RSS Feed for This Post

Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre (Bölüm 7: Karanlık)

“I like the darkit is my friend / there at beginnin’s / be there at the end…I like my own / I like my own” (Seasick Steve)

  “… Proust’un sorguladığı gibi gece uykuya dalarken bıraktığımız Ben’i ertesi gün nasıl buluyoruz? Bir başka benliğe girmediğimizden nasıl emin olabiliriz? Yaşanmakta olan an bölünemezdir ve zamanın dışındadır çünkü zamana dair olan süreklilik halindedir. Ama bu Descartes için bir sorun teşkil etmiştir. Eğer anlar [dizili boncuklar gibi] birbirini takip ediyorsa, birbirlerinden bir yokluk  ile ayrılıyorsa bir andan ötekine nasıl geçiyoruz?

Zamansal varoluş tasavvurunun eritici etkisine bakarak itiraf etmeliyiz ki belli bir anda varolmak bir sonraki anlarda varolmak için bir garanti değil. O halde mesele dünyada birbirine bağlı değişimler olduğunu ve Zaman’ın içinde değişmeden kalanları açıklamaktan ibarettir…” (Sartre, Varlık ve Hiç, sf 166)

Jean-Paul Sartre’ın zaman, karanlık, yokluk ve benlik üzerine sorduğu sorular verdiği cevaplardan daha önemli kanaatimce. Gecenin veya gölgelerin karanlığı bir harf gibi okunabilir. Mânâsı yokluk olan bir harf. Çünkü ışığın Yokluğunu düşünmek karanlık bir gecede el feneriyle gökyüzüne bakmaya benziyor. Fenerle karanlığa yolladığınız ışık bir cisime çarpıp geri dönemiyor. Zira ışık karanlığı aydınlatmaz, cisimleri aydınlatır. Görecek bir şey yoksa ışık neye yarar? Yokluk’u akılla kavramak, kapsamak, iHaTa etmek de kolay değil. Akıl tabiatı icabı bileceği nesnenin bir imajını aktarıyor bize. Fotoğraf çeker gibi, muHiTindekini şekil, renk vs itibariyle kavramları, nesneleri kopyalıyor, taklid ederek onu bize bildiriyor. Oysa Yokluk’un ne şekli var, ne de buna benzer bir vasfı. Adı üstünde “Yok”. Akıl feneri Yokluk’a çevirilince cism-i NaTıK susuyor zira NuTuK da Yokluk’un şeklini alıyor, onu taklid ediyor.

Site müdavimlerinden olan kıymetli bir dostumuz bu meseleyi daha önce sorgulamıştı, hatırlayacaksınız:

« Ayışığı dahil hiçbir aydınlatmanın bulunmadığı, kervan geçmez ıssızlıkta bir ormanın içinde kıvrım kıvrım inen, çıkan dağ yolunda gecenin zifiri karanlığında sadece araba farları ile yol almayı tecrübe ettiniz mi hiç? Araba farlarının aydınlatabildiği alan/mesafe dışında kalan her şey, her yer zifiri karanlık. O karanlığa bakarak çeşit çeşit devasa ağaçların olduğu bir ormanın içinde olunduğunuzu bilmek imkânsız gibi. Farların aydınlattığı yoldan geçen bir tilki, fare de olmasa etrafta sizden başka tek bir canlının dahi bulunmadığından neredeyse yüzde yüz emin olabilirsiniz. 170 derecelik açı içinde olan her şeyi görebilen gözlere sahip olsanız bile o kıvrımlı yolda farların 35-40 derecelik aydınlatma açısının içinde kalan 10-15 metrelik alandadır gördükleriniz. O ışıklı alan içinde olanlar için var dışında kalanlar için yok hükmünü kolaylıkla verebilirsiniz; karanlık; “yok” hükmü verilenlerin “var” hükmündeki örtüsüdür! » (Zaman Nedir? kitabı, Karanlık’ın Işığında Akıl meselesi)

Gerçekten de hislerimiz aklımızı yanıltabiliyor. Çünkü sıcak-soğuk, uzun-kısa gibi zıtlıkları algıladıkça biz insanlar bu zıtlıkları varlığın önkoşulu birer cevher gibi tasavvur ediyoruz. Hastalanmasak sağlığı bilemeyiz, kötülük görmesek iyiliği anlayamayız… Bir başka deyişle zıtlıklarla ifade edilemeyen bir varoluş bizim akıl gücümüzü zorluyor.  Fakat “bilemediğimiz / anlayamadığımız” bir varoluşu Hiç OLMAYAN, yok saymaya başlayınca ortalık karışıyor:  Giderek zıt varlıkları ve sıfatları birbirlerine muhtaç ve yeter olan kudret sahipleri gibi düşünüyoruz. Bu yüzden Karanlık’ı seviyorum. Karanlık bizi bu çetrefilli konuda yalnız bırakmıyor, siyah ışığı ile yolumuzu aydınlatıyor.

Nasıl oluyor bu? Zıtlıklar üzerine kurulu varlık algısı icabı  ışığın varlığının da karanlığa muhtaç olması gerekir. Oysa ne Karanlık’ın ne de gölgelerin cismanî varlıkları yok:

 “… Gölgeler ilginç varlıklar(?). Eğer değişmez madde miktarı, kütle, hacım vb perspektifinden bakarsak gölge diye bir şey yok. Meselâ Madde/Anti-madde karşıtlığı gibi bir foton/anti-foton karşıtlığından bahsedemiyoruz, Işık’ın zıddı bir fizikî karanlık yok bilimsel olarak.[1]

İyi ama o zaman bir “gölge gördüğümü sandığım” zaman nedir gördüğüm? Işık kaynağının önüne bir cisim geldiğinde, ışık engellendiğinde biz bir gölge görüyoruz. Işık görmeyi umduğumuz yerde ışık yoksa “gölge var diyoruz. Gölgenin varlığı bir borç gibi, ödenmemiş bir maaş, iptal edilmiş bir randevu, bayram günü çalmayan bir telefon… Gölge herkes için değil sadece o anda orada ışık ümid edenler için var…” (Bkz. Bölüm 6: Gölge )

 Heraklitos’un zıtlıklar üzerine kurulu kozmolojisi(2), karanlık’ın ışığında gücünü kaybediyor. Işık’ın zıddı karanlık olamaz, Varlık’ın zıddı yokluk değildir, iyinin tersi kötülük değildir. (Bkz. Kötülük’ün zıddı İyilik değildir)

 Daha önce de dediğimiz gibi zıtların birbirlerine ihtiyaç duyması ve yetmesi bir illüzyon, bir vehim. Bu yanılgı bizim hislerimizden, en başta 5 duyudan kaynaklanıyor. Yani zıtlıklar yoksa biz bu varlığı, varoluşun bu şeklini, bu türünü algılayamıyoruz. Ama sırf biz anlamıyoruz diye zıtlıklardan münezzeh varoluşu reddetmek özünde bir yöntem hatası. Dahası büyük bir kibir: “Ben anlamıyorum / görmüyorum demek ki yok!” . Ukalaca ifade edersek antroposantrik bir dünya görüşü bu, insanın her an aldanabilen algısını, vehimle gölgelenen aklını ve sınırlı tasavvur kabiliyetini Kâinat’ın merkezine koymak!

Toshihiko Izutsu’nun çarpıcı kitabı “Taoculukta anahtar kavramlar” Varlık-Yokluk zıtlığı(!) üzerine düşünenler için faydalı açıklamalarla dolu. Meselâ sf 36:

 “…  Bununla beraber, gerçeği söylemek gerekirse, Hayat’ın ve Ölüm’ün ontolojik açıdan bu kadar büyük bir yer işgal etmemeleri gerekir. Çünkü biribirlerine “zıt” oldukları söylenenler aslında Çuang-Tzû’nun felsefesinde gerçekten de biribirlerinin zıddı değildirler. Gerçekten  de Çuang-Tzû’ya  göre  baka  bir şeyin  zıddı  olan  hiçbir  şey yoktur; zîrâ kendi ontolojik yapısı içinde sâbit biçimde tâyin edilmiş bir “öz”e sâhip hiçbir nesne yoktur. Daha önce nesnelerin  “karmaşalaştırılma“sı diye  isimlendirmiş olduğum hâli yaşamış olan bir kimsenin gözünde her şey, “aslî”  temelinden yoksun olarak, keskin ve değişmez kenarlarını kaybeder. Her şey ontolojik açıdan bulanıklaşır ve bunların aralarında sağduyunun  tesis etmiş olduğu farklar da  tümüyle ortadan kalkmamış olsalar bile sönük,  karanlık ve ayırdedilmez olurlar. Bu hâlde farklar artık anlamlı ve aslî olmaktan çıkarlar. Ve “zıtlar” da gerçek değil ancak kavramsal olarak “zıtlar” olarak kalmaktadırlar.

   Akıl düzeyinde biribirlerinden kesin olarak  farklı olan, ve  insanın hayâtında da büyük bir yön verici  rol oynayan:  “güzel”  ile  “çirkin”,  “iyi”  ile  “kötü”,  “doğru”  ile “yanlış”, “sofu”  ile “îmansız” kabîlinden bütün kavram çiftleri, gerçekte, mutlak olmaktan  uzaktırlar.  Taoculuğun  geliştiği  târihî  çerçeveye  oturtulacak  olursa,  bu tesbitin ne muazzam bir öneme sâhip olduğu ortaya çıkar. Zîrâ, daha ileride göreceğimiz gibi, “aslî” olarak telâkki edilen bu farklılıklar ve zıtlıklar, Konfüçyüs felsefesinin bütün yapısının üzerinde yükseldiği temeli teşkil eder …”

 Heraklitos rağmen, Konfiçyüs’e inat savunulması gereken duruş bu diye düşünüyorum. Zira karanlık eğer ışık gibi bir varlık olsaydı, bilimsel perspektifte siyahlık yayan anti-fotonlar bulmamız gerekirdi. Oysa ne anti-madde ne de uzaydaki kara delikler özlerinde karanlık değiller. Pe ki ya İslâmî perspektifte? Karanlık yaratılmış bir varlık mıdır? Değilse nedir?

 Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin ünlü eseri Fütûhat-ı Mekiyye‘den bir alıntı ile bu soruya cevep verelim ve makalemizi bitirelim (Cilt 6, sayfa 274-275):

 “… Allah âlemi bir karanlık içinde mi yarattı ?

 Bu ifade Allah Teâlâ’nîn “Allah siz hiç bir şey bilmiyorken annelerinizin karınlarından çıkarttı” (16/78) ve “size kulak, gözler ve kalpler verdi” (32/9) ayetine benzer. Bunlar eşyayı algılamanı sağlayan sendeki nurlardır. Öyleyse sen sende yaratılan bir şeyle algılayabilirsin ve sende senden başkası yaratılmadı. Sende Allah’a ait olan husus varlıktır. Sen ise bu varlık karşısında onu algılayan ve ‘ma’dum-mevcut’sun. Yokluk veya varlık ile nitelenmeyen, zikredilen şeyle kalplerin algılamasıdır. O halde sonsuz haldeki mümkünler kendileri ve zâtları bakımından karanlıktadır. O’nun varlığına mazhar olmadıkça hiç bir şey bilemezler. Bu varlık mümkünün Hak’tan kazandığı şeydir. “Rabbinden bir nur üzerinedir” (39/22) ayetinde dile getirilen husus budur.

 Burada “yarattı” “takdir etti” demektir. Allah Teâlâ “her şeyi yarattı ve takdir etti” (25/2) buyurur. Allah henüz mazhar değillerken onları takdir etmiştir. Gerçi onlar mazhar değildi fakat O’nun takdirini kabul edecek şeylerdi. Öyleyse yaratılıştaki ilk ilâhî eser takdirdir ve bu yaratılanların varlığından ve Hakk’ın mazharları olmayı kabullerinden öncedir. Hakk’ın onları takdiri (tasarlama) bir mühendisin ortaya çıkarmak istediği şeyi önce zihninde tasarlamasına benzer. Buradaki ilk eser mühendisin örneksiz bir şekilde tasavvurudur. Bu makamın ayeti ise “Her işi düzenleyip ayetleri tafsil eder ki Rabbinize kavuşmaya inanasınız” (13/2) ayetidir. Bir başka deyişle bilgi bakımından, dünya varlığından ahiret varlığına intikal etmeniz -şayet inanıyorsanız- yokluk halinden varlık haline intikalinizden daha yakındır. Öyleyse siz içinizdeki karanlıkta bulunmaktasınız. Varlıkta ise O’ndasınız. Şu var ki, O’nun varlığında bir takım yer değiştirmeleriniz vardır. Sizin karanlığınız hiç bir zaman sizden ayrılmaksızın size eşlik eder.

 “Onlar için bir ayet de gecedir, ondan gündüzü soyup çıkartırız ve karanlıkta kalırlar” (36/37) Burada “onları karanlığa sokarız” dememiştir. Varlıktan ibaret olan nurun yok olması, sizin karanlıkta olmanızın ta kendisidir. Başka bir ifadeyle dış varlıklarınız nursuz, yani varlıksız kalakalır. Karanlık var olmayan bir nispet olmasaydı -ki bu aynî zâtlarınızın yok olmasıdır- karanlık yaratılanlardan biri olur, karanlık [başka bir] karanlık içinde olmayı gerektirirdi. Bu karanık hakkında söylenecek de ilki hakkındakiyle bir olur ve iş uzayıp giderdi. Çünkü “Allah halk‘ı karanlıkta yarattı” ifadesinde “halk” ile yaratılmışlar kasdedilmiş olabilir. Karanlık var olan bir şey ise o da yaratılmış demektir. Dolayısıyla o da karanlıktadır. Burada “halk” mastar anlamında yani [halk etme] yaratma anlamında alınmışsa adeta şöyle denilmiş olur: “Allah takdiri karanlıkta belirlemiştir”. Başka bir ifadeyle mevcutların dışında belirlemiştir. Mevcutlar a’yân (varlıklar) demektir. Nitekim Allah “Allah sizi üç katlı karanlıkta yarattıktan sonra annelerinizin karnında yaratır” (39/6) demiştir.

 Allah uhrevî hayatta yeryüzünü değiştirmek istediğinde -yaratma köprünün dışında- karanlıkta meydana gelir. Öyleyse karanlık her iki makamda da kendilerine eşlik eder. Allah onları uhrevî alemde yaratmak istediğinde, onların dış varlıklarında bulunmayan başka bir yaratılışla onları yaratır. Bu durumda onlar hallerinin başkalaşmasıyla bir zorlayıcının (el-Kahhar) hükmü altında bulunduklarını öğrenirler. Böylelikle varlık hallerinde yokluk hallerindeki gibi olurlar. Bu nedenle Hak “İnsan onu bir şey değilken yarattığımızı düşünmez mi?” (19/67) ayetiyle akıllarımızı uyarmıştır. Başka bir ifadeyle biz insanı şeylik halinde takdir ettik. Allah’ın başka bir şey olmaya dönük emri söz konusu ilk şeyliğe yönelmiştir. Nitekim Allah şöyle der: “Biz bir bir şeyi irade ettiğimizde ona sözümüz ‘ol’ demekten ibarettir”( 16/40) Kastedilen yokluk halidir. Bu ise tekvînden (yaratma) gelen varlık kelimesidir. Böylelikle Allah olumsuzlama şeyliğinin bulunmadığı halde onu ‘şey’ diye isimlendirmiş ve “bir şey değildi” demiştir. Ârif “bir şeye sözümüz…” (16/40) ayetinde yokluğu halinde sabit şeyliğin ne olduğunu düşünmelidir: Acaba “bir şey değildi” sözünde yokluk halinde ondan olumsuzlanan şeylik nedir? İşte Allah’ın halk’ı (yaratmayı veya yaratılmışları) kendisinde yarattığı karanlık, bu şeyliğin onlardan olumsuzlanmasıdır. Olumsuzlama varlığın bulunmadığı ‘sırf yokluk’tur…”

 

 

Vikipedia sade bir tanım vermiş:

http://www.derindusunce.org/wp-content/uploads/2012/02/varlik_ve_hic_sartre_golge.jpg

“…Gölge, saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık. Bir nesneye ışık kaynağından yayılan ışık çarptığında, nesnenin aydınlanan yüzünün tersinde oluşan karanlığa gölge denir. Noktasal bir ışık kaynağından çıkan ışınlar doğrusal bir yol izler. Önüne konulan ışık geçirmeyen bir cismin arkasına kaynaktan çıkan bazı ışınlar ulaşabilir bazı ışınlar ulaşamaz. Cismin arkasında kalan ve ışık kaynağından çıkan hiçbir ışının ulaşamadığı bölge tam gölge olarak adlandırılır. Bir kısım ışınların ulaşabildiği bir kısmının ulaşamadığı bölgede oluşan karanlık ise yarı gölge olarak adlandırılır..”

Fragmanlar’dan bir alıntı ile bu zıtlıklar teorisi daha iyi anlaşılabilir: (Cengiz Çakmak çevirisi, Kabalcı)

“…Karşıtların savaşı oluşun zorunlu ve tek şartıdır. Eğer karşıtlıklar arasındaki savaş olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Kozmos karşıtlıkların savaşının meydana getirdiği bir uyumdur. Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir. Varlıkların meydana gelişi ancak birbirlerine zıt olan ve bundan ötürü birbirlerini devam ettiren zıtların çatışmasına bağlıdır. Evren zıt unsurlardan meydana gelmiştir.Bu zıtlıklar arkasında ise bir olan hep durmakda olup tanrı adıyla anılır. Bu ayrılıklı birliği filozof çeşitli simgelerde ve şekillerde görüyor. İnen ve çıkan yolun aynı olduğunu, iyi ile kötünün aynı olduğunu, çemberin çevresinde başlangıç ve sonun ortak olduğunu, yazının yolunun düz ve eğri olduğunu, soğuğun ısınıp,sıcağın soğuduğunu; nemlinin kuruyup kurunun nemlendiğini söylüyor. Bütün bu zıtlıklar, ikililiklerine rağmen aynı şey olup bir’in ayrı ayrı yanlarıdır…”

 

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik.  Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak?  Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Nis 8, 2012: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin