RSS Feed for This Post

“Çatışma”yı Bitirmek mi, Yönlendirmek mi?

“… Suçun işlenmesini önlemek amacıyla orada bulunurken onu önlemek yerine eğer kendisi eylemleri gerçekleştirirse, zaten örgütün yapmak istediğini kendisi yapmış olur. Bu yüzden Bekir Bozdağ’ın söylediği “istihbaratın suç işlemeden örgüte sızamayacağı” iddiası da bir doğruluk içermez […] “istihbaratçıların” suç işlemesine yetki veren bir kanuni düzenleme de bildiğim kadarı ile yok…”

Kürt Sorunu üzerine bir yazı hazırlığına girmek oldukça zor… Her yazılası bir konu ele alındığında daha o konunun üzerine sağduyu ile düşünemeden başka bir sıcak gelişme ile karşı karşıya kalıyoruz… Şöyle bu süreçte yaşananlara bir bakarsak… Peş peşe gelen KCK operasyonları, sınır ötesi harekâtlar, Uludere faciası ve son olarak KCK-MİT mevzuu her birisi aslında uzun uzun ve düşünerek konuşulması tartışılması gereken konular… Ancak ardı ardına ve beklenmeyen gelişmelerin yaşanması tüm olayların sansasyonel yönleri dışında okunmasına müsaade etmiyor.

Bu sansasyonel laflar içerisinde en sık dillendirilenlerden birisi de “krizin yönetilemediği” klişesi… Aslında bu “sorunu” bilimsel manada “çatışma” olarak tanımlarsak, mevcut durumda krizin yönetilememesi değil, “çatışmanın yönetilmesi” sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz… Peki o zaman ne demek çatışmanın YÖNETİLMESİ?…

Çatışma teorilerinde çatışmalara üç ayrı yaklaşım mevcut. Bunlar çatışmanın yönetimi (management), yatıştırılması (settlement) ve çatışmanın çözümü konusunda kararlılık (resolution)… Tüm bu yaklaşımlar çatışmalarda tarafların izledikleri yolların neyi amaçladığının temel göstergesini teşkil ediyor. Şöyle ki, çatışma yönetimi kavramı ile mevcut çatışmanın gidişatının kontrole alınması ifade edilmekte. Yatıştırılması ise çatışmanın her ne şekilde olursa olsun sadece yatıştırılmasını, kararlılık ise asıl amacın çatışmanın sona erdirilmesi olduğu anlamına gelmekte…

Kürt Sorunu üzerinden konuya bakıldığında bu zamana kadar çatışmanın yatıştırılması ve yönetiminin denendiği ve denenmekte olduğu görülüyor. Ama hiçbir zaman çatışmanın sonlandırılması yönünde bir “kararlılık”  olduğuna rastlayamadık…

Mesela, çatışmanın yatıştırılması dönemi 90’ların başından itibaren terörün, şiddetin zirve yapmasıyla birlikte Kürt Sorunu’nun salt terör sorunu olarak algılandığı ve silahla “çözülmeye” çalışıldığı bir dönemi ifade eder. Aslında bilimsel yönüyle bu dönemde sorun çözülmeye değil, yatıştırılmaya çalışıldı. Sadece silahın kullanılması ile sorunun temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere, kültürel ve hatta ekonomik boyutu göz ardı edildi. Bu yöntem neticesinde kısa süreli olarak o dönem askeri operasyonların başarısı ile çatışma yatıştırılmış olsa da, aşılmasını sağlamadığı şu an ortada… Bunun yanında çatışmanın yatıştırılması için uğraşılan bu dönem, isteyerek ya da istemeyerek, çatışmanın kabullenilmesini ve yönetimini de gündeme getirdi.

Ancak çatışmanın yönetimi belli bir aşamadan sonra ana AMACIN çatışmanın sona erdirilmesi olduğu gerçeğini görmeyi engeller. Neticede karşımıza çatışmanın ürünü olan birçok sorunun, yeni birçok çatışma sebebinin doğmasına neden olur. 

Mesela, her ne kadar şu an için bir problem gibi algılanmasa da, koruculuk sistemi terörün ve şiddetin bu topraklardan temizlendiği zaman en büyük sorunlardan birisi olarak karşımıza çıkacak… Düşünün, devlet adına para karşılığı silah taşıyan yaklaşık beş bin civarında insanı bir anda ne yapacağız?… İşte en basit haliyle koruculuk sistemi bile çatışmanın aşılması değil, çatışma ile birlikte yaşamayı kabul ederek bu çatışmayı yönlendirmenin en bariz örneklerinden birisi…

Bir diğer çarpıcı örnek 34 vatandaşın hayatını kaybetmesi ile karşımıza çıkan kaçakçılık sorunu… Kaçakçılık adı üstünde bir suç olmasına rağmen devletin “bölgenin şartları gereği” göz yumduğu bir gerçeklik… Aslında bir anlamda devlet ile bölge halkı arasında üstü kapalı imzalanan bir antlaşma… Bölgede yaşanan işsizliğin çözülmesi değil, üstünü örtülmesi için bulunmuş bir yöntem aslında… Halkın teröre desteğinin engellenmesi için onlara devletin “şefkatli kucağında” açmış olduğu bir ekmek kapısı… Ancak bu geçici çözüm aynı zamanda örgüte en büyük gelir kapılarından birisini de açmakta… Bölgede sınırdan geçirilen her karton sigara, her paket çay, her litre mazot için sınırın diğer tarafında örgüt tarafından vergi kesildiği artık herkes tarafından bilinen bir “sır”… Aynı zamanda metropollere giden patlayıcılar da yine devletin göz yumduğu bu kanaldan geçmekte….

Lafı uzatmadan tamamlarsak çatışmanın yönetimi aslında bir zaman sonra çatışmanın çözümü için engel haline gelmekte ve çatışmanın ASLİ sebebi olarak karşımıza çıkmakta…

Buradan yola çıkarak son günlerde MİT-KCK ilişkisine geldiğimizde de aynı sorunla karşılaşıyoruz.

En başta şu hususu belirtmeden geçmeyelim… Mevcut kriz MİT’in PKK üst düzey yöneticileri ile yapmış olduğu görüşmelerle ilgili değil… Basın-yayında dillendirilen ve bilinçli olduğu sezilen bu iddianın aksine, soruşturma bazı devlet görevlileri ve MİT elemanlarının terör örgütü eylemlerini yönlendirdiği iddiası üzerine…  

Devam edelim… İlk olarak, bir istihbarat görevlisinin bir yapı içerisinde bulunmasının en temel nedeni bu yapının deşifre edilmesi ve gerçekleşecek eylemlerin engellenmesidir. Eğer bir istihbarat görevlisi bulunduğu konum itibariyle artık bu yapının faaliyetlerini bizzat kendisi yönlendirmeye başlarsa o zaman o yapıda bulunma amacından sapmış olur.

İkinci olarak, bulunduğu yapı içerisinde bizzat kendisinin suça karışması da yine o yapı içerisinde bulunma amacıyla temelden çelişir. Suçun işlenmesini önlemek amacıyla orada bulunurken onu önlemek yerine eğer kendisi eylemleri gerçekleştirirse, zaten örgütün yapmak istediğini kendisi yapmış olur. Bu yüzden Bekir BOZDAĞ’ın söylediği “istihbaratın suç işlemeden örgüte sızamayacağı” iddiası da bir doğruluk içermez…

Diğer taraftan “istihbaratçıların” suç işlemesine yetki veren bir kanuni düzenleme de bildiğim kadarı ile yok… Hadi olsun diyelim… Böyle bir durumda bu zamana kadar peşinde koşturduğumuz “temiz, şeffaf” devlet anlayışının hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz… Susurluk döneminde devlet tarafından korunan suçlular artık kanunlar (dikkat edin hukuk değil) sayesinde korunur hale gelir…

Kısacası, iddianamede dile getirtildiği üzere, istihbarat elemanlarının KCK/PKK terör örgütü içinde bulundukları konum ve gerçekleşen eylemler terörün sona erdirilmesi, çatışmanın aşılması için bir fayda sağla(ya)maz…

Konuyu bağlarsak… MİT elemanlarının KCK/PKK teröre örgütünü yönlendirmeleri aslında çatışmanın kabullenildiği ve çözülmesinden öte yönlendirilmeye çalışıldığının bir göstergesidir aslında… En net haliyle söylenmek istenen, “Çatışma olsa bile benim kontrolümde, benim istediğim şekilde ve istediğim zamanda olsun…” Ama, yakın tarihte örnekleri görüldüğü gibi, ya kontrolümüzden çıkarsa?.. Bkz. Abdullah ÇATLI, Vedat ERGİN, Alaattin ÇAKICI vb…

Bu yüzden gerçekten bu çatışmanın sona ermesini istiyorsak, yatıştırmak ya da yönetmek yerine, sona erdirmek için KARARLILIĞIMIZI göstermeliyiz. Bu yüzden atılan adımların da bu KARARLILIK çerçevesinde gerçekleşmesi gerek….

O zaman lafımızı şöyle bitirelim… Hem devlet, hem de toplum olarak ya olması gerektiği üzere, Başbakan’ın deyimiyle, devletin “arınmasını” isteyelim… Ya da klişe tabiriyle “devletin derin dehlizlerinin” artık KCK/PKK terörünü bitirmeyi istemesini bekleyelim…

 

… Bu konuda okumak için…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Muzaffer Tarih: Şub 17, 2012 | Reply

    “koruculuk sistemi terörün ve şiddetin bu topraklardan temizlendiği zaman en büyük sorunlardan birisi olarak karşımıza çıkacak…” bu cümleden mülhem, Osmanlı’nın ciddi sorunları arasında yer alan “yeniçerilik” tedai etti zihnimde. Malum koruculuk ve yeniçerilik müesseseleri devlet eliyle teşekkül eden ve yazınızda dile getirdiğiniz olası sonuçlar bakımından birbiriyle örtüşebilecek yapılar.
    Diğer bir konu ise MİT elemanlarının terör örgütü eylemlerini yönlendirdiği iddiası. Bu da çok yeni bir olgu olmasa gerek. Zira rahmetli Ecevit’in de çok eleştirdiği Cemal Madanoğlu cuntası içinde görev alan ve cuntanın yönlendirilmesinde büyük rol sahibi MİT mensubu Mahir Kaynak’ın durumu bugünden farklı değil. Devletlerin zaman zaman “Çatışma olsa bile benim kontrolümde, benim istediğim şekilde ve istediğim zamanda olsun…” yaklaşımı içinde olması devletin hegemonik algısından ileri gelmekte.
    Çatışma teorisi içinde şu günlerde yaşanan iç politik sorunlar yazıda çok iyi tartışılmış. Yazara teşekkürler.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin