RSS Feed for This Post

İsrail: Bir Adam, Bir Plan

Sunuş: Tüm dünyada gözlerin Arap dünyasına çevrildiği bir zamanda bu bölgenin en önemli aktörü olan İsrail’i görmemek olmazdı… Tunus’ta ilk olayların başlaması ve Mısır’a sıçramasından sonra herkes İsrail’in tavrının ne olacağını bekliyordu. Ancak beklentilerin aksine -göründüğü kadarıyla- İsrail aktif bir tavır al(a)madı bu dönem içerisinde… İşte bir Amerikalının gözünden son dönem yaşanan gelişmeler ve İsrail hakkında, özellikle Netanyahu özelinde dikkat çekici olduğunu düşündüğüm bir yazı… Buyurun… (E.P.)

(Bu makale David Remnick tarafından kaleme alınan ve www.newyorker.com  adresinde yayınlanan “A Man, A Plan” isimli makalenin serbest çevirisidir.)

Politikada psikobiyografi genellikle işe yaramaz bir yöntem olarak kabul edilir. Bazen ideolojilerin ve davranışların insanda kalıtımsal olduğu düşünülse de bile bu görüş kolay kolay değişmez. Yıllar önce Amerikalı ve İsrailli yorumcular İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun, aynı zamanda İspanya tarihi araştırmacısı olan babası Benzion’un Filistin topraklarının işgal edilmesi yönündeki aşırı sağ revizyonist görüşlerini, aynı Nixon’ın Çin’le ilgili görüşlerini bir kenara koyduğu gibi, bırakacağını beklemişlerdi. Yine Nixon’ın yıllarca devam eden Soğuk Savaş ideolojisini ve komünist avını bir tarafa bırakması gibi, Netanyahu da kendisinin ve partisinin geçmişini, yerlerinden edilmiş insanların acılarına son vermek ve İsrail’in ahlakî duruşunu tekrar kazanması için geride bırakabilirdi.

Ancak bu oyun bir aldanma ile sonuçlandı.  Netanyahu’nun sahip olduğu inatçı ideolojik miras böyle derin bir değişime engel oldu. Netanyahu ile 1990’ların sonuna doğru olan ilk başbakanlık döneminde Kudüs’teki ofisinde bir araya geldim. Buluşmada bana kibarca babasının 1956’da İsrail’in Sina’yı ele geçirmesinden hemen sonra David Ben Gurion ile nasıl karşılaştığını anlattı. Ben Gurion, Sina’ya bin yıl boyunca İsrail’in sahip olacağına dair yemin ediyordu. Fakat Benzion O’nun yanıldığı düşünüyordu. “Neden?“diye sordu Gurion. “Çünkü Birleşik Devletler seni buna zorlayacak.” dedi baba Netanyahu.

Ne yazık ki O haklıydı.” dedi oğlu. “Bu bir İsrail Başbakanı’nın ilk ve son kez bir Amerikan diktasına yenilgisi oldu.” diye devam etti. İsrail’in en sağlam ve yardımsever müttefikine yönelik kalıcı hale gelen ihtiyatlı davranış hali Netanyahu’ya geçen kalıtımsal ideolojilerin sadece bir parçasıydı. İsrail’e yaptığım bu gezi içerisinde 101 yaşına gelmiş olan Benzion da beni evinde bir öğle yemeğine davet etmişti. Artık daha fazla gerici ve saldırgan konuşmalar duyacağımı beklemiyordum. Ancak Arapları, İsrailli liberalleri, sol görüşe yakın ılımlı muhafazakâr Amerikalıları küçük gören o tavırları ürperticiydi. Bu keskin ideolojiler İsrailli bir komando olan ve 1976’da Entebbe’de olağanüstü bir rehine kurtarma operasyonunda hayatını kaybeden Benzion’un bir diğer oğlu Yoni nedeniyle daha da derinleşmişti. Benjamin Netanyahu da kitaplarında, konuşmalarında, hareketlerinde ve her şeyde kendisini babasının oğlu olarak kanıtlamaya çalışıyordu.

Şimdi ise anti-demokratik ve Avigdor Lieberman gibi faşist bakanları barındıran koalisyon hükümetini yönettiği ikinci döneminde Washington’un ve bir barış antlaşması yapmaya ihtiyaç duyduklarını itiraf edip gönüllü olduklarını gösteren Filistin liderleri Mahmud Abbas ve Salam Fayyad’ın taleplerini inatla görmezden geliyor. Arap dünyasında bir devrimin yaşandığı bu dönemde Netanyahu savunmacı bir tavırla kendisinin de içerisinde bulunduğu değişim şartlarını algılamakta gönülsüz duruyor.

Yasadışı, insanlık dışı ve Yahudi değerleri ile bağdaşmayan Filistin topraklarının işgali üzerinden kırk yıl geçti. Netanyahu ise bir duvarın arkasında güvenli bir şekilde yoluna devam edebileceğini düşünüyor. Yine Netanyahu geçen ayın sonlarına doğru Almanya’nın BM’de Yahudi yerleşim yerleri ile ilgili olarak kınama kararına destek verdiği için duyduğu memnuniyetsizliği göstermek için Alman Şansölyesi Angela Merkel’e seslenmişti.  İsrail’de yayın yapan Haaretz Gazetesi’ndeki bir makaleye göre ise, bir Alman haber kaynağı bu tepkiye karşın Merkel’in öfkesini zor bastırdığını ifade etti. Merkel “Nasıl cesaret edebiliyorsunuz?” demişti. “Asıl bizi hayal kırıklığına uğratan sizsiniz. Barışa yönelik bir adım dahi atmadınız.” Yerleşim yerleri ile ilgili BM kararını ise yine Birleşik Devletler veto etti, ancak BM yönetimindeki kaynaklara göre görüşmeler yoğun tartışmalara sahne oldu.

Netanyahu ise Merkel’e önümüzdeki birkaç hafta içerisinde Batı Şeria’nın diğer yarısı üzerinde kurulacak olan geçici bir Filistin Devleti’ne destek veren bir konuşma yapmayı düşündüğünü ifade etmiş. Eğer Netanyahu’nun gerçekten böyle bir planı var ise bunun Filistinliler tarafından kabul edilemez olacağını kendisi de biliyor. Bu kendini beğenmişlik ve diplomatik yaratıcılıktan yoksunluk sayesinde Netanyahu Batı Şeria’daki ilerleyici gücünü kaybetmekte ve adım adım İsrail’i daha derin bir izolasyonun içine doğru sürüklemekte.

Artık Barack Obama için de açık ve net bir şekilde konuşma zamanı geldi. Eskiden yaptığı gibi sadece yerleşim yerleri konusuna yoğunlaşması yeterli değil. Bunun yerine konuyu daha kapsayıcı bir şekilde ele almalı. İşte bu sebeple ABD yönetimi yetkilileri ABD’nin Orta Doğu’da “doğruyu bulması” konusunu gündeme getiriyorlar. Bununla anlatılmak istenen ise Mısır, Tunus, Libya ve Bahreyn gibi ülkelerdeki demokratik unsurlara verilecek destek. Filistin ve İsrail için de aynı durum geçerli. Artık ABD’nin Netanyahu’nun bir şeyler yapması yönündeki eskiden gelen istekli alışkanlığını devam ettirmesi Amerikan’ın bölgedeki nüfuzu ve çıkarlarını terk etmesi anlamına geliyor.

Eğer ABD yönetimi kapsamlı bir barış planı ortaya konması hususunda isteksiz davranırsa, bu durum böyle bir planı meydana getirmenin zorluğu sebebiyle değildir. Kaçınılmaz olarak, iki devletli çözümü kapsayan parametreler 2001 yılında Taba’da gündeme gelmişti. Yine benzer biçimde Ehud Barak ve Mahmud Abbas sayesinde 2008’de de gündeme getirilmişti. Ancak burada asıl problem hem ABD, hem de İsrail’in iç politikalarında yaşadıkları kaygıdan kaynaklanıyor.

Yıllardır AIPAC, The Anti-Defamation League ve diğer sağ eğilimli Yahudi kuruluşları Kongre üyelerine ve Başkan’a karşı sahip oldukları parasal imkânları ve oy kaygılarını kullanarak ABD’nin politikaları üzerinde önemli bir rol oynuyorlar. Bu unsuru göz önünde bulunduran özellikle Demokrat Başkanlar bu lobi gruplarıyla doğrudan görüşmeleri gerektiğinin farkındalar. Bu sayede, Obama Yahudi oylarının yaklaşık yüzde yetmişini aldı. Ki eğer İsrail-Arap mücadelesinde uluslararası görüşleri organize etmeye çalışsa ve şu anki bulunduğu pozisyonun aksi yönünde konuşsa bu oyların bir kısmını kaybedebilirdi. Bununla birlikte, yönetimde bulunan bazı tecrübeli isimler bu politik tutumlarını içselleştirmiş durumdalar ve daha ötesini düşünemiyorlar. Mesela beş başkan ile birlikte çalışmış olan Dennis Ross hala bu konuyla alakalı marjinal düşüncelere sahip olabiliyor.

Obama’nın düşünceleri ise öyle çok gizemli değil. O’nun politik yuvasının Chicago’nun güney kıyısında bulunan, hem Filistinlilerin yaşadığı acıları ve trajedilerini hem de 2. Dünya Savaşı sonrası bir İsrail Devleti kurulmasının gerekliliğini kavrayabildiği ve liberal Siyonist ve Filistinli akademisyenleri tanıdığı bir yer olan Hyde Park olduğu biliniyor.

Ancak Obama bu konuyla ilgili olarak bazı hatalar yaptı. Bu hatalardan birisi 2009 yılında Kahire’de yapmış olduğu tarihi konuşmanın ve arkasından Kudüs’e yaptığı ziyaretin devamını getirmemesiydi. Eğer bu sorun İsrail’in iç politikası haline getirilirse, Obama kendisini muğlak bir pozisyonda bulacaktır. Diğer taraftan sağ görüşlü İsrailliler için Obama’nın ırkı ve daha da önemlisi orta ismi (Barack Hüseyin Obama ismini kastediyor. ç.n.) sürekli bir şüphenin oluşmasına neden oluyor. İsrail’e yönelik gündemde barış planının da bulunduğu bir gezinin düzenlenmesi hem uluslararası desteğin kazanılmasında hem de Amerikan çıkarlarının izah edilmesinde faydalı olabilir. Filistin sorunu sadece İsrail’in iç sorunu değildir, uluslar arası bir sorundur.

Obama’nın ortaya koyacağı böyle bir planın önemi Netanyahu’nun kabul etmesine bağlı değildir. Güçsüz olan ve kendi içlerinde sorunlarla boğuşan Filistinli liderler de bu plana hemen sahip çıkmayabilirler. Tam tersine, Birleşik Devletler için önemli olan bu planın “Büyük İsrail” tarafından desteği ile ayakta duramayacağını, yazar Bernard Avishai’nin söylediği gibi İsrail’in izole edilmesinin ortaya koyacağı müthiş kaybı anlayan ve Filistin Devleti’nin ahlakî gerekliliğini kabul eden “Küresel İsrail” tarafından desteklenmesi gerektiğini anlatmalıdır. Hatta Obama İsrail’in güvenliğini vurguladığı gibi, ciddi bir ilerleme kaydedecek antlaşma olmadan durumun daha da kötüleşebileceğini, şiddetin tekrardan artabileceği gerçeğini de vurgulamak zorundadır.

İsrail tarihinin mitlerinden bir tanesi de 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda ortaya çıkan ve birkaç sol görüşlü entelektüel tarafından dillendirilen Filistin topraklarının işgalinin uzatılmasının ahlakî ve siyasi bir felakete sebep olacağıdır. Ama savaş sonrası toplanan meclis kayıtları gerçeğin bunun tam tersi olduğunu gösteriyor. O dönem ki Adalet Bakanı Yaakov Shimson Shapira’nın ifadeleri şu şekilde: “Tüm dünyada sömürgeleştirme politikasının sona erdiği bir zamanda ağırlıklı olarak Arapların yaşadığı bir bölgeyi elde etmeyi düşünebilir miyiz? Yine bu durumda kendi savunma ve dış politikamızı kontrol edebilir miyiz? … Bunu kim kabul edecek ki?”

Kesinlikle hiç kimse… Eğer Amerika İsrail için faydalı bir müttefik olacaksa, bu İsrail’in açıklığına bağlıdır. Ve yine bu İsrail ve dünyanın Filistin halkına bir ulus borcu olması kadar önemlidir.

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa …

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.
 
 
 

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor! 

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin