RSS Feed for This Post

Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan

Tayyip Erdoğan’ı gelmiş geçmiş tüm liderlerden ayıran birçok fark varsa da bir ayrıntı çok önemli: Seveni çok seviyor, sevmeyeni nefret ediyor. Doksanlı yılların ortalarından bu yana, müsait olduğum müddetçe kendisini defalarca canlı izleme şansına sahip oldum. Diğer Liderlere göre mimikleriyle, fizyonomisiyle, vücut diliyle hatta sert diliyle farklı bir Lider profili çizer Tayyip Erdoğan.

Kendisine yapılan suçlamalar arasında ülkeyi bölmekten tutun da vatan satmaya, oradan Laik cumhuriyeti temelden sarsmaya kadar sayısız maddeler olan bu adamın geldiği noktaya bakılacak olursa, Türkiye için ciddi bir sorun var: Bahse konu tüm bu suçları işlediğine inanılan Tayyip Erdoğan’ın, ülke genelinde % 50’ye varan iştirakçilerinin durumu ne olacak?

Ben yine de %50’lik “ihanet-i vataniye suçuna iştirak eden kitleye” değil de, en severden daha vatansever kitleye bir iyilik yapayım. Gelin size düşmanınızı tanıtayım; göreceksiniz, Tayyip Erdoğan ne sadece Ergün Poyraz’ın kitaplarında anlatılan bir gizli tarikat üyesi ne de Vural Savaş’ın bahsettiği gibi habis urla beslenen vampirler tayfasından.

Ben ilke olarak düşmanlıkla beslenmeyen biri olsam da yine de “taraf” olmadığım insanlara küfretmekten ziyade anlamaya çalışan bir insanım. Bunun bir değil, birden fazla faydasını gördüm şimdiye kadar; en büyük faydası da, aynı görüşü paylaşmadığım halde çok insanla hala yüz yüze bakabiliyoruz. İletişim yollarını kestirip atmak, diyaloğun getirdiği çok renkliliği, monoloğun soğuk cenderesine hapsetmek pek akıl kârı değil çünkü.

Elimde Tayyip Erdoğan’ı, yakın tanıklarının gözlemleriyle anlatan güzel bir kitap var: Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan. Bu kitaptan önceki okuduğum kitap da Ahmet Davutoğlu’nu anlatan, “Hoca” adlı eserdi ve o da çok nitelikliydi.

“Yandaş olduğun için bu adamların burada reklamını yapıyorsun” diyen dostlara da selam olsun. Şu anda okuduğum kitabın, Cem Ersever tarafından yazılan ve Abdullah Öcalan’ı anlattığını hatırlatırım. Şimdi kitabın sayfalarında gezelim biraz…

Harun Karaca anlatıyor:

                “1987 Genel Seçimlerinde, Beyoğlu Zeytinburnu Bölgesinden Milletvekili adayıydı. Kampanyanın en yoğun olduğu günlerde, Zile’den konferans daveti almıştı. Vakit sorunu vardı ama ısrar edilince geri çeviremedi. O akşam bir ev sohbetine katılacaktı. Sohbet bittikten sonra, geceleyin yola çıkacağız, ertesi akşam konuşmasını yapacak ve aynı akşam geri döneceğiz. Gece yarısına doğru sohbet bitince gidip aldık Tayyip Bey’i. Yola çıkmak üzereyiz: “az kalsın unutuyordum, benim eve uğramam lazım” dedi. “Hayırdır?” dedik. “eve kömür çıkarmam lazım” dedi.

                ‘Bir Liderin Doğuşu: Tayyip Erdoğan’, son zamanlarda okuduğum tartışmasız en iyi biyografik eser. Hoş, beni ilgilendirmez ama Tayyip Erdoğan’ın siyasi rakiplerinden biri olsaydım bu kitabı bir kerede bitirirdim. İçinde barındırdığı resimleri de dâhil 390 sayfalık bu kitabı okumam bir günümü aldı. Kitap, Hüseyin Besli ve Ömer Özbay tarafından yazılmış. İçinde, girişte de örneğini verdiğimiz küçük anekdotlarla, “bu adam aslında kim, derdi ne, nereden gelip nereye gitmek ister?” gibi sorulara cevap aramakta.

                Kitap, Tayyip Erdoğan’ın şahsında yakın tarihe de ışık tutmakta: Necip Fazıl’la ilişkisi, başarısız olduğu seçim süreçleri, Hoca ve Ak Saçlılarla alttan alta çekişmesi, 28 Şubat ve hapse düşme süreci, medyanın kendisine karşı yürüttüğü linçe karşı tevekkülü, Ak Partinin kuruluşu ve ‘muhtar bile olamaz’ denilirken Başbakan olması…

                Kadınların özellikle seçim döneminde aktif olarak kullanılması olayını ben her zaman Refah Geleneğinin bir alametifarikası olarak değerlendirmişimdir. Meğer bunu, teşkilatlardan gelen tüm itiraza karşı ilk kullanan Tayyip Erdoğan’mış. Hatta Ekrem Erdem, ilk kadın üyenin 1987 yılında, tamamen tesadüfen partiye kaydedildiğini anlatıyor: ” …Bir ev sohbeti sonrası, ev sahibine partiye kayıt olması için baskı yapıyorduk. Ne desek adam bir mazeret buluyor ve kayıt olmamak için bin dereden su getiriyordu. O sırada mutfaktan, “beni yazın” diye evin kızının sesi geldi. Doğrusu, “kadınları üye yapmıyoruz” demeye dilimiz varmadı; formu doldurtup kızımızı üye yaptık. Ne var ki uzun süre kayıt defterine işleyip İl’e gönderemedik. Sonunda, “biz gönderelim de İl Yönetimi ne yapacağına karar versin” dedik. Onlar da olumlu karşılayınca Şişli Teşkilatı olarak ilk kadın üyemizi kaydetmiş olduk. Beyoğlu seçimlerinde en büyük yenilik, kadınların sahaya ilk defa inmesidir”.

Yazar Sibel Eraslan’ın da buna benzer bir anısı var: “…Hiç unutmam, o günlerde Marmara Çalışma Ekonomisi öğrencilerinden kız kardeşimle Fatih’te bir öğrenci iftarına gitmiştik. Konuşmacı Tayyip Bey’di. Konuşmaya başlar başlamaz kardeşimin gözlerinden yaşlar akmaya başlayınca şaşırmıştım, ülke ekonomisinden bahsediyordu oysa. Nedenini sorduğumda, kız kardeşim: ” böylesine davudi bir ses ve içten bir hitabeti hiçbir hocamdan işitmemiştim şimdiye kadar” dedi. 1989’da beni, çay içmek için İstanbul İl Başkanlığına davet etti. Başörtüm yüzünden çalışamıyordum. Davete icabet ettim ve çay içmek üzere geldiğim partiden, kadın kollarını başlatmak üzere ayrıldım”.

Kitapta geçmişe ışık tutan anekdotlardan birisi de Hoca’yla ilgili olanıydı benim için. Hoca’nın ‘tek adam’ mizacı, o yıllarda fısıltı gazetesiyle dillendirilse de işin boyutlarını öğrenmek bu günlere nasipmiş. O günlerin Refah Teşkilatında, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını yaptığı İstanbul İl Başkanlığıyla, Genel Merkez arasında usul yönünden ciddi bir çekişme vardır. Tayyip Erdoğan’ın kendine özgü yöntemlerine Genel Merkez şüpheyle yaklaşmaktadır.  94′ yerel seçimleri öncesidir ve İstanbul Belediye Başkan adaylığı için Genel Merkez’in aklından henüz partiye yeni katılmış olan Ali Coşkun geçmektedir. Oğuzhan Asiltürk’ün ağzından, “İstanbul dükalığını yıkacağız” tehdidi dilden dile dolaşır o sıralar. Hoca, perde gerisinden izlediği bu mücadeleye el koyar ve her iki aday için anket yaptıracağını söyler. Fakat Ali Coşkun, “anketten ben çıkmazsam, benim için züldür” der. Fakat Tayyip Erdoğan dik durmakta ısrarlıdır ve sözünü esirgemez: “Ali Coşkun, ‘anketten ben çıkmazsam, benim için züldür’ diyormuş. Peki, bize ne oluyor? Kendimizi bildik bileli bu hareketin içindeyiz, on senedir bu teşkilatın başkanıyım. Şimdi bize diyorlar ki, ‘anket yapacağız ve seni yeni gelen biriyle yarıştıracağız’. Biz, bu bizim için züldür demiyoruz, Hayırlısı Allah’tan diyoruz”.

                Düğümün çözüleceği yer bellidir; Hoca’ya müracaat edilecektir ve öyle de olur. Gerisini Ahmet Ergün anlatıyor: “…dilimin döndüğünce ‘neden Tayyip Erdoğan’ın aday olması gerektiği’ konusunda tezlerimi sıraladım. Yaptırdığımız anketten bahsettim. Yarım saat boyunca ben anlattım, Hoca sözümü kesmeden beni dinledi. En sonunda “bitti mi” diye sordu. ‘bitti sayenizde’ dedim. Gözlerine bakmaya cesaret edemiyordum. ‘sayenizde ha’ diye söz başladı ve hiç susmadan devam etti: ” Siz, hangi hakla, benden, genel merkezden habersiz böyle bir çalışma yaptınız. Partimizin adını kullanarak insanlara soru sorma hakkını kim verdi size? Ali kıran baş kesen mi sandınız kendinizi, kimsiniz siz? İznimiz olmadan insanlara sorular sorarak kul hakkı yediğinizin farkında mısınız siz? Derhal tövbe ediniz! Tövbe de yetmez; soru sorduğunuz insanları bulup, onlardan tek tek özür dileyecek hatta helallik isteyeceksiniz…”

“Sessizce kalkıp huzurdan çıktık, hilafsız kulaklarımıza kadar kızarmıştık” diye devam ediyor Ahmet Ergün 94′ Yerel seçimleri Dönemini anlatırken.

                Kitabın en güzel yanı da, olayları dönemin tanıklarının ağzından, onların şehadetiyle anlatması. Kitap, bu yönüyle akıcılığını hiç kaybetmeden ilk sayfadan son sayfaya kadar temposunu korumakta. Ben sadece birkaç hikâyecik aktarabildim. Kitabın içerisinde onlarca tanığın anlattığı bir o kadar olay, o günler hakkında okura bilgi vermekte. Kitap, Tayyip Erdoğan’ın serüvenini en baştan alıp Başbakan olduğu gün noktalamaktadır. Benim için kitabın en çarpıcı bölümü de, o anın bir tanığının anlattığı olay oldu.

                Mustafa Gündoğan anlatıyor: “…Pınarhisar Cezaevinde son akşamdı. Tayyip Bey zati eşyalarını toplarken “Başkanım”, dedim. ‘Hamdolsun bu da bitti. Hiç ara vermemiş gibi yolunuza devam edeceksiniz ve inşallah bir gün, bu ülkenin Başbakanı da olacaksınız. Lakin biz o günlerde yanınızda olmayacağız”. Tayyip Bey neşeliydi, bana gülerek: ‘Bak Mustafa! İşte sana söz: Eğer bir gün Başbakan olursam ilk görüşeceğim kişi sen olacaksın”.

Aradan zaman geçer ve Tayyip Erdoğan nihayet Başbakan olur. Yine Mustafa Gündoğan anlatıyor:

 “…Başbakanlık makamının bulunduğu katta, neredeyse adım atacak yer kalmamıştı. Milletvekilleri, Bakanlar, Parti üst yöneticileri herkes oradaydı. İçlerinde İlkokul mezunu olan belki de tek ben vardım. Fazla göze batmadan bu okumuş adamlara bakıp, ‘hepsi de okumuş, iyi yerlere gelmiş büyüklerimiz’ diye geçirirken gözlerim, huzurlu bir yorgunlukla kendini makam koltuğuna bırakan Tayyip Bey’e takıldı. Ne yalan söyleyeyim, keyiflenerek: “Hey Yüce Mevlam! Bize bugünleri de gösterdin ya, emanet verdiğin canı hemen şuracıkta alsan ne gam” dedim. Sonra aklıma Ceza evindeki son gece konuşmamız geldi. Bu arada kutlama telaşı bitmiş, ortalık nispeten sakinleşmişti. Tayyip Bey, ‘Arkadaşlar, beni biraz yalnız bırakır mısınız’ dedi. Diğerleriyle odayı terk etmeye hazırlanıyordum ki bana dönüp eliyle işaret etti: “Mustafa, sen kal!”…

                Sadece bu vefaya şahit olmak için bile bu kitap okunmaya değer. Bir de Tayyip Erdoğan’ın yasaklı olduğu dönemde, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın Başbakanlığı birbirlerine  ikram ettiği bölüm var ki…

                Gerçekten okunmaya değer…

 

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:rusen Tarih: Şub 9, 2012 | Reply

    Bu kitabı bende okuyup etkilenmistim fakat; uluderede yasanan olaylardan sonra,kitaptaki anılarda benim icin anlamını yitirdi.

  3. Yazan:rusen Tarih: Şub 9, 2012 | Reply

    Osmanlı Devleti’nin padişahları şeyh Edebali’nin nasihatlerine kulak verdikleri ölcüde Anadolu’ya huzur ve refah getirmişlerdi. Bu nasihatlere en cok günümüz liderlerinin ihtiyacı var. Bakınız 13.yy da, Bilecik’deki dergahından liderlere nasıl seslenmis Edebali:

    Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir… Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

  4. Yazan:MY Tarih: Şub 9, 2012 | Reply

    Tesekkürler Ibrahim Bey bu güzel yazi için. Sevmek ya da nefret etmek yerine insanlar bir anlama çabasiyla baslasalar belki hayat daha güze olabilir 🙂

    Rusen çakir ve fehmi çalmuk’un bir kitabi var, BIR DÖNÜSÜM ÖYKÜSÜ adinda, metis yayinlarindan çikmis. bu da ilginç bir kitap. eski nutuklardan, parti tüzüklerinden derlenmis bilgiler içeriyor. Ask ve nefretten bikanlara avsiye ederim.

    bir donusum oykusu

  5. Yazan:Umit Erdal Tarih: Şub 9, 2012 | Reply

    Hikayeleri okumak güzel. Sanıyorum, insanların Erdoğan’a karşı olan aşırı sevgisi veya aşırı nefreti, bu tür hikayelerden bazılarını genelleştirmelerinden kaynaklanıyor. Mesela Sibel Eraslan’ın anlattığı hikaye veya sondaki Mustafa Gündoğan’ın anlattığı hikayeler, birçok kişinin Erdoğan’a büyük bir hayranlık duymasına neden olacaktır.

    Sorun şu ki, bu tür hayranlık uyandıran öyküler, insanların muhakemelerinin adaletten uzaklaşmasına neden olabiliyor. Bir siyasi lideri değerlendirirken, kamu için önemli olan şey, onun kamu politikalarındaki davranışlarıdır. İnsanlar, siyasi değerlendirmelerini, öyküler üzerinden oluşturdukları kişi imajlarıyla yapmaya başladı mı, karizma oluşuyor.

    Atatürk’ün toplumdaki karizmasını oluşturan şeyler de, bu türden hikayeler. Birçok kişi için Atatürk yüce bir varlık. Bu abartılı karizmatik etki, hikayelerin okuyucular üzerinde bıraktığı duygusal etki sayesinde oluşuyor. Örneğin, Atatürk’ün muazzam öngörü ve iradesini anlatmak için, şöyle bir hikaye anlatılır: Cumhuriyetin ilanından sonra bir sofrada otururken, Atatürk, arkadaşlarından birinden kendisine Milli Mücadele sırasında verdiği notu okumasını söyler. Adam notu okur: “1. Cumhuriyeti ilan edeceğiz. 2. Hilafeti kaldıracağız. vs.” Herkes hayret eder. Daha henüz savaşın sürdüğü sırada Atatürk’ün bu kadar öngörülü davranması herkesi büyüler. Bu hikaye sadece o gün sofrada bulunanları büyülemekle kalmıyor, bugünkü Atatürk hayranlarını da büyülemeye devam ediyor.

    Bu tür, kişisel anılar tamamen tali meseleler olmalı, siyasi kişilikleri değerlendirmede. Bir siyasetçiyi değerlendirmede önemli olan, sadece siyasetçilerin uyguladıkları politikalar olmalı.

    Yanlış anlaşılmasın, bu tip biyografik öykülerin toplanmasını destekliyorum. Sadece, bu tür öykülerden çıkarak, siyasetçilere yönelik hayranlık duyulmasını yanıltıcı buluyorum.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin