RSS Feed for This Post

Dünya Nimetleri’nden Yeni Nimetler’e, Andre Gide

 

“Hiçbir şeyi putlara kurban etme.” (Andre Gide)

 

Andre Gide(1869-1951) Dar Kapı ve Kalpazanlar romanlarının tanınmış Fransız yazarıdır. Bu incelemede yazarın hayatının iki ayrı döneminde -gençlik-yaşlılık- yazdığı Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler adlı eserleri incelenecektir.

Dünya Nimetleri[1] (Les nourritures terrestres) Gide’in 1897 yılında 28 yaşında yazdığı ve hayat görüşünü ortaya koyduğu bir bildiri niteliği taşır. Ancak bu yazın, coşkun bir lirizmle kaleme alınmış düzyazısal bir şiir olduğu kadar; içinde mektup, şarkı, şiir, diyalog, gezi yazısı, söyleşi özelliklerini de taşıyan karma bir tür olarak karşımıza çıkar. Aynı özellik tematik anlamda da vardır. İçinde Tanrı, inanç, coşku, sevinç, bilgelik, varlık, ‘ben’, bekleyiş, ölüm, yaşam, okumak, yaşamak, arzu, geçmiş-an-gelecek, başkalarına benzemek, şehvet, seçmek, özgürlük, kitaplar, yalnızlık, öğretme isteği, sevgi, aşk, yol, Tanrı’nın buyrukları, ozan, pişmanlık, yaşlılık… gibi birçok kavramı işleyerek yoğun bir eserdir.

Bir yol kitabıdır aynı zamanda bu eser, zaman ve mekânla ilerleyen, içsel coşkunluğun tabiatla birleştiği… Gezi yazısı özelliğini gezdiği yerlerin spesifik aktarımından alan bu eser, şehirler, bahçeler, hanlar, ovalar, vahalar, çöller, sular, güzler, çiftlikler, kahveler, havuzlar, kervanlar, besinler alt başlıklarıyla birçok ülkeye, şehre yolculuğu anlatır. Her kent, bir özelliğiyle bellekte yer tutmaktadır. Mekân adları, onunla özdeşleşen imge-anı-görüntü, her bir kent için tek tek dile getirilmektedir. (s:131)

Bu yerler: Adullam mağarası, Adriyatik, Amalf, Alkazar, Ambroise, Acadimus bahçeleri, Avranches bahçeleri, Alpler,Bethleem Duvarları, Borghese bahçeleri, Biskra, Blidah, Cita Cecchia, Cezayir/Essai, Come Gölü,  Comes, Chetma,Fiesole tepesi, Farnese bahçeleri, Floransa,Gırnata, Generaliffe setleri, Gafsa,Helvetya, Honfleur,İzmir, La Haye parkı, Lido, Lecco,Musul, Malta, Münih, Montpellier bahçeleri, Malta,Ninji, Napoli, Nimes/Fontaine kanalları, Nasphur, Normandiya,Oumach,Piza/Campo Santo, Peyrou,Roma/Monte Pincio, Siraküz, San Marco Manastırı, Strasbourg, Sevilla,Touggurt, Tunus, Villa Borghese, Venedik, Vendee bahçeleri, Vaucluse,Zaghovan…’dır.

Eserdeki ana kahramanlar üç kişiden oluşur: anlatıcı, Menalque ve Nathanael. Ancak eserin girişinde eserin başında anlattığı ülkelerin, olayların, kokuların kimisinin de hayali olduğunu söyler. Olmayan kişiler ve gidilmeyen yaşanmayan şeylerin ardındaki tek gerçek kendisidir hatta kendisini de bir görü olarak ifade ederek gerçekliğini soru işareti olarak bırakır(s:108). İsimlerin önemi yoktur ve aslında seslendiği sadece eserin okur’udur. Ve daha eserin başından, bu eser okunduğu anda kitabı atıp çıkmasını ister okurundan/Nathanael’den ve ondan ne beklediğini:

“Neyse, beni okuduğun zaman, bu kitabı at ve çık. Kitabım çıkmak arzusu versin isterdim sana, nereden olursa olsun çıkmak -kentinden, ailenden, odandan, düşüncenden. Yanına alma kitabımı… Beni unut, derdim. Kitabım kendisinden çok kendi kendinle ilgilenmeyi öğretsin sana- sonra kendi kendinden çok, kendi dışında kalanlarla ilgilenme”sidir(s:17).

Menalque, kahramanın dostluğun ötesinde, aşka çok yakın bir şeyle aynı zamanda kardeş gibi sevdiği kişidir. Öğretisi kişiyi sahip olduğu her şeyi bırakmak üzerinedir. Aileyi, kenti, her şeyi. Onunla hayatının altüst olduğu depresif bir döneminde karşılaşır ve Menalque, onun iyileşmesi, dirilmesi, yeniden doğuşudur. Nathanael ise birikimini aktardığı, seslendiği, öğüt verdiği, gelecekte kendisini okuyacak kişi/okurdur.

Eserde geçen diğer kahramanlar: Abel, Angaire, Alcide, Athman, Bachir, Cleodalise,  Eric, Eliphas, Guzman, Idoine, Helene, Hylas, Lothaire, Moelibee, Mopsus, Myrtil, Phedre, Permenide, Simiane, Tityre,Tibulle, Terence, Theodose, Ulrich, Ydier…’dir.

Zaman olarak eser, kahramanın gençliğinde başlayan deneyimlerinin yaşlılığına değin uzanan bir süreçte anlatıldığı (kesin zaman verilemese de kahramanın 25 yaşından önce başlayan anlatı, 50 yaşından sonraya dek uzanır ve en az 25 yıllık bir süreci kapsayan) bir anlatıdır.

İzlenimler şiirsel bir düz yazıyla, teşbih ve istiarelerle aktarılır. Eserde, coşkun bir lirizm sanatlı bir üslupla verilir.

Eser kahramanın gençliğinden başlayarak yaşlılığına uzanan dönemde Tanrı’ya, hayata, maddi ve manevi değerlere bakışını coşkun, lirik bir bakış açısıyla dile getirmektedir.  Tanrı’ya inanış, O’na herhangi bir kurallar/buyruklar/din çerçevesinde inanış değil, hayatın her türlü zevkini yaşayarak, günah kabul edilenleri dahi yaparak, aşkla hayata bakarak Tanrı’ya ulaşma şeklinde tezahür eder. Tanrı her yerdedir, her yaratıkta vardır ama açık bir şekilde kendisini göstermez(s:19). Önemli olan, bakış’tadır, bakılan şeyde değil(s:21). Tanrı aynı zamanda içimizdedir. Beklenmez olandır, O’nu beklemek, içimizde oluşunu bilmemek demektir(s:29).

Ölüm, yaşam karşılaştırmasında yaşamın tek anı ölümden üstün tutulur ve ölüm, yenilenme için diğer yaşamların sağlanmasından başka bir şey değildir(s:29). Hayata aşkla bakar kahraman. Arzu dolu bir sahip olma isteği vardır ve bunu aşk olarak nitelendirir(s:32). Ancak ölümün yaşamın en ufak ânı kadar değeri olmasa bile, şu özelliği vardır: Ân’ı değerli kılma ve onu hayranlık verici parıltıya bürüme(s:40).

Geçmiş ve gelecekten bahsettiği kısımlarda, önemli olanın ân olduğunu ifade eder ve geçmişi gelecekte yeniden bulmaya çalışmamayı tavsiye eder. Her anın belirsiz yeniliği yakalanmalı ve geleceğin sevinçleri önceden hazırlanmamalıdır(s:35). Her türlü ân’ı veren Tanrı’dır(s:36).

Birey anlayışı, kimseye benzememe ve sana benzeyenin yanında kalmama üzerine kuruludur. Bir çevrenin bireye benzemesinin ya da bireyin çevreye benzemesinin kimseye faydası yoktur.  Birey için kendi ailesi, odası, hatta geçmişi tehlikelidir(s:40) Bu yüzden kendini diğerlerine benzetecek her şeyden uzaklaşmalıdır insan. Bu bireysellik kendine öğretilen ve kendisinin de diğerlerine öğretmek istediğidir. Bu bakış açısı yüzünden kendi öğrettiklerinin bile terk edilmesi gerekmektedir.

Kahraman mürşidinden yolu öğrenen bir derviş gibidir ve kendisi de belli bir olgunluktan sonra öğretisini öğrencisine ileten mürşid pozisyonuna gelmiştir. Tam da bu noktada, kahraman öğrencisine/Nathanael’e eserin sonunda öğrettiklerini, anlattıklarını benimsemesini değil, farklı bir yol çizmesini tavsiye eder:

” Nathanael, şimdi kitabımı at. Sıyrıl ondan. Beni bırak… Seni tıpkı bana benzer görmek istediğimi ne zaman söyledim sana?… Nathanael, at kitabımı; onunla yetinme. Senin gerçeğini bir başkasının bulabileceğini sanma…” (s:135)

Eserde birçok sanatçıya, kişiye, esere ve olaya gönderme vardır: Goethe’den Faust, Hafız’dan şiir, Fichte’nin Bilim Öğretisi, Virgile, Sâdi’den beyit, Boccacius zamanında Pamphile ve Fiametta’nın şarkıları, Elisee ve Sunamite’in öyküsü, Bin Bir Gece Masalları’ndan, Kutsal kitaplardan, mitolojiden: Züleyha, Belkıs, Süleyman, Tamar, Amnon, Bethsabe, Sulamite, Fornarine, Zübeyde, Ariane, Thesee, Eurydice, Orphee, Lynceus…

Dünya Nimetleri dil, üslup(şiirsel anlatım, metaforik söylem, bol teşbihler…) ve tematik anlamda da öğüt/nasihat kitabı olma özellikleri ile Nietzche’nin Böyle Buyurdu Zerdüş’ü[2] ile paralellikler taşıyan bir eserdir. Tematik anlamda Tanrı’ya inanış ile ondan ayrılsa da, buyruklara/kilisenin dayatmalarına karşı çıkış, hayatı doya doya yaşama, göçebe yaşam… gibi unsurlarla bu eserle arasında paralellik kurulabilir. İkisi de şiirsel nutuk işlevi görür ve arkadan gelen nesle seslenir.  Her iki eser de kendi öğretilerini belli bir kesime hitap ederek sesleniş kitabı olma özelliği taşırlar. Ama bilinmeli ki, gelecekteki üstün-insanı, Gide, kişinin kendisinde aramış, mekânlarını somut/gerçek yerlerden seçmiş, kendisine öğretileni bir sonraki nesle aktararak dünyevi peygamberlikten öte mürşidliğe soyunmuş, en sonunda ise kendi görüşlerinin benimsenmesini değil farklı bir yol çizilmesini tavsiye ederek -bireysellik-her insanın kendi farklılığıyla kendi doğrularına ulaşabileceğini ifade etmiştir.

 

Yeni Nimetler[3] (Les nouvelles nourritures), Gide’in 1935 yılında Dünya Nimetleri’nden 38 yıl sonra 66 yaşında yazdığı eseridir. Açılış gene okura seslenerek yapılır ve yazar önce kime/neden yazdığını açıklar:

” Ben yeryüzü seslerini işitmez olunca, dudaklarım yeryüzünün çiylerini içmez olunca gelecek kişi -belki de ilerde beni okuyacak kişi- bu sayfaları senin için yazıyorum; çünkü yaşadığına yeterince şaşmıyorsun belki; yaşamına, bu şaşırtıcı mucizeye gereğince hayranlık duymuyorsun belki. Bazı bazı bana öyle geliyor ki, benim susuzluğumla içeceksin, seni şu okşadığın öbür yaratığın üzerine eğen de sanki benim kendi arzum.”(s:139). Yazma sebebini açıklarken kendisini çağdaşlarından ayıran yazar, ilerisi için yazdığını belirtir ve kendi gençliğinde sorduğu soruları soran okura yanıt bulabilmesi için yazdığını söylediği kısımda, önemli olanın, soru’nun kendisi olduğunu belirtir.

Bu kısımda da yazar, Tanrı’dan, yaşamdan, arzudan, aşktan, varoluş nedeninden, mutluluktan, sonrasızlıktan, acı ve sevinçten, benlik bilincinden, vermekten, doğa ve buluşlardan, İncil ve İsa’dan, zenginlikten, bilgiden, Descartes ve Spinoza felsefelerinden, Meryem’den, akıl ve kesinlikten, ak-töreden, şehvetten, romantik yazından, dil ve mantıktan, zamandan, ütopyadan, bilgelikten, ilerlemeden, ölümden… bahseder.

Yeni Nimetleri incelerken, Descartes eleştirisi ve Gide’in yaslandığı Spinoza felsefesini açmak gerekliliği ortaya çıkar. Çünkü Dünya Nimetleri’nin kimi yerlerinde Nietsche etkilenimi varken, Yeni Nimetler’de doğaya bakışıyla ve onu Tanrı olarak nitelemesiyle (natura naturans) panteizmden yani Spinoza felsefesi ve ondan etkilenen Goethe’den etkilenim vardır ve bunu da dile getirir. Descartes’in Düşünüyorum Öyleyse varım’ıyla Tanrı’nın varlığının ispatlanamayacağını ispat etmeye çalışmakta ve Tanrı’ya inanışın kanıtlarda değil, kanıt dışında her şeyde O’nu bularak olacağını ifade etmektedir. Bu kısımda Spinoza felsefesinden yararlanarak bu anlayışa Goethe’den ulaştığını ve Tanrı’yı yasalarla ispatlamanın gereksizliğine inandığını belirtmektedir(s:166). Spinoza’nın yaptığı gibi, kendi varlığını bulduktan sonra Tanrı kavramını aramaz, Tanrı idesini mutlak çıkış noktası olarak ele alır. (Euklides geometrisinde kullanılan yöntemi -uzay yerine Tanrı görüşünü koyarak- kendi görüşünü kanıtlamak için kullanır Spinoza)[4] Tanrı ile evren/doğa arasında farklılığın kalktığı, evrenin Tanrı’nın kendisi olduğu bu anlayış, Tanrı’yı varoluşun koşulu anlamına getirir ve Tanrı’nın eseri, Tanrı’nın kendisi olarak kabul edilir. Ancak biraz daha ilerde inançtan bahsederken, “Arkadaş; hiçbir şeye inanma, kanıtsız benimseme hiçbir şeyi.” (s:198) derken, kendi ile çelişmektedir. Burada Bacon ile Spinoza arasında bir gelgit yaşadığı görülmektedir ki aslında Spinoza da Bacon’dan etkilenerek kendi felsefesini (erdemin asıl güç olması) bilgiye dayandırmaktadır.

Bilgeliğin, mantıkta değil aşkta olduğunu düşünen(s:144) Gide, bilgeliğin yaşlı bir adamdan çok, çocukta bulunduğuna inanır(s:190). Bilgelik ve özgürlük’ü aşkla yasaların boyunduruğundan kurtulmak olarak açıklayan Gide’in bu görüşü bizi yeniden Spinoza’ya ulaştırır. Tanrı’ya inanış da tıpkı bu felsefede olduğu gibi O’nu her şeyde aramak üzerine kuruludur ve Tanrı’yı yasalarla/kanıtlarla ispatlamanın gereksizliğine inanır(s:166/167). Bu aşk, aynı zamanda onu Spinoza’dan ayırır çünkü her şeyin geçici olduğu ve sürekli olan Tanrı’nın nesnede barınmadığını söyleyerek Tanrı’yı modus(nesne ve görünüş)tan ayırır(s:147).  Oysa ilk eserde “her şey Tanrı’nın biçimidir” demektedir(s:62).

Yeni Nimetler’de, Dünya Nimetleri’nden farklı olarak ilk defa Gide’in siyasi görüşünü alenen dile getirmekte, paylaşım’ı anlatırken Komünizme yaklaşmayan bir paylaşımı savunmaktadır(s:162).

Yeni Nimetler’de Tanrı ile olan diyalog (Karşılaşmalar/s:168/170), Tanrı’nın ne olduğu, ne yaptığı ile ilgili insanların bakışına Tanrı’nın verdiği cevaplar üzerine kuruludur. Burada Hıristiyanlık inanışındaki Tanrı algısı ve bu algılamadaki sorgulamalara verilen cevaplar vardır. Bu kısımdaki algıda insan olmasaydı Tanrı olmayacaktı şeklindeki “yaratım olmasaydı yaratıcı olmayacaktı” tezi (bağıntı-bağımlılık); Spinoza’nın Occasionalistlerden ayrılan felsefesinin yansımasıdır. Occasionalistlere göre “Tanrı ‘yaradan’dır ama Spinoza’ya göre Tanrı evreni yaratmamıştır, evrenin kendisidir yani nesnelerin özünde bulunur.”[5] Nesneler olmasa Tanrı’nın varlığının da anlamını kaybettiği bir inanış biçimidir bu. İnsanın düşüncesiyle var olan bir Tanrı(s.172) düşüncesi ile bu görüş açıklanır. Bu kısım aynı zamanda İslam tasavvufundaki algının da zıddına yerleştirir eseri. Çünkü ayna metaforuyla, Tanrı’nın varlığıyla görünür hâle gelir yaratılanlar, yaratım/nesne/modus olmasa da Tanrı vardır. Spinoza, Goethe ve Gide’se tam tersini savunur.

Tanrı, İsa, Meryem, din, aşk, haz, dil, mantık, kendini tanımak, zaman, korku, ilerleme, bilgelik… gibi kavramların yanında romantik yazın’a da eleştiri getirir Gide. Özellikle melankoli ve acı merkezli bu yazına karşı çıkış nedeni acının yüceltilip sevinç’in değersizleştirilmesidir. Buralarda daha çok Hıristiyanlık ilâhiyatının acı merkezli dünya hayatı görüşüne, karşı-görüş ortaya koyar. İlerleme fikrine Dünya Nimetleri’nde karşı çıkan Gide, Yeni Nimetler’de ilerlemeyi kişinin kendisinin ilerlemesini esas alarak ilerlemeyi başka bir bakış açısıyla destekler(s:192).

Ulaşılacak yeni adam, başka vakitlerde beklenen değil, kişinin kendisindedir. Burada Nietzsche’nin gelecekteki üstün-insan’ına karşılık sunduğu kişi; kişinin kendi özünden çıkaracağı kişidir, yani kişinin kendisidir(s:194). Yine de, böyle dese de, sonlarda Nathanael’e seslenerek yaşama sırasını ona bırakır, kendi yerine geçen ardılına umudunu bağlar.

Ölüm kavramını incelerken kilisenin/dinin kavram algılamasını sorgular ve öbür tarafta ödüllendirilmeyi değil, burada yaşamaya başlamayı tavsiye eder.

Dünya Nimetleri’nde, dilediği her şeyi yapan ve arzularının peşinden giden bir kahraman olarak kendisini gösterirken, Yeni Nimetler’de yapmak isteyip de yapamadıklarının pişmanlığını yaşayan bir kahramanla karşılaşırız. Gene ilk kitapta dünyevi zevkleri tatmak önemliyken, bu kitapta Tanrı’ya, İsa’ya dönüş belirgindir ve tatmin edilemeyen arzuların onlarda huzura ermesi söz konusudur. Mutluluk, ilk kitaptaki gibi coşkun ve umarsız değildir. İnsanın sıkıntılarının fark edildiği, daha bilinçli bir bakış söz konusudur(s:161-162). Bu kısımlarda -romantik yazın’a karşı olma sebebinde karşımıza çıkan- Hıristiyanlığın acı merkezli oluşuna bir kez daha karşı çıkarak, onun yerine mutluluğa dayalı bir Hıristiyanlık anlayışını savunur. Kurumsallaşmış kiliseye yönelik eleştirel bakış ikinci eserde daha açık ifadelerle göze çarpmaktadır.

Yeni Nimetler de şiirler, düzyazısal şiir, anılar, diyalog(Tanrı’yla ve kişiler arasında), söyleşi, öykü gibi farklı türleri içinde barındırır ve teşbihler, istiarelerle dil sanatlı şekilde karşımıza çıkar.

Mekân olarak Seine Sokağı, Fiscbacher Kitabevi, Floransa, Valais Köyü ve Bourbonnais olarak çok daha sınırlı bir mekân tercihine gitmiştir.

Kişiler: Nathanael, Marc ve anlatıcıdır.

Yeni Nimetler’deki göndermeler: Antik Yunan’daki tanrılar (Phoibos, Promethee, Herkül, Achille), Pan, Adem, İsa, Meryem, Lut, Mallarme, Plutarque, İncil, Descartes, Spinoza, Goethe, Francis Jammes, Bach, Mozart, Beethoven, Musset, Dante, Montaigne, Rousseau, Pasteur, Lavoisier, Puşkin, Virgile… olarak karşımıza çıkar.

Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler, Gide’in hayatının iki farklı döneminin manifestosudur. İlk eserindeki arayış, ikinci eserde yerini, soruların cevap bulduğu ve düşünüşün olgunlaştığı bir zemine ve özellikle teslimiyete bırakmıştır. Bu teslimiyet akıl ve mantıktan soyunarak Tanrı sevgisi ile kendisine çizdiği din anlayışının çevresinde şekillenen kavramlardan oluşmaktadır. Üslup olarak Nietzsche’den, fikir olarak Goethe ve Spinoza’dan etkilenen yazar onlardan farklı olan yönleriyle de kendine ait bir hayat felsefesi oluşturmuştur. Tüm bu dünyanın sunumunda Antik Yunan’dan, İncil’e, Doğu’dan Batı’ya, Hafız’dan Dante’ye… çok geniş bir backgroundun sentezi vardır. Bu iki eseri farklı kılan en önemli unsursa, tüm bu perspektifin sunumundan sonra onu takip edecek olan Nathanael’e/okura/insana bunları atmasını ve kendi yolunu çizmesini söyleyerek birey’e yüklediği anlamdır. İnsan, oluşur(s:193) derken, bu oluşta kendisinin de aşılması gereken olduğunun farkındadır. Harold Bloom’um kendisinden çok sonra sanat için ortaya koyduğu Etkilenme Endişesi(Anxiety of Influence)’ni, 1935 yılında doğadaki işleyişe bakarak insana uyarlamıştır(s:200/201) Gide.

İki eser arasında düşünce farklılıklarının olmasını ise, tıpkı yazarın dediği gibi, insanın kendisini tanıyarak, ilerleme sürecinde aldığı yol, oluş’um olarak görmek gerekir. Coşkun bir lirizmle yazılmış bu öğüt kitabı, tek bir türün alt başlığında işlenemese de, tematik anlamda da birbirinden bağımsız birçok konuya el atarak konudan konuya savrulsa da, Gide’in hayattan süzdüklerini öğrenmek, onun iç dünyasına vâkıf olmak, kültürel alt-yapısındaki temelleri fark etmek için okunması gereken eserlerden biri. Yine bu eserin bir başka özelliği ise, sizi Nietzsche’den Cibran’a, Spinoza’dan Descartes’e, Goethe’den Antik Yunan’a uzanan zengin bir okuma yapmak zorunda bırakıyor olması.

Bir yazarın dünyasından başka yazarlara ulaşmak, bir okur için, en önemli okuma referansıdır. Eseri bitirdiğinizde, Gide’in referansında bu dünyalara girmeli ve mutlaka ona geri dönmelisiniz; bu, Gide’in şimdi kitabımı at. Sıyrıl ondan. Beni bırak…” diyerek, size yapmanızı önerdiği şeyin tersini yapmak anlamına gelse dahi. İyi okumalar.

 

 


 

[1] Dünya Nimetleri, Andre Gide, Can Yayınları, çev: Tahsin Yücel, İstanbul, 2007.

[2] İşte Böyle Dedi Zerdüşt, Friedrich Nietzsche, Kabalcı Yayınları, çev:Ahmet Cemal, İstanbul, 2007.

[3] Yeni Nimetler, Andre Gide, Can Yayınları, çev: Tahsin Yücel, İstanbul, 2007.

[4] Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s: 292-306.

[5] Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s: 298.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin