RSS Feed for This Post

Yine AKP, yine AKP, ya sonra?

Okan Kemal

12 Haziran günü yine seçim var. Henüz resmen karar alınmadı; önümüzdeki günlerde alınır. Ama bu tarih muhtemelen değişmez. Zira okulların kapanmasından sonraki Pazar’a denk geliyor. İnsanlar tatile çıkmadan oylarını kullanabilecekler böylelikle; 2007 Temmuz’undaki sıkıntılar yaşanmayacak. 

Seçim yapılıyor yapılmasına da hemen hiçbir yerde bir heyecan emaresi ya da coşku yok. Sonuç dünden belli zira. 8 yılı aşkın süredir başımızda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) çok büyük ihtimalle ve olağanüstü bir şey olmadığı sürece yeniden tek başına iktidar olacak. Burada önemli olan AKP’nin alacağı oydan ziyade kaç milletvekili çıkaracağı. Daha doğrusu tek başına yeni bir anayasa oluşturacak güce sahip olabilecek mi? Esas sorulması lazım gelen soru bu.  AKP’nin tek başına anayasa yapacak güce gelmesi biraz da -son zamanlarda yapılan anketlerde durumu sallantıda görülen- Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) performansına bağlı. MHP’de bir seçmen kayması olduğu söyleniyor. Buna göre MHP seçmeninin bir bölümü AKP’ye bir bölümü ise CHP’ye ya da başka partilere kaymış. Bu açıdan bakıldığında MHP’nin %9 ila 12 arasında bir oy alacağı anlaşılıyor. Tabii, %9’da kalırsa işte o zaman AKP’nin tek başına anayasa yapacak çoğunluğa ulaşması kolaylaşıyor. Bu durumda,  barajı aşacak diğer parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) de milletvekili sayısı artıyor. Dolayısıyla 2011 seçimlerinin kilit partisi MHP olacak. CHP, Kılıçdaroğlu ile çok büyük bir sıçrama yapmış gibi görünmüyor. Ancak, Baykal’dan dolayı CHP’ye oy vermekten kaçınmış bazı kimselerin de eklenmesiyle CHP’nin %27’yi zorlaması muhtemel. CHP, % 24 ila 27 arasında görünüyor. Öte yandan, normalde %7’ye yaklaşan oyu olan Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP), bağımsız adaylarla seçime gireceği için, alacağı oylar %4 ila 5 seviyesinde görülüyor. Geriye kalan siyasi partilerse %0.1 ila %2 arasında oy alacağa benziyorlar. Bu çerçevede, geriye kalan oylar bazında değerlendirildiğinde, AKP’nin oyları %46 ila %51 arasında olacak gibi. Ama, başta da belirttiğimiz gibi önemli olan alınan oydan ziyade çıkaracağınız milletvekili sayısı. 

 

Her halükarda AKP’nin yeniden tek başına iktidar olacağı çok açık. Yeni bir anayasa yapmak için gerekli sayıyı ya az farkla alacaklar ya da az farkla ıskalayacaklar. Yani anlayacağınız yeni bir 4 yıllık AKP iktidarı bekliyor bizi. Peki, kimilerine göre siyaseten ve iktisaden “istikrarlı” olarak değerlendirebilecek olan bu tek partili durum, sağlıklı bir demokrasiye ve çoğulculuğa mı tekabül etmektedir? Bence “Hayır”. AKP‘nin sürekli oylarını artırması; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar yapılan seçimlerde en büyük başarıyı elde etmesi (hatta Demokrat Parti’yi bile geride bırakması), halkın tercihinin yansıması ve toplumun çeşitli kesimlerinin taleplerinin iktidara taşınması şeklinde görülebilir. Ancak, tek başına-açık ara farkla ve alternatifsiz götürülen bir devlet yönetimi, yapılan yanlışların görülmediği; hatada ısrar edildiği ve sonunda duvara toslayan bir yapıyı da karşımıza çıkarabilir. Nitekim, AKP’nin bugünkü konumu ve Haziran sonrası ortaya çıkacak siyasi ortam, tam da bu söylediğimizi yansıtmaktadır. AKP, adeta sahada tek kale maç yapan; dolayısıyla kaybedeceği pek bir şey olmadığı için topla istediği gibi oynayan; topu istediği zaman kaleye, istediği zaman dışarı atan; kendi kendine antrenman yapan bir futbol takımını andırmaktadır. Hal böyle olunca, AKP sahanın tek hâkimi olarak istediğini açık tribüne; istediğini kale arkasına; istediğini ise şeref tribününe oturtmakta; oyunun kurallarını değiştirebilmekte; maçı 2 dakika erken ya da geç bitirebilmekte; dilediğine sarı kart, dilediğine ise kırmızı kart gösterebilmekte; hatta dilediğine 3 ya da 5 maç ceza verebilmekte, hatta futbol oynamaktan men edebilmektedir. Yani, AKP, sahada aynı zamanda hem kendi başına oynayan bir futbol takımı; hem bir hakem; hem de Futbol Federasyonu gibidir. Ortaya çıkan bu tekli yapı, kuşkusuz sadece AKP’den kaynaklanan bir durum değildir. AKP’nin karşısında muhalefet yapamayan ve alternatif siyaset üretemeyen, bunun yerine statükoya sarılarak ayakta kalmaya çalışan CHP-MHP ikilisi, AKP’nin sahada tek başına kalmasının asıl müsebbibidir. Durum böyle olunca da, AKP, oylarını artırarak güçlenmekte; Avrupa Birliği-Demokrasi-Özgürlükler gibi konulara istediği zaman hız verip, istediği zaman bunları sürüncemede bırakmakta ve ortaya bir nevi halkın oyuyla seçilen zorunlu “Monokrat” bir yapı çıkmaktadır. Alternatifsiz olduğunu bilen bir iktidar gitgide yozlaşır; yozlaştığını da göremez. Hatta, bu iktidara destek verenler de o iktidarla beraber yozlaşırlar ve yozlaştıklarını anlamadan başkalaşırlar. Peki, gelişmiş Liberal Batı Demokrasilerinde mevcut durum nasıldır; buralarda da alternatifsiz tek parti yönetimleri mi vardır; yoksa iktidarda olanlar, hata yaptıkları vakit kendilerinin yerini alacak alternatif bir muhalefet korkusuyla adımlarını daha bir dikkatli mi atmaktadırlar?

 

Gelin, Avrupa’dan başlayalım turumuza. AB’nin en büyük ülkesi olan Almanya’da öteden beri, diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi (bizde olmayan ya da sakil duran) sağlıklı ve oturmuş bir Merkez Sağ-Merkez Sol yapılanması vardır. Kendisini yenilemeyen Sağ ya da Sol, iktidardan gitmekte; iktidara gelenlerse hata yaptıklarında sonucun kendileri aleyhine ağır olacağını bilmektedirler. Almanya’da yapılan son seçimlerde Hıristiyan Demokrat Birlik-Hıristiyan Sosyal Birliği (Merkez Sağ) % 33.8 oy almış; buna karşılık, daha önce iktidarda olan ve son seçimlerde oy kaybeden Sosyal Demokrat Parti %23 oy almıştır. Aradaki fark %10’dur ancak Merkez Sağ birlik hata yaptığında yerini dolduracak olan bir Sosyal Demokrat muhalefet vardır. Nitekim Sosyal Demokratlar bir önceki seçime göre %11 civarı oy kaybetmiştir. Yani bir alternatif riski her zaman olmuştur. Ayrıca, iktidarı paylaştığı Liberal Hür Demokrat Parti’nin son seçimlerde oylarını %14.6’ya çıkardığı düşünülürse, alttan başka bir alternatifin daha geldiği görülmektedir. AB’nin diğer lokomotifi Fransa’ya geçtiğimizde Halk Hareketi Birliği adlı Merkez Sağ partinin %39.54; Sosyalist Parti’ninse %24.73 olduğunu görürüz. Ancak, Fransa’da ittifaklarla seçime girildiği dikkate alındığında, Merkez Sağ partilerin ittifakı toplamda %45.58; Sol partilerin ittifakı ise toplamda %35.56 oy almışlardır. Yani arada %10 fark vardır ve zamanla kapanmayacak bir fark değildir. Geçtiğimiz yıl 1997’den bu yana süren İşçi Partisi iktidarının el değiştirdiği Britanya’da Muhafazakar Parti, %36.1; İşçi Partisi ise %29.0 oy almışlardır. Aradaki fark sadece %7’dir. Bu iki partinin ardından bir de %23 oyuyla Liberal Demokratlar gelmektedir ki; Britanya pek alternatifsiz görünmemektedir. İtalya’da adı skandallarla eşdeğer Berlusconi’nin ittifakı %46.81 oy almışken (kendi partisi %37.39 oy almıştır);  Sol ittifak %37.54 oy almıştır. Arada yine %10’luk fark olsa da Berlusconi’nin Özgür Halk Partisi ile solun en büyük partisi Demokrat Parti arasında sadece %6’lık fark vardır. İspanya’da ise iktidardaki İşçi Partisi’nin oyu %43.87; muhalefetteki Merkez-Sağ Halk Partisi’nin oyu ise %39.94’tür. Yani, arada %4’e ulaşmayan bir fark vardır. Portekiz’de de durum farklı değildir. Sosyalist Parti’nin oyu %36.56 iken; Merkez-Sağ Sosyal Demokrat Parti’nin oyu %29.11’dir.  Biraz kuzeye çıktığımızda, İsveç’te ise tam bir başa başlık söz konusudur.  Solcu Sosyal Demokrat-Yeşiller ittifakının oyu geçen yılki seçimlerde %30.66 iken (112 milletvekili); sağdaki Ilımlı Parti-İttifak Partisi birlikteliğinin oyları % 30.06’dır (107 milletvekili). Parti başkanlarının çoğunun kadın olduğu Norveç’te, İşçi Partisi %35.4; Merkez-Sağcı İlerici Parti (Başkanı kadın) %22.1; Muhafazakar Parti (başkanı kadın) ise %17.2 oy almışlardır.  Hollanda’da ise güçlü bir siyasi tablo bulunmamakta; hatta bir bölünmüşlük göze çarpmaktadır. Özgürlük ve Demokrasi Partisi, %20.4; İşçi Partisi %19.6; Özgürlük Partisi %15.5; Hıristiyan Demokratlar ise %13.7 oy almışlardır. Hollanda’dakine benzer bir dağınıklık, Avusturya, Belçika ve İsviçre’de de söz konusudur.  

Yapılan son ankette her iki kişiden birinin seçim istediği komşumuz Yunanistan’da, 2009 seçimlerine göre, Merkez-Sol PASOK, %36.64;  Merkez-Sağ Yeni Demokrasi ise % 32.29 oy almışlardır. Yaşanan ekonomik kriz ve aradaki farkın azlığı; mevcut iktidarı korkutmakta ve PASOK alternatifsiz görünmemektedir. AB’ye yakın zaman önce üye olan Romanya’da da bir alternatifsizlik söz konusu değildir. Demokrat Liberal Parti, %32.44; Sosyal Demokrat+ Muhafazakâr İttifakı, %31.15 oy almışlardır. Ufak bir Baltık ülkesi olan Estonya’da Liberal Estonya Reform Partisi %27.8; Merkez Partisi % 26.1; Vatanseverler ve Cumhuriyetçiler Birliği ise %17.9 oy almışlardır. Özellikle Reform Partisi’nin kısa sürede oyunu %10 oranında artırdığı düşünülecek olursa; Estonya’da da iktidar çok alternatifsiz değildir. Öte yandan Polonya’da Merkez Sağ Sivil Platform %41.51; Milliyetçi-Muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi ise %32.11 oy almışlardır. Eski bir komünist ülke olan Polonya’da Solcuların oyu ise %13.15’tir. Dolayısıyla Merkez-Sağın alternatifi yine Sağ’dır. Ancak alternatifsizlik söz konusu değildir. Yine eski Doğu Bloğu ülkelerinden Çek Cumhuriyeti’nde Sosyal Demokrat Parti, %22.08; Sivil Demokrat Parti, %20.22; Muhafazakâr-Liberal TOP 09 Birliği %16.70 olup; eski komünist ülkede Komünist Parti’nin oyu ise %11.27’dir. Bir miktar dağınıklık olsa da; farklı alternatifler geliştirilebilmektedir.

 

Avrupa dışında da benzer örnekler göze çarpmaktadır. Örneğin köklü bir demokrasiye sahip Hindistan’da öteden beri sürekli, bir şekilde iktidarda olan, Hindistan’ın en büyük partisi Kongre Partisi, Birleşik İlerici İttifak ile birlikte %35.4 oy almışken; sağcı Janata Partisi-Ulusal Demokrat İttifakı ise %33.3 oy almışlardır. Aradaki oy farkı yalnızca %2’dir. Liberal Demokrat Parti’nin uzun yıllar iktidarda kaldığı ve yine köklü bir demokratik geleneğe sahip Japonya’da ise Merkez-Sol Demokrat Parti, %38.9; Merkez-Sağ Liberal Demokrat Parti ise %33.38 oy almışlardır. Liberallerin uzun yıllar süren iktidarı artık kaybolmuştur; ancak Liberaller bir yanda da ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Güney Kore’de ise Büyük Ulusal Parti %37.48; Birleşik Demokrat Parti ise %25.17 oy almışlardır. Arada kapanmayacak kadar büyük bir uçurum yoktur. Avustralya’da da benzer durum devam etmektedir. Muhafazakâr Avustralya Liberal Partisi, son seçimlerde % 30.46 oy alıp, iktidarı %37.99 oy alan İşçi Partisi’ne devretmiştir. Şu an muhalefettedir; ancak bir iktidar alternatifidir. Peronist geleneğe sahip, darbeler ülkesi Arjantin’de Solcu Peronistlerin oluşturduğu partiler %30.80 oy almışken; Radikal ve sol partilerden oluşan Sivil ve Sosyal Mutabakat, %28.94 oy almıştır. Buna karşılık sağcı Peronistler ise %17.70 oy almışlardır.  Japonya’daki Liberal Demokrat Parti gibi uzun yıllar iktidarda kalan Meksika’nın Kurumsal Devrimci Partisi, yaptığı ittifakla ancak %28.18 oy almış; buna karşılık Sol koalisyon (Herkesin İyiliği İçin Birlik) %28.99; Merkez-Sağ Ulusal Hareket Partisi ise, %33.41 oy almıştır. Meksika, üç temel hareket bazında ilerlemektedir ve iktidar, alternatifsiz değildir.  

 

Genel itibariyle, dünyadaki köklü demokrasilerin ve yeni demokrasilerin 2011 itibariyle panoraması yukarıdaki gibidir. Liberal Demokrasiyi özümsemiş ülkelerde bir parti halkın %40’ından fazlasının oyunu alsa da, onu takip eden parti genel olarak %30’un üstünde oy almakta ve aradaki fark en fazla %10 civarında seyretmekte ve siyasi manzara zamanla tersine dönebilmektedir. Hatta, Almanya ve Britanya’da Liberallerin yaptığı gibi üçüncü bir alternatif de ortaya çıkabilmektedir. Bunun dışında, Merkez Sağ ya da Sol bir parti (ya da ittifak) %5 civarı (ya da daha az) bir oyla iktidardayken yine Merkez Sağ ya da Sol şeklinde güçlü bir muhalefet bulunmaktadır. Kimi ülkelerde ise, Türkiye’de 1995-1999 seçimlerinde olduğu gibi,  oyu en yüksek parti, %20 civarında seyretmekte ve partilerin oyları birbirine yakınlık arz etmekte; alternatif bol olduğu gibi bir yandan da bir kargaşa söz konusu olmaktadır. Buna karşın, Türkiye’dekine benzer bir açık ara iktidarı ve alternatifsizlik, son dönemlerde Macaristan’da ortaya çıkmıştır. Macar Sivil Birliği Fidesz, Nisan 2010’daki son seçimlerde %52.73 oy almıştır. En yakın rakibi Macar Sosyalist Partisi ise %19.3’te kalmıştır. Bir diğer muhalefet ise “Daha İyi bir Macaristan” hareketi olup, bu hareketin oyu, %16.67’dir. Macaristan’ın Sosyalist sistemle yönetildiği yıllarda kurulan ve özgürlükçü bir çizgi çizen Fidesz zamanla Muhafazakâr bir hale gelmiş, toplumu da Muhafazakârlaştırma sürecine girmiştir. Macaristan da Türkiye gibi şu an güçlü bir muhalefet çıkaramamaktadır. Ancak, zamanla dengelerin bu ülkede de ne şekilde değişeceğini bilemeyiz. Yukarıda saydığımız tüm bu ülkelerin, ister gelişmiş Kapitalist Batı ülkeleri olsunlar isterse sonradan Demokrasiye geçmiş ya da dönmüş ülkeler olsunlar; Türkiye’den temel farkları, zamanla güçlü bir Merkez Sağ ve Sol oluşturabilmiş olmalarıdır. Nitekim, iktidar alternatifi olmak da bu ideolojik gelenek üzerinde şekillenmektedir. Türkiye ise, farklı bir yol takip etmiştir. Batı’daki gibi bir Sağ ve Sol bizde aslında hiçbir zaman olmamıştır. Bizde Cumhuriyetle hızlanan Modernleşme ve Modernleşmenin ideolojisi olarak (Sağ ve Solu içeren üst bir ideoloji şeklinde) Kemalizm, yukarıdan dayatılmış; Sağ ve Sol adıyla Kemalizm’in Sağ ve Sol’u olan hareketler çıkmış; Kemalizm’in dışarı ittiği (daha ziyade dindar) kesimler ise zamanla güçlenerek,  siyasetin bittiği noktada AKP olarak tek başlarına iktidarı teslim almışlardır. Bugünkü siyasi tabloda bir tarafta bir zamanların bu merkez dışı güçlerinin (artık merkezde yer alan) desteklediği “Mukaddesatçı-Muhafazakâr” AKP; diğer yanda ise AKP’ye karşı bir alternatif teşkil etmeyen; kendisini yenileyemeyen ve olduğu yerde saymaya devam eden “Tutucu” CHP ve onun bir türevi olan MHP vardır. Yani AKP “Muhafazakârdır”; CHP ise “Tutucudur” diyebiliriz. Türkiye, alternatifini yaratamamıştır. AKP, tek başına kalmış; rakipleriyle arasındaki farkı açarak ilerlemeye devam etmektedir. Türkiye’de siyaset alternatifsizleşmiş ve tekleşmiştir. Bu da sağlıklı ve sürdürülebilir bir demokrasiyi gitgide zora sokmaktadır. Haziran 2011 seçimleri, siyasetteki bu tekleşmenin daha da derinleştiği bir seçim olacaktır.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Mar 2, 2011 | Reply

    Çok aydinlatici bir makale. Başka demokratik ülkelerde neden hükümetin bir alternatifinin oldugunun nedeni muhafeletinde üstüne sorumluluk aldigindan ileri gelir. Türkiyedeki mevcut olan Muhalefetin bir sorumluluk alma kültürü yok. Yurt disinda T.C Hükümetini yabancilara şikayet edenden ne beklersin. Ticari baglar kurmak için ülke ülke dolaşan bakanlari eleştiren sözde Milliyetçi Partiden ne beklersin.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin