RSS Feed for This Post

Binbaşı Ersever’in itirafları (Soner Yalçın)

 

 

“…Bu aramaların vatandaşa eziyetten başka hiçbir işe yaramadığını göstermek istedim. Üç tane kimlik ve üç tane ayrı plaka hazırladık. Kimlikleri o sırada PKK’nın MKYK üyeleri olan Abbas Duran Kalkan, Cemil Bayık ve Selahaddin Çelik adına düzenledik. İki asker dikmişler yola, “dur, nereye gidiyorsun” dediler. Kimliğimi gösterdim, “Şenoba’ya gidiyorum” dedim. Deftere “Selahattin Çelik” diye yazıp, arabanın plaka numarasını aldılar. Birkaç saat sonra geri döndüm, aynı askerler. Bu sefer “Cemil Bayık” kimliğini gösterdim, araba aynı ama plaka aynı. Onu da yazdılar. Ertesi gün gittim, “dün bir ihbar geldi Cemil Bayık ve Selahaddin Çelik buradan geçiş yapmış” dedim “olmaz öyle şey” dediler. “Defterlerinize bakın” deyince adamların adlarını gördüler, ne yapacaklarını şaşırdılar…”

Yazanlar bilir; yazının başlığı genelde sonunda atılır. Çünkü “kervan yolda düzülür” sözünü doğrular niteliktedir yazmakla iştigal etmek birazda. Satırlar ilerledikçe belleğinizin arkalarında bir yerlerde hapsolmuş anekdotlar, özlü sözler teker teker çıkmaya ve atacağınız başlık için size mihmandarlık etmeye başlarlar.

Bu yazının başlığını “korkak demokratlar taifesi” diye düşünmüştüm. Amacım da askeri vesayet, darbe literatürüne giren cümle fiiliyat söz konusu olduğunda kaleminden kan damlayanların, sıra PKK ve onun şiddet sarmalına gelende lâl kesilmesine bir eleştiriydi. Dayanak noktam da “PKK’yı eleştiremiyorsunuz çünkü başınıza bir hal gelmesinden korkuyorsunuz. Oysa ki askeri eleştirirken böyle bir korkunuz yoktu” şeklinde özetlenebilecek basit bir önermeydi.

Yine de tedbiri elden bırakmamak adına merkez medyadan bizim mahallenin ağzı laf yapan delikanlıların, geçen günlerde neler yazıp çizdiğine şöyle bir baktım da onları da bana “saza niye gelmedin, söze niye gelmedin, var gündüz kârın eyle, gece niye gelmedin” derken buldum.  “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter” hadisi doğrultusunda, her zannı yazmak da bize ayıp olarak yetermiş de biz bilmiyormuşuz yani. Ya işimizden vakit bulamamışız ya da gözden kaçırmışız demek ki. Netice de Devlet ciddiyetine sahip olması beklenen bir kuruma verilen tepkinin dozuyla, bir katiller sürüsüne verilecek tepki elbette ki aynı olamazdı.

Zulüm nereden ve kimden gelirse gelsin her daim safları sık ve düzgün tutan insanlarla bir arada olmak güzel neticede. İşin gelip de “benim katilim iyidir” önermesine dayandığı günleri ve o günlerin getirdiklerini yaşı yetenler bilir bu Ülkede. Kimine göre bir ayağı çukurda kimine göreyse çoktan son nefesini vermiş olan kontra gerillayı ne zaman merak etsem Soner Yalçın’ın “Binbaşı Ersever’in itirafları” adlı kitabına bir göz atarım.

Güney Doğu’da olup bitenleri merak edenlere kendi uyguladığım metodu tavsiye ederim; olayları anlamaya çalışmadan önce karakterleri iyi tahlil edin. Belki bir çırpıda hatırlayamayacağınız ve başrolde olması beklenen kelli felli adamlar olmayabilir ama net çıkmasa da sisler arasında o adamlardan rol çalan çok daha ketum adamların mücadelesidir bir anlamda 27 yıllık maceramız.

Efendi-2 adlı kitabına kadar iyi bir Soner Yalçın okuru olmam hasebiyle çabuk tanıştım “Binbaşı Ersever’in itirafları” adlı kitapla. Tüm kitaplarını hatmetmiş bir okur olarak kabul etmek gerekir ki Soner Yalçın gözünü hırs bürümediği, adil olabildiği müddetçe çok iyi bir Yazar. Kitabın belkemiğini değişik tarihlerde Cem Ersever’le yaptığı röportajlar oluşturmakta. Kendisinin Aydınlık Dergisinde çalıştığı ve ömrünü bir türlü ispatlanamayan Kontra gerçeğine vakfettiği düşünülürse o yıllar için gerçekten de büyük bir iş yaptığını teslim etmek gerekir.

Yazar, “Teşkilatın İki Silahşoru” isimli kitabında Yakup Cemil’den bir “kahraman” yaratma hevesinin aksine burada sadece dinleyici rolünde. Bu da son derece doğal çünkü sizlerin de bildiği gibi sorgulamada altın bir kural vardır: “Sorgucu, sorgulananın yarısı kadar bilgiye sahip değilse sonucun başarısız olması kaçınılmazdır”. Doksanlı Yılların başında Şırnak ve yöresinde olup bitenleri faillerinden iyi kimsenin bilemeyeceği esas alındığında, anlatanın karşısında sessiz sedasız oturmak ve not alabilmek en akıllıcası olsa gerek.

Yazarı buna zorlayan sebeplerden biri muhatabının konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasıysa bir diğeri de karşısındakinin kendinden emin bir diyalektiğe sahip olmasıdır. Mesela şu paragraf sıkı bir Türk Milliyetçisi olduğu bilinen Cem Ersever’e ait:

 “…Ben Türk Milletinden peygamber çıkmadığına seviniyorum. Çünkü Tanrı, Peygamberlerini nizamından çıkmış, kokuşmuş insan topluluklarına göndermiştir ve tüm peygamberler Arap’tır. Tüm peygamberler Ortadoğu’da Sami ırkından çıkmıştır. İslam Kültürü ve Arap Kültürü apayrı şeylerdir…”

Bu satırları okuduğum zaman “dakika bir, gol bir” dediğimi hatırlıyorum. Çünkü doğru veya yanlış fikir çatısını kurmuş bir insan her zaman tehlikelidir; çünkü kimse onu o saatten sonra yolundan döndüremez. Gönül ister ki fikri alt yapıyı uzun uğraşlardan sonra kurduktan sonra bu çatıyı kuralım ama her zaman öyle olmuyor. Muhtemelen dindar bir insan olmayan Cem Ersever’in kendine olan aşırı güveninden kaynaklanan ortaya tez atma ve doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmak bile istememesi sadece bu konuyla sınırlı değil. Cem Ersever bugün kurulma aşamasında olan Profesyonel Ordunun gerekliliğinin ilk işaretlerini de o günlerde aşağıdaki paragrafla veriyor.

“Size bir anımı anlatayım. Tarih vermiyorum, o zamanlar Şırnak’ta alay vardı. Dediğim yerde aramalar olurdu. Şırnak’a giren çıkan vatandaşın yolu kesilir, arabadan indirilir, kimlik kontrolü yapılırdı. Bu aramaların vatandaşa eziyetten başka hiçbir işe yaramadığını göstermek istedim. Üç tane kimlik ve üç tane ayrı plaka hazırladık. Kimlikleri o sırada PKK’nın MKYK üyeleri olan Abbas Duran Kalkan, Cemil Bayık ve Selahaddin Çelik adına düzenledik. İki asker dikmişler yola, “dur, nereye gidiyorsun” dediler. Kimliğimi gösterdim, “Şenoba’ya gidiyorum” dedim. Deftere “Selahattin Çelik” diye yazıp, arabanın plaka numarasını aldılar. Birkaç saat sonra geri döndüm, aynı askerler. Bu sefer “Cemil Bayık” kimliğini gösterdim, araba aynı ama plaka aynı. Onu da yazdılar. Ertesi gün gittim, “dün bir ihbar geldi Cemil Bayık ve Selahaddin Çelik buradan geçiş yapmış” dedim “olmaz öyle şey” dediler. “Defterlerinize bakın” deyince adamların adlarını gördüler, ne yapacaklarını şaşırdılar. Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Aşir Özözer’e kadar intikal etmiş olay. Beni çağırdı “ne yapacağız” dedi. Durumu anlattım “siz ne aradığınızı, ne yaptığınızı bilmiyorsunuz” dedim…”

Kitapta bu şekilde samimi açıklamalar çokça yapılıyor Cem Ersever tarafından. Mesela “Anadolu Halk Cephesi” diye bir oluşumdan bahsediyor Ersever:

 “Artık şuna kesin inanıyorum; eskiden askeri ihtilallerle bir şeylere çözüm aranırdı. Ama artık halk ihtilali olur. Bugüne kadar kime el uzattıysa karşılığını alamayan halk kendisi gelir bu sefer”

Her öngörünün tutma garantisinin olmadığının en büyük göstergesi de yukarıdaki paragraf olsa gerek. Şehit çocuklarından, kardeşlerinden, akrabalarından bir organizasyon kurma peşinde olan Ersever kitabın ilerleyen bölümlerinde PKK ile savaşın nasıl olacağını daha detaylı anlatıyor:

 “PKK ile sadece onların metotlarıyla mücadele edilir. Gerilla gibi dağda yaşayacaksın, gerektiğinde sınır ötesine geçeceksin ve PKK yok olana kadar böyle savaşacaksın. Devlet bana izin versin, böyle bir teşkilat kurayım ama nerede bizde böyle Devlet…”

Amacından sapmadığı müddetçe bir gerilla mücadelesinde “olmazsa olmaz” öneme haiz olan Kontra- Gerillanın iş tanımını bu şekilde yapan Ersever yaşadığı müddetçe bunun örneklerini de çokça veriyor. O yıllarda basit bir işleyiş söz konusu anladığım kadarıyla; hapisteki militanlardan itirafçı yapılıyor, daha sonra bu itirafçıların yer göstermeleri neticesinde operasyonlara girişiliyor ve hedef ortadan kaldırılıyor. Ben, Cem Ersever’in ekibinden olduğunu bildiğim Abdülkadir Aygan ve İbrahim Babat gibi isimlerin de yazdıklarını ve hakkında yazılanları ayrıntılı okuduğum için sistemin üç aşağı beş yukarı bu şekilde işlediğini sanıyorum. Gerekli olan istihbaratın itirafçılardan, teknik ve lojistik desteğin de Devlet tarafından sağlandığı bir örgütlenme ve bu örgütün başındaki adamın hikayesidir bu kitap.

Kitapta Devletten bağımsız bir örgütlenme modelinden de bahsediyor Ersever: “…Güneydoğu üç gruba ayrılmıştır: Birinci Grup; Diyarbakır, Bitlis, Bingöl, Elazığ, Tunceli hattı. İkinci Grup; Şırnak, Cizre, Uludere, Şenoba hattı. Üçüncü Grup; Nusaybin, Mardin, Kızıltepe hattıdır…” Mesela burada Hakkari ve yöresinin neden paylaşılmadığı izaha muhtaçtır. Yine de bizim bir blok olarak bildiğimiz OHAL Bölgesinin, aslında çoklu bir yapıya sahip olduğu bilgisi yine de önemli. Daha da önemli olan bir başka bilgiyse, Ersever’in itiraf ettiği birinci grup olan Tunceli- Elazığ hattının sorumlusu olan isim: ‘Sakallı’ veya bilinen ismiyle ‘Yeşil’…

Her konuda konuşmaktan çekinmeyen Ersever’i iki isim hakkında biraz çekingen gördüğümü söyleyebilirim. Birincisi, kendisinden korktuğu söylenen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, İkincisiyse aynı zamanda Hilal Belediye Başkanının da katili olan Şırnak’ın köklü ailesi Babat’lar.

Hakkını vermek gerekir ki Soner Yalçın iki cinayeti ve müsebbiplerini de soruyor Ersever’e: Musa Anter ve Vedat Aydın cinayetlerini. Parmakların üzerine çevrildiğini bilmesine rağmen ikisine de cevap vermeyen Ersever topu taca atıyor ama kadere bakın ki ömrü o topu taçtan almaya yetmiyor ve bir müddet sonra bir köprünün altında ölü olarak bulunuyor. Kimin öldürdüğü halâ tartışılmakla beraber iki detay çok önemli: Ersever ve yardımcısı Mustafa Deniz’in öldürülme şekilleri Elazığ’da öldürülen Avukat Metin Can ve Doktor Hasan Kaya’nın öldürülüş şekillerinin aynısı. O bölgenin sorumlusunun da Yeşil olduğunu Ersever zaten söylemişti. İkinci detaysa, kişisel güvenliğine paronayak düzeyinde düşkün olan böyle bir insana, kendisinin güvenmediği kimsenin öldürebilecek kadar yaklaşamayacağı gerçeği. Anlaşılan o ki, Ersever için taş uzaktan gelmemişti.

Kitap ilginç ve okunmaya değer bir kitap kısaca. Cezaevinde part- time ikamet eden ve sık sık operasyonlara giden, sorgulamalara katılan eski militanlardan tutun da, Lojmanlara yerleştirilip bordroyla memur yapılan Jitem Elemanlarının maceralarına kadar bir sürü küçük hikâyeler anlatılmakta. Kitabın sonunda da o yılların Devlet Büyüklerinin konuyla ilgili söylediklerini bulacaksınız.

“Devlet cinayet işlemez, cinayet örgütleri kurmaz” diyen Turgut Özal’a mı inanırsınız, yoksa “Türkiye bir NATO üyesi olduğu için böyle bir kuruma sahip olması doğaldır. ABD’nin de böyle bir kurumu desteklemiş olmasını yadırgamamak gerekir” diyen dönemin CİA Başkanı William Colby’e mi inanırsınız, ya da “ben yaptım, oldu” diyen Ersever’e mi inanırsınız onu bilemem.

Tek bildiğim, okumadan anlayamayacağımız…

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:bsm Tarih: Eyl 20, 2011 | Reply

    Cem Ersever’den konu açılmışken. Kontrgerilla, Jitem, Hizbullah vs. gibi derin devlet yapılanmaları üzerine ne tür bir fikir cimnastiği yapılabilir bilemiyorum. Artık adına ciddi kurum mu denir, devlet güvenliğini amaçlayan gizli birimler mi yoksa katiller sürüsü mü, bunu insanlık elbet gerçek anlamda vicdanlarda mahküm ederek hakedilen tanımı bulacak. Amcım burada Erseverin “samimi” itiraflarının analizini yapmak değil.

    Lakin atlanan ve çokça üzerinde durulmayan bir ayrıntıyı da unutmamak gerekir.Zira Cem Ersever Jitem’le adı anılan tescilli profesyonel bir katil olmasına karşın, yöntem farklılıkları nedeniyle ihtilafa düştüğü derin devlet tarafından katledildi. Ergenekon soruşturmaları hesapta derinleştirildiği halde Ersever’in büyük bir iştiyakla kendini adadığı derin yapılanmalar içindeki mesai arkadaşları tarafından infaz edildiği gerçeği hep gizlenmeye çalışıldı. Misal Ersever cinayeti hala faili meçhul olarak biliniyor…Açıkçası cinayetin perde arkası ve asıl azmettiriciler, sır kalacak şekilde “bilinmeyene” havale edilmesinde sanki bilinçlice ısrar ediliyor. Ağar’ın “bir tuğla çekilirse duvar çöker” beyanatını doğrular biçimde hala devlet sırrı gibi gerçekler kamuoyundan gizleniyor. Nihayetinde gün gelecek tuğlalar bir bir çekilecek. Nitekim Ayhan Çarkınla başlayan itiraf dalgasıyla bir tuğla yerinden oynatılmaya başlandı…İpin ucu yavaş yavaş perde arkasında saklı kalan BÜYÜK PATRONLAR’a dokunacağının sinyalleri geliyor. Tabi Kılıçdaroğlu gibi zavallı kuklalar ile kendinden kuşkulu olan BDP’nin “demokrasi cengaverlerinden” bu pis kokuların üstünü örtecek gönüllü savunma avukatlığına takılmazsa! Neyse gönüllü savunma avukatlarımızı şimdilik bir kenara bırakalım.

    Peki Ersever ne yaptı da devlet tarafından ipi çekildi? Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu gibi devlet içindeki gizli yapılanmaları araştıranların başına ne geldiyse Ersever’in başına gelen de odur. Zira Jitemin veya bilinen adıyla kont-gerillanın; terörle mücadele yöntem ve amacı dışında kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, kara para aklama vb. bir suç şebekesine dönüştüğü kısa sürede dikkatinden kaçmadı Ersever’in. Terörle mücadele adı altında kirli bir rant şebekesine dönüşen bu gizli yapılanma hakkında bilgi sahibi olması ölüm fermanını kendi eliyle hazırlamasına fazlasıyla yetmişti. Zira öldürmeye ve yoketmeye programlı olsa da bu tür taraklarda bezi yoktu Ersever’in…Ve tanıklığı da hayatıyla ödedi.

  3. Yazan:Dokunan ölür Tarih: Eki 2, 2011 | Reply

    Ersever, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’nin (JİTEM) kilit isimlerinden biriydi. Ersever’in o dönem meydana gelen çok sayıda faili meçhul cinayetin sorumlusu olduğu iddia edildi. Orgeneral Eşref Bitlis’in şüpheli ölümünden sonra Mart 1993’te, istifa etti. Ersever, Milliyet gazetesine gönderdiği istifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, hadiselerin gerçek boyutlarının Türk milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyordu. Mektuptan birkaç ay sonra 4 Kasım 1993’te elleri önden bağlanmış kafasına iki el ateş edilmiş cesedi, Ankara Elmadağ çıkışında bulundu.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065081&Date=02.10.2011&CategoryID=77

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 4, 2011 | Reply

    JİTEM kurucusu Binbaşı Cem Ersever’le birlikte öldürülen sağ kolu PKK itirafçısı Mustafa Deniz’in ağabeyi Mehmet Deniz çarpıcı bir iddiada bulundu. Deniz, “Ersever, Uğur Mumcu’ya bir görüntü verdi sonra öldürüldü” dedi. İddiayı Taraf ’a değerlendiren Ankara’da 1993’te bombalı saldırı sonucu öldürülen Mumcu’nun ağabeyi avukat Ceyhun Mumcu, “Ben böyle bir şey duymadım. Zannetmiyorum da ama eğer böyle bir şey varsa bunu en iyi Soner Yalçın bilir. Soner Yalçın bu konuda bildiklerini söylesin” diye konuştu.

    Bugün Tarafta Karakutu Soner Yalçın başlığıyla yayımlanan haberde bu çarpıcı iddialara yer veriliyor. Ancak iddia bununla da sınırlı değil.Haberde, sözkonusu belgeden(Ersever’in öldürülmesine neden olan görüntüden) dönemin TBMM başkanı Hüsamettin Cindoruk’un haberdar olduğuna dair açıklamalara yer verilmiş.

    Öldürülen PKK itirafçısı Mustafa Deniz’in ağabeyi Mehmet Deniz Bugün gazetesine çarpıcı iddialarda bulundu. Yıllarca suskunluğunu koruyan ağabey Deniz, kardeşi ile Ersever’in hedef haline getirildiğini savundu. Kardeşi Deniz’in kayıp denilen ajandasının kendisinde olduğunu açıklayan Mehmet Deniz, şunları söyledi: “Ersever’le hiç görüşmedim” diyen dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’u da yalanladı. Ses kayıtlarını ve fotoğrafları “siyasi zemine” güvenemediği için bugüne kadar ortaya çıkarmadığını belirten Deniz, “Bunun hem Türk hem de Kürt halkına zarar verdiğini düşünen Ersever, dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile de görüştü. Fakat Cindoruk konuyla alakalı hiçbir girişimde bulunmadı. İlerleyen süreçte Ersever ve kardeşimle hiç görüşmediğini hatta şahısları tanımadığını iddia etti. Ama kardeşimin ajandası Cindoruk’u yalanlıyor. Çünkü saat kaçta nerede görüşülmüş, her şey kayıt altına alınmış.”

    İnsan hafsalasının almadığı şu çarpıklığa bakar mısınız?
    Bir yandan, dönemin siyasi atmosferine göre Menderes’in (sahte) avukatlığıyla nam salmaktan beis görmeyerek nemalanan, ancak sığ siyasetin estirdiği rüzgarla yön değiştirerek bugün CHP’nin akıl danışmanlığına oradan Ergenkonun gönüllü avukatlığına kadar terfi eden Cindoruk!
    Diğer yandan, yine hukuk insanı kimliğini taşıyan ama aynı zamanda ölümü sır olan Uğur Mumcu’nun kardeşi olan Ceyhan Mumcu!

    Ve tabii gizli yapılanmaları, karanlık ilşkileri deşifre etmeyi görev bilmiş bir yazar olarak bilinen Soner Yalçın!

    Puzzle’ın parçalarını birleştirmeye çalışırken zihnim kilitleniyor. Neresinden başlayacağımı kestiremiyorum. Kardeş ve hukukçu Ceyhan Mumcu, DP/AP/DYP çizgisinin bir numaralı siyasi aktörü olarak bilinen Cindoruk ve SOL adına mücadele verme iddasında olan bir yazar olarak Soner Yalçın…Bu üçlüyü ve daha nicesini Ergenekon denen yapılanmanın gönüllü müteffiki yapan ortak nokta ne olabilir?
    Bazen naif bir iyimserliğe düşerek bu tuhaf ortaklıkları ideolojik eksenli iktidar çekişmelerine bağlıyorum. Malum, AKP’nin 85 küsür yıllık bilinen gizli iktidara alternatif olarak siyaset sahnesinde etkili bir konuma gelmesi, idolojik etiketi ne olursa olsun bu ülkede pek çok insanı/partiyi/grubu/akımı… benzer amaçlar adına bir çatı altında birleştirerek seferber etti. Yeni anayasa için yapılan referandum öncesi çalışmalarda tanık olduğumuz tablo bu birlikte hareket etme eğilimini yeterince açıklıyor. Malumunuz, solcu geçineninden etnik Türk milliyetçisine, kimlik müslümanından namı değer “Kürt haraketi” sıfatıyla siyaset icra eden etnik Kürt milliyetçisine; PKK’sından emekçi sendikalara, Alevi derneklerinden kadın hakları temsilcisi feminist gruplara kadar…siyaset yalpazesinde yer alan tüm farklı gruplar adeta yeni bir anayasa karşısında tek blok oluşturdular. Muhtemelen, yeni bir anayasa ile sahip oldukları ayrıcalıkları kaybedeceklerini, icra ettikleri kof siyasetin “iş yapamaz” raporuyla sonuçlanacağını ve en önemlisi yıllardır beslendikleri kaynağın kuruyup kesileceğinin bilincindeydiler. Onun için hep beraber can simidine sarıl gibi statükonun varlığına sarıldılar! Müesses nizamı, etrafında halka oluşturarak koruma altına almalarının,değişime bunca canhıraş direnmelerinin kendilerince önemli nedenleri vardı bu çıkar gruplarının. Tabi çıkar ilişkilerini ideoloji, siyaset diye pazarlayan bu dinazorların tek başına statükoyu koruması mümkün değildir. Belirli bir kitlenin desteği gereklidir;iktidar ve otoritelerini/yalan üzerine kurdukları zulüm imparatorluklarını paidar kılmanın yolunun dezenformasyondan geçtiğini bilirler.
    Dezenformasyon malzemesi ise çok basit: Çocukları korkutur gibi toplumun AKP’den öcüden korkmasını sağlamak! Din devleti kuruluyor, irtica hortluyor, laiklik elden gidiyor!!! Neoliberalizm, BOP vs hazır slogan da heybede hazır. Sonra gelsin “Haliçli Simonlar” “İmamın Ordusu” şusu busuyla ilgili bir kaç komplo teorili kitap…Cumhuriyet Mitingleri, biz bilmem kaç kişiyiz safsataları! Alın size bir toplumunn aklını çelmek, kafasını karıştırmak, beynini zehirlemek için yığınla malzeme, araç!

    Ne diyordum? Ne diyeceğim, neresinden tutsam elimde kalıyor. Basın özgürlüğü çiğneniyor diye feryat figan eden yazar çizer takımı mesela hiç sormaz, üstü örtülsün diye hasıraltı edilen onca cinayet dururken dikktimizi Cemmate, şuna buna çekmeye çalışan Soner Yalçın, Ahmet Şık ve daha nice statüko neferinin Ne amaçladıklarıyla nedense pek ilgilenmezler. “Yayımlanmamış kitap mı yasaklanırmış?” diye avaz avaz özgürlük haykıranlar hiç sorup sorguluyor mu, dün tam da Ergenokon gerçeği üzerine kitaplar yazan Soner Yalçın’ın neden bugün aynı yapılanmayı gizlemek adına çırpındığını. Cindoruk, kendi de mağduru olduğu müesses nizamın bugün neden gönüllü taraftarıdır? Bay Demirel Kılıçdaroğlu’na niçin ve ne sebeple gizli talimatlar vermeyi görev biliyor? Ve kendi öz kardeşinin sır kalmış ölümüne dair yeni belge ve bulguların ortaya çıkmasından Ceyhan Mumcu neden sokak değiştirir gibi sıvışmayı yeğliyor?

    Bu garip olayların, bu hiçbir psikyatırın, psknalistin, psikoloji uzmanının cevap veremeyeceği tuhaf ve karmaşık ilişki ağının temelinde kuşkusuz ki bitmeyen siyasi hırs, makam ve koltuk aşkı yatmaktadır. AKP’yi elbirliğiyle alaşığı etmek adına bütün yollar mübah! Ancak sadece bu değil. Çindoruk gibilerinin bu beklenmdik pusula değişkliğinin sadece bu tür siyası hırs ve rakabetle sınırlı olabileceğini düşünmüyorum. Bu çırpınışının ardındaki asıl neden, günün birinde sanık sandalyesine çıkacağına duyduğu kaygıdır. Çünkü bu iddia gerçekse ve hakkında bilgi sahibi olduğu bu bilgi/belge vs. gibi önemli kanıt ve bulguları sümenaltı etmişse er veya geç ortaya çıkacaktır.

    Komplo teorisi bu ya, acaba diyorum Cindoruk sırf Ergenekon davasının ucu kendisine dokunmasın diye AKP karşısında saf tutmuş olabilir mi? İhtimal, ama, maalesef lif lif ortaya dökülen kanıt ve belgeler bu ihtimale çıkıyor.

  5. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 5, 2011 | Reply

    http://www.bugun.com.tr/haber-detay/170929-cem-ersever-in-sok-ifadeleri-haberi.aspx

  6. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 5, 2011 | Reply

    Henüz tam olarak aydılatılamamış olan Ersever cinayeti ile neden ilgileniyorum? Amcım ilgili kurumların alanına giren dosyalara teori üretmek değildir. Kuşkusuz ki henüz tam olarak aydınlatılamamış bu ve benzer olaylar, bugün sınırlı da olsa yasal takip ve kovuşturma aşamasındadır. Ne var ki toplum olarak eskiye oranla, bu coğrafyada gerçekleşmiş şaibeli olayların/karanlık ilişkilerin ayırdına varmış olmakla beraber, bu algı sadece “derin devlet” denen bir gerçekliğin kabuluyle sınırlı kalmıştır. Kısacası binlerle ifade edilen cinayetler işlendiğine dair ve bu cinayetleri işleyen karanlık bir şebekenin varlığını biliyoruz ama perde arkasındaki asıl suçlular bir türlü ortaya çıkmıyor, çıkarılamıyor. Fali meçhul olarak bilinen ve aydınlatılması güç olan binlerce cinayet bir yana, bugün toplum tarafından tanınan ve bilinen siyasetçi, aydın ve yazarların ölümleri bir sır olarak kalıyor ve katillerinden adalet önünden hesap sorulamıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, tetiğe basan, bombanın pimini çeken tetikçiler kadar bu cinayetleri tertipleyen bir güç var. Dediğim gibi perde arkasındaki bu gizli güçlerin varlığını biliyoruz. Ama her nedense perde arkasında cinayetleri planlayanlar işledikleri suçlardan yargılanıp cezalandırlamıyor.

    Dolayısıyla varlığından şik ve şüphe duyulmayan bu karanlık odaklar, evet biliniyor fakat işlenen suçlar bir iki tetikçinin üstüne yıkılıyor. Düşünün, Ergenekon davası başlayalı bir hayli oldu ancak bugüne kadar üzerine gidilenler sadece ordu ve emniyet birimleri içinde yasaları hiçe saydığı veya görevini kötüye kullandığı düşünülen bir kaç “sorumsuz insan” ile sınırlıdır. Peki görev suistimali ile suçlanan bu “birkaç sorumsuz insan” gerçekten sadece kendi başlarına buyruk olmalarından ötürü mü bunca sistemli cinayet işleyebildiler? O’nlar kural çiğnediklerinde bağlı oldukları kurumları, amirleri, üstleri yok muydu? Biriminde görev alan insanların cinayet işlediklerinden habersiz miydi devletin en tepesindeki yetkililer? Başbakanı, Cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, milletvekilleri, valiler…Peki neden sessiz kaldılar, neden gerekli önlemleri alamadılar? Alınabilecek önlemleri geçtim, kendilerine bu karanlık ilişkilerin varlığına dair bilgiler ulaştığında neden örtbas etmeyi seçtiler?

    İşte bu soruların yanıtı aramak için Ersever cinayetine mesai harcıyorum. Çünkü günah keçisi seçilen isimlerin dışında asıl azmettiricilerin elini kolunu sallayarak içimizde dolaştıklarını çok iyi biliyorum. Cinayet listesi hazırlayan Tansu Çiller, her çete ilşkisiyle adı anılan Mehmet Ağar, vahametin boyutları belgelerle kendine sunulmuş Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel…ve daha niceleri adalet önüne çıkarılıp hesap sorulmadığı sürece bu ülke normalleşmeyecek, hukuk devleti olma iddiası safsatadan öte bir anlam ifade etmeyecektir.

    Ve Uğur Mumcu’nun, Cem Ersever’in, Hrant Dink’in, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Eşref Bitlis’in, Abdi İpekçi’nin, Musa Anter’in, Vedat Aydın’ın ve daha nicesinin gerçek katilleri ortaya çıkarılmadıkça adalet tecelli etmeyecek ve daha binlerce faili meçhul cinayet aydınlığa kavuşmayacaktır.

  7. Yazan:ali duman Tarih: Eki 5, 2011 | Reply

    Sn. Aziz Bey;

    yorumlarınıza içtenlikle katılıyorum, elinize yüreğinize sağlık.

    katillerin bulunması konusunda hrant dink’e ne kadar sahipleniyorsak, muhsin yazıcıoğlu’nu da o denli sahiplenmekteyiz, zira biliyoruz ki tümünün katili aynı irade ve aynı karanlık güç, bu güzelim cennet ülkeyi 100 yıldır bize cehennem eden karanlık yüzlü ittihatçı/komitacı/katliamcı/darbeci katillere tek bir merkezden kumanda edilmektedir, elbirliği ile bu karanlık yüzlü katilleri tarihin çöplüğüne göndermek zorundayız, zira aksi takdirde bize giydirilen deli gömleğini yırtıp atmayı başaramaz, eli kanlı katillerin bize dayattıkları “cehennem”e mahkum oluruz.

    selam ve saygılarımla.

  1. 3 Trackback(s)

  2. Eki 8, 2011: Son 30 günde en çok Paylaşılan Yazılar : Derin Düşünce
  3. Eki 16, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılan yazılar : Derin Düşünce
  4. Ara 7, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin