RSS Feed for This Post

Tanrı böyle istedi!


Ridley Scot’un “Cennetin Krallığı” filmini izlerken kulağıma çalındı bu cümle: Tanrı böyle istedi!

Aklıselim bir şövalyeyi canlandıran Orlando Bloom’un, Selahaddin Eyyubi’yle savaşılmaması yolunda yaptığı itirazlara verecek cevabı olmayan Tapınak Şövalyelerinin “Tanrı böyle istedi” çığlıkları bir savaşın fitilini ateşliyor ve Kudüs el değiştiriyordu. Kudüs’ü savunma görevi kendisine verilen genç şövalye filmin finalinde güçlü rakibi Selahaddin’e sorar sorar: “Kudüs senin için ne ifade ediyor?” gülerek cevaplar muhatabı: “Hiç, belki de her şey!”

Işık Koşaner’in “özeleştiri” başlığı altında yayımlanan ses kayıtlarını dinlemişsinizdir. Onun özeleştiri dediğini yıllardır birer tespit tutanağı diye yazıp çizmekte bu Ülkenin Aydınları. Işık Koşaner’in bahsettiği konulardan şekvacı olmak için bırakın Genel Kurmay Başkanı olmayı, Şırnak, Hakkâri dolaylarından sıradan bir er olarak terhis olmak yeter de artar bile. Orada bir şekilde bulunmuş olan herkes bilir ki, tepeden tırnağa her şey ama her şey yanlıştır. Bu yanlışlar da yıllar var ki yazıldı, çizildi, söylendi ama hiçbir şey değişmedi. Ya yapılan yanlışları gargaraya getirmek için icat edilmiş bir vatan, millet, Sakarya müellifleri gurubu makbul kabul edildi bu Ülkede, ya da ben gibi sıradan vatandaşları korusun diye alınmış bir hücum bota binip de bana parmağını sallayarak “Tanrı böyle istedi” şeklinde irade beyan eden Genel Kurmay Başkanları geçer akçe oldu.

Neyse ki her işte bir hayır vardır sözü geç de olsa yine gerçekleşti; bıkmadan, usanmadan bu yanlışları yazma cesaretini gösterdikleri için elden gelse” hıyanet-i vataniye” kanununu yürürlüğe koymak isteyenler bugün tam tersini yapmakla mükellefler: İade-i itibar!

Çok şükür, bir itibar eksikliğimizden gocunduğumuz için bu beklenti içinde değiliz. Sıradan sorulara, sıradan cevaplar beklerken aldığımız mantıksız cevapların yarattığı rahatsızlık sonucu yazdık, çizdik o kadar. “Ordunun itibarını zedelemek” gibi saçma olduğu kadar, bir o kadar da sübjektif suçlamalara maruz kaldık. Oysa ki bir Ordunun itibarını ayakta tutan etmen başarısıyla doğru orantılıdır o kadar. Hayatında dağ görmemiş çocuktan kahraman yaratmak sevdasıyla Aktütün’e gönderiyorsun, üstüne üstlük bu çocuğun üzerine yağmur gibi mermi yağarken yardımına gidemiyorsun ve ölüsünden de medet umuyorsun.

İşte tam da bu noktada sorulması gereken bir sorudur Selahaddin’e sorulan “Kudüs senin için ne ifade ediyor?” sorusu. Asker ve Polis haricinde tüm kadrolarının görevini vekâleten yürüttüğü bir Şırnak ne ifade ediyor bu Ülke için mesela? Cevabını çok iyi bildiğim için söylüyorum koskocaman bir “hiç”. Peki devam edelim o zaman; yirmi yaşına kadar bin bir güçlükle büyüttüğü oğlunu Şırnak’ın Besta Karakoluna davulla, zurnayla uğurlayan bir Anne için Şırnak ne ifade ediyor sizce? Bir yıl sonra döndüğümde saçlarında bir tane siyah kalmamış olan kendi annemden biliyorum “belki de her şey“. Oysa ki bizim söylediklerimizi dillendirebilmek için insanın omuzunda yıldızlardan bir galaksi olmasına gerek yoktu. Bu savaştaki “her şey” olan kanı, gözyaşını, ölümü, çatışmayı bu masum ve konuyla uzaktan yakından alakası olmayan insanların omuzlarına yüklediniz. Ancak filmlerde karşılaşılabilecek kahramanlık edebiyatlarının gerçekleşebileceği umuduyla geçen bir çeyrek asırdan sonra bir pişmanlık, bir öz eleştiriyle bu işten sıyrılma çabası içine girme çabası çok ucuz bir bedel değil midir?

Akıllı insanların affettikleri ama unutmadıkları gibi beylik bir laf vardır, duymuşsunuzdur. Siz benim akılsızlığıma verin şimdi söyleyeceklerimi; ben ne olursa olsun başında bulunduğu birlik basılıp on yedi şehit verdikten sonra, henüz şehitlerin elli ikisi bile çıkmadan boynuna taktığı davulla yılbaşını aynı mekânda kutlayan Yarbay Onur Dirik’i ne unuturum, ne de affederim. Onun için bir “hiç” olan adına “Dağlıca” denen vatan toprağının,  on yedi tane anne için şu mübarek günlerde “her şey” olması dün de kanıma dokunuyordu, bugün de kanıma dokunuyor. O günlerde Yarbayını hesaba çekmeyen, kendi döşediği mayına kendi askerlerini bastıran, eline tutuşturduğu pimi çekilmiş el bombası yüzünden koca mevzii havaya uçurtan Teğmenine sesini çıkartmayan bir mekanizmanın nedamet getirmesi ne kadar makbuldür o annelerin nezdinde sizce? Kendine yapılan her türlü eleştiriye karşı Tapınak Şövalyelerinin verdiği “Tanrı böyle istedi” şeklinde cevaplarla koskoca bir çeyrek asrı geride bırakan bir mekanizmanın artık karar vermesi gerek; Yıllarca eğitimini aldığımız savaş sanatını icra edebileceğimiz yegâne saha olan Kasrik’ten ötesi bizim için bir hiç midir, yoksa her şey midir?

Şu sıralar bir kitap okumaktayım: “Kölelerin İmparatorluğu: Memluklerin Mısır’ı” adında. Orada ilginç bir nokta ilgimi çekti; aslen mükemmel birer savaşçı olan Memlukler denizden ve denizle ilgili her şeyden nefret ettikleri gibi, denize ait ne varsa tiksinti duyarlarmış. Mürettebatlarını halkın en aşağı sınıfının oluşturduğu Memlukler açısından denizciler “işe yaramaz” insanlardı ve kayıpları telafi edilebilir nitelikteydi. Hatta Memluklerin on yedi kadırgadan oluşan filosu Kıbrıs açıklarında bozguna uğrayınca Baybars’ın “Şükürler olsun ki Allah benim başıma bu felaketi getirip nazardan korudu” demiştir.

Bir Peygamber ocağı olduğu imanımı halâ kaybetmediğim, içinde gerçekten görev bilinciyle orada bekleyen insanların olduğunu bilmeme rağmen, elli ikisi çıkmayan bir ölü evinde davul çalan bir zihniyetle Baybars’ın bakış açısındaki paralellik beni kahrediyor. Umulur ki giden her bir canın, en azından anneler için telafisinin mümkün olmadığı bir gün anlaşılsın, umulur ki bu ülkenin ordusunun içinde barındırdığı çürükler yüzünden itibarının zedelendiği yine aynı ordunun başı tarafından anlaşılsın.

Anlaşılsın ki kendine doğruları söyleyebilme cesaretini gösteren eli her kalem tutana, dili her lâf yapana hain damgası vurulmasın bu Ülkede. Yoksa bir gün biri çıkar ve Çerkez Ethem’in Nazım Hikmet’e dediği gibi “bir topraktan iki hain çıktığı nerde görülmüştür Azizim !” deyiverir de donar kalırsın.

Hele ki bu kişi vatanseverliğinin zekatını verse muhatabına bir ömür yetecek biriyse…

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:mrtnrn Tarih: Ağu 29, 2011 | Reply

    kaleminize sağlık…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin