RSS Feed for This Post

Tokluk ve Kibir

               “Tokken SEN, SEN değilsin.”

[1 Kasım 2011’de Senai Demirci’nin kişisel sitesinde yayınlandı]

Birkaç gündür reklam panolarında gözüme ilişiyor o slogan. Sade. Şaşırtıcı. Sarsıcı. Sahici. İçinden yakalıyor insanı. “Açken SEN, SEN Değilsin” Tıp adamı tarafımla onaylıyorum cümleyi. Kan şekeri düşen insan asabileşir, kontrolünü yitirir. Kendisi olmaktan çıkar sahiden. Çikolata reklamı için yerinde bir cümle. Net bir tıbbi gerçekliğe dayanıyor. Hatırı sayılır. Bu cümlenin hatırını bu kadarla saymış olalım.
Kanaatimce, her yerde, her zaman, hiç olmazsa bugünlerde billboardlarda ve panolarda görmemiz gereken slogan bunun tersi olmalı: “Tokken SEN, SEN değilsin.”
Tokluk, duyguları sağırlaştırır. Dışarıya ilgiyi azaltır. Başkalarına dair kaygılarımızı söndürür. İnsanı kendi kendine yeter sandırır. Hele de aşırı tokluk, hiç acıkma deneyimi yaşamamak, çevremize duyarsız kılar bizi. Diğerkâm olunmaz tokken. Tok acın halinden bilmez. Tokken, yardım için eller cebe gitmez. Paylaşmaya aklımız yatmaz. Bencilleşiriz. “Bana ne!”lerimiz çoğalır. Bahanelere yaslanırız. Konforda kayboluruz. Yüreğimizden başkalarına doğru akacak merhamet kanalları tıkanır. Kendi kabuğumuza çekiliriz; merhamet gözeneklerimiz kapanır.
İnsanı, insan olarak var kılanın dilediği değildir bu. O insanı “alâka”dan yaratmıştır. “Oku; Rabbinin adıyla oku. Ki O insanı ‘alâka’dan yarattı” diye meali verilen ayetlerin şifresi “alâka” kelimesidir. Genel kanaatin aksine, ‘alâka’ deyimi, sadece insan cenininin bir evresini ifade etmez. “alaka” diye adlandırılan bu evrede, embriyo hücreleri rahim duvarına çengellenir, asılır. Rahimle “ilgi”si başlar. Ana rahmiyle alâka kurduğu için cenine bu evrede ‘alaka’ denir. “Her şeyi birbiriyle ilişkilendir, varlıkta anlam ara!” anlamındaki “İkra!” hitabından sonra gelen cümlelerin anlam eksenini ancak böyle yakalarız. ‘İnsan’ ve ‘alâka’ birbirine ikiz kardeş gibidir. İnsan her şeyle alâkadardır; her olaydan etkilenir, her acıdan pay alır.
İlk ayetler insana insan oluşunu hatırlatır: ‘Seni Sen yapan ilgidir, alâkadır.” Çevresiyle bağını koparmış insan ‘insan’ değildir. Başkasına ilgisiz, komşusuna duyarsız, etrafına merhametsiz insan, insandan beklenen temel işlevi yerine getirmez.
İlk ayetlerin akışı “insanı yaratan” Rabbinin “insan”ı yoğurmayı dilediği yönü işaretler. Bencil olmamalıdır insan. Benci olmamalıdır. Kendine yontmamalı. Sırf kendi çıkarını düşünüyor olmamalı. Zayıflara duyarsız kalmamalı. Gücüne yaslanmamalı.
Yetimi öksüzü gözettiği ölçüde, yoksula muhtaca el uzattığı kadarıyla, yaratıldığı ‘maya’ya sadık kalır insan. Böylece “alâka”dan yaratılmışlığının hakkını verir. Yoksa kendi aslına ihanet eder. Yoksa, olması gerektiği gibi olmamanın sancısını çeker. Huzurdan yoksun olur. İç barışını elde edemez. Misyonunu yerine getirmez. Yarım kalır; tamamlanamaz.
Belli ki, insanlığın ufkuna “Senin Rabbin kerimlerin kerimidir” diye d/okunan ilk ayetler, “Emin Muhammed”in o sıralar “şehir”de olup bitenlere derin itirazına cevaptı. Güçlünün zayıfı ezdiğini gören Abdullah oğlu Muhammed’in [asm] fıtratı, “Böyle olmamalıydı!” diye isyan etmiş olmalıydı. Hemşerilerinin bencilleştiğine, vurdumduymazlaştığına tanık olan “evrensel vicdan”, olan bitenin insanlığa yakışmadığını haykırıyor olmalıydı. Cevap O’nun sancısı sayesinde geldi: “Karşılıksız vermeyi ilke edinen Rabbinin adına bak varlığa. Senin Rabbin kerimler kerimidir; kerem ettiği için insanı var etti. Elbette ki insandan kerem bekler, insanı iyilik ederken görmek ister.”
Belli ki insanı insanla “alâka”landırmak içindir oruç. Emellerinin ardı sıra koşarken merhameti unutmasın diye açlık deneyimi yaşatır O Kerimler Kerimi. Oruç, insanlığın içindeki cevheri açığa çıkarmak için çizik atar ben’in kabuğuna. Namaz da öyle. İnsanı bildiği gördüğü her şeyi aşabilecek bir duruşa taşır kıyamıyla. Secde ile varlığın ötesine ağmaya, eğilmeye çağırır insanı: varlığın konforuna kıvranıp çürüyebilecek insanlık cevherini parlatır. Zekat da öyle. Zekat, kendinden öteye odaklar insanı. Varlığını bencil bir sarmalda tüketen insanlığa, başkaları için de var olmanın letafetini kazandırır. Sadaka, sözüne sadık kalma sınamasıdır; verilenlerin çokluğuna kanıp da Veren’in verdiğini unutmak gibi bir rezillikten kurtarır insanı. Başkalarının acıları karşısındaki duruşumuzu onarmak içindir bunca çaba. “Alâka”yı diri tutmak için.
Başkalarının acıları seni acıtmıyorsa, sen sen değilsin. Kırılmış kanatların sızısı yüreğine dokunmuyorsa, sen sen değilsin. Başkalarının ihtiyaçları rahatını bozmuyorsa, sen senden bekleneni vermiyorsun, sen sen değilsin. Susuzlara su yetiştirmek için terlemiyorsan, içinin merhamet denizi kurumuş; sen sen değilsin. Açlara ayıracak lokman yoksa sofranda, insanlığını gırtlağında boğmuşsun; sen sen değilsin.
Billboardların hepsini hak eden cümlemiz işte:
Tokken SEN, SEN değilsin.

… Daha fazla okumak için…

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak?  Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin