebi bu farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

Kuzey Amerika’nın İngilizler tarafından kolonileştirme çabalarının birçok nedeni olmakla beraber, ilk olarak ekonomi ve din (Protestanlık) kavramları öne çıkarken, din ve ekonomi birbirini teşvik etmiştir. Kolonileştirme safhasında iktisadi hayatın uhrevi normlarla desteklenerek gelişmesi için zemin hazırlanmış, bu itibarla İngilizler Amerika topraklarını sömürmeye başlayarak yerli halkı Hıristiyanlaştırma çabalarına girişmiştir.

Din, Amerikan toplumunun çok kısa bir zamanda bilinçlenmesinde göz ardı edilemeyecek şekilde rol almıştır. Bu inancın adı Püritenizmdir. Püritenizm, bir yaşam felsefesiydi ve toplumsal ve iktisadi hayata çok başarılı bir şekilde entegre olabildi. Püritenizm, bir harekât olarak Britanya’da ortaya çıkmış ve kolonileştirme ile Amerikan Püritenizmini yaratmıştır.

Püritenizme bir tür İngiliz Protestanlığı da denebilir. Püriten anlayışa göre kişi çalıştığı kadar tanrıya yakınlaşıyor ve bu da halkı olağanüstü şekilde kazanma hırsına güdüyordu. Püritenizm; “Çok çalışmak doğru ama çok harcamak günah” ilkesini temel aldığından topluma müthiş derecede disiplin veriyor, böylece toplumun dünyevi durumlara önem vermesi ve yaptıklarını ibadet olarak değerlendirmesi Amerika’nın kaderini (Manifest Destiny) yavaş yavaş belirliyordu.

Kolonilerdeki iktisadi yaşam büyük ölçüde tarıma dayalıydı. 19. yüzyılda yükselen endüstrileşme sürecinde az da olsa gelişmeler sağlandı; fakat Avrupa’nın çok gerisinde kalınmıştı. Kolonilerin kuzey bölgelerinde dinamik ve girişimci tüccarlar sınıfı doğmaya başlamıştı. Bu gelişmelerle beraber İngiliz kolonileri arasında ticaret çok hızlı bir şekilde gelişti. Böylece Amerikan piyasası kurma fikri günbegün güçlenmekteydi. Bu İngiltere’ye olan bağımlılığı ekonomik olarak azaltmakla birlikte bir bütün olarak kıta kolonileri arasında Amerikalılık bilincinin gelişmesinde büyük rol oynadı.

İngiliz hegemonyası ve merkantilizmi kolonilerin ticaretini çok kısıtlıyordu. Deniz ticaret kanunlarının kısıtlanmasıyla koloniler isyan ederek Amerikan bağımsızlık savaşına girişti ve George Washington liderliğinde on üç koloni birleşerek bağımsızlığa kavuştu. Yeni dünya için kendi atalarıyla bile savaşan kolonilerin dünyanın jandarması olması çok şaşırtıcı olmasa gerek. Amerika’nın doğuşu, yeni bir tarihin başlangıcı olacaktı.

Amerika’nın kaderi (Manifest Destiny), ekonominin canlanması ve dinin toplumsal sahada etkili olmasıyla bir rüyadan gerçeğe dönüşmüştü. Tabi ki kurucu babaların olağanüstü çabaları da kurtuluş sürecini hızlandırmıştı.

Koloni çağından başlayarak, Birinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde izolasyon politikasıyla bu idealini kendi kıta sahanlığında başaran ABD, bir sonraki adım olarak kolonyal çağda ürettiği kültürel, politik, iktisadi ve dini değerleri dünyanın diğer bölgelerine yaymayı kendine amaç edindi. İlk İngiliz göçmenlerinin hayal edip kurguladığı Amerikan rüyası bugün dünyaya meydan okuyan bir “leviathan”a dönüştü. ABD bu rüyayı her zaman görmek isteyecek ve bu uğurda her türlü çabayı gösterecektir. Bu uğurda da birçok şeyi araçsallaştıracaktır. Peki rüyasını gerçekleştirecek mi? (Detaylı bilgi için Murat Sofuoğlu/”Amerika’yı Anlamak”)

Rüya gerçek olacak mı?

“Ülkeler ve sistemler doğar, büyür ve ölürler. Tarih sürecinde kendi barış ve üstünlüklerini belli dönemlerde dünyaya hâkim kılan; Roma, Osmanlı ve Britanya İmparatorlukları tarih sahnesinden nasıl ayrıldılarsa, bir gün Amerika’da tarih sahnesinden kaybolacaktır.”

Tarihin tek düze gitmeyeceğinin hatırlanması gerektiği bir çağda, ABD tarihin tekerrürden ibaret olacağını unutmuşa benziyor…

Dünyayı şekillendiren Amerika eksenli küreselleşme dalgasının yarattığı postmodern süreçte dünyanın bütün ülkelerini etkileyen kültürü ve gücüyle Amerikan hegemonyası dünyanın birçok ülkesinde olumsuz tepkiler yaratmaktadır. Amerika’nın pragmatik kimlik inşa çabaları, şiddeti araçsallaştırarak kendi kimliğinin kimilerince “Büyük Şeytan” sloganıyla imgelenmesine de neden olmaktadır.

Uluslararası hukukun ve kuruluşların otoritesini reddederek 11 Eylül 2001 “küresel terörizmi” ile başlayan süreçte, “dünyanın jandarması” misyonunu yüklenerek “barış ve demokrasi”yi kapı kapı pazarlamayı da unutmamıştır.

Peki, Afganistan ile Irak’a “barış ve demokrasi” geldi mi? Tabi ki hayır. Irak ve Afganistan savaşları, basit nitelikte savaşlar değil, aksine ABD’nin tek taraflı olarak Ortadoğu’yu ve daha sonra bütün dünyayı yeniden yapılandırma projesinin basamakları niteliğine büründü. Bu çerçevede ABD’nin Birleşmiş Milletlere rağmen Irak’a savaş açması uluslararası kuruluşların yeniden sorgulanmasını gündeme getirdi.

Manifest Destiny, 1800′lerde Amerikan yayılmacılığını desteklerken 1900′lere gelindiğinde politik söylem içinde yerini korurken içeriği değişmiş, Amerika’nın kaderi artık yayılmak değil dünyaya demokrasiyi ve özgürlüğü yaymak olarak dönüşmüştür. (Derin Düşünce/Amerika Tedavi Edilebilir mi?)

Yaptığı bütün savaşlara da halkını ikna etme başarısı gösteren, Hollywood’u adeta bir savaş aygıtı gibi kullanarak halkının nazarında yaptıklarının meşruiyetini sağlamaya çalışan ve bunu yaparken de dünyanın ne düşündüğünü önemsemeden kendi iç huzurunu yakalayan bir ülke…

Büyük Britanya’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşı, iç savaşlar ile kurguladığı iç düzeni, Monreo doktrini ile kıta Amerikasını Batılı ülkeler karşı savunması, gelişen ve üreten ekonomisi ile dünya savaşlarının son düğümüne kadar izolasyonist politikaları, Eisenhower doktrini, Marshall yardımı ve Truman doktrini ile Sovyetlere karşı küresel etki alanını geliştirme planları ve Bush doktrini ile dünya hakimiyetini ele geçirme çabaları…

Rus oyuncağı matruşka gibi üst üste eklemleşmiş, genişleyen ve kapsayan dış politikaları ile küresel hâkimiyeti içinde bulunduğu ekonomik durgunluğa ve çağın yöntemlerine göre yeniden kurgulayan ABD, Obama’nın smart power doktrini ile şimdilerde milyonların gönül verdiği ve belki de inanarak can verdiği Arap Baharı’nı o geniş rüzgârgülleri ile yönlendirmekte ve Amerikan Rüyasını güncellemektedir.

Not: Bir sonraki yazıda, “Amerikan Evanjelizmi ve Yahudiliğin Küresel İttifakı”nda ABD ve İsrail ilişkilerini ele alacağız.

.. e-kitaplar ….

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

<

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin