RSS Feed for This Post

Sokakta yaşayan çocuklar (2)

Adı:                 Yusuf Ahmet Kulca

Mesleği:          Pedagog. Gazeteci. Ayvansaray Çocuk Bakım İstasyonu’nda çalışıyor.

Yaşı:                50

 

Şeyma Tamer:  Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Bu tarz bir çalışmada yer almaya nasıl karar verdiniz? Neden sokak çocukları?

Y.A.K.  15 Ocak 1961 yılında Keşmir’de dünyaya geldim. Babam da Çin Halk Cumhuriyeti Uygur-Sincan Özerk bölgesinden Keşmir’e göç eden ailelerden ve ben orda dünyaya geldim, 7 yıl kaldım aşağı yukarı Keşmir’de. Ama vatansızlık, çünkü Hindistan hükümeti bize vatandaşlık vermeyince uzun bir süre geçti. En son Birleşmiş Milletler ve T.C. hükümetinin desteğiyle 200 Türk ailesi 1969 yılında Türkiye’ye göç ettik. İstanbul’a geldik, İstanbul’da Zeytinburnu’nda bir devlet misafirhanesinde bir sene kadar kaldık.

13 Türk ailesine devlet o zamanki kanunla 6972 sayılı Korumaya Muhtaç Çocuklar kanununa göre çocuklarınıza bakamazsınız gerekçesiyle bizleri çocuk esirgeme kurumuna aldılar. Biz üç erkek kardeştik, en küçük kardeşim 2,5 yaşında olduğu için onu Kasımpaşa Çocuk Yuvasına, ortanca kardeşimle beni Kartal Yakacık’ta bulunan Hatice Abbas Halim Yetiştirme Yurdu’na verdiler. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi ben çocuk esirgeme yurdunda bitirdim.

4 Eylül 1981 yılında yaşım 18’i doldurduğu gerekçesiyle ve üniversite sınavını kazanamadığım nedeniyle yurtla ilişiğim kesildi. O dönemde 3 yıl değişik yerlerde sokaklarda bir yaşantım var. Sonra askere gittim geldim. Şu anda karşınızda bir pedagog olarak, bir gazeteci olarak, bir derneğin kurucusu olarak, evli ve 15 yaşında bir kız çocuk babası olarak bulunuyorum.

Bu işe nasıl karar verdim? Aslında çocuk esirgeme kurumunda yaşarken, içinde bulunduğum şartları gördüğüm için onları değiştirmek gibi bir niyetim vardı. İlerde okursam belli bir yere gelirsem, çocuk esirgeme kurumunun birçok yapısını değiştirmek gibi bir beklentim umudum vardı. Kafamda böyle bir çalışmayı yürütüyordum. Ama ne zamanki üniversiteyi kazandım, sokaklarda yaşayan çocuklarla tanışmaya başladım, onları yakından tanıyınca bu fikrimden vazgeçtim. Çünkü çocuk esirgeme kurumunda yaşayan çocuklar daha şanslılardı. Sokakta yaşayanların daha şanssız çocuklar olduğunu gördüm ve o nedenle tercihimi değiştirdim. Sokakta yaşayan çocuklarla çalışmayı bu nedenle seçtim.

Ş.T. Sokak çocuğunu tanımlar mısınız? Sizce kimlere sokak çocuğu denir?

Y.A.K.  Birçok tanım var ama halkında anlayabileceği bir dilde, aileleriyle problemler yaşayan, 24 saat sokakta yaşayan, geçimini sokaktan sağlayan çocuklara ve evden kaçan çocuklara sokaklarda yaşayan çocuklar diyorum.

 

Ş.T. Sokaklarda yaşamalarının sebepleri neler? Ebeveynleri tarafından terk edilmeleri mi, başka sebepler mi?

Y.A.K.  Terk edilme çok nadir yaşanan bir durum ama genelde aile problemleriyle bu durum yaşanıyor. Yoksulluk arttıkça göç, işsizlik, eğitimsizlik, evlerin kalabalık olması ve aile içinde duygusal, fiziksel, cinsel istismarlar. Onun dışında yoksulluğun artışıyla beraber boşanmaların arttığını görüyoruz. Son 20 yılda araştırın, ciddi anlamda boşanmalar var. Zenginler arasında boşanma para bir şekilde örtüyor, onu bir resim, bir fotoğraf, bir film olarak dramatize olarak görmüyoruz. Ama yoksulların boşanmaları, kadınları ve çocukları çok olumsuz etkiliyor. Çünkü 100TL-300TL arası bir nafaka ile boşanıyorlar. Bir annenin 100TL ile 3, 5 ya da 10 çocuğa nasıl bakacağını birilerinin anlatması gerekiyor. Zaten ipler orda kopuyor. Bu yoksul ailelerdeki boşanmaları çok yakın takip etmemiz gerekiyor. Aileyi güçlendirmemiz gerekiyor. Annenin çocuklarına bakacak rahat bir ortamın sağlanması gerekiyor. Bu sağlanmadığı içinde çocukların evden kaçtığını görüyoruz.

Ama sadece bu değil. Böyle bir anne önce 100TL-400TL arası bir nafaka ile boşandıktan sonra biraz çalışmaya çalışıyor, para kazanıyor. Çünkü genelde annelerin mesleksiz, eğitimsiz olduğunu biliyoruz ve bu nedenle de çokta nitelikli işlerde çalışma şansları da yok. Günlük işlerde çalışmak zorundalar. Buradan kazandıkları paralarla çocuklarına bakmak istiyorlar ama bakıyorlar ki olacak bir şey değil, bu sefer hayatın en büyük hatasını bir kere daha yapıyorlar. Bu da şu, tekrar evlendiklerini görüyoruz. Üvey anne, baba, ağabey, abla gibi çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Yeniden evliliklerde genelde böyle oluyor. Duygusal, fiziksel, cinsel istismarlar, şiddet bu çocukların sokağa gelmesinin önemli nedenlerinin başında geliyor. Bütün bunları birleştirdiğimiz zaman birkaç nedenle karşılaşıldığını ve bu çocukların sokaklara kaçtığını görüyoruz.

Ş.T. Aile hakkında ne düşünüyorlar?

Y.A.K.  Kötü şartlar altında da yaşasa, zor şartlar altında da yaşasa hiçbir çocuk evden kaçmak istemiyor başta. Ama zamanla bir işaret olarak bunu yapıyorlar. Anne baba beni dinlesin, duygusal bir sorun yaşadığımı bilsinler diye evden kaçıyorlar. Evden kaçtığı zaman çocuğu dövmek, şiddet uygulamak, beni rezil ettin mahvettin diyerek çocuğu dinlemek yerine cezalandırmayı seçtikleri için, birkaç kere kaçtıktan sonra çocuğun ailesi ile ilgili düşüncesi intikama dönüşüyor. Diyor ki, annemle babam artık benim izimi bulmasınlar, bana ulaşamasınlar diye kendince bir ceza yöntemi buluyor.

 

Ş.T. Acı çektirmek mi istiyor?

Y.A.K.  Acı çektirmek için, çünkü kendisi acı çekiyor ve acı çektirmek istiyor, anlamıyor da bu intikama dönüşüyor. Özellikle ailesinden nefret ediyor ve büyük şehirlere geliyor. Nüfus kâğıdı olmadığı için annesinin adını, babasının adını, kendi adını, soyadını, doğum tarihini-yerini tamamen değiştiriyor, bir hikâye karşınıza çıkıyor. Nedeni ailesine dönmemek, intikam almak. Zaman içinde çocuklar aslında ne olursa olsun babalarından daha çok annelerini seviyorlar. Babalarından daha çok şiddet görüyorlar, ilgisiz, sevgisiz babalar yüzünden kaçtıklarını ifade ediyorlar. Ama zaman içinde bakıyoruz ki çok ilginç bir şey daha gelişiyor. Aradan 5 yıl geçmiş, 7 yıl geçmiş, 10 yıl geçmiş bu çocuklar ve gençler bu kadar zaman geçmesine rağmen geçmişiyle barışık değiller. Hala anneyi, babayı veya başkalarını suçluyorlar.

Başka bir sıkıntı, bunları yeniden aileleriyle kavuşturmanın sorumluluğu ağır basıyor. Çünkü neden? Geçmişiyle barışmayan çocukları geleceğe veremiyorsunuz! O yüzden tekrardan bütün geçmişiyle yüzleşmesini, barışmasını ve hesaplaşmasını sağlıyorsunuz ki o eskiden kurulması istenen sevgi, ilgi, dayanışma neyse kurulabiliyorsa… E tabi zaman bize en büyük ilaç oluyor. Anne baba da pişmanlıklar yaşıyor, olgunlaşıyor. Çocuklar da sokaklarda olgunlaşmıyor aslında, daha geriye gidiyorlar. Çünkü sokakta yaşamanın, çektiği çilenin, sıkıntının, dayağın, istismarın nedenini aileye bağladıkları için, o bakımdan aile affedebiliyor, kabul edebiliyor ama çocuklar zaman içinde sokaklarda uzun süre kaldıkları için kabul etmeyebiliyorlar aileyi. Bu bakımdan çocuklarla aile arasında köprü kurmak bazen kolay olmuyor.

Ş.T. Sokak çocukları, sokaklarda ne tür zorluklarla karşılaşıyorlar, bunlardan bahseder misiniz?

Y.A.K.  Tabi ilk defa evinden kaçan çocukların en büyük tehlikesi korku. Çünkü sokakta nasıl yaşayacağını bilmiyor. Sokağa geldiği zaman nerde yaşayacağını, nerde yemek yiyeceğini, nerde barınacağını bilmiyor. Sokaklar tehlikelerle dolu zaten, bunu kısa sürede öğreniyorlar. Özellikle büyük şehirlere gelen çocuklar ve gençler dayak yiyebiliyorlar, cinsel tacize uğrayabiliyorlar, üzerindeki paralar çalınıyor, şiddet görebiliyorlar ve bu çocuklar farklı gruplar tarafından kullanılabiliyorlar, yankesicilik, kapkaç, gasp gibi. Onun için çocuklar çok kısa süre içerisinde sokaklarda yaşayamayacağını, tehlikelerle karşı karşıya olduklarını çok iyi biliyorlar. Bana göre, her çocuğun sokağa geldikten sonra ölümle burun buruna olduğunu görmek lazım. Hepsi ölümle burun buruna, çünkü madde bağımlılığına alışabiliyorlar, yaralanabiliyorlar, bıçaklanabiliyorlar, sakat kalabiliyorlar, eğitimsiz kalıyorlar, mesleksiz kalıyorlar ve toplumsal kurallardan uzak, sokak kanunlarına göre, sokağın kurallarına göre yaşamayı öğreniyorlar ki bence çocuklar sokaklara geldikten sonra geleceğini kaybediyor.

Ş.T. Toplumun, sokak çocuklarına dair önyargıları var mı? Bunlar nedir ve nasıl çözülebilir?

Y.A.K.  Tabi önyargıları çok fazlasıyla var. Bunda basının ve medyanın çok önemli rolü var bence olumsuz anlamda. Tabi basın ve medyadan aldıkları bilgilerle çocuklara davranan, gençlere davranan toplumun da çok büyük bir suçu var burada. Yani medya ve basında olumsuz bir şey yaşattıkları zaman haber oluyor bu çocuklar. Olumlu bir şeyler yaptıkları zaman çokta fazla haber olmuyor. Yani bu çelişki yüzünden bu çocukları halkın anlaması basında nasıl verildiyse o şekilde oluyor. Kötü bir imajı var, bu haberlerle daha da kötüleşiyor. Halkın yaptığı en büyük hata önyargı; bunlardan ne köy olur ne kasaba, bunların artık kurtulma şansı yok, bu bataklığın bir parçası, bunlara ne yaparsa yapılsın düzeltilemezler, topluma kazandırılamazlar, eğitilemezler, tedavi olamazlar, meslek sahibi olamazlar, sokaktan kurtulamazlar düşüncesi ağır basıyor. Ve bunlar çok tehlikeliler, sakın yanına yaklaşmayacaksın, selam bile vermeyeceksin, para bile vermeyeceksin, gerekirse döveceksin, şiddet uygulayacaksın…

Bu kadar şiddet gören, bu kadar dışlanan, bu kadar önyargıyla toplumun baktığı çocukların, bu bakış açısıyla ilerde karşılığının nasıl olacağını toplumun düşünmesi gerekiyor. Şiddet gören çocuklar ilerde bunun fazlasıyla şiddetini göstereceklerdir. Bedelini ağır ödetecekler bu topluma, o bakımdan halkın şunu bilmesi gerekiyor, toplumun şunu bilmesi gerekiyor; sevsek de sevmesek de toplum bilinciyle bu çocuklara, gençlere sahip çıkmazsak, bu çocuklar ilerde kapkaç, yankesicilik, cinayet olaylarının artışı, hırsızlıkların artışı, sokaklarda güvenli bir ortamın oluşmaması gibi bir sürü olumsuz faktörlerin bunlar tetikleyicisi olacaklardır. Ülkenin geleceği için, temiz bir çevre için bu çocuklara sahip çıkılması gerekiyor. Basın ve medya da olumsuz haberleri verirken, olumlu haberlere de olumsuzlara yer verdiği kadar yer vermesi gerekiyor, bunu yapmıyor maalesef. Bunun bedelini de hem çocuklar, hem toplum, hem bu toplumun geleceği ödüyor. Bunun kırılması gerekiyor, engellenmesi gerekiyor.

 

Ş.T. Sokak çocukları insanlara güveniyorlar mı?

Y.A.K.  Valla çok zor güveniyor. Yani biz alanda çalışan insanlar olarak ta çok zor güveniyorlar. Mesela bir örnek verebilirim, çok ilginç bir örnektir bu. Bizim Feliçita Mehmet lakaplı bir çocuğumuz var. Mehmet, Feliçita şarkısının çok ünlendiği dönemlerde kendisi sokaklarda walkman dinlerdi ve yabancı müzik dinlerdi. Herkes arabesk dinlerken bu çocuk walkman ile yabancı müzik dinlerdi ve Feliçita şarkısını da çok güzel söylerdi, o zaman daha 8-9 yaşlarında çocuktu. Uğur Dündar’ın ve Ertürk Yöndem’in programında çıktı bu çocuk. Herkes onu Feliçita şarkısıyla tanıdı, öyle biliyorlar. Feliçita deyince emniyet olsun, vatandaşlar olsun, o dönemi yaşayan herkes bilir ki Feliçita diye bir çocuk var. Ama Feliçita şarkıdan geliyor, asıl adı Mehmet Güven.

Şimdi bu çocuk bir gün, ama aradan 4-5 yıl geçmiş, her türlü yardımlaşmalar, işte banyosunu yaptırıyoruz, yemeğini yediriyoruz, her şeyi yaptırıyoruz. Ve benden hep pil parası isterdi, ben de ona her seferinde pil parası yerine pil alıp verirdim böyle bir ilişkimiz vardı. Şifo diye bir köpeği vardı, birileri sustalıyla alnını yarmış ve baya kan kaybediyor köpek. Kucağına almış, İstiklal caddesinde İmam Batmaz sokakta bizim derneğimiz vardı, Yusuf Abi! Yusuf Abi! Diye koşa koşa geldi. Tabi ağır bir köpek, büyük bir köpek, ben de tuttum bir tarafından, yazdı üstümüz başımız kan oldu. Neyse, İstiklal caddesinden İmam Batmaz sokaktan Tarlabaşı’na çıktık, orda bir taksi bekliyoruz. Yarım saat kimse taksiye almadı kan var diye. Neyse bir vatandaş, hayırsever, vicdan sahibi bir taksici aldı, arkaya kâğıtları serdi, köpeği arkaya yatırdık bagaja ve oradan Fatih hastanesine geldik. Fakat Fatih Hayvan Hastanesi grevdeymiş o gün, grevdeyiz baktıramayız dediler. Yan tarafta özel veterinerler var Fatih’te oralara gittik. Adam 5 milyon lira istedi bizden, benim cebimde yok 1 milyon 750 lira vardı. Dernekten geldiğimizi, paramızın olmadığını, durumumuzun iyi olmadığını anlatmaya çalıştık. Bir şekilde bir ortam yaratmaya çalıştık. Ondan sonra adam tamam dedi, bana yardım edersen bu ameliyatı gerçekleştirebilirim, dikebilirim dedi. Sonra köpeği bayılttı, bayıltınca Feliçita iyice çıldırdı. Köpeğimi öldürdünüz diye kendini duvarlara vurmaya, yere atmaya başladı. Onu sakinleştirmeye çalıştık neyse sakinleşti, biz içeri girdik eldiven taktık, ben yardım ettim. Bitince köpeği dışarı çıkardık, daha ayılmamış. Cebimizde paramız olmadığı için Unkapanı’ndan Saraçhane’den Taksim meydanına kadar yürüdük, sonra ayrıldık biz, ben bir arkadaşımdan borç para aldım öyle eve gittim.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra bizimle gönüllü olarak çalışan çok sevdiğim bir arkadaşım, hala bizimle çalışmaya devam eden M.Y. yanıma geldi. Feliçita Mehmet dedi ki, dedi. Ne dedi ağabeycim dedim. Ben bu Yusuf abiye hiç güvenmiyordum, niye bizimle uğraşıyor, mutlaka bir çıkarı vardır diye düşünüyordum. Ama bir köpeğe yardımcı olan, bu kadar merhametli olan, bu kadar çaba gösteren bir insan kötü olamaz, Yusuf abiye bundan sonra çok güveniyorum demiş… Aradan 7 yıl falan geçiyor, siz zannediyorsunuz ki size güveniyor. Ama o kadar çok sıkıntılar yaşamışlar ki, o kadar çok başından olaylar geçmiş ki, kolay kolay karşı tarafa güvenmiyorlar. Defalarca deniyorlar bu çok önemli, onların hakkı zaten. O kadar çok şey yaşamışlar ki karşı tarafı denemek zorundalar, insan sarrafı da olmuşlar. Çünkü yüzlerce, binlerce insan tanıyorlar. Kimden zarar gelecek, kimden gelmeyecek, kim yardımcı olacak, kim yardımcı olmayacak hepsini biliyorlar. O bakımdan çocuklara samimi davranmak zorundasınız, çocuklarla gerçekten içten ilişkiler kurmak zorundasınız ve çocuklara verdiğiniz sözü tutmanız gerekiyor. Tutmayacağınız sözü vermemeniz gerekiyor. Güven ilişkisini defalarca deneye deneye bir noktaya getiriyorlar zaten. O güven ilişkisi kurulduktan sonra sizinle ölümüne bile gelebiliyorlar. Güvenin arkasında duruyorlar ve saygı, ilgi, sevgi gösteriyorlar.

Ş.T. Kendilerini sokaktan kurtarıp eğitimlerini tamamlayanlar, meslek sahibi olanlar, yuva kuranlar var mı?

Y.A.K.  Çok var! Halkın bildiğinin aksine çok var. Çünkü neden, halk derneklerin şu kadar çocuğa yardım ettik, şu kadar çocuğu giydirdik, eğitim verdik dediklerini biliyor. Çocukları resimleriyle görüyorsunuz, eğlence ortamlarında görüyorsunuz, birçok şekilde görüyorsunuz, ailelerine kavuştuklarına dair birçok fotoğraf görüyorsunuz. O tür fotoğraflar onlar için çok fazla endişe taşımıyor, çocuklar da aileler de bundan rahatsızlık duymuyorlar. Yanımda E. var, E. daha önce gazeteye çıktı, televizyona çıktı ama ne zaman evlendi? Evlenmekle ilgili bir şey yok, bir haber yok. Ne zaman çocuk sahibi oldu haber yok. Çünkü dedi ki bana, kendisi şahit. Abi ben yeni bir hayat kurdum, benim eşim bile, onun ailesi bile benim sokakta yaşadığımı bilmiyor dedi. O yüzden ben çıkamam, beni çıkarmayın dedi, beni mazur görün dedi… Bunun gibi yüzlerce çocuk var.

 

 

Ş.T. Geçmişi hatırlamak istemedikleri için mi?

Y.A.K.  Yok, onunla ilgili değil, başka insanlar önyargılı davranıyor. Bunlarla ilgili bir problem yok, bu tür ortamlarda rahatlıkla söylüyorlar. Ama kalkıp ta kamuoyu önüne çıkıp söylemiyorlar. Bu tür ortamlarda söylüyorlar, gururla da söylüyorlar. İnsanların önyargıları, damgalamaları devam ettiği müddetçe bu çocuklar kendini rahat rahat ifade etmeyecektir. Zannediliyor ki bu dernek bir şey yapmıyor, o kadar çok şey yapmışız ki o kadar çok çocuğu ailesine teslim etmişiz, askere göndermişiz.

Ş.T. Sokak çocuklarını topluma kazandırmak için ne tür çalışmalar yapılıyor? Bu çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Başka neler yapılabilir?

Y.A.K.  Çalışmaların yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Evet, birçok çalışma yapılıyor ama bunların yeterli mi olduğunu sorduğunuz zaman yeterli olmadığını söylüyorum. Gerçekten yapılması gereken çok şey var. Ama önemli bir gelişme var, beş bakanlık bundan sorumlu, bu üç yıldan beri devam ediyor. Aileden Sorumlu Bakanlık koordinatörlük görevini görüyor. Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve M.E.B. devlet olarak bu işin üzerine gitmiş durumda ve gitmeye devam ediyor. Tabi bunun sonuçlarını görebilmemiz için bir on yıl geçmesi gerekiyor, ama bu önemli bir adımdır. Düne kadar sadece Aileden Sorumlu Bakanlığın sorumluluğunda olan bu çocuklar, birdenbire Başbakanlık Genelgesi ile beş bakanlığın sorumluluğu altına girmesi, bu ülkenin geleceği açısından önemli bir adım diye bakıyorum, bunu küçümsememek lazım. Onun dışında benim gördüğüm bir havuz hikâyesi, havuz hikâyesini anlatmak gerekiyor.

Bir kaynağımız var, o kaynağımızı deniz, göl, akarsu olarak nitelendirebiliriz. Ve o kaynağımızı 1 numara olarak aile olarak koymak zorundayım. Simgesel olarak kaynak eşittir aileler, aileleri bizim güçlendirmemiz lazım. Bir teneke parçası araba için, ehliyet almak için günlerce hem para harcıyorlar, hem emeklerini hem zamanlarını harcıyorlar. Bunun için zaman harcayan insanlar, canlı bir varlık için, bir çocuk için eğitim alma ihtiyacı hiç hissetmiyorlar. Bunun önünü kırmak lazım, Belediye Başkanları gerçekten böyle bir eğitim almayan, daha sonra danışma merkezleriyle desteklenecek olan bu eğitim, aile eğitimi devam ettirmeleri gerekiyor. Ücretsiz ki bizim sağlıklı ve bilinçli anne ve baba adayları çoğalsın ki, yetişsin ki yetiştirecekleri çocuklar da sağlıklı olabilsinler, ilgiyle, sevgiyle büyüsünler. Onun için anne ve babanın güçlendirilmesi, çocukların desteklenmesi için her türlü önlemin alınması gerekiyor. Şimdi alınmadığı zaman ne oluyor bakın. Biraz önce anlattım, parçalanmış aileler, üvey anneler, üvey babalar, ağabeyler, ablalar, kardeşler, aile içinde duygusal, cinsel, fiziksel istismarlar, ihmaller, göç, eğitimsizlik ve büyük şehirlerde tutunamama, işsizlik gibi birçok neden bir araya geldiğinde çocukların evden kaçtığını görüyorum.

Şimdi çocukların evden kaçtığını simgesel olarak bir muslukla ifade ediyorum, 2 numara. Yani musluktan akan sular evden kaçan çocukları simgeliyor. Şimdi evden kaçan çocuklar musluktan akan sular.

Bir de 3 numaramız var, havuz bu. Musluktan sular havuza akıyor, 3 numara da sokakta çalıştırılan çocuklar. Sokakta çalıştırılan çocuklar da mendil satan, su satan, ayakkabı boyacılığı yapan, kırmızı ışıkta camları silmeye çalışan, sabit yerlerde dilenen, çöp toplayan çocukları simgeliyor havuzun içindeki. Havuz nasıl bir korunaklı bir su gibi görünüyorsa, bu çocuklar aileleri tarafından kazanç kapısı olarak görülen ama geceleri sokakta yaşamayan, sokakta çalıştırılan, geç de olsa evine dönen çocuklar, ama havuzun içindeki sular zaman içinde nasıl kirleniyorsa, sokakta çalıştırılan çocuklar da zaman içinde kirleniyorlar.

            Bir de 4 numaramız var, havuzdan taşan sular. Bunlar da sokakta yaşayan çocukları simgeliyor. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Şu anda en fazla yapılan çalışma bu 3 numara ve 4 numarayla ilgili çalışmalar. Yani sokakta çalıştırılan çocuklarla ve yaşayan çocuklarla ilgili çalışmalar yapılıyor, önlemler alınabiliyor, kanunlar çıkarılabiliyor.

Sokakta yaşayan çocuklar… şimdi yaşayan ve çalışanlar gözle görüldüğü için, insanlar rahatsız olduğu için, bununla ilgili inanamayacağınız kadar çalışmalar var. Ama esas önleyici çalışmalar da yapılması lazım. Yani musluğu kapatıcı çalışmalar, evden kaçan çocuklarla ilgili, bir de şu anda ailesinin yanında kalıpta her an sokağa gelebilecek ve risk altında olan çocuklarla ilgili de bir çalışma yapılması gerekiyor.

Şimdi çok ilginç, ailede, merkezde çocuğu yakaladığımız zaman yani örnek olarak söylüyorum 100TL para harcadığımızı farz edelim ayda bir çocuk için. Sadece musluktan akmaya başladığından, musluktan akan suyla karşılaşıp evden kaçan çocuklarla ilgili bir çalışma yaptığımız zaman, çocuk başına harcadığımız para birdenbire 15.000TL ile 20.000TL arasına çıkıyor. Diyeceksin ki Allah! Allah! ne oldu da burada da temiz su vardı, kaynaktan gelmişti bu su. Ama sen evden kaçan çocuklar için özel birim kurmak zorunda kalıyorsun. Adına çocuk sığınma evi desek, çocuk sığınma evi kurulması gerekiyor ilk defa evden kaçan çocuklar için. Üç tane kızlar için, üç tane erkekler için, yaş grubuyla orantılı. 7-11 yaş, 11-15 yaş, 15-18 yaş kız ve erkekler için ayrı ayrı 50’şer yataktan koyduğumuz zaman 300 yatak. Oranın müdürleri, öğretmeni, psikologu, sosyologu, çocuk gelişimcisi, pedagogu, sosyal hizmet uzmanı, güvenlikçisi, şoförü gibi birçok şeyi işin içine koyduğumuz zaman, çocuklara harcayacağınız para aşağı yukarı buna çıkıyor. Ve dikkat ederseniz altı merkez kurmak zorunda kalıyorsunuz. Temiz su vardı sıfır merkezli, sıfır merkezli derken aile merkezli. Birdenbire evden kaçınca altı merkeze çıktı.

Bir de sokakta çalıştırılan çocuklarla uğraşmaya başladığınız zaman, sen on üç tane merkez kurmak zorunda kalıyorsun. Sokak çalışması, aile ile ilgili, annesiyle ilgili, babasıyla ilgili, çocukla ilgili, eğitimle ilgili… yani böyle pilot anlamda on üç tane birbirinden farklı merkez kurmak zorunda kalıyorsun ve harcayacağın para 30.000-35.000TL kadar bir para çıkıyor. Sokakta çalıştırılan çocukların rehabilite edilip geri döndürülmesiyle ilgili sadece pilot anlamında söylüyorum bunu. Çocuk sayısı arttıkça bu rakamlar 13’ten 20, 25, 30’a çıkabilir.

Bir de 4 numaramız var, sokaklarda yaşayan çocuklarla ilgili, onunla ilgili yaptığımız zaman 36 merkez kuruyorsun sadece pilot anlamında. Yani sokak çalışması, ondan sonra çamaşırhane projesi, gece barınağı projesi, ilk adım istasyonu, tedavi ve rehabilitasyon merkezi, ikinci adım istasyonu, gençlik evi, gençlik misafirhanesi, bekar evleri projesi gibi çok uzun soluklu… Çünkü çok kirlenmiş oluyorlar, birçok davranış bozuklukları oluyor, eğitimden geri kalmış oluyorlar, mesleksiz oluyorlar. Ve sokak alışkanlıkları, madde bağımlılıkları ve sokak kanunları, sokağa bağımlılık, maddeye bağımlılık, insanlara bağımlılık, hayvanlara bağımlılık gibi birçok bağımlılık geliştiği için, bunların topluma kazandırılması kolay olmadığı için, sadece 36 tane merkez pilot anlamda kuruyorsun ki bu çocukları geri döndürmek için.

Bir su olarak bile düşünsek havuz hikâyesini, kaynağındaki su temizdir, musluktan akınca belki biraz daha kirlenebilir, havuza gelince dış etkenlerden dolayı biraz daha kirlenebilir ama sokağa geldiğinde çok daha fazla kirlendiğini görüyoruz, böyle bir su olsa bile. Suyu eski haline getirmek için sokaktan insan toplayacaksın daha fazla maliyeti vardır, havuzun içindekileri biraz daha az bir maliyetle temizlersin, musluktakileri biraz daha az kaynağında sıfır maliyet vardır.

Bu havuz hikâyesini biz eğer gerçekten inanarak çözmeyi düşünürsek o zaman bu havuz hikâyesini, bu problemi bir bütün olarak görmek zorundayız. Yani kaynağı kurutucu çalışmalar, yani; 1) aile ile ilgili, aileyi güçlendirmeyle ilgili çalışmalar 2) musluktan akan sularla, yani evden kaçan çocuklarla ilgili çalışmalar 3) havuzu boşaltıcı çalışmalar, yani sokakta çalıştırılan çocuklarla ilgili çalışmalar 4) havuzdan taşan sularla ilgili çalışmalar yani sokaklarda yaşayan çocuklarla ilgili çalışmaları birlikte orta ve uzun vadede düşünmediğimiz sürece biz bu problemi yaşamaya devam edebiliriz. Örneğin; sokağa gelmiş 100 çocuğu alana kadar geçen zaman zarfı içinde havuzdan 200 çocuk taşacaktır. Ben 200 çocuk sokaktan alana kadar havuzdan 400 çocuk taşacaktır. Ben havuzdan 100 çocuk aldığım zaman musluktan 200 çocuk taşacaktır. Ben havuzdan 200 çocuk aldığım zaman musluktan 400 çocuk taşacaktır. Ben musluktan 100 çocuk aldığım zaman bu sefer ailelerden yani kaynağından 200 çocuk taşacaktır. Bu kısır döngünün kırılması gerekiyor ve bu havuz probleminin bir şekilde, yani alt yapılarıyla çözülmesi gerekiyor. O nedenle dediğim gibi kaynağı kurutucu çalışmalar 1) ailelerle ilgili çalışmalar 2) evden kaçan çocuklarla ilgili çalışmalar, musluğu kapatıcı çalışmalar 3) havuzu boşaltıcı çalışmalar, yani sokakta çalışan çocuklarla ilgili çalışmalar 4) havuzdan taşan sular yani sokakta yaşayan çocuklarla ilgili çalışmaları kısa, orta ve uzun vadede yapmadığımız sürece bu işi çözme şansına sahip değiliz. Biraz uzun mu oldu?

Ş.T. Hayır! Güzeldi, teşekkür ederim. Kurumlar bu çocuklara yeteri kadar yardımcı olabiliyor mu? Diyecektim ama siz az önce cevapladınız…

Y.A.K.  Şimdi kurumlar şöyle, tabi yeterli değil, birçok kurum yeterli değil. Çünkü çocuk grubu, çocuk sorunları o kadar farklılaştı ki, özellikle büyük şehirlerde. Bakın! Evden kaçan çocuklar ayı bir sorun, sokakta çalıştırılan çocuk ayrı bir sorun, sokakta dilendirilenler ayrı bir grup, sokakta çöp toplayanlar ayrı bir grup, kapkaç, yankesicilik, gasp olaylarına karışanlar ayrı bir grup, cinsel istismara uğrayanlar grubu var yani hem kızlar hem erkekler, sayıları artmaya başladı. Şimdi ben size sadece birkaçını söyledim ve şimdi düşünebiliyor musunuz, bu grupları kendi içinde kız ve erkek olarak ayırdığımız zaman iki katına çıkıyor ve bunlarla ilgili ayrı ayrı uzmanlıklar gerekiyor. Yani siz şimdi cinsel tacize uğramış, cinsel istismara uğramış çocuk ve gençlerle ilgili veyahut da kız ve erkek çocuklarıyla ilgili ayrı uzmanlık dalıyla uğraşmanız gerekiyor ve o uzmanları yetiştirmeniz lazım. Çöp toplayan çocuklar apayrı grup, gerçekten apayrı hiç benzemiyor bu gruplara. İçine girince ancak onun ayrımının farkına varıyorsunuz. Sokakta dilendirilen çocuklar apayrı grup, başka yöntemlerle, farklı yöntemlerle uygulanması gerekiyor. O nedenle bütün büyük şehirlerde şu anda yeni oluşmuş bu çocuklarla ilgili çalışmaları tekrardan gözden geçirmemiz lazım. Eşcinsel çocuklarımız var şu anda ve elimizde patlamaya başladı. Bununla ilgili de kurumlarımız yok. Yani o bakımdan her sorun grubu için bizim ayrı kurumlar açmamız ve ayrı profesyonellik dalları geliştirmemiz gerekiyor.

Ş.T. Sokak çocukları, kendilerini nasıl bir yere koyuyorlar? Değersizlik duygusuna kapılıyorlar mı?

Y.A.K.  Kendilerini gerçekten çok değersiz hissediyorlar. Çünkü ben de çocuk esirgeme kurumunda kaldığım dönemden hatırlıyorum. 8 yıl sonra gazetecilik okumuşum, pedagojiyi bitirmişim, şu olmuşum, bu olmuşum başarılı bir hale gelmişim ama aşağılık duygusundan kurtulamıyorsunuz biliyor musunuz? Yani başka bir şey o. Aşağılık duygusundan kurtulamıyorsunuz ve aşağılık duygusunu yenebilmeniz için çok daha çalışmanız lazım. Yani büyük çabalar göstermeniz lazım, eğer toplum yardımcı olmuyorsa, sizin aileniz, sevdikleriniz yardımcı olmuyorsa, değer verip size destek vermiyorsa elinizde patlıyor. O bakımdan çocukları değersizleştirenler aslında yine biziz. Kendi öz ailesi, çevresindeki insanlar, onlara ilgi, sevgi göstermeyenler, onları sevmeyenler, onlara destek vermeyenler, önyargılı yaklaşanlar, onlara şiddet uygulayanların hepsi çocukların kendini değersizleştirmesine sebep olduklarını düşünüyorum ben. Bunun içinde basın ve medya da var.

Ş.T Bunu aşabiliyorlar mı peki?

Y.A.K.  Kolay değil ki! Bakın, ben bir çocukla karşılaştığım zaman en az 5 yılını siliyorum ben onun. Ne demek istiyorum, diyorum ki sen 5 yaşındasın arkadaşım benim için, ben öyle görüyorum. Eğer ben onu 5 yaşında görmezsem 10 yaşına göre davrandığım zaman ben onu kaybediyorum zaten. 5 yaşında gösterdikleri davranışları bana gösterdiği için üstüne bir şeyler koyduğu için ben kendimi doğru yolda görüyorum.

Ş.T. Hayata karşı öfkeleri, varoluşa dair isyanları var mı?

Y.A.K.  Tabi ki var, şimdi zaten sokaktaki varlık nedenleri o. Çünkü insanlardan nefret ediyorlar, insanlara güvenmiyorlar. Kendilerine ve kurdukları küçük gruplara güveniyorlar. Biraz öncede söylediğim gibi geçmişiyle barışık olmayan çocuklar. Hep birilerini suçluyorlar. Yani amcasını, annesini, babasını, işte kendisine yardım etmeyen insanları, kurumları, kendi arkadaşlarını… Yani artık öyle bir noktaya geliyor ki suçlu hep başkası. İş vermeyen olsun, yemek vermeyen olsun herkes suçlu, kendisi değil. Yani kendileri ile onlar arasında bir duvar örüyor nerdeyse. O nedenle öfke, kin, saldırganlık duyguları var. Ama kendilerini korumak anlamında bir şey bu, başka türlü koruyamazlar zaten, öbür türlü sokaktaki dirençlerini artıramazlar. Ve istiyorlar ki insanlar kendilerinden korksunlar. Aslında kendilerinin korktukları insanların, kendilerinden korkmasını istiyorlar. Yani kendilerinden onların korkması, ama biliyorsunuz bunlar da onlardan korkuyor. Yaşam biçiminde böyle oluyor. İnsanlar kendilerinden korkarlarsa sokaklarda çok fazla bela başlarına gelmeyeceğini, şiddet görmeyeceğini, çok fazla ezilmeyeceğini düşünüyorlar. O nedenle de elinden gelen her şeyi yapıyorlar o konuda. Öyle bir görüntü için, öyle bir imaj vermek için her türlü yöntemi deniyorlar.

Mesela ne yapıyorlar? Diyelim ki kollarını kesiyorlar. Kollarına jilet atma olayına bakıyorsun, niye jilet attıklarını sorduğun zaman, abi bu jileti attığım zaman rahatlıyorum ben diyor. Nasıl rahatlıyorsun diyorsun, ne oluyor da rahatlıyorsun? “Beni dövenlere karşı, bana işkence edenlere karşı veya bana kötü muamele edenlere karşı, onları hayal ediyorum, sanki onları kesiyormuşum gibi kendimi kesiyorum. Yani kendisini onların yerine koyuyor. Sonra onları keserek kendini rahatlattığını söylüyor, bir tanesi bu. Hırsızlıktan yakalanıyor diyelim mesela. Vatandaşlar hemen yakalıyor, dövmeye başlıyor ama insanların bir kısmı diyor ki; Kardeşim bir Allah vurmuş, bir de sen mi vuruyorsun bırak garibanı falan diyor. Çünkü kolları kan revan içinde olmuş. Yani savunma mekanizması olarak oradan kaçmak, ellerinden kurtulmak amacıyla da kendilerini kestiklerini söylüyorlar. Onun dışında bakıyorsun, insanlara diyor ki; kardeşim ben kendime bu kadar jilet atmışsam, kendimi biçmişsem sana kim bilir neler yapabilirim aman bana bulaşma demek istiyor, gözdağı veriyor. Ya da insanlar bunu gördüğü zaman bu psikopat diyor, buna bulaşmamamız lazım. Veya sokaktaki başka bir dilde ne kadar çok çizik varsa o kadar güçlü cesaretli olduğunu ifade ediyor, yani ben çok güçlüyüm ve cesaretliyim. Şimdi böyle bakmak lazım, senin sorduğun soru bununla çok bağdaşmış bir şekilde, yani paralellik gösteriyor. Çünkü çocuklar ve gençler sokaklarda kendilerinden korkulmasını istiyorlar, kendilerini güçlü göstermek istiyorlar. Kendileri aslında çok zayıflar yani.

Ş.T. Geleceğe dair hayalleri var mı, neler?

Y.A.K.  Eskiden yoktu ama şimdi var gerçektende. Yani kurtulmak istiyorlar bir şekilde. Çünkü kurtulanları görüyorlar, çok örnek var şu anda, önlerinde olumlu örnekler var. Zaten o insanlarla bunları karşı karşıya getiriyoruz. Evlenenler var, askere gidenler var, yani hiç adam olmayacak denilenler adam olmuş, kurtulmuş. Yani düşünebiliyor musunuz, Özgür adam olmayacak diye düşünüyorsunuz, çocuklar da düşünüyor, sokakta yaşayanlar da.(Bu söze Özgür “Abiii!” diye itiraz ediyor, Y.A.K. örnek verdiğini söylüyor) Özgür adam oluyor, kurtuluyor, çoluk çocuğa karışıyor falan. Allah Allah ondan benim ne eksiğim var diyor. Bir de diyor ki; ben ondan daha şanslıyım. Gerçekten bazı anlamlarda da şanslı, ama bu şansı göremiyorlar, işte önlerinde somut örnekler olduğu için.

Biraz önce onu çok kısa geçtim. Yani karşımızdaki 10 yaşında bir çocuğu 5 yaşında düşürüyorum. 20 yaşında bir çocuğu bazen 5 yaş bazen 10 yaş düşürüyorsun. 20 yaşında ama 10 yaşında düşünüyorsun. Evet sokak becerileri dört dörtlük olabilir. Nerde kalacaklarını çok iyi bilir, hayatta kalma mücadele konusunda yani seni beni geçebilirler. Ama hayatla ilgili daha geri, 5 yıl, 10 yıl geriden başlıyorlar. Eğitimleri, meslekleri, toplumsal kuralları kısa, orta vadeli, uzun vadeli düşünme, analiz-sentez etme, olayları birbirine bağlama, sorumluluk alma, sorumluluk taşıma, disipline girme, sabah kalkmak, bir yerde çalışmak, düzenli işe gitme gelme gibi birçok alışkanlıkları bir bebek gibi yönlendiriyorsunuz. Yaa böyle bir şey var mı? Bu çok büyük emek yani. Defalarca tekrarlıyorsunuz, defalarca tekrarlıyorsunuz… Onun için böyle bir iki kere kaçtı, üç kere kaçtı artık ceza falan yok. İsterse 1000 kere kaçsın, 1000 kere alacaksınız, 1001.’de kırılacak belki o. Bir kırılma noktası var hepsinin, yaşa göre değişiyor bu. Kimileri 3 ay, kimileri 7 ay, kimileri bir sene, üç sene ama mutlaka bir kırılma noktaları var. Onun için bu yaşa göre bakmak gerekiyor.

Bir şey daha var madem Psikoloji öğrencisisiniz, ben bunu öyle savunuyorum ama yinede siz bir araştırın. Ben öyle olduğunu düşünüyorum, bu kadar tecrübelerime dayanaraktan kendim de bir pedagog olarak diyorum ki; şöyle işliyor gibi geliyor bana bunlarda yani. Normalde nasıldır?(kağıda şekiller çiziyor) normal insanda böyledir. Sokak çocuklarında böyle diye düşünüyorum ben. Buyurun hadi! Bunları yerine koyun uğraşın bakalım. Yani id, ego, süperego. İd küçüktür çünkü biz eğitim almış insanları bu konuda öğrenim almış insanlar, id’leri kontrol altına alır, yani anlık içgüdüsel hareket etmezler. Egolarını kullanaraktan ve süper egolarını kullanaraktan ben bunları yaparsam ilerde ne olur, başıma neler gelir, iyi mi yaparım, kötü mü yaparım, toplumdan mı dışlanırım dışlanmam gibi defalarca böyle şoklar, önleyici tekmeler gibi bilgilere sahip olurken, hayatını kontrol altına alıp, hata yapmamaya çalışırlar. Bu çocuklar öyle değil yani. Ego ve süper egoları düşük olduğu için ama İd’leri çok büyük olduğu için, bütün yaptıkları hareketler anlıktır zaten. Anlık okulu bırakmışlardır, anlık arkadaşını bıçaklamıştır, anlık yani, o anda içgüdüsel. Bana küfretti, tak!, Anamı bilmem naptı, tak!, Yemek vermedi, tak!

Yani onun için Psikoloji öğrencileri de özellikle bu tür çocuklarla uğraşırlarken bunu değiştirecek mekanizmaları devreye sokması lazım. Yani id, ego ve süperego’nun, özellikle ego ve süperego’nun çocuklar üzerindeki, onların bir davranış biçimine, yaşam biçimine dönüşebilmesi için bu mekanizmaları kullanmasını öğrenmesi gerekiyor. Onun için alt yapıları oluşturması gerekiyor. Onun için ne yapıyorsunuz? Çocuklara toplumsal kuralları öğretiyorsunuz, eğitimlerini tamamlatıyorsunuz, bir meslek sahibi olmasını sağlıyorsunuz. Birçok yere götürüyorsunuz, sinemadır, tiyatrodur, orda bazı kuralları öğreniyor. Birçok aileyle tanıştırıyorsunuz, bir çok yemeklere, pikniklere götürüyorsunuz, tarihi eserlere götürüyorsunuz, hepsinin kuralları var. Böylelikle o çocuklara ego’yu, ve süperego’yu geriye kazandırdığınızda, id’ini kontrol etmeyi öğrendiğinde çok büyük bir başarı sağlamış oluyorsunuz.

Ben şunu söylerim çocukları pisliklerin içinde, pisliklere bulaşmamayı öğrettiğinizde siz o zaman çocuğu kazanıyorsunuz. İstiklal’den alıp, başka yerlerden uzaklaştırıp, onları fanus içinde korumaya çalıştığınızda çocukları kaybediyorsunuz. Bu pislik dünyada, bu zor dünyada, bu acımasız dünyada kuralları öğretip, o pisliklerin içinde yaşamayı öğretiyorsanız çocuklara hiçbir zaman korkmayacaksınız. Çünkü o pislik dünyada yaşayacaklar, korunaklı bir dünyada yaşamayacaklar. Onun için insanların adaya gönderelim, şehir dışında olsun, şurada olsun, burada olsun… Bunlardan vazgeçmesi lazım. Bu çocuklar, burada yaşıyor, burada yaşayacaklar, burada ölecekler. O zaman demek ki biz burada onları büyüteceğiz ve buranın kuralları ile büyüyecekler. Ve burada pisliklere bulaşmamayı öğreteceğiz. Pisliklerin içinde pisliklere bulaşmamayı öğreteceğiz.

 

 

Ş.T. Kurumunuzda bulunan çocuklar daha çok sizin tespit edip yardımcı olmaya çalıştıklarınızdan mı yoksa kendi istekleriyle gelenlerden mi oluşuyor?

Y.A.K.  Ya şimdi çok uzun zaman geçti, eskiden biz buluyorduk. Yani kapı kapı dolaşıyorduk, bankamatiklerde, havalandırmalarda, derme çatma evlerde, köprü altların, sur diplerinde arayıp bulmaya çalışıyorduk. Veya onların ayaklarına gidip orda hizmet vermeye çalışıyorduk. Banyo yaptırmaktır, üst baş değiştirmektir, karnını doyurmaktır buna benzer şeyler. Fakat zaman geçtikten sonra yavaş yavaş polisler getirmeye başladı, getirdiklerimizin arkadaşları getirmeye başladı. Arkadaşlar geliyor ya derneğe yani sen geliyorsun diyelim, sokak çocukları, sokak gençleri geliyor, benim arkadaşım da var onu da getirebilir miyim diyor, bu şekilde gelenler oluyordu. Eskiden biz bu işi bilmeden önce şöyle oluyordu; köpeğim gelirse ben de gelirim köpeğim gelmezse ben de gelmem diyordu. Şimdi ne yapıyorduk, ya Allah Allah diyorduk, bizim çocuğu korumamız lazım e köpeği alıyoruz, alacaksınız.

Mesela bir kitapta var 1952’de yazılmış, kitabın başındaki kişi diyor ki; bu çocukları ele almanın, anlamanın yollarından bir tanesi önce onlarla onlar gibi olacaksınız, sonra da içlerine gireceksiniz diyordu. Böyle bir lafı var yani. 1952 yılında Kemerburgaz Ağaçlı köyünde Etibank Sosyal Tesisleri o çocuklara ayrılmış. O dönemde klinik çalışmalarda, o dönemde bu çocuklara aile eğitiminden, o dönemde atölye çalışmalarından, o dönemde her çocuğa ayrı eğitimden bahsediyor. Şimdi 2011 yılındayız, 1952 nerde 2011 nerde, o 1952 yılındaki o felsefe o yazılanları biz uygulayamıyoruz hala.

Ş.T. Bu konu hakkında son olarak ne söylemek istersiniz?

Y.A.K.  Valla buradaki problem, bilinçli aileyi oluşturmamız gerekiyor, aileyi güçlendirmemiz gerekiyor. Çünkü bilinçli ailelerle yetişen çocuklar gerçekten sağlıklı olarak büyüyecektir. Türkiye’nin en büyük yanlışı bana göre şu oluyor. Biz bütün çocukların belli bir noktaya gelmesi için uğraşmamız gerekiyor. Şimdi yoksulluk, hep böyle sanki anneden babadan oğla, oğuldan toruna, torundan toruna geçiyor. Genelde böyle oluyor, çünkü cahil aile çocuğunu da cahil bırakıyor. O cahil aile büyüdüğü zaman, çocukları büyüdüğü zaman, onlar da evlendiklerinde çocuklarını cahil bırakıyor, böyle devam ediyor bu. Bir yerden kırılması gerekiyor. Onun içinde devlet ve özel kurumların özel tedbirler alması gerekiyor. Ben hep onu savunuyorum.

Mesela şu anda bizim önümüzde çok büyük sıkıntılar var. Bir zamanlar ehliyeti ilkokul mezununa kadar indirdik, ehliyet alacağız diye AB’nde bir rakam tutturmak için. Bir ara okuma yazma seferberliği yapıldı, belli bir noktaya getirmek için. Bunların hepsi böyle göstermelik şeyler. En önemli ailede yakalamak lazım, eğer çocukları ailede yakalayıp eğitim durumlarını yükseltirsek, yani herkes zannediyor ki 8 yıllık eğitim yetiyor. Arkadaşlar 8 yıllık eğitim yetmiyor, çünkü elimizde veriler var. Diyoruz ki; sokağa gelenlerin içinde okuma yazma bilmeyen, ilkokulu terk etmiş olan, ilkokul mezunu olanların oranı %92’si, %3 ortaokul terk, %3 ortaokul mezunu, %1’i lise terk, %1 lise mezunu. Yani eğitim yaşını yükselttiğiniz zaman, yoksul-zengin fark etmiyor. Özellikle yoksullarda, çocuğun sokağa gelmesini engelleyen en önemli koruyucu ve önleyici yöntemlerin başında eğitim geliyor. Fakat bizim en büyük unuttuğumuz şey 8 yıllık eğitim bu yoksul insanlara yetmiyor. Ya liseye devam ettireceksiniz, ya meslek okullarına devam ettireceksiniz ya da onu da yapamıyorsanız çıraklık eğitim merkezlerinin önünü açacaksınız. Yani yol parası, yemek parası ufak tefek desteklerle 3 yıl daha çalışacaklar, geçerli olan bir mesleği öğrenecek, kendi hayatını, kendi çocuklarının hayatını, kendi ailesinin hayatını, onun ekonomisini düzelteceklerine inananlardanım ben. Yani 8 yıllık eğitimde bırakmamaları gerekiyor.

Şu anda sıkıntıların başında şu geliyor, araştırıyorsunuz ilkokul mezunu çok insan var. Ama çıraklık eğitim merkezlerine girebilmeleri için ortaokul mezunu olması gerekiyor. Ya ufak bir değişiklik yapacaklar, diyecekler ki; bu ilkokul mezunlarının hepsi çıraklık eğitim merkezine devam edebilirler. Ama bir taraftan da açık öğretime devam etsinler. Bir taraftan ortaokulu bitirirken bir taraftan da zaman kaybetmemek için normal meslek eğitimlerini tamamlasınlar. Öbür türlü düşündüğünüzde 20 yaşında diyelim Özgür, askere gitti geldi 21 yaşında, ben bunu çıraklık eğitim merkezine götürmem için önce açık ilköğretime yazdıracağım 4 yıl geçecek 25 yaşına gelecek bu. 3-4 yılda şey okuyacak 29 yaşına gelecek, 29 yaşından sonra buna kim iş verecek? Öyle bir sıkıntı var. O nedenle de zamana karşı yarışı kırmanın yollarından bir tanesi bu. Yani ufak tefek değişiklikler. Veya halk eğitim merkezleri nasıl okuryazarlık diploması veriyor 3 ayda, nasıl 3 ayda ilkokul diploması veriyor. O zaman bir yıl okutalım bu çocukları, ilkokul mezunu olanları, yoksul ailelerin çocuklarının hepsini, halk eğitim merkezine devam etsinler. Ve ortaokul diploması versinler, bir seferliğe mahsus. Ortaokul diplomasını aldıktan sonra da çıraklık eğitim merkezine devam etsinler diye.

Şu anda 18 yaşını doldurmuş gençler, gençlik koruma kanunu olmadığı için devlet bir şey yapamıyor şu an. Onun için biz gerçekten bir ülke isek ve çocukları, gençleri düşünüyorsak, çocuklarla ilgili çok büyük sıkıntılar yaşıyoruz, 18-25 yaş, 18-27 yaş, 18-29 yaş, aynı Avrupa’da olduğu gibi, Gençlik Koruma Yasasını çok acil olarak Türkiye’ye uygulanarak, uyarlanarak çıkarılması gerekiyor. Çocukları korumaya çalışırken, gençleri kaybediyoruz bu sefer. Çünkü sokakta, işte buyurun! Özgür daha önce bir yerlerde kalmış, kurumlarda kalmış, şu anda sokakta yaşayan bir genç haline geldi. Yaşı dolduğu için devletin korumasında falan değil şu an. Ve devlet bu kadar imkan yaratmış, bu kadar bakmış etmiş. Bakın çok ufak bir şeyden dolayı, yaşı 18’i doldurdu diye şu anda sokakta yaşıyor. Kırılması gerekiyor, yani bunun da çözülmesi gerekiyor. Onun için anne ve babalara, ailelere çok önemli görev düşüyor. Bakabilecekleri, yetiştirebilecekleri kadar çocuk dünyaya getirsinler. Bu sorumluluğu alabilecek kadar çocuk dünyaya getirsinler. Bu sorumluluğu alabilecek kadar çocuk dünyaya getirmeleri gerekiyor, isterse 5 tane, 20 tane. Ama bu sorumluluğu alabiliyorsa, çocuklarına iyi bir gelecek verebiliyorsa, mutlu bir aile ortamı yaratabiliyorsa istedikleri kadar çocuk yapabilirler önemli değil.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin