RSS Feed for This Post

Mısırlı Gibi Yürümek

Okan Kemal

“Melekler gelince, şeytanlar kaçar” (Mısır Atasözü)

Orta Doğu’nun bir dönemler yedi düvele meydan okuyan rejimleri, Süheyl Batum’un ifadesiyle ne kadar da “kâğıttan kaplanmış”!. Baksanıza, Tunus’ta bir öğrencinin kendisini ateşe vermesiyle başlayan yangın, Mısır’a sıçradı ve 18 günlük halk direnişi ardından; bir süre görevi bırakmamakta ısrar eden Mübarek, daha fazla dayanamayıp, çekip gitti. Oysa ki, en son 2005 seçimlerinde %88.6 oy almıştı. Ancak, toplumun geniş kesimleri tarafından kabul görmüyordu Mübarek; ülkeyi bir korku imparatorluğuyla yönetmekteydi. Zaten 2005 seçimlerine katılım da %22.9 gibi komik bir seviyedeydi. Mısır’da 1952 yılındaki subaylar darbesiyle, monarşi alaşağı edilmişti. Yerine, bir çok Arap ülkesinde olduğu gibi, Arap Milliyetçiliği ve Sosyalizminin bir karması olan Baasçı bir Cumhuriyet kuruldu. Rejimin ilk önemli lideri karizmatik Cemal Abdelnasır idi. Abdelnasır, yeni rejimi tesis eden; Batı’ya meydan okuyan; Dünya’nın ikiye bölündüğü Soğuk Savaş ortamında Tito ve Nehru ile beraber “Bağlantısızlar” hareketini oluşturan; ABD’ye ve Batı’ya karşı zamanla Sovyetler Birliği’ne yaklaşan ve İsrail’i tehdit eden bir siyasi figürdü. Kuşkusuz Mübarek’e göre çok daha popüler bir liderdi. Ancak, bir yandan da Mısır toplumu içindeki farklı ses ve yaşam biçimlerini bastırmaktan geri durmadı. Rejimini, demokratik bir cumhuriyetten ziyade Baasçı bir tek adam cumhuriyetine doğru götürdü. Bu rejim Enver Sedat döneminde de yörüngesini Batı’ya çevirerek devam etti. Sedat’ın Müslüman Kardeşler Örgütü tarafından öldürülmesi ardından başa geçen Mübarek ise, otuz yıllık iktidarı döneminde Soğuk Savaş’ın bitişine; 11 Eylül sonrası döneme; Arap-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesine şahitlik etti. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ardından eski Sosyalist ülkeler kapitalistleşmeye; bunların Avrupa’daki uzantıları Avrupa Birliği’ne katılmaya; diğerleri ise renkli devrimlerle rejim değiştirmeye başladılar. Bu dalga uzunca bir süre, Dünya’nın en sıkıntılı bölgesi olan Orta Doğu’ya etki etmedi. Ancak Tunus ile başlayan domino etkisi, kısa sürede etrafa yayılmaya başladı. Bu durumu gören bazı Orta Doğu ülkeleri ise, önceden tedbir alarak, mevcut hükümetleri ya da sevilmeyen bakanları değiştirmeye başladılar.    

 

Dolayısıyla, Mübarek, aslında oluşan bu yeni dalga ve konjonktürün kurbanı. Başka bir ifadeyle; bu tür halk hareketleri, Soğuk Savaş döneminde olsa ya da daha evvel benzerleri olmasa, büyük ihtimalle çok kanlı bir şekilde bastırılırdı ya da hemen hemen kimse bu tip kitlesel hareketlere cesaret dahi edemezdi. İşin ilginç yanı, askerin müdahale etmediği bu kitlesel direnişin, Mısır’ın tek bir kesiminin hareketi de olmamasıdır. Hareketin içinde Mısır’ı oluşturan hemen her kesimden insan vardır. Hatta, Mısır’da 1920’lere kadar giden bir tarihi olan Müslüman Kardeşler bile bu harekete sonradan dâhil olmuş; hatta büyük ölçüde hareketin dışında kalmayı yeğlemiştir. Neticede, bir zamanlar devrilmesi mümkün dahi olmayan bir lider ve rejim birkaç haftalık bir direnişin ardından yerle bir edilmiştir. Aslında Mısır’da biten 1952 darbesinin Militer-Baasçı Cumhuriyeti’dir. Bu gelişme diğer Baasçı ya da buna benzer rejimlerin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Arap dünyası ciddi bir dönüşüme hazır olmak durumundadır. Ancak bu dönüşümün hangi Arap ülkelerini kapsayacağı ve hangilerinde bir yankı yaratamayacağı da iyi tahlil edilmelidir. Bugün, Arap coğrafyasında iki tür rejim vardır. Bunlardan ilki, eskiden Krallıkla yönetilen ve daha sonra Baasçı subayların darbesiyle devrilen ve Cumhuriyet ilan eden; ancak bu Cumhuriyetin içini demokrasiyle dolduramayan ve bugün artık daha fazla gitmeyen rejimler; diğerleriyse Krallıkla ya da Emirlikle yönetilen monarşilerdir. Toplumun yöneticilerine bakışları da ülkeden ülkeye değişmektedir. Baasçı Cumhuriyetlerde ciddi bir baskı ve otoriterlik sezilmekte; çoğu monarşide de halk ciddi bir ekonomik sıkıntı içinde hayatını sürdürmektedir. Buna karşılık, bazı körfez ülkelerinde (Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi) halkın milli geliri yüksek düzeydedir ve toplumun kendisini yöneten monarşilerle pek bir sorunu görünmemektedir. Öte yandan örneğin ABD’nin uzunca bir süre desteklediği Suudi Arabistan’ın bu yeni dalgadan ne şekilde etkileneceği de belirsizdir. Suudi Arabistan, uzun yıllardır Vahabi anlayışıyla, toplum ve özellikle kadınlar üzerinde ciddi bir baskı rejimi tesis etmiştir. Dolayısıyla, demokratik taleplerin bu ülkede aslında bir yönetim değişikliğini beraberinde getirmesi gerekir. Ancak, bunun olacağına dair şu an bir belirti söz konusu değildir. Zira toplum, bastırılmış ve sindirilmiştir. Öte yandan; Arap ülkelerinin birbirinden önemli bir farkı da geçmişte kısa da olsa bir demokrasi ve çoğulculuk geleneklerinin olup olmamasıdır. Bu noktada Mısır, özellikle 1924-1950 yılları arasında tam bir “Liberal deneyimin” yaşandığı demokratik bir ülke olmuştur. O dönemde çok partili hayat ve çoğulculuk hüküm sürmüş; örneğin azınlık konumundaki Kıptiler rahatlıkla mecliste temsil edilmişlerdir. Bu demokratik çoğulculuk, Baasçı Cumhuriyet döneminde tekleştirilmiş; tek lider ve ideoloji anlayışıyla Mısır toplumu altmış yıl baskı altında tutulmuştur. Dolayısıyla, geçmişten gelen demokratik gelenek ve Meclis geleneği, Mısır’ın kitlesel hareketlerinde etkili olmuştur. Doğal olarak yeni rejimin de, bu çoğulcu yapıyı yansıtacak şekilde tesis edilmesi gerekir. Burada, sanırım en temel korku, Müslüman Kardeşler Örgütü’nün diğer gruplara galebe çalarak, Mısır’ı İslami bir yönetime götürmesi riskidir. Nitekim 1979 İran Devrimi’nde Şah idareden uzaklaştırılırken, İran toplumunun Solcuları, Liberalleri, Demokratları Devrim’in gerçekleştirilmesinde etkili olmuş; ancak zamanla Mollalar diğer kesimleri bastırarak, bugünkü totaliter rejimi oluşturmuşlardı. Dolayısıyla monarşiden demokratik cumhuriyete değil İslami cumhuriyete geçilmiştir. Determinist bir bakışla ilk etapta aynı durumun Mısır’da da yaşanabileceğini söyleyebiliriz. Ancak burada, dönemler arası farklılık ve Batı’nın duruşu ve demokratik deneyimlerini Mısır’la paylaşma ihtimali ve de bugün tüm dünyayı etkileyen teknolojik devrimin (Facebook-Twitter vs.) Mısır’ı ister istemez açık bir topluma itmesi unutulmaması gereken faktörlerdir.

 

Bu kitlesel dalga, kuşkusuz artarak devam edecektir. Arap coğrafyasının rejimlerinde ciddi değişiklikler olacaktır. Tunus ve Mısır’da gerçekleşen olaylar, domino etkisi yaratarak diğer Arap ülkelerine de sıçrayacaktır. Bu, kaçınılmazdır. Burada önemli olan bu kitlesel hareketler sonunda oluşacak demokratik rejimlerin devam edip etmemesi; yeni rejimin, halkın zamanla rejimden soğumasına sebep olacak şekilde dış etkilere ne ölçüde açık olacağı ve en önemlisi de “Sürdürülebilir” olup olmayacağıdır. Kuşkusuz, teknoloji devriminin yeniden şekillendirdiği bir dünyanın dışında kalmak; kendine setler ve sınırlar çekmek; kendi içindeki insanları baskı altına alarak; “bana karışmayın” tarzı bir tam bağımsızlıkçılıkta ısrar etmek, çağın gerisinde kalmakla eşdeğerdir. Orta Doğu, küresel dünyanın en sorunlu bölgesidir. Bölgede İsrail-kendi arasında anlaşamayan- ‘Bölünmüş’ Arap Dünyası ve İran olmak üzere üç ayrı güç unsuru vardır. İsrail ile bu üç güç unsuru arasındaki gerilimler, tüm dünyayı tehdit etmektedir. Dünya’da bugün Orta Doğu dışında çok da problemli bir bölge yoktur. Örneğin bir dönem ciddi bir sorun olan Balkanlar’da hatta Kafkasya’da bile bugün bir savaş ihtimali ortadan kalkmış durumdadır. Bugün bir savaş çıkarsa çok büyük ihtimalle Orta Doğu’da çıkar ve etrafa yayılabilir. Dünya tarihi, savaşlar tarihidir. Dünya tarihinde demokratik iki ülkenin savaştığına dair bir örnek yoktur. Özellikle Soğuk Savaş döneminde ülkeler arasında sınırlarla ilgili gerilimler olmuştur; ancak demokratik rejimlerin birbiriyle savaştığına pek rastlanmamıştır. Dünya savaşları da demokratik olmayan rejimler tarafından başlatılmış ve demokratik rejimlerle demokratik olmayan rejimler arasında olmuştur. Örneğin insanlığa büyük acılar veren 2. Dünya Savaşı, iki totaliter ülke olan Almanya ve SSCB’nin Polonya’ya saldırması sonucu patlak vermiştir. Dolayısıyla, sürdürülebilir ve çoğulcu bir demokrasiye sahip; dünyalaşan; dünyanın geriye kalanıyla irtibat ve yakınlaşma halinde olan bir Orta Doğu aynı zamanda barışçıl ve huzurlu bir Orta Doğu ve Dünya anlamına gelecektir.  Zira, Orta Doğu insanı, demokrasiyi, özgürlükleri ve refahı en az gelişmiş Batı ülkesi insanları kadar hak etmektedir.  Orta Doğu insanı, insan gibi yaşamaya layıktır. Oluşan bu yeni süreçte de bunu düşünerek hareket etmesi gerekir. Bu noktada Mısır iyi bir örnek ve model olarak değerlendirilebilir. Başta Batı dünyası olmak üzere, tüm demokratik geleneğe sahip ülkeler, Mısır’ın sağlam ve sürdürülebilir bir demokrasi kurmasına yardımcı olmalıdırlar. Türkiye de bu noktada mevcut modeli ve yapısıyla, kendi rejimini empoze etmeden katkı sunabilir. Mısırlıların demokrasi yürüyüşü, tüm Orta Doğu’ya örnek teşkil edebilir. Nitekim, etkileri Yemen, Ürdün ve Libya’da başlamıştır. Arap ülkelerinden farklı olarak, Orta Doğu’nun en zor rejim değiştirecek ülkelerinden olan İran’da bile yankılar uyandırmaya başlamıştır. 1980’lerde The Bangles adlı grubun “Walk Like an Egyptian” (Mısırlı gibi Yürümek) diye bir şarkısı vardı. Şarkının bir yerinde:  “Pazardaki çocuklar bağırıyor hep bir ağızdan: Mısırlı gibi Yürümek” diye bir bölüm vardı. Bölgedeki çocuklar da, Mısır halkının gerçekleştirdiği devrimi hep bir ağızdan “Mısırlı gibi Yürümek” şeklinde haykırabilir. “Mısırlı gibi Yürümek”, Orta Doğu’da kitlesel hareketle demokrasi kurup; bu demokrasiyi sürdürülebilir kılma yürüyüşü olabilir; ve Orta Doğu’da bundan sonraki kitlesel demokrasi hareketleri, “Mısırlı Yürüyüşü” olarak anılabilir. Bekleyelim de görelim bakalım…..

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa …

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.
 
 
 

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor! 

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin