RSS Feed for This Post

İslam’ın vizyonu (2) / Hamza Yusuf

Birinci Bölüm

 (Zaytuna Institute’dan Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Chittick’in ‘İslam’ın Vizyonu’ kitabıyla ilgili söyleşisinin 2.kısmı)

Cibril hadisi, hadis literatüründe en önemli hadislerden biri kabul edilir. İslam’ın özeti niteliğindedir. Bu hâdise, Efendimiz (SAV)’in irtihalinden 80 gün önce vukû bulmuştur, Yani bu dünyada bizlerle bulunduğu son döneme aittir. Hadis râvisi Ömer ibn Hattab’dır. Hz.Ömer ikinci halifedir, aynı zamanda sahabe olarak Hz.Ebu Bekir’den sonra Hz.Peygambere (SAV) en yakın ikinci kişidir. Hadis şöyle başlıyor: “Hz.Peygamber (SAV) ile oturuyorduk. Beyaz elbiseli, simsiyah saçlı bir kişi çıkageldi, üzerinde hiçbir seyahat alameti yoktu.”

Burada ilginç bir durum var. Medine bir çöl şehri, bu kasabada yaşayan birkaç bin insan var. Şehirden çok bir köy gibi. Arabistan standartlarında şehir olarak düşünülebilir ama insanların birbirini tanımadığı bir yer değil. İnsanlar birbirini tanıyor. Bu kişi temiz, beyaz elbiseler içinde, dışarıdan geldiğine dair üzerinde hiçbir alâmet yok. Doğal olarak bu insanın yabancı olduğunu düşünüyorlar. Nereden geldiğini bilmiyorlar, tuhaf bir durum. Yıkanmış, elbiselerini değiştirmiş olması lazım. Kimse bu insanın nereden geldiğini bilmiyor ve onu daha önce görmüş olan kimse yok. Oturuyor, dizlerini samimi bir şekilde Hz.Peygamberin dizlerine dayıyor, ve elini Hz.peygamberin (SAV) uyluğuna koyuyor. Hadiste, meşhur olanında bundan bahsetmiyor, iki elini dizine koyduğundan bahsediyor. Oturuş şekli klasik medrese eğitimi gören bir talebenin oturuşu şeklinde. Doğuda böyle oturmamak edebe aykırı görülür. Dikkat ettiyseniz Farsîler uzun süre bu şekilde oturabilirler. Birçok müslüman ülkede yerde oturmak genel bir adettir.

Sonra soruyor: “ya Resulullah, bana İslam’dan bahset!” Hz.Peygamber (SAV) diyor ki: “İslam şehadettir.” Söylediği ilk şey bu! “Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz.Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şehadet etmendir”. Bu bir inanç değildir. Şehadet bir inanç değildir, bir eylemdir. Dil ile ifade etme eylemidir. İslam’da kelimeler eylem olarak kabul edilir. İmam Malik Hz.’leri diyor ki, “kelimelerin eylem olduğunu fark ettiğinizde, akıllıysanız konuşmanız azalır çünkü eylemlerinizin hesabını dikkate alırsınız. Ne kadar çok konuşursanız o kadar sorumluluk alırsınız…” Şehadeti dil ile ifade etmektir diyor. Bu ilk rükündür, rükün kendisine dayanılan şeye denir. Diğerlerini tutan şeydir…

Sonra diyor ki “namaz kılarsın, zekat verirsin, Ramazan’da oruç tutarsın ve gücün yetiyorsa Allah’ın evine haccedersin.” Burada adam dönüp “doğruyu söyledin!” diyor. Hz. Ömer rivayetinde buna çok şaşırdığını belirtiyor. Çünkü adam hem soru soruyor, sonra da cevabı tasdik ediyor! Biliyoruz ki soru sormak bir öğrenme aracıdır, ama aynı zamanda bir öğretme aracıdır da. Öğretmen, soruyu cevabını bilmediğinden sormaz, başka bir amaçla sorar. Hâlâ o kişinin kim olduğuna dair hiçbir fikirleri yok. Adam sonra şöyle devam ediyor: “Şimdi bana imandan bahset!”. Böylece farklı bir boyuta geçiyoruz. Önce İslam’ı sordu, şimdi ise iman’ı soruyor. Demek ki İslam ile iman birbirinden farklı ve göreceğiz ki bu önemli bir fark. Hz.Peygamber (SAV) ona imanın Allah’a inanmak olduğunu söylüyor. Ona imanın “ne olduğunu” söylemiyor, imanın “nesnelerini” söylüyor. Çünkü iman kendi içinde bir muamma. İmanın ne olduğunu sözle açıklamak mümkün değil. Yapılacabilecek tek şey imanın nesnelerini açıklamaktır. İman, alimlere göre bir tasdiktir. Birinin kalbinde bir şeyi tasdik etmesi, onaylaması veya kanaat oluşturmasıdır. Hz.Peygamber (SAV) ona imanın nesnelerinden bahsediyor. İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve dünyadaki ölçülülüğe (kadere), her şeyin planlanmış ve belirlenmiş olduğuna ve iyi ve kötünün Allah’tan olduğuna inanmaktır diyor. Son kısım teolojide kötülük problem (odise) denilen bir problemdir. Hristiyanlar için dünyada kötülüğün varlığını açıklamak bir kâbus halini almıştır. Bu durum müslümanlarda hiçbir zaman bir sorun teşkil etmemiştir. Müslümanlar dualiteye inanmaz, hiçbir zaman dünyada muhalifçe çarpışan iki güç fikrine sahip olmamışlardır. Bir müslüman iyi ve kötünün Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inanır. Allah bizim ölçülerimizle belirlediğimiz iyi ve kötü kavramlarının üzerindedir, çünkü gerçekte iyi ve kötü bizim açımızdan vardır. Prensipler vardır: öldürmek kötüdür. Öldürmeyiz. Çalmak kötüdür, çalmayız. Ama bazı durumlarda çalmak kabul edilebilirdir, bu durum etiğidir. Öldürmenin olabildiği durumlar vardır, bazen bunun adı cinayet olmaz, meşru müdafaa olur. Demek ki kötü olan eylemin bizatihi kendisi değildir. Onu yanlış veya zalim yapan şey sebep veya niyettir. Bu ilginç bir konudur ve müslüman inancının temel parçasıdır. Bu konuya iman bahsinde detaylıca gireceğiz çünkü çok önemli.

Sonra tekrar “doğruyu söyledin!” diye tasdik ediyor. Sonra “ihsan’ın” ne olduğunu soruyor. Bunu çevirmek çok güç, iyi olanı yapmak diyebiliriz belki. Kök kelimeye baktığınızda ‘ihsana’nın anlamı ‘güzel’dir. ‘Ahsana’ kelimesi bir şeyi güzel yapmak anlamına geliyor. Geçişsiz fiilin geçişli hali. İngilizce gramerini biliyorsanız, geçişsiz fiil nesne almaz. Geçişli kelime nesne alır, yani hasunah nesne almaz. Hasunah zeydun dersin. Zeydun iyidir. Ahsanah zeydun dersen, nesne gerekir. Zeyd iyi olanı kime yaptı? Ahsana zeydun ilen amr. Zeyd Amr’a iyilik yaptı. O halde ihsan kelimesinde ahlaklı işleri yapma fikri var. Erdemi dünyaya getirme eylemi, bu İslam’daki en yüce şey. Erdemli fiilleri işleyerek dünyayı daha güzel hale getirmek.

Chisholm’a ait bir etik teoriye gore, etik aslında estetiğin bir dalıdır. Bu çok ilginç bir teori. Felsefede, güzelliği inceleyen felsefede, bir şeyi güzel yapan nedir? Sorusu sorulur.  Mesela sabah buraya aracımla gelirken tepeye baktım ve gelincikleri gördüm. Altın rengi güzel gelincikler tepeyi kaplamıştı. Gelinciklerin yeşille buluşması çok çarpıcıydı. İçimizde bu güzelliği farketmemize veya fark edemememize yol açan şey nedir, dünyayı güzel veya çirkin olarak görmemizi sağlayan şey nedir? Çiçeklerin karşısındaki tepede de çöpler vardı, farklı bir deneyim de yaşayabilirdim. Bir şey uyumsuz. Uymuyor ve estetiğin de özü bu. Uyumla ilgili. Erdemli eylemlerin özü onların dünyaya tam uyan eylemler olması. Bu yüzden İslam öğreniminin özü edep konusudur. Edep yaşayıştır. Doğru davranıştır. Uygun davranış, doğru ölçülerde yapılan davranışlardır. Edep işte bu yüzden aynı zamanda literatür demektir, çünkü edebiyatın anlamı da budur. Kelimeleri ölçülü bir şekilde, doğru yerlerine yerleştirme eylemidir.

Edip kelimeleri ölçülü bir şekilde seçer. Arapça, Farsça veya İngilizce bir şiiri ele alın. Mesela:

Mağrur olma ey ölüm,kimileri senin için,

Yamandır, dehşetlidir dediler, öyle değilsin sen…

Şiirdeki kelimelerin hareketine baktığınızda, metnin, gücünü kelimelerin yerleşiminden aldığını farkedersiniz. Ölüm kudretli değilsin desem, metin tüm anlamını yitirecek. Kelimeler tam olması gerektiği yerde bulunduğunda başka bir anlam kazanıyor ve insan kalbine tesir edebiliyor. Aynı şey dünya için de geçerlidir. Doğallık, tabiattaki ölçülülük etkileyicidir. Robert Frost’un insanlarla ilgili çok güzel bir şiiri var. İnsanlar okyanusa bakarlar ve haz alırlar. Okyanusa bakıyorlar, halbuki arkalarındaki kara çok daha çeşitli ve ilginç. İnsanlar neden karayı bırakıp okyanusa bakarlar? Bu onun sırrı ve büyüklüğüdür, yaratılışın gücüdür. Okyanus dünyadaki en güçlü şeylerden biridir. Bu yüzden Araplar geniş bir şeyden bahsetmek istediklerinde, ‘o bir derya’ derler. Araplar ‘Kur’an bir okyanustur, ve bu okyanusun kıyısı yoktur’ derler, kıyısız okyanus… Bunu hayal bile edemezsiniz.

İhsan, ‘güzel bir şey yapmak, Allah’a onu görüyormuş gibi ibadet etmendir’. Bunun anlamını düşünelim. Allah’ı görebilseydin, dünyada nasıl davranırdın? Diğer insanlara nasıl davranırdın? Diğer yaratılmışlara? Birinin evine misafir olduğunuzda onun halısının üzerine tükürmezsiniz, odanın köşesine bevletmezsiniz. Neden? Çünkü orası sizin eviniz değildir. O evdeki yaşayışa uygun bir şekilde hareket etmek zorundasınızdır. Ne kadar düzgün davranış sergilerseniz, sizi tekrar davet etmeleri o kadar muhtemeldir.  Allah’ı görüyormuş gibi dünyada bulunmak demek, Allah’ın misafiri olmaktır. Bir misafire yaraşır bir şekilde hareket etmek zorundasınızdır. Allah’ın evinin kurallarına uygun davranmak zorundasınızdır. İhsanın anlamı tam olarak budur.

Ve sonra diyor ki: ‘siz O’nu görmeseniz de biliyorsunuz ki O sizi görüyor’. Bu yüzden ihsanın en yüksek mertebesi Allah’I görür gibi davranmaktır ama bunu yapamıyorsan biliyorsun ki O seni görüyor ve davranışını buna göre düzeltiyorsun.

 

Sonra diyor ki, ‘bana Saatten haber ver’. Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) diyor ki ‘soru sorulan sorandan daha fazlasını bilmiyor’. Bu bir sırdır. Sonra diyor ki ‘bana işaretlerinden bahset’. Bunlar ahir zaman alametleridir. Hz.Peygamber (SAV) diyor ki: “köle kadınlar efendisini doğurur’. Ulema bunu hep alışılmadık bir ifade olarak kabul etmişlerdir. Baskın üç yorumda bulunmuşlardır. Bunlardan birisi sosyal düzenin alt üst olmasıdır. Doğrunun yanlış olmasıdır. Yanlışın doğru olmasıdır. Yüce insanların zelil olmasıdır. Zelil insanların yükselmesidir.

Bir diğer yorum şudur ki, Konfüçyen anlayışta toplumun kötüye gitmesinin en önemli işaretlerden biri, çocukların ailelerine asi olmasıdır. Çocukların itaatkarlığı ortadan kalktığında sosyal düzen aile otoritesine dayanır. Aileler adil değildir. Çocuklar despotlukla büyütülür. Ama bir görüşe göre adalet ancak sevginin olmadığı yerde gereklidir. Çünkü anne-babanın kısıtlamaları ona duyduğu sevginin yansımasıdır. Yani ebeveyn çocuğunun zararlı bir şeker yemesine izin vermez veya çocuğunun televizyon izlemesine izin vermez. Dıştan bakarsanız bu despotluktur. En çok sevdiğim görüntülerden biri de şu: çocuk emekliyor ve anne-babası gelip yerden alıyor ve başka yöne çeviriyor. Bunun bir sebebi var, asla zorbalık değil, tam tersi şefkattir.

Sonra adam gitti. Bir müddet sonra- bazıları üç gün diyor- Hz.Peygamber (SAV) dedi ki:  “Soru soran kimdi biliyor musun ya Ömer?” Birkaç gün beklemesi ilginç. Bu durum, sahabenin Hz.Peygamber’e (SAV) gereksiz sorular sormadığını gösteriyor. Çünkü Hz.Ömer’in “o kimdi ya Resulullah?” demesini beklersiniz, ama öyle değillerdi. Sadece mutlak anlamda gerekli bir soruysa soruyorlardı.

Hz.Peygamber (SAV) diyor ki: “Bu Cebrail’di, size dininizi öğretmek için geldi”. Yani bu hadis bize dinimizi öğretiyor, bunun anlamı bu. Bütün din burada. İman, islam, ihsan ve ahir zaman alametleri. Dr.Chittick ve Dr.Murata’nın bu boyuttaki bakışının ilginç olduğunu düşünüyorum. Dört boyutlu bir gerçekliğimiz var ve bunun içindeyiz. Üç boyutumuz var: en,boy ve derinlik. Tek gözlü bir insan derinlik algısına sahip değildir. Dördüncü boyut ise zamandır. Hadis bu dört boyuttan bahsediyor. İslam’daki yatay boyut. Bu en temel olanı. Dikey boyut iman ve bu boyut aşkın olana odaklanıyor. İslam davranıştır, bu davranışı yapma sebebi ise iman ve ihsandır. Bunlar derinlik boyutudur. Ona bu boyutu ekliyor ve sonra zamanla bitiriyor, çünkü bizler zamanla bağımlı yaratıklarız ve zamanla ilgili deneyimlediğimiz şeylerden biri de işaretlerdir… Dünya işaretlerden oluşur. Hz. Ali der ki, “tüm zaman iki gündür, biri senin için olan , diğeri sana karşı olan. Senin için olandan dolayı Allah’a şükret, minnet duy;  sana karşı olan için sabırlı ol.”İşaretler bize içinde bulunduğumuz zamanın doğasını anlatır. Günümüz birçok yönden karanlık bir çağdır çünkü insanlar gerçeklikten kopmuştur ve bunun şimdiye kadar gelmiş en iyi zaman olduğu vehmine ve kibrine sahiptirler.

 

İkinci konu dindir, “o size dininizi öğretmek için geldi” diyor. Din’in anlamı nedir? Arapça kökü ‘dana’ sözcüğünden gelir, anlamı disiplindir. Suçlu hissetmek anlamındadır. Idâna birinin bir şeyden suçlu olmasıdır. Borç, borçluluk fikri de vardır. ‘Dain’ borçtur, ‘madiin’ borçlu kişidir. ‘Da’in’ borçlu olunan kişidir. Sürekli yağan hafif yağmur anlamı da vardır. Din, ruha sürekli yağan ve hayat veren bir yağmur gibidir. Sürekliliği olan ve insanlığa tekrar tekrar tanıtılan bir mesajdır. Bu yağmurlar, yani vahiyler, ilahi yağmurlar kalpleri beslemiş, insanları yaşama döndürmüş, yaşamlarını ruhsal amaca erdirmiştir. Borç fikri de ilginçtir, çünkü birisi sana para vermişse ona karşı borçlu hissedersin. Allah sana yaşamı vermiştir. Bu bir borçtur ve bu borcun güzelliği şu ki, bu bizim değil ama bizimle birlikteyken onunla her istediğimizi yapabiliriz. Birisi size parayı şartlı olarak vermişse, bankaya gider ve şöyle dersiniz: “bir ev alacağım, 100 bin dolar istiyorum” ve sonra gidip o parayla bir kilo kokain alırsanız sözleşmeye aykırı hareket etmişsinizdir. O kadar kolaylıkla vermezler. Borç güvene dayanır. İnsanlar borcun ne için olduğunu bilmek isterler. Size “bunu ne için kullanacaksınız?” diye sorarlar. Sebep ne kadar asilse borcu alma ihtimali o denli yüksektir, Allah’ın verdiği borç, can borcudur. Bunun güzel tarafı verdiğiniz borcun satın alınması için size şans verilmesidir. “Allah inananlardan satın almıştır”. Allah’ın sizden bir şey satın almasının muhteşemliği, sizi muhatabı olarak görmesidir, güya ilişkide eşitlik varmış gibi şans tanımasıdır. Allah’la eşit olmak değildir ama O güya eşitmişsin gibi muamele eder. Satışı yapılan meta ise ruhunuzdur, ve bu en mukaddes alışveriştir. Ruhunu Allah’a satmak ve O’nun bu satışın karşılığını vermesi muhteşem bir güzelliktir. Bu yüzden bu ayet indiğinde herkes çok mutlu olmuştur, sadece Hz.Ebu Bekr üzgündür. Ağlamaya başlamıştır . Hz.Peygamber (SAV) ona bakar ve “neden ağlıyorsun?” diye sorar. O ise üzgün olmasının sebebini şöyle açıklar: “Zaten Allah’ın olan bir şeyi O’na nasıl vereceğiz?”. Diğerlerinden daha derin bir anlayışa sahipti, o yüzden Ebu Bekr’di. Anlamıştı ki, bu Allah’ın bir onurudur, bahşıdır. Bu borç düşüncesi, ahlaki olarak bu borcu ödeme zorunluluğunun adı din’dir. Din geri ödemektir, bu muazzam borcun, varlığın, bilincin, kalbin nasıl ödeneceğinin yoludur.

Kur’an’da din kelimesi sıklıkla kullanılır. Bu kelime Yusuf suresinde Mısır kralının yasası olarak da geçer. Ayrıca Firavun kıssasında ‘Musa’yı öldürmeme izin ver, korkarım o senin dinini değiştirecek’ şeklinde geçmektedir. Yani Firavun, Hz.Musa’nın onun dinini değiştirmeye çalışacağından endişelidir. Yani ‘sizin dininiz size, bizim dinimiz bize’ denilen farklı din anlayışları var. Hayatını nasıl yaşadığınla ilgili bir durum. Allah’ın dini tektir. Hep aynı olmuştur, bu yüzden din ile şeriat farkı vardır. Şeriat kanundur, kanunlar değişir. Hz.Musa’nın kanunu ile Hz.İsa’nın kanunu aynı değildir. Hz.İsa’nın kanunu ile Hz.Muhammed (SAV)’in kanunu da aynı değildir. Her bir peygamberin farklı kanunu vardır ama dinleri aynıdır. Bu yüzden Hz.Peygamber (SAV) demiştir ki ‘Peygamberlerin babaları birdir ama anneleri farklıdır. Bunun iki anlamı var.

  1. Hz.İbrahim’den (SAV) gelirler. İbrahim Peygamberlerin babasıdır.
  2. Dinleri birdir ama kanunları farklıdır.

Din tevhiddir. Hepimizin babasıdır. Hepimiz Allah’ın birliği fikri altında birleşmişizdir. Şeriat, yani kanunlar ise farklıdır. Allah der ki “”Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki Allah’tan başka ilah yoktur, yalnız ona tapın demiş olmasın”. Bu bütün din geleneklerinin özüdür. Dr.Cleary’ye göre dahi böyledir. Cleary diyor ki: Buda da tevhid öğretiyordu. Sadece bunu isimlendirmedi çünkü putperest bir toplumda gerçeği ancak niteliklerini açıklayarak ifade edebilirdi. Bu yüzden mutlak gerçek konusunda tanımlayıcı olmayan bir şekilde konuştu. Aynısını Taoizm’de de görüyoruz. Hatta bu öğretiler, teistik kavramlar kullanılmadan Batı’da da ifade ediliyor. Doğu geleneklerinde her şeyin akışını belirleyen mutlak gerçeklik fikrini bulursunuz ve bu yüzden Tao’da bile baş kısmında “başlangıçta bir vardı” der. Bu dış Tao’ydu. Sonra çift oldu, ezvac, çiftlerin yaratılması. Allah diyor ki “biz herşeyi çift olarak yarattık” ve çiftlerden sayısız form olmuştur. İki, üç olmuştur. Tüm dinler tekliği öğretir, böylece üç boyuta ulaşır. Üç boyut görünenle, zahirle ilişkilidir.

İnsanların yaptığı eylemler, insanlarla ilişkisi soyutlanarak incelenebilir. Mesela, bir kişi başka birisinden, “Bir adam gördüm diğerine vurdu” deyip neden birbirlerine vurduklarını, onların kim oldukları söylemeden bahsedebilir . Dünyada biri nesne, diğeri obje olan iki insan arasında oluşmuş fiziksel bir eylemden bahsedebiliriz. Bir sonraki boyut bilgidir. Bir olaya bakıp onun hakkındaki anlamı çözmeye çalışmak, yani bir kişinin diğerine vurması ne anlama geliyor. Eylemin kendisini anlamaya başlama ve eylemin arkasındaki niyete geçme safhası… Birinin yaptığını hangi sebeple yaptığı… Bütün bunlar iman, islam ve ihsanla ilişkilidir. İnsan bilgiyle, dünya görüşüyle, inancıyla hareket eder. Allah’a inanan biri olabilir ve İslam’ın zahiri şekillerine tam uyuyor olabilir ama bir taraftan da riya sahibi olabilir. Bu gizli şirktir,  yaptığını başka bir şey için yapmaktır. Riyanın iki çeşiti var. Birisi riya el muhlis, yapılanın insanlar desin diye yapılmasıdır, diğeri riya el müşriktir. Yani Allah’a inancın olabilir ama niyetlerin hala sorunlu olabilir. Hepimiz kendimizden ve diğer insanlardan biliyoruz bunu. İnsanların yaptıklarının arkasında gizli bir niyet vardır. Burada üç boyut vardır. Nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili anlayış bir boyuttur, bu iman ve islamdır. Günde beş vakit namaz kılmalıyım. Neden böyle yapmam gerektiğini anlamalıyız. İkinci boyut inançtır, üçüncü boyut ise kalple ilgilidir, yaptığını yalnız Allah için yapmaktır, bu, ihsanın alanıdır. Bahsettiği boyutlar bunlar. Bu çok ilginç çünkü bu Budizm’deki 8 katlı soylu yolun parçası aynı zamanda… Dünyayı doğru anlama, doğru eylem ve doğru sebep…

Sonra İslam öğretiminden bahsediyor. Kur’an diyor ki “her bilenin üzerinde daha çok bilen vardır”. Bir kişi Mısır’ın bir köyünden çıkıp Kahire’ye gidiyor, Kur’an’ı ezberliyor ve bir parça fıkıh ve hadis öğreniyor. Köyüne döndüğünde büyük alim gibi muamele görüyor. Ama bu göreceli bir durum, hocası köye gelse o yine hocasının talebesi konumuna geri dönüyor. Medresede dersleri belki de o kadar iyi durumda değildi, ama diğer insanların gözünde o bir alim oluyor, çünkü bilginin göreceli bir yönü var. Bazı insanlar son derece bilgilidir, bazıları daha az bilir, bazıları ise çok az bilir. Herbir derecede kişi yükselir ve bu yüzden Allah insanların derecelerini bilgilerine ve doğru eylemlerine göre yükseltiyor. “Allah müminleri ve kendilerine ilim verilenleri derece derece yükseltir”. Bu önemlidir, bu sebeptendir ki Müslüman geleneğinde hocalara hep büyük saygı duyulmuştur. Kitapta bahşedilen bir derece olmamasına dikkat çekmiş. Çünkü dereceler ve bunun gibi şeyler niyetleri bozar. Fıkıhtaki üstadlarımdan Şeyh Muhammed Amin “talebelerinize derece vermeyin çünkü bunlar ihlas ve niyetlerini bozar” derdi. Bu yüzden günümüz üniversitelerine baktığınızda, birden tüm üniversiteler karar verip “Artık derece vermiyoruz” dese, herhalde ortada hedef olarak sadece öğrenmenin kendisinin kaldığı bir ortamda kimse ders almak istemezdi.

İslam’da öğrenmek ilk ve en önde gelen Allah emridir. Öğrenmek yaşamı idame etmek için değildir. Bu hale gelmesi ahir zamanın işaretlerinden biridir, Peygamber (SAV) insanların para kazanmak için eğitim göreceklerinden bahsediyor. Bu ahir zaman alametidir. İslam’da öğrenmek doğru anlayışa, kavrayışa sahip olmaktır. Bu da üç boyutla ilgilidir. Etik olmakla ve insanoğlunun ruhi boyutuyla alakalıdır. Bu durum ticaret ihtiyacını ortadan kaldırmaz, ama gerçek bilginin özü bunun geçim için değil ahlaki ve ruhsal saiklerle yapılmasıdır. Bu yüzden 36.sayfada diyor ki “derece sunulmazdı, motivasyon öğrenmenin kendisi olurdu”. 1882’de El Ezher’de ilk defa test sistemi getirildiğinde, büyük Maliki âlimi Şeyh Muhammed Aleesh buna tamamen karşı çıktı, talebeleri test etme fikri ona gore tamamen yanlıştı. Ben bunu çok ilginç buluyorum çünkü bu insanlara bilmeyi değil testi geçmeyi hedefletiyor. Bu yüzden olsa gerek insanlar testten çıktığında bilgi namına hiçbir kırıntı edinemiyorlar.

 

Bir diğer bahsedilen şey ezber. Ezberlemek önemli. Çünkü çocuklar bilgiyi sünger gibi çekme yeteneğine sahipler. Onlara küçük yaşta olabildiği kadar fazla bilgi yüklenebiliyor. Bu onlara verilen ilahi bir armağan. Siz onların beyinlerine faydalı bilgileri yüklemezseniz o beyin gereksiz bir sürü bilgilerle doluyor. Ezber bu yüzden önemlidir ama asıl önemli olan kavrama yeteneğidir. SAT testleri kelime edinimini test eder, anlamayı, analojik mantık yeteneklerini, matematiği, aritmetiği, geometriyi ve temel cebiri test eder.Temel bir şekilde düşünmeyi öğrenip öğrenmediğinizi test ediyorlar, size Everest tepesinin yüksekliğini sormuyorlar, 1066 yılında ne olduğunu da sormuyorlar çünkü bunlara kitaplardan bakabilirsin. Einstein “Her şeye kitaptan bakabilirim, zamanımı ezberle harcayamam” der. Bu ilginç ama mantık oluşturabilmek için yeteneğe ihtiyacın var, o tüm formülleri kafasında tutuyordu.

 

Birinci bölüm İslam’la başlıyor. İslam Arapça’da, aslama kökünden geliyor, bu çok ilginç bir kelime, kökü selama, İbranice’deki barış anlamına gelen Şalom ile aynı kökten geliyor. Barış bütünlüktür, ve barış ancak bütünlük varsa ortaya çıkar. Vücuttaki hastalığı düşünelim, hastalık denilen şey vücuttaki bütünlüğün bozulmasıdır. Vücudun bir parçası diğer parçalarıyla uyumunu kaybeder , artık barış ortadan kalkmıştır, bütünlük eksiktir. İslam’daki bütünlük ve barış da Allah’a teslimiyetle gelir. İbranice’de de aynı durum söz konusudur. Yahudiler de şalomun insanoğlunun tanrıya teslimiyeti ile olacağına inanır, gerçek barış budur ve bu yapılmadığında acı çekilir. Teslimiyet pasif bir boyun eğmeden ibaret değildir, bazı ulema İslam’ın teslim olmak anlamına geldiğini söylemişlerdir. Teslimiyet pasif bir eylem değildir, aktif bir eylemdir, teslimiyet için mücahede, gayret gerekir.

Kur’an’da dört farklı İslam’dan bahsediliyor. Birincisi tüm varlığın teslim durumunda olmasıdır, Kur’an der ki, “Gökte ve yerde ne varsa isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuştur”. El-Kahhar ismi, Allah’ın isimlerinden biridir, Baskı altına alan demektir, ve Allah Kahhar olduğunu söylüyor. Dünya üzerinde bunu çok bariz görüyoruz, elimdekini atarsam yere düşer. Bu yerçekimidir, ne kadar yukarı atarsam atayım düşeceğini biliyorum. Dünyada boyun eğdiğimiz kanunlar var. Birisi yerçekimidir. Bir diğeri vücudumuzdur, vücud, burun, gözler, bunları değiştirmek İslam perspektifinden teslimiyete ve yaratılışa karşı gelmektir. Hz. Peygamber (SAV) bu yüzden doğanın manipülasyonuna çok karşıydı çünkü bu bir nevi isyandır. Teslim olmak Kur’an’da vurgulanmıştır. Birçok ayette “onlar Allah’ın dininden başkasını mı istiyorlar, her şey aslında ona teslimiyettedir” der. Buna göre İslam doğanın düzenidir. Bu çok ilginç, çünkü eski Çinliler de tam bu noktadan dünyaya bakmışlardır; doğal bir düzen vardır ve bilge kişi kendini doğal düzene uydurandır, aç kalınca yiyendir. Hz.Peygamber (SAV) demiştir ki “bizler sadece aç kaldığında yemek yiyen insanlarız”. Bu doğaldır, yemek doğaldır, ihtiyacından fazla yiyen bir hayvan göremezsiniz. Doğada şişman aslanlar yoktur, hayvanat bahçesinde görürsünüz çünkü artık doğal durumlarında değillerdir Ama doğal durumlarına uygun davranmayan bir hayvan göremesiniz. Hayvanlar susayınca su içerler. İnsanlar içmeyi sürdürürler, içerler, içerler. Hayvanlar sadece yemek istediklerinde, öldürürler. İnsanlar katliam yaparlar. Yerli Amerikalılar avlandıklarında, sadece ihtiyaçları olanı öldürürlermiş çünkü bu sırrı anlamışlar. Tropy avına giden insanlar var, hayvan başlarını duvarlarına asmak için öldürüyorlar ve bu doğal düzenin dışında bir şey. Bu yüzden doğal durumda olmayan bir insan isyan durumundadır. İnsanlar ilkel kalsınlar demek istemiyoruz ama bu ilkel durumun bizlere anlattığı bir şey var.

Genellikle üç tarih görüşü vardır. Birisi tarihin bir düşüşten ibaret olduğu şeklindedir. Bu genellikle Müslümanların dünyaya bakışı olmuştur, yani iyiden kötüye doğru gidiyoruz. Bir diğer tarih görüşü tarihin döngülü olmasıdır. İbn Haldun bu görüşü öne sürmüştür. Tüm teorilerin ortak tehlikesi kategorilere sıkışıp, orta yol olabileceğini akıldan çıkarmaktır. Döngülü olması demek tarihin sürekli kendini tekrarlamasıdır. İbn Haldun tarihi bu şekilde görmüştür ve bu durum kesinlikle söz konusudur. Üçüncüsü ilerleme fikridir, kötüden iyiye yani moderniteye gidiyoruz fikri, modernite düşüncesi. Artık birçok modernist de bu fikri bırakıyor. 20.yüzyıl ve kısmen 19.yüzyıl bu fikirle adeta büyülendi ama 20.yüzyılın insanlığa getirdiği büyük yıkım insanların bu düşünceyi terketmelerine sebep oldu.

Müslüman bakış açısından bakıldığında bunların bir karışımı söz konusudur. Peygamber (SAV) demiştir ki “Bilmiyorum ki ümmetin başı mı, yoksa sonu mu hayırlıdır. Ümmetim yağmur gibidir. Başı mı sonu mu daha hayırlıdır bilinmez”. Yani zamanın sonuna doğru bu ruhsal rönesans söz konusudur ve bu Müslüman inancının bir parçasıdır. Bazı şeyler düzelir, bazıları kötüye gider. Kesinlikle bazı yönlerden eskiye gore iyi durumdayız. Kölelik kalktı, insanları köle olarak tutmak ahlaki olarak problemliydi. Hristiyanlık hiçbir zaman köleliği kaldırmadı, 4.yüzyılda Gestinian köleliği kaldırdı. Paul kölelere iyi davranılmasından vs söz eder. Hristiyanlar bundan söz edilmesinden hoşlanmaz. Bir de İslam köleliğe meşruiyet vermiştir derler. Cam evde yaşıyorsanız, komşunuza taş atmayın. Eski Ahit’te kölelik vardır, Yeni Ahit ve Kur’an’da da vardır. Fakat Paul’ün kölelere iyi davranın demesine mukabil, Kur’an Allah’a giden en iyi yolun köleleri azad etmek olduğunu söyler. Yani Kur’ani geleneğin zaten içindedir, burada evrimsel bir süreç vardır. Kölelik sağlıklı bir durum değildir. Bu yüzden Hz.Peygamber (SAV) demiştir ki “Kölenize benim kölem demeyin, hepiniz Allah’ın kölelerisiniz.” Kölelik bu hadisle ortadan kaldırılmıştır ve bir çeşit maaşlı hizmet sözleşmesi şeklini almıştır.

İslam öncelikle budur, doğal düzendir. Evren yasalarıdır. Evrende işler yasalar var, çiçekler açıyor, hayvanlar kış uykusuna yatıyor. Ne zaman kış uykusuna yatacaklarını biliyorlar. Sincaplar kış için ne zaman fındık ve zahire toplayacaklarını biliyor. Onlara kim öğretmiş? Tabiata teslimiyettir. İnsanoğlu için bu zor, bunu isteyerek yapmıyoruz. Bakın sincaplar gönüllüce yapıyor. İnsanoğlu için bu güçtür. Bir kısmı tamamen arzusuz ve sevgisiz yapıyor.

 

İkinci tip İslam Peygamber geleneğinin İslamıdır. Tüm peygamberler Müslümandı. Eski Ahit, Tanrıya boyun eğmekten bahsediyor. Yeni Ahit de öyle, teslim olmaktan, yani İslamdan. Hz.İbrahim diyor ki “Ben Müslümanım, teslim olan müslümanların ilkiyim”. Yakup oğullarına diyor ki “Benden sonra ne yapacaksınız?”. Onlar diyorlar ki “tek bir Allah’a ibadet edeceğiz ve Müslüman olacağız. Yakup (AS) ve tüm İsrail Peygamberleri, hepsi müslümandı. Hz.İsa da “Biz Müslümanız” diyordu.

Üçüncü bir İslam, tarihi bir fenomen olarak 7.yy’da ortaya çıkan İslam’dır. Bize verilen kurallar ve emirlerdir, yapmamız istenen ve yapmamamız istenen şeylerdir. Kur’an’da belirtilen emirler ve yasaklardır.

Bir bedeviyle ilgili iman bahsi var, “amenna” inanıyoruz diyorlar., Bedeviler Peygamber (SAV)’i yakından takip eden insanlar… Bir noktada diyorlar ki “öyle görünüyor ki o Arap yarımadasını almaya muvaffak olacak”. Bu noktada müslümanlara katılmaya başlıyorlar çünkü doğru tarafta yer almak istiyorlar. Ve gelip diyorlar ki “amenna”. Kur’an diyor ki “inandık demeyin, teslim olduk deyin çünkü iman kalplerinize girmedi” yani içten bir boyun eğme söz konusu olmadan dıştan bir teslimiyet mümkün ve bu tehlikeli bir şey. Ve buradan beş direğe geçiyoruz. Kitabı yaşama geçirmekle yükümlüyüz, yani kitabın dediğini yapmakla, İslam budur. Kitabın sunduğu dünya görüşüne inanıyoruz ki bunun adı ise imandır. Ve sonra eylemlerimizin dinin yüksek ideallerine uygun olmasına niyet ediyoruz ki bu da ihsandır. Burada Dr.murata ve Chittick’in tanımladığı şey, kanlı canlı bir hale geliyor. Beş direğin ne olduğu. Bu gerçekliği yaşamanın başlangıcı.

 

Şehadet

İlk direk şehadettir. Bu benim İslam’daki en favori kelimelerimdendir çünkü Arapça’da şehadet şahidlik, tanıklık etmek demektir. Şehadet için Kur’an diyor ki “Görünen ve görünmeyen alemi bilen O’dur”. “La ilahe illallah” gerçeğine başta dünya şahittir. Dünya şahittir çünkü dünya, insanlığa Allah’tan başka ilah olmadığını, yaratılmış görünen her şeyin bu nihai gerçeğe şehadet ettiğini, ve görünen her şeyin altında tevhid gerçeği olduğunu anlatır. Diğer ilginç bir şey, Kur’an der ki “bunun gerçek olduğu ayan beyan oluncaya kadar nefsinizde ve ufukta ayetlerimizi göstermeye devam edeceğiz” ve sonra  “Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?” diyor. Bu ilginç, çünkü birçok felsefeci ve yakın zamanda bir fizikçi Neil Bores şöyle diyordu: “Madde ve mevcut gerçek ancak şahid olunduğunda gerçektir”, bir diğer deyişle evrenin gerçekliği bilinçten dolayıdır. Bilinç olmadan dünya yoktur, Allah’ın her şeye şahid olması… Tanrının dünyanın her an varlığının sebebi olması ve onun kayyumiyeti, varlığının O’na bağlı olması “Allah uyuklamaz ve gaflet etmez” çünkü bunu yapsa dünya olmaz, bir anlık illiyeti kesilse varlık kaybolur. Bu şehadet fikridir, Allah dünyaya şahiddir ve bu yüzden bu şehadete katıldığımızda biz dünyaya gerçekliğini veriyoruz. La ilahe ilallah diyoruz, yani biz de şahidiz. Allah böyle diyor: “Allah Tek olduğuna şahiddir” yani bizler bilinç deneyimini paylaşıyoruz ve bu gerçekten alışılmadık bir şey. Bu insanlara bahşedilen bir nimet. Bu yüzden sorumluluk alıyoruz. Bu haksızlık değil, bir merhametin tezahürüdür, Allah “Verdiğim nimetlerden sorulacaksınız. Sizi yaratan, gözler, kulaklar ve gönüller veren O’dur. Olur ki şükredersiniz” diyor. Bunlar Tanrının nitelikleridir. Tevhidde öğrendiğimiz budur. “Size neler ihsan ettiğime bakın”. İnsanlar Tanrı olduğunu düşünmeye başlıyor ve insanın çıldırma noktası burası. Bu gerçek, çünkü buna gerçekten inanıyor, yani Tanrısız da yapabilirim düşüncesine, Tanrıya ihtiyacım yok diyor. Asi Promote, Grek mitolojisindeki Titanlar. Orjinali dehr (zaman)dı. Orjinal tanrı zamandı ve zaman Titanlar tarafından tahttan indirildi. Bu ilginç çünkü cin hikayesine benziyor. Cin isyan ediyor ve Tanrının otoritesini Kabul etmiyor ve sonra Adem’e veriliyor. Çok ilginçtir ki antik Yunan mitolojisinde benzer bir düşünce var, başlangıçta orjinal gerçek tanrı vardı, zaman, mekan vardı, dehr. Allah der ki “zamana sövmeyiniz çünkü Ben zaman ve mekanım” bu Tanrıyı metalaştırmak demek değildir, ama bu hadis ilginç gerçekten. Dehr Arapça’da esnetilen zaman demektir. Şehadet budur ve  “Tanrı yoktur Allah vardır” dediğinde bunun anlamı bu kesinlikle ulaştığın vasıtalar tanınmalı, çünkü vasıtalar dünyasındayız ve bu yüzden “muhammeden Resulullah” diyerek bu vasıtalara şükranımızı ifade ediyoruz. Bu yüzden ebeveynlere gösterilen saygı, Tanrıya karşı minnettarlığın ikinci büyük yöntemidir. “Bana minnettarlık gösterin ve sonra anne babanıza”. Bu tevhidle aynıdır. Önce Allah’tan başka tanrı olmadığına şahitlik edersin ama sonra bana tevhidi öğreten kişiyi zikreder “ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” dersin veya “İsa Resulullah” onun zamanındaysan veya “Musa Resulullah” kim Peygamberse fakat bizim için Peygamberdir ve ona minnet duymalıyız. “Muhammeden Resulullah” dediğimizde İsa Resul, Musa Resulullah, İbrahim Allah’ın elçisiydi, Nuh, Yahya, bu ifade içinde mündemiçtir. Bu şehadettir ve açıkça daha çok derine inilebilir ama bu mevzuya iman bahsinde girildiği için kesiyorum.

İbadet

Şehadetten sonra ikinci direk ibadet veya namazdır. Kur’an’da, diğer insan eylemleri içinde en çok emredilen şey salat’tır. Peygamber (SAV) demiştir ki “namaz dinin direğidir”. Çadırı tutan merkez direk gibidir. Geleneksel bedevi çadırında her köşede bir kazık bulunur, merkezde de bir direk bulunur, yani diğer dört kazık, şehadet, zekat, oruç, hac’dır ama namaz bu çadırı gerçekliğine kavuşturan ana direktir,dini ayak tutan direktir.

Peygamber (SAV) “namaz ibadetin kemik iliğidir” demiştir. Kemik iliği olarak tavsif edilmesi ilginçtir çünkü kemik iliği özdür ve bu anlama gelir. Araplar birşeyin özü anlamında bu kelimeyi kullanırlar ama aslında kemik iliği kan yapar, kan üretir. Ayrıca savunma sistemi veya bağışıklık sistemini düzenler. Bir başka hadiste Peygamber (SAV) “namaz müminin silahıdır” buyurmuştur. Yani namaz vücudun bağışıklık sistemi gibidir ve Kur’an bu yüzden Allah’ın namaz kılan kişiye azap vermeyeceğini belirtir. Namaz salatullahtır. Yani aslında O sana dua eder, O’nun duası merhametidir. Salat Allah’ın merhametidir. Aynı kelimedir ama manası farklıdır.

Göklerde ve yerdeki herşeyin duası vardır. Kur’an der ki “her şey Allah’ı tesbihtedir” Ayet 24:41, “görmez misiniz ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler, kuşlar kanatlarını açar, herbiri duasını ve tesbihini bilir”. yani yaratılmış her şeyin ibadeti vardır, salat ve tesbihi vardır. Namazdan hemen sonra ne yaparız? Sübhanallah, Elhamdülillah, bu tesbihtir. Yani salat ediyoruz ve namaz sırasında tesbih de ediyoruz. “Sübhane Rabbiye’l Ala”. Salat ve tesbih, Allah’ı yüceltmedir ve ibadet bunun içindir. Bize bunun için verilen araçlardır.

Üçüncü çeşit ibadet tüm Peygamberlere verilmiş olandır. Herbir peygambere ibadet verilmiştir, şeklen farklı olabilir. Farklı dinlerin görünüşte farklı ibadet şekilleri vardır, farklı hayvanların farklı formlarda ibadeti olması gibi, farklı topluluklara farklı şekiller verilmiştir.  Allah der ki “Biz her ümmete kendi ibadet şeklini verdik, kendi kanununu ve yolunu bahşettik”. Birbirine benzerlikler vardır, birçok gelenekte ellerle dua edilir, benzerlikler görürsünüz ama aynı şekilde olmak zorunda değildir.

İbadet ikiye ayrılır. Günde beş defa yapılması da ilginçtir. Beş rakamı ilginç bir rakamdır. Her iki elimizde 5 parmağımız var. Tabi bunlar rasyonel şeyler değil ama zihin bağlantılar kurabilir. Ben şahsen numerolojiyi sevmiyorum, rakamların gerçekliği olduğunu düşünmediğimden değil, ama numeroloji deliliğe varan bir yoldur ve geleneksel olarak Müslümanların yaklaşımı da böyle olmuştur. Rakamların gerçekliği vardır, önemsiz olduğunu düşünmeyin, çok önemlidir ama genellikle bu konuya çok fazla girilmez, ama ben beş rakamı hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.

İslam’ın beş şartı vardır. İslam’da beş vakit namaz vardır. Her bir eylemde beş karar vardır. Herbir eylem beş kategoriden birine girer. Beş ilginç bir rakamdır. Tek ve çiftin toplamı olan ilk rakamdır. “Bir”den sonra ki bu ulvi bir rakamdır, Allah’a aittir, Allah’ın rakamı Bir’dir. Bu yüzden Vahid ilk rakamdır ve Ehad değildir. Bir Allah’ın rakamıdır ama iki ve üçe bakarsanız, tek ve çifttir. “Tek ve çifte andolsun”, Allah teke ve çifte yemin eder. Tek ve çift erkek ve dişilikle de temsil edilir. Bu iki rakamın birleşmesi, toplamı beşi oluşturur.

Özde beşinci tabiat vardır ki bu ruhtur, dört elementten oluşuyoruz: toprak, su, ateş ve hava. Sonra öz gelir ki bu ruhtur, beşinci özdür, dünyayı saran ruhsal özdür. Bu yüzden günden beş defa namaz kılarız, bunların üçü güneş yokken, ikisi güneş ortadaykendir. Ayrıca güneşin hareketlerini izlemek düşüncesi vardır Güneş doğmadan önce kalkarsınız, bir Müslüman bunu yapmalıdır. Namaz kılacaksanız bu sabah kalkmış olmalısınız, güneş yükselinceye kadar beklemelisiniz, sadece herbir sabahın farklılığını görmek için. Dışarı çıkın ve güneşin doğuşunu izleyin, bunun ne anlama geldiğini tefekkür edin ve sonra güneşin karşı tarafa hareketini gözleyin ve bu hareketin her gün olduğunun farkında olun, çünkü modern insanın porblemlerinden biri doğadan kopuk olmalarıdır, tamamen izole olmalarıdır. Yemek paket içinde geliyor. Toprağı deneyimlemiyorlar artık. İnsanlar beton binalarda yaşıyor ve gökdelenler gökyüzünü kapatıyor. Güneşin hareketinin bile farkında değiller. Astronomlar insanların gündüz ayı gördükleri zaman şaşırdıklarını ‘gökyüzünde ne arıyor bu? Bunun sadece gece çıkması gerekmiyor mu?” dediklerini söylüyorlar. İnsanlar böyle bir kopukluk yaşıyorlar. New Mexico’da, New York veya New Jersey’in hiç dışına çıkmamış birkaç gençle bulunmuştum ve o gece yıldızlar çıkınca, tam bir şok yaşadılar. Yaşadıkları tam anlamıyla bir şoktu. Emmerson’un söylediği şeylerden biri şuydu “Yıldızlar sadece bin yılda bir çıksaydı Tanrıya hayranlığımızı nasıl farkedebilirdik?”. Yıldızlar biraz da bununla ilgilidir. Bu yüzden İbrahim, enbiyanın babasının, ilk yaptığı şey neydi? Bir geleneğe gore 12 yıl boyunca sirdab içinde gün ışığı görmeden büyüdü. 12 yaşına geldiğinde, dışarı çıktı ve bu dünyayı ilk deneyimlemesiydi ve yıldızları gördü . “Bu benim Rabbim olmalı” dedi sonra ayı gördü ve “hayır benim Rabbim budur” dedi. Sonra güneşi gördü “bu olmalı” dedi ve güneş batınca “Batan şeyleri sevmem” dedi. Yani biliyordu ki Allah batmayan Tek olmalıdır. Ulema bu ayetten yola çıkarak yıldızlarla Tanrının varlığının ispatlanabileceğini ve göklerin düzeninin Tanrının varlığına delil olduğunu söylerler. Dışarı çıkıp onlara bakın, onları izleyin, tefekkür edin.

Bu ibadetler sırasında rekatlar var. Size bir şey göstereceğim ve bu bana ait değil. Mısırlı alimlerden İmam Sevhi bir akide kitabında bahsediyor. Alimler buna milah diyor. Söylediği şeylerden biri şu: Ahmed sözcüğü namaz şeklindedir, ayakta pozisyon ve sonra eğilme pozisyonu, sonra secde, ve oturma pozisyonu. Ayrıca Adem’in ismi de ayakta, eğilen, oturan ve secde eden şeklindedir. Harfler, insanoğlu ibadet edecek şekilde tasarlanmıştır.

Abdest aldığınızda farkedebileceğiniz bir şey tasarlanmış olduğunuzdur. Dikkatle incelerseniz, abdest alırken farkedersiniz ki sanki tüm uzuvlarınız buna uygun yaratılmıştır. İbadetin her bir pozisyonu doğaldır, eğildiğiniz nokta doğal pozisyondur, daha fazla eğilirseniz sırtınızı acıtır. Secdeye yedi uzvunuzla inersiniz. Otururken de, ibadet vücutla uyum içindedir ve bunlar doğal pozisyonlardır. İslam’da ibadetin bulunmasının sebeplerinden biri vücudunuzun Tanrıya ibadeti paylaşma gerekliliğidir. Sadece oturup meditasyon yapmazsınız, ibadete bedeniniz de katılır. Bu durum dualistik zihin-beden ayrımını da kaldırır. Çok derindir ve doğru yolda ilerliyorsanız her gün hayatınızı ibadetinizi mükemmelleştirmeye harcıyorsunuzdur. Nihai mükemmel ibadete ulaşamak zordur, ve bu yüzden her gün beş defa ölene kadar yapılması gereken bir ibadettir. Bu hayat boyu bir adanmışlıktır. Bu yüzden her gün aynı şekilde yapıyoruz. Konuyu kaçırıyoruz. Formalite ve rutine bindiriyoruz. Uyumaya, uyuşmaya başlıyoruz. İbadetin bir adanmışlıktır, Tanrıyla iletişim sanatına ömür boyu adanmışlık.

 

… Bu konuda okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. May 24, 2012: İslam’ın vizyonu (3) / Hamza Yusuf : Derin Düşünce
  3. Haz 24, 2012: İslam’ın vizyonu (4) / Hamza Yusuf : Derin Düşünce
  4. Tem 13, 2012: İslam’ın vizyonu (5) / Hamza Yusuf : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin