RSS Feed for This Post

Kapitalizm Hakkındaki Efsaneler – 4

10) Kapitalizmden başka bir alternatif yok. Gerçekten mi? Hayal gücümüze ne oldu? Gereklilikler, icatların çıkış noktasıdır. Eldeki şartlara sadece tek bir sistemin en iyi uyduğu konusunda kandırılmana müsaade etme. Bir sistem ne kadar iyi veya kötü düzenlenirse düzenlensin, sistemin verimliliği her zaman kullanıcıların kapasitesine bağlıdır. Bazı kullanıcılar, bir sistemi mükemmel bulurken, ötekiler öyle düşünmez. Yani aslında birisi için şerbet olan, diğeri için zehirdir.

Eğer özel bir sınıfa dahil ya da biricik yeteneklere sahip olamayacak kadar şanssızsan, ne kadar çalışırsan çalış, çalışman bir şey ifade etmez. İşte kapitalizm böyle bir durum üzerinden dizayn edilmiştir. Yukarıdaki gerçekleri gözardı etmeni ister. Ama gerçek şu ki, gelecek planlarını ve emellerini, henüz kazanmadığın bir loto üzerine gelişigüzel inşaa edemezsin. Ne yazık ki, kapitalizm, bunu yapabileceğine inandırır seni. Kapitalizm, sadece, yoksul çoğunluktan (ç)alıp azınlıktaki zengine veren bir sistemdir. Kapitalizm zedelenmiştir ve yeni bir sistem kurma zamanıdır. Kapitalizm ölüdür ve diğer uluslar onu korumak için uğraşmaya devam etmeyecekler. Nihayet BRICS‘in uyanışı da bundandır.

 

Bir önceki yazımızda, Dr. Saka’nın kapitalizm üzerinden eleştirmiş olduğu seçkinler grubu hakkındaki ifadelerini tartıştık. Bunu yaparken ‘elit teori’ ve bu teoriye katkıda bulunan düşünürlerden yararlandık. Ülkemizden örneklendirerek seçim ve demokrasi ilişkisini tartıştık. Kapitalizm ve özgürlük arasındaki ilişkiyi ele aldık. Son olarak da, idari kadroda yer alan bir seçkinin İslam dinine göre değeri ve konumunu tartıştık.

Bu yazımızda da Dr. Saka’nın kapitalizmin tek çıkar yol olmadığına ilişkin son efsanesini ve bu düşüncesini güçlendirdiği son paragrafını ele alacağız.

Karl Marx’ın, tarihin evrimsel süreci içinde kapitalizmden sonra gelmesini öngördüğü sosyalist ardından da komünist bir toplum vardır. Sosyalizm için idaredekiler işçi sınıfı olacak, komünizmde de sınıfsız, ‘istadı doğrultusunda üreten, ihtiyacı ölçüsünde tüketen’ bir toplum olacaktır. Ancak, bir önceki yazımızda da yararlandığımız düşünür Francis Fukuyama, tam da Dr. Saka’nın eleştirdiği düşünceyi savunur. Fukuyama’ya göre Kapitalizmden sonra gelecek bir sistem yoktur, ki bu da Marx’a göre devam etmesi gereken tarihin yarım kalmasına, sonuna işaret eder. Ben de Fukuyama’ya katılıyorum. Kapitalizmden sonra sosyalizmin ya da komünizmin geleceği yoktur diyorum.

Bu düşüncemi açıklamak için, öncelikle, kapitalizmin kabaca tanımını tekrarlama ihtiyacı duyuyorum. Kapitalizm, sermaye birikimini baz alan ekonomik bir sistemdir. Fakat bundan da öte, bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi her zaman daha fazlasını isteme üzerine kuruludur. İşte bu noktadan sonra, kapitalizmin niçin tarihin sonu olduğuna ilişkin üç gerekçe bulunur. Bunlar; birincisi, kapitalizm kendini günümüz post-modern olgularına uyarladığı; ikincisi, kapitalizmin insanları birer ‘arzulama makinesi’ haline getirdiği; üçüncüsü, kapitalizmin ikna gücüdür.

Birinci gerekçemizden başlayalım. Öncelikle, hala tam bir mutabakata varılamamış olsa da, genel hatlarıyla ‘modern’ ve ‘post-modern’ kavramlarını tanımlamak gerekir. ‘Modern’ olan rasyonellikle bağdaştırıldı, akılla gelen özgürlüğü ve kurtuluşu savundu. Fakat, Heidegger’in modern bilim eleştirisinde söylediği gibi, doğanın örtüsünü açıp onu ortaya çıkarmaktan çok, doğanın üzerini örten bir imge haline geldi. Yani modernite vaad ettiği sınırsız özgürlüğü getirmekten çok insanı sınırlı aklı içine hapsetti. İşte post-modern de bunu eleştirerek, ideolojileri, teksesliliği reddederek özgürlük vaad eden çoğul bir kültür önerdi. İşte kapitalizm de bunu kullandı. Modern olanda eskiye yer yokken, bazı araba modellerinde geriye dönüş izleri görüyoruz. Ya da şu anki kıyafet modasına baktığımızda, nostaljik esintiler alabiliyoruz. Kıyafet demişken, modernitedeki ‘sıfır beden’ özentisinin aksine, post-modernde ‘büyük beden’ korkulan, dışlanan bir olgu olmaktan çıktı. Yiyecek-içeceklerle oluşturulan büyük bedenler, diyetisyen ve ilaç sektörüyle sağlığa vurgu yaparak bir de burdan vurgun yediler. Giysi sektörünü ihya eden bu olgu, kişinin kabul edilebilirliğini artırmak adına tüketime sunuldu. Günümüz yaşam tarzıyla içi içe geçmeyi bu denli başarmış bir sistemin yıkılabilmesi söz konusu olamaz diye düşünüyorum. Buraya kadarı sistemin getirdikleriydi. Bir de bu sistemin insana bakan bir yüzü var ki, bu da kapitalizmin niçin tarihin sonu olduğuna dair ikinci gerekçeyi açıklar. İnsanlar, bu geniş şartlar altında, denetim altında tuttukları arzularını açığa çıkarma imkanı buldular ve Deleuze ve Guattari’nin tanımıyla birer ‘arzulama makinesi’ olmaya başladılar.  Bu da post-modernizmin, modernizmin ideolojilerle insanı kısıtlayan sistemine bir karşı çıkışıdır. Ancak, insanı bu ideolojilerden kurtarırken, onların arzularını serbest bırakırken, çok büyük bir felakete sebep olmuştur; insanları arzularının esiri yapmıştır. ‘sen daha iyisine layıksın’ ya da ‘asla daha azıyla yetinme’ gibi reklam sloganlarıyla telkin edilenler de insanın değerini arama yolculuğunda ona yol göstermiştir. İşte bu noktada da kapitalizmin neden son sistem olduğunu anlatan üçüncü gerekçe vardır ki en etkilisi budur. Kapitalizm insanı ikna etmiştir. Neye mi? Dr. Saka’nın tüm yazısı boyunca anlattığı efsanelere. Bunun en büyük sebeplerinden biri, proleter sınıfın kavramı dışına çıkması. En sevdiğim ve sık kullandığım şu örnek, durumu çok güzel açıklıyor: ‘Apple’ın CEO’su’. O da teorik olarak bir proleter, ancak içinde bulunduğu şartlara isyan etmeye pek de niyetli değil. İşte ikna yoluyla gelen sermaye birikiminin hegemonyası. Fakat bunlar tam da Dr. Saka’nın dediği gibi hayal gücümüzün ürünü ve gereklilkler sonucu ortaya çıkan icatlar. Hayal gücü geniş insanların, günümüz ihtiyaçları doğrultusunda, sermaye olan şeyde oynamalar yaparak birikimi ve birikim teşvikini devam ettirmesidir. İnsanlar da bir makine gibi arzuladıkları şeylere ulaşma konusunda o kadar kararlıdırlar ki, kapılıp gittikleri bu kalabalığın kenarına çekilip ‘biz nereye gidiyoruz’ diye sormazlar. Çünkü hedef bellidir, Allen Scarboro’nun da ifade ettiği gibi, bu imal edilmiş arzuyla, imal edilen şeye ‘hemen ve şimdi’ erişebilmek. İşte böylesine içselleştirilmiş bu sisteme karşı çıkabilecek, Dr. Saka’nın umut ettiği sistemi kurabilecek bir işçi sınıfı mevcut değil. Kaldı ki, Sosyalist rejimlerin marifetlerini de gördük. Fukuyama’nın bahsettiği bir tür ‘toplumsal anlaşma’nın yapılmış olduğu Sovyet rejiminde, halk ve idareciler arasındaki ilişki şöyle dile getirilir; ‘onlar bize para öder gibi yapıyor, biz de çalışır gibi yapıyoruz’. Daha da ötesi, yine Fukuyama’nın ifadeleriyle, Sovyetlerin totaliter egemenliğinin amacı, insanların elinden sadece özgürlüğünü almak değil, onları özgürlüklerinden korkar hale getirermekti. Böylece insanlar prangalarını sevecek, güvenliklerini özgürlüğe tercih edecekti. ‘herkesin gücü ölçüsünde üretime katıldığı, üretilenlerden de ihtiyacı ölçüsünde yararlandığı’ umutlarıyla oluşturulan ‘sınıfsız’ komünist rejimler de yıkıma maruz kaldı. Çünkü Derin Marx kitabında da ifade edildiği gibi, kimin neye nasıl karar vereceği belirlenmediği için uygulama tıpkı kapitalizmdeki gibi oluyor: en güçlüler (komünist parti üyeleri vs.) en zayıfı yani işçileri eziyor. George Orwell da bunu kitabı Hayvan Çiftliği‘nde alegorik olarak harika biçimde işlemiş ve motto haline gelen şu söze imzasını atmıştır: ‘Tüm hayvanlar eşittir, ama bazıları diğerlerinden daha fazla eşittir.’ Kitapta, zorbalığından dert yandıkları çiftlik sahibi insnaları kovan hayvanlar, bir devrim yaparlar (her devrim gibi öncesi ve sonrasında kan ve şiddet içeren türden bir devrim). Ancak eşitliği savunan bu sistemde domuzlar, kendilerini ‘beyin işçisi’ olarak tanımlayıp, diğerlerini de ‘kas gücüne’ talim ederler. Kitabın sonunda, hayvanlar (devrim gününden beri hayatta kalabilenler) devrimden sonra belirlenmiş yasaların içindeki ‘tüm hayvanlar eşittir’ ibaresinin yukarda söylediğimiz ifadeyle değiştirilmiş olduğunu görürler. Ve kendi aralarında konuşurken, domuzların nasıl da çiftliğin eski sahipleri olan insanlara benzediklerini konuşurlar. Sonuç; Dr. Saka’nın dert yandığı Kapitalizm kadar uğrunda uğraştığı Sosyalizm de problemli. Çünkü mutlak özgürlük ve eşitlik sunan her sistem hastalıklıdır. Hiçbir sistem, belli şartlar altında belli sonuçları garantileyemez. Çünkü sistemin muhatabı insanlardır. İnsanların hepsine aynı demek, onları eşitlemek, toplumu düzleştirmek doğru değildir. Kabiliyetleri ve fıtratları bakımından farklı meziyetlerle donatılmış insanları bir kalıba sokmak onları ‘insanlık’larına yabancılaştıran en önemli faktördür. İnsanlar, tek bir konuda eşittir, o da haklarını kullanma konusunda. Bu eşitlik hep yanlış anlaşılmış, ya da anlaşılmak istendiği anlama çekilmiştir. Mesela, bu yanlış anlamaya verilebilecek en bariz örnek ‘kadın-erkek eşitliği’ noktasında. Kadının erkeğe eşitlenmesi (ki asıl sorun burda başlıyor) için, kadının da kamusal alan da görünürlüğünün artması adına çalışmalar yapıldı. Kadınlar da tıpkı erkekler gibi ‘dışarı’yı kullanabilir hale geldiler. Ancak bir şartla; kadınlıklarından taviz vererek, erkeğe benzeyerek. İşte eşitlik yapmaya çalışırken en büyük eşitsizlik burada ortaya çıktı. Bir Müslüman erkek dininin gereklerini özgürce yerine getirebilirken, bir kadın dininin gereği olan ‘din ve vicdan özgürlüğü’ dahilinde hakkı olan başörtüsünü kullanamadı. Dolayısıyla hakları kullanma noktasındaki eşitsizlik, kadını daha da ezilmiş bir konuma soktu. Çünkü, inandığının arkasında tam duramayan, dolayısıyla özgüven ve özsaygı sorunu yaşayan aynı zamanda karşıcins işarkadaşları tarafından da yıldırıcı tepkilere maruz kalan, inancı ve kariyeri arasında seçime zorlanan kişilik sorunlu kadınlar, bireyler oluştu. Bu eşitsizlik doğuran eşitlik sağlama çabası çok önemli bir sorunu örnekler: İnsanları eşit hale getirmek, aslında özgürlüğü kısıtlar. İnsanların, ekonomik anlamda eşitsiz olması normaldir. Anormal olan, bu eşitsizliği saygınlık sorunu haline getirmektir. Ve bu algı, arzularının esiri olmuş insanların feryatşarından başka bir şey değildir. İslam dininde kula kul olunmaz, metaya hiç olunmaz. Yalnızca ‘Rabbimize kulluk eder, ondan yardım dileriz.’ Fakat, kapitalist Müslüman söylemleriyle ortaya çıkan bir güruh, çağdaş İslamcılar olduklarını, üstüne üstlük  böylelikle ‘ilayı kelimetullah’ı daha geniş alana yayabilmeyi amaçladıklarını söylerler. Kimsenin kalbini yarıp bakmadığımız için gerçekleri bilemeyiz. Bu yüzden, sui zan etmek istemem. Ama sebepler dairesinde, kula kul olmak yönündeki eğilimlerinden dolayı bu ‘çağdaş İslamcı’ olan Müslümanları çok tasvip etmiyorum. Ayrıca, ideolojiler, insanı köleleştirir. Çünkü Müslümanlığın adını ‘İslamcılık’ koymak, onun isim verenler tarafından sınırlanmasıdır. Ve gördüğümüz gibi, kavramlar özünden saparak kendilerini günün şartlarına adapte ederler. Mesela Nilüfer Göle, İslamcılığın, özellikle günümüz kadınları tarafından çağa uygun hale getirildiğini söyler. Bu durumu da, başörtülü kadının görünürlüğünün artmasıyla açıklar. Fakat görünebilir olmak için  ‘çağa uygun’ hale getirilen bu tesettür kavramı, özüne ne ka dar uygundur, tartışma konusu. İşte nilüfer Göle’nin bahsettiği bu İslamcılık, Müslümanlıktan ayrı özelliklere sahiptir. Diğer ideolojilerin yaşadığı ‘büyük anlatılarından sapma’ hüsranına İslamcılığın da uğraması kaçınılmazdır. Bu yüzden ‘Bir Müslüman İslamcı olamaz, olmamalıdır.’ desek yanılmayız.

Dr. Saka’nın haklı olarak yerden yere vurduğu kapitalizm ve özlemini çektiği sosyalizmin sonuçlarını defalarca yaşadık. Gördük ki Marxistler hatalı. Evet, ama en az onlar kadar Liberaller de Müslümanlar da hatalı. İdeolojiler uğruna yapılan katliamalardan söz edecek olursak, ‘al birini, vur ötekine.’ Müslümanlar olarak, kapitalizmin zararlarından kurtulmamız çok da zor değil. Kur’an ve sünnete uygun yaşamak, her şeyi çözecektir. Fakat, bu yoldaki en büyük darbeyi ‘Müslüman Kapitalist’ler tarafından yiyoruz. Kuran’daki mal edinmeyi tavsiye eden ayetleri kaynak göstererek, Müslümanlığın Kapitalizmle bir çelişen noktasının olmadığını iddia ediyorlar. Ancak, kapitalizmin sadece mal edinmeyle ilgili olmadığını; insanı, edinilen malların esiri, edinilemeyen malların da arzulayıcısı haline getirdiğini; bir başka deyişle insana ‘insanlık’ vasfını veren iradesini, kişi tükettikçe, tüketen bir sistem olduğunu böyle kabaca tabiriyle özetlemiş olsam da yazı dizimiz boyunca ayrıntılı bir şekilde gördük. O yüzden, Kur’an’ın mal edinmekle, zengin olmakla bir derdi yok; ancak kapitalizmle var diye düşünüyorum.

Yazı dizimizin sonu olan bu yazımızda, Dr. Saka’nın, tarihin ilerleyen süreçlerinde gelmesi öngörülen sistemleri beklediği, bu yüzden Kapitalizmin de süresinin dolacağı yönündeki düşüncelerini ele aldık. Fakat, kapitalizmin, tarihin sonunu getirdiğine ilişkin, Dr. Saka’nın tersi iddialarımızı tartıştık. Ve son olarak da, Müslümanlığın da İslamcılık ideolojisiyle özünden uzaklaşarak, Kapitalizme nasıl uyarlandığını anlattık.

 

 

 

… Bu konuda okumak için…

 

 Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma) 

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?

 Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin. 

 

 

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor.  Buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? 

 Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin