RSS Feed for This Post

CHP ve onun muta nikahı

Seçim sonuçlarının üç aşağı, beş yukarı belli olmasından mıdır nedir, konu hakkında ne yazma hevesim var ne de yazılanları okumak için bir tecessüsüm. Bugün biraz hareketlenir gibi olsam da Başbakan’ın seçimlere dört gün daha süre olmasına rağmen yeni kabine yapısını açıklamasıyla gerek olmadığına kanaat getirdim.

Irkçılıkla suçlamazsanız şayet çok daha akıllı, uslu işlere vakfettim kendimi bugünlerde: Ege Bölgesinin değişik yörelerinden toplayıp bir araya getirdiğim ata sarısı, Yalova incisi, razakı, sultani gibi üzüm ırklarının bakımıyla iştigal etmekteyim son zamanlarda. Sırf yerel olmasın diye, global bir çizgiyi yakalayabilmek adına “red globe” denilen bir ırkı bile kattım envanterime. İsim çok afilli olabilir, Siz yine de fazla takılmayın. Bahse konu ırk hepimizin bildiği kırmızı parmak üzümden ötesi değil.

Aslına bakarsanız bu üstüme sinen yapış yapış tembellik, konu sıkıntısı çekme sorunu zannımca sadece bana has bir durum değil. Öyle ya, çok değil bir sene önce kalemiyle ortalığı kasıp kavuran bizim mahallenin Yazar taifesini lâl kesilmiş görünce bunun hayra alâmet olup olmadığını halâ tam kestiremiyorum. Bir yanım yeter ki vesayet rejiminin, tüm Laik arkaik girişimlerin sonu gelse de ben elime kalemi almasam derken, bir yanım da aslında tüm yaptığımın tepki vermekten öte bir girişim olmadığını söylüyor bana.  Hali pür melâlim büyük oranda Vatan yahut Silistre’den bir alıntı gibi: “İşte adüv karşıda, hazır silah/ Arş yiğitler vatan imdadına…”

                Geçen birkaç senede ne kadar çok şeyin değiştiğinin farkında mısınız? Belki bir şehir efsanesidir, belki de gerçek bilemiyorum ama Avrupa’da uzun süre kalan bir dostum: Standart bir Avrupalı, Ülkesinin Genel Kurmay Başkanının adını bilmez” deyince ecmain şaşırmıştık. Geçen zaman zarfında Dağlıcalar, Aktütünler, darbe planlarına maruz kalan bu halkın tepeden tırnağa direnişi midir bu normalleşmenin müsebbibi, yoksa karşı mahalle efradının “zamanı okuma kılavuzu” adlı eseri okumaya, anlamaya başlaması mıdır gelinen nokta bilemiyorum. İzmirliyim, İzmir sınırları içinde ikamet etmekteyim ve seçime üç kala Lâiklik kelimesini bırakın haykırmayı, mırıldanan bile yok şu gök kubbede. Röfleli saçlarıyla meydanları inleten, yürüdü mü ayağının altındaki yolları ikiye ayıran Canan Arıtman’ı bile ara ki bulasın. Balkonlardan sarkan birkaç cılız “kalpaklı Atatürk” bayrağı eskiye ait hatıraları yaşatmak istese de müstehzi bir ifadeye maruz kalıyor tarafımızdan o kadar.

                Ben tüm acemiliğine rağmen Türkiye’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na kazansa da kaybetse de çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum. Evveliyatı ne kadar şaibeli de olsa, söylenecek çok şey de olsa bence bir fikir kulübünden öteye gidemeyecek genleri üzerinde sıkı sıkıya muhafaza eden CHP’yi ilk defa bir siyasi yarışa sokmuştur. Bunu bir alay mevzuu olduğu için yazmıyorum, benimkisi kendi çapında bir tespit. Eğitimden sanata, spordan siyasete kadar geniş bir yelpazeye “Laik refleks” gösteren bir yapının iflasıdır aslında gelinen nokta. Katılırsınız veya katılmazsınız ama bugünlere bile ulaşabilmesi bir mucizedir aslında. Sudaki yansımasına aşık olan Nargissos misali kendinden başkasını beğenmeyen, sözünün üstüne söz istemeyen, üstüne üstlük herkesin vakıf olduğu şekliyle devletin tüm ceberrutluğunu muarızlarının üzerine sevk etmekte tereddüt etmeyen bir oluşum, şimdi siyaset kurumunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor.

                Ha, eksikleri yok mu elbette var. Silivri ve onun mukimleriyle kıydığı mut’a nikahı devam ettiği müddetçe halkın kahir ekserisinden seksen küsur senedir alamadığı güven oyunu yine alamayacak. Belki üç gün sonra yine Laik paranoya belirtileri gösterip bizim yazıyı çöpe attıracak,  belki de şizofren bir fikir kulübünün daha önce hiç kullanmadığı bir yüzünü halka göstermesi vakasıyla karşı karşıyayız, ya da içimden geçen en iyi ihtimal olan “yolun sonuna gelmek” fikrini idrak etmişlerdir bilemiyorum. Ama öyle ya da böyle bir fikir kulübünden, siyasi harekete evrilme aşamasını yaşayan CHP beni umutlandırıyor. Bugüne kadar hatırı sayılır bir proje üretemeyen, okçuluk sporu denilince bile Altı Ok’tan dem vuran, İçindeki o ulusalcı damar yüzünden Sosyalist Enternasyonalin bile dudak büktüğü bir CHP umalım ki siyasi piyasa şartlarını idrak etmiş olsun.

                Oy verir miyim? Yok, o kadar da değil. Bir hobi olarak başladığım üzüm yetiştiriciliğinin ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu bilen biri olarak bu aşının tutup tutmayacağından emin değilim. Velev ki aşı tuttu diyelim zararlıları ne yapacağız?

                Hele şu Silivri ve havalisiyle kıydığı mut’a nikahını bir bozsun da ondan sonra ağız tadıyla bir analiz yaparız…

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa…

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin