RSS Feed for This Post

Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan / Ahmet Cem Ersever

PKK konusunda görmezden gelinen ya da atlanılan çok önemli bir nokta var: PKK, hemen herkes tarafından Kürt haklarının elde edilmesi için mücadele eden siyasi kanadı destekleyen askeri bir oluşumdur algısı.

Yaklaşık olarak otuz üç yıllık bir mazisi olan bir örgüt olması hasebiyle, ilk günleri kurcalamak kimsenin aklına gelmese de işin çıkışının öyle olmadığını anlatan bir kitap okudum. Aslında, Hürrem Sultan’ın kişiliğinde yüzlerce yıl öncesi için kalem oynatılan bir ülkede, PKK gibi bir konu için görsel bir belgesel hazırlanırsa bugünü ve geleceği anlamak çok daha kolay olur kanaatindeyim.

Belki benim gözümden kaçmıştır, belki de bu konu hakkında eli yüzü düzgün bir eser henüz vücuda getirilmemiştir, bilmiyorum. PKK konusunda okumalarım daha çok tarafların birisinin kaleminden çıkmış eserler oluyor genelde. Yine de bölgede bir yılı geçirmenin avantajıyla bu eserleri dikkatli bir şekilde okuduğumu belirtmek isterim. Yanlış bir şey yazmamak, söylememek adına bu dikkate herkesin azami dikkat göstermesi çok önemli.

Bu yazı da öncekiler gibi bir kitap tanıtımı olacak. Ahmet Cem Ersever’in yazmış olduğu “Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan”.

Yazar’la tanışıklığım, Soner Yalçın’ın “Binbaşı Ersever’in İtirafları” adlı kitaba dayanmaktadır. Kuvvetli bir sistem eleştirisi yapan Cem Ersever o zaman beni şaşırtmıştı. Kitabın sonunda bende bıraktığı izlenim, bir “fikri intihal” vakasıyla karşı karşıya olduğum endişesiydi. Ne yalan söyleyeyim, olağan şüpheli olarak da namzedim Soner Yalçın’dı.  Gerek, o zamanlar çalıştığı kurum, gerekse fikirlerinde gördüğüm sistem muhalifliğinin paralellik arz etmesi bende rahatsızlık uyandırmıştı. Kontra gerillanın mimarının bu derece analiz yeteneğine sahip olması dün de ilginç gelmişti, bugün de ilginç geliyor.

İtiraf etmek gerekirse, aynı şaşkınlığı “Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan” kitabında da yaşıyorum. Yazar, bu kitabında 1991 yılına kadar mücadele ettiği PKK’nın tarihine bir kapı aralıyor. Ölümünden sonra taşıdığı misyonda göz önünde bulundurulursa, oldukça tarafsız bir üslubu benimsemiş görünüyor. Konusuna hâkim, savları tutarlı, olayları isim, tarih ve mekan üçlemesiyle anlatan bir kitap yazdığı söylenebilir. Çok fazla komploya taviz vermeyen tavrıyla, PKK’nın kuruluş ve emekleme dönemlerinde Devlet’in yaptığı hataları okurla paylaşmakta da bir beis görmüyor Yazar.

Kitapta ilk dikkati çeken husus, PKK’nın yaptığı ilk kongreden itibaren hedefleri ve sonuçlarının yıl olarak kıyaslanması. Burada vardığımız sonucun bugün gelinen noktayla uzaktan yakından alakası olmadığını görüyoruz. 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Fis köyünde kurulan PKK’nın o günkü yaptığı toplantıdan itibaren, akabindeki kongreler ve sonuçları titizlikle okura anlatılıyor. Henüz emekleme döneminde olan PKK’nın 12 Eylül’de nasıl gözden kaçırıldığı anladığım kadarıyla Yazar için de bir muamma. Her ne kadar Öcalan’ın, “…Mücadelemiz içeride boğulmak üzereydi. Elemanlarımız eğitimsizdi. Yurt dışına gittikten sonra ilk etapta 250 kişiyi yanıma istedim. Amacım bunları kış boyu Lübnan’da askeri eğitime tabi tutup 1979 Nisan ayından itibaren yurda sokmaktı. Böylece mücadelemiz eğitilmiş büyük bir güçle takviye edilmiş olacaktı. Çünkü esas mücadelemiz gerille mücadelesiydi ve gerillanın temeli de kırsaldır…”

Öcalan o yıllarda her ne kadar bu şekilde düşünüyorsa da gelişmeler tam tersi istikamette olur. Kırsala çıkan militanlar için dağlar tam bir cehennem hayatıdır. Hareketin ilk yıllarında Tümen düzeyinde bir kadroyla Botan bölgesini (Şırnak- Siirt- Beytüşşebap) düşürerek Botan- Behdinan savaş hükümetini kurmayı hedefleyen Öcalan tam bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. İlk anlardaki şaşkınlığını üzerinden atan Devlet, PKK’nın üzerine kâbus gibi çökmüştür. Tümenler kurup, Şırnak ve havalisini kurtarılmış bölge ilan etmek şöyle dursun, militanlar doksanlı yılların başına kadar canlarını zor kurtarmaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de bölge halkının PKK’ya inanmayarak yardım etmemesidir. Lojistik desteği halktan sağlayamadığı gibi, bir de üzerine aynı halk tarafından ihbar edilmek Öcalan’ın planlarında değişikliği şart koşar. Öcalan gözü karadır ve yeni bir cephe açmakta tereddüt etmez. Yeni düşman, kendilerine yardım etmeyen yerel halktır ve başta korucular olmak üzere onlarla da mücadele etmeye başlar. Bugün dillendirilen jargonların hiçbirisinin tedavülde olmadığı yıllardır ve Öcalan zor durumdadır. 84 ve 85 yıllarında PKK, Irak sınır boyu hariç hemen hemen bitme noktasına gelir. Bu durum Halka bir cesaret getirir ve yakaladıkları militanların ellerini ayaklarını bağlayarak teslim etmeye başlarlar.

1986 yılı başlarında rehavete kapılan Devlet’e nazaran hatalarını sorgulayan bir PKK vardır. Öcalan suçluyu bulmuştur: Bedeli ne olursa olsun, itirafçılık, ihbarcılık, koruculuk yapanların gözünün yaşına bakılmayacaktır. Öyle de olur; karabasan gibi halkın üzerine çöken bir PKK ve halkı kaptırmamak için dişlerini yavaş yavaş gösteren bir Devlet’in arasında kalan Halk için sonun başlangıcıdır varılan nokta. Değişmez kural işlemiştir: Filler tepişirken çimenler ezilir…

Daha sonraki yıllar da öncekiler gibi geçer. Her yılın sonunda kongre toplanır, muhasebe yapılır ve bir sonraki yılın planlamaları konuşulur. Tutmayan planlar Öcalan’ın canını sıkmaktadır. 79 ve 83 arasında savunmada kalan, en geç 86’ya kadar dengeyi yakalamaya çalışan ve 90’da saldırı aşamasına geçerek tüm evrelerini yedi yıla sığdırmaya çalışan Öcalan için varılan nokta bir hayal kırıklığıdır. Ortada ne Tümen düzeyinde birlikler ne de askerden arındırılmış kurtarılmış bölgeler vardır. İşin kötüsü ‘serhildan’ yani halk ayaklanması için gerekli olan askeri başarı gelemediği için Halkın desteği de alınamıyordu.

Ama Öcalan pragmatist adamdı ve her durumdan yararlanmayı bilirdi. Hatta dağılan Sovyetler Birliğinden kopan Türki Devletler bile onun iştahını kabartmıştı. Bir planı vardı; ortaya çıkan bu irili ufaklı Türki Devletlerin, Türkiye’nin şemsiyesi altında bir federasyona gitmesi halinde kendileri de Güney Doğu’daki illerle bu federasyona destek vereceğini ilan etti. Altı tane Türk Devletinin yanında bir tane Kürdistan devletiyle federasyon kurmak Öcalan için cazip olsa da doğal olarak tartışılmadı bile.

Doksanların başında dağlardaki mücadele devam etse de umutları azalmaktadır Öcalan’ın. Sadece dağdaki mücadeleyle kendisinden sınırlı bahsedildiğini anlayan Öcalan Halkın önemini kavramıştır. Halk, PKK eliyle serhildanları genişletmelidir. Cizre’de, Silopi’de, Şırnak’ta ayaklanma girişimleri olsa da Devlet de geçen yıllarla tecrübe kazanmıştır. Anında karşılık verir ve kanlı bilançolar saçılır medya tarafından ülke gündemine. Öcalan’ın barıştan bahsetmediği yıllardır o yıllar ve Devlet’te ayak uydurur bu kanlı oyuna. Halk perişandır…

Açılımdan bahsetmek için daha çok erken o yıllarda. Medyada daha fazla yer alabilmek, daha çok gündemde kalabilmek adına eylemlerin biri biterken biri başlar o coğrafyada.

Kitap bu şekilde sizleri 1987 yılından alıp doksanlara kadar getiriyor. Dağda gezen üç beş çapulcudan, adına yola çıktığı halkın başına bela olan PKK’nın ve Öcalan’ın hikâyesi bu. Cem Ersever’in perspektifinden o yılları okumak istiyorsanız bu kitabı tavsiye ederim. Çünkü, bugünü anlamak için dünü bilmek gerekiyor.

Ben, bu kitabın yazarı olsaydım sonuç bölümüne şu notu düşerdim: Stratejide yaptığınız bir hatayı taktikle düzeltemezsiniz…

Geçen yılların sonunda, gelinen noktaya bakınca, bir anlamda bunun itirafını okudum sanki.

 

 

… Bu konuda okumak için…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin