RSS Feed for This Post

Mezar Kazıcısı

Alper Görmüş 28 Ocak tarihli ‘Kutuplaşmış medyada medya etiği’ isimli yazısında bu ülkenin tuhaf bir “medya geleneğinden” söz etmiş. Kısaca medyanın bir kısmının gördüğü haberleri bir diğer kısmı hiç görmüyor, onların gördüklerini ise bu defa diğer “kutupta” olanlar görmeyebiliyor diyor. Ve gerçeğe ulaşmak için çoğu defa 7-8 gazeteden haberleri takip etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu haber okuma işini profesyonel olarak takip etme durumunda olmayan okuyucunun algısında ise medyanın yarısında rastlayıp diğer yarısında yer almayan haberlerin güvenilirliği ve gerçekliği şüpheli bir hal alıyor, bir tür şizofreniye yol açıyor diye devam ediyor. İnsanlar takip ettikleri gazeteleri bu tür manipülasyonlar ve kasıtlı haber atlamalar karşısında hakarete uğramış bir ruh haliyle protesto etmediği sürece, medyada etik konusunda bir ilerleme kaydedilemeyeceğinden, nasıl ki hukukta cezasızlık olduğu sürece suçun tekrar edileceği gerçeği ile karşı karşıyaysak basında da okuyucunun cezalandırıcı vasfını kullanmadığı sürece bu tür aldatmacaların sürüp gideceğinden bahsetmiş.
 
Ele aldığı etik tartışmasını son günlerde yaşanan son derece somut bir konuyla örneklendirmiş. Mutki’de çöplüklerden çıkan onlarca insana ait kemikleri medyanın bir kısmı hiç görmedi diyor.  Tıpkı 10 yıl önce aynı tarihlerde vuku bulan iki HADEP yöneticisinin tutuklanarak Silopi’deki karakola götürülüp kendilerinden bir daha haber alınamaması haberini ülkenin en büyük iki gazetesinin; Hürriyet ve Sabah’ın o günlerde hiç görmediği gibi.
 
Mutki’deki mezarlar kazıla dursun ben de kendi çapımda eski dosyaları karıştırıp küçük çaplı bir kazıya girişiyorum. Benim kazıya giriştiğim vakalar değil ana akım medyanın bir kısmında yer almak, o tarihlerde insan hakları örgütlerinin bültenlerinde ve bir iki sürekli kapatılan gazetenin haricinde hemen hiç yer almamış bile. Üstelik öylesine çok ki mezarlar insan hakları örgütleri  bile takip etmekte adeta yetersiz kalmış. Olayların birine bir bültenden diğerine öbür derneğin öbür bülteninden ulaşabiliyorsunuz. Ulaştığınız aynı olaylardaki kimi isimler birinin raporlarında kimi isimler ise bir diğer derneğin raporlarında yer almakta. Adeta kemik parçalarını  toplayıp dev bir mezarlığı bir araya getirmek gibi.
 
1990 lı yılların başlarında kadın çoluk çocuk yüzlerce insanın katledildiği Newroz kutlamaları bölük pörçük İHD, Mazlum Der ve Gündem gazetesinde yer almış mesela. Biraz da tirajı bin iki bini geçmeyen bazı dergilerde. Ana akım medyada ise tamamıyla olaylar manipülatif başlıklarla verilmiş. Ölümlerin nasılı niçini gizlenmiş. 92 yılında o zaman ki İçişleri bakanı İsmet Sezgin’in “binlerce PKK’lı şehirleri bastı 100 PKK’lı öldürüldü” beyanının hilafına bir tek PKK’lının öldürülmediği ama 57 sivilin katledildiği gösteriler “Bayram mı isyan mı başlığı” ile verilmiş Hürriyet gibi gazetelerde. PKK’ ya karşı bir çatışma gibi yansıtılmış. İki gün sonrasında ise bu gerilla izine rastlanmayan “mücadele”, “Gerilla temizleniyor” başlığı altında sevinçle karşılanmış aynı gazetede.
 
1992 Newroz’una ait bu “haberlerde” ne ekmek almaya giderken başından kurşunlanıp öldürülen 12 yaşında çocukların, ne evinden tutuklanıp götürülen ve kafasının arkasından tek kurşunla öldürülen, vücudu tarif edilemez işkence izleri ile dolu genç kızların, ne  mezarlık ziyaretinden dönerken üzerinden panzer  geçerek öldürülen yaşlı dedelerin ne de nasıl öldüğü dahi bir ufak cümle ile tarihe kaydolunmamış 5 yaşında kız çocuklarının hikayeleri var.
 
Önümde “Bir göz de sen ol” inisiyatifinin hazırladığı 1987 yılından  2010 yılına  kimi faili belli, kimi meçhule gömülmüş, kimi şüpheli öldürülen çocukların listesi.  Listeye nazaran çok az çocuğun hikayesi henüz toparlanabilmiş. Buna rağmen sayfalarca döküman oluşmuş bu belli sayıda çocuk hakkında. Her hikaye ayrı acı veriyor. Üzerine bomba atılarak yerle bir olan evlerde bir yaşında, üç yaşında , aynı aileden katl olunan onlarca kadın, çocuk… İsimler isimler… Mizgin, Evin, Zilan…Kimi müjde demekmiş Kürtçe’de kimi aşk, kimi yaşam. Lösemi’den kurtulan Mizgin bir parkta bulduğu termosa konulan patlayıcıdan kurtulamamış.
 
Ne müjde var artık ne aşk ne de yaşam!
 
 Detaylara girdikçe kat kat artıyor bu acılar. Bir askeri garnizondan açılmış ateş sonucu öldürülen bir çocuğun ailesinin  10 koyun ve biraz da azık karşılığı, “kan bedelinden” vaz geçtiğini öğreniyorsunuz mesela. İsyan edesi geliyor insanın; bir çocuk kaç koyun eder ağbiler diye sormak Ece Ayhan’ın lisanınca. Bazen aileler o kadar da “şanslı” olmamış. Polis panzerinin ezdiği 5 yaşında bir çocuğun tazminat davasında aileye bir de o zamanın parası ile 46 lira borç çıkarılmış. Küçük bir çocuğun ölümünün anne babaya vereceği acının büyük bir insanın ölümüne eş değer olmadığı bu yüzden de böyle bir tazminatın “hak edilmediği” gibi şahane bir içtihada imza atmış Yargıtay. Çaresiz ödemiş olmalı aile verdiği bu rahatsızlığın bedelini.
 
Listede görece en az çocuğun öldüğü zamanlar 2000-2005 arası. Hatta bu yılların bazılarında hiç isim görünmüyor.  Sonra tesadüfen bir başka rapor dikkatimi çekiyor. Orda öldürülen bir çocuğun hikayesini buluyorum isim görünmeyen bu yıllardan birinde. Mazlum-Der’in raporlarının o yıllarına bakmaya başlıyorum. İki,üç,beş birkaç saat içerisinde 12 yeni çocuk ekleniyor eldeki listeye. Bugüne kadar bu listedeki isimleri toplamış titizlikle takip etmiş Sevinç Hanım “390 çocuk oldu son isimlerle. Her yeni isim sanki yeni ölmüşler gibi çok canımı yakıyor” diyor . Kazdıkça yeni isimler ekleniyor durmadan.
 
Çocuk ölümlerinin en az görüldüğünü düşündüren bu yıllarda onlarca çocuk dağda koyun otlatırken,  köyünde oynarken, boş bir arazide bulduğu bir cismi evine getirdiğinde mayınlarla bombalarla, yanıcı maddelerle canın yitirmiş. Listeye eklenen çocuklardan kat kat fazlası ise ağır yaralanmış, kollarını ya da bacaklarını kaybetmiş. Mayınla  kolu bacağı kopan çocuklar Bahman Gobadi’nin filmlerinin konusu değil miydi yoksa. Ne işi var şimdi bu çocukların Dersim’de, Van’da…
 
 Allah Ademi yaratacağını söylediğinde Ey Rabbimiz yeryüzüne bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın diyen meleklerin itirazı geliyor aklıma. Belki ademoğullarının o meleklerden intikamıdır bu diyorum. Melekleri katledemedikleri için dağı taşı, toprağı mayınlara, patlayıcı maddelere boğup o meleklerin yeryüzündeki haleflerini katlediyorlardır böyle.
 
Her bir hikaye bir başka şairin dizesini hatırlatıyor okudukça. Kimi Kemal Varol gibi “Bazı çocuklar kalır, bazı çocuklar bıçak içindir” diyerek bu toprakların gerçekliğini çarpıyorlar yüzümüze.  Kimi Ece Ayhan gibi “Şiirimiz karadır ağbiler” diye fısıldıyor hayatın yakası açılmadık kuytularından. Aldırma 128 diyemiyorsun ama yine şairin dilince devlet dersinde öldürülmüş çocuklara.
 
Ne onlara ne kendine.
 
Aldırıyorsun.
 
Kim demiş ki mezar kazıcıları taşlar kadar duygusuz olabilirler çıkardıkları cesetler karşısında diye.
 
****
Yüzlerce hikayeden sadece birisi.
MİRZA YILDIRIM(3), MEHMET YILDIRIM(15), ABDÜLKERİM YILDIRIM (2), İRFAN YILDIRIM(6), XUNAF YILDIRIM(3), ÇİÇEK BENZER(5), ALİ BENZER(7), AYŞE BENZER(7), ÖMER BENZER(8), ABDURRAHMAN BENZER(4), HACI ALTAN(15), KEREM ALTAN(5)
 24 Mart 1994 sabah saatlerinde Şırnak merkeze bağlı Kuşkonar Köyü bombalandı. Olayların ardından resmi yetkililer bombardımanı PKK’nin yaptığını öne sürerken, köylüler ise askeri uçak ve helikopterlerin köyleri bombaladığını belirtti. Köylüler, o günü ‘Gökten ateş ve ölüm yağdı. Cenazelerimizi bile 5 gün alamadık’ diye anlatıyor. Siirt’e göç etmek zorunda kalan Ahmet Yıldırım, o güne ilişkin şu bilgileri veriyor: ‘Köyden hiç kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Herkes işi ile uğraşıyordu. Kimisi çobanlık yapıyordu kimisi evinin çatısında oturuyordu kimisi de ot biçiyordu. 4 jet Siirt tarafından gelerek köyün üzerinden geçtiler. Jetler köyün üzerinden geçtikten sonra geri döndüler, geri döndüklerinde bombalamaya başladılar ve artık bir şey görmedik. Bombaları niçin attıklarını bilmiyorduk. Bilerek mi attılar yoksa yanlışlıkla mı attılar bilmiyoruz ama 4 tane füze köye düştü. Karakol bizden uzaktı. 3 gün 3 gece kimse yardımımıza gelmedi. Cenazelerimiz hep yıkıntıların altında kaldı, evler yıkıldı. Mersin’den Ceyhan’dan, Cizre’den ve komşu köylerden yardımlar geldi onların yardımıyla cenazelerimizi defnettik. Biz cenazelerimizi Cizre’ye götürmek istedik fakat kabul etmediler. Kabul etmedikleri için biz de orada defnettik. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Köyden hiçbir şeyimizi almadan çıkmak zorunda kaldık. Ne hayvanlarımız ne başka bir şey, hiçbir şeyi alamadık. Elbiselerimiz, eşyalarımız yıkılan köyün altında kaldı. Olaydan sonra Siirt’e göç ettik. Şimdide kirada kalıyoruz.’ Ailesinden eşi Elmas ile birlikte 7 kişiyi kaybeden Yıldırım, köyde ekonomik durumlarının çok iyi olduğunu ancak şimdi Siirt’te çöpçülük yaparak geçimlerini sağladığını söyledi. ‘Köydeyken tarlalarımız vardı hayvanlarımız vardı her şeyimiz vardı hiçbir şeye muhtaç değildik’ diyen Yıldırım, ‘Köyden çıktıktan sonra her işe koştuk. Pamuğa gittik, fındığa gittik. Bursa, Batman, Manisa başta olmak üzere birçok yere çalışmaya gittik. O kadar sıkıntı gördük ki artık anlatılamaz. 26 kişi bir köyden öldü. Evler yıkıldı. Hayvanlarımız öldü. Ne ev ne para hiçbir şeyimiz kalmadı. Elbiselerimiz ve eşyalarımız da enkaz altında kaldı’ diye konuştu.
Olay olduğu zaman askerde olduğunu söyleyen ve olayda annesi ölen Lezgin Yıldırım, ‘Bize olaydan sonra bir yüzbaşı ‘Köyünüzün yeni yapıldığını sanıyorduk’ dedi. Halbuki köy yeni değil çok eski, bilinen bir köydür. Olayı duyduğumda köye gittim. Cenazelerimizi gömmeye bile izin vermediler. Hatta cenazelerimizi yıkamadan gömmek zorunda kaldık. Bir yer kazdık ve hepsini öyle yan yana gömdük. Mezarlarını bile doğru dürüst yapmadık sadece bir yeri kazdık ve onları oraya gömdük. Olaydan sonra bize dediler ki ‘eğer derseniz köyümüzü PKK bombalamış, size yardım ederiz köye geri dönmenize izin veririz, eğer öyle söylemezseniz yardım etmeyiz’ dedi.’ Köylerine yeniden dönmek istediklerini belirten Yıldırım, şunları ifade etti: ‘Biz köyden çıktıktan sonra ağaçlarımızı kestiler, tarlalarımız onlara kaldı orada kimsemiz kalmadı. Kimse gidemiyor. Bütün topraklarımız onların elinde. Burada hiçbir şeyimiz yok. Benim olayda annem ve 3 kardeşim öldürüldü, hayvanlarım telef oldu. İnsan psikolojisi bu durumu kaldıramıyor. Diyorduk keşke biz de orada ölseydik. Köye geri gitmemize de izin verilmiyor. Ancak bir gün kalabilmemiz için izin alabiliyoruz. O da gidip gelmek zaten bir gün sürüyor. Zaten köye yol yok’ Tehdit alan köylüler, o tarihten beri köylerine gidemiyor. Çünkü köyleri yasak bölge kapsamına alındı.
http://www.birgozdesenol.org/?page_id=12

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:ali duman Tarih: Oca 29, 2011 | Reply

    Karl Marks’ın solcu gazeteci arkadaşı Swinton 1880 yılında çalıştığı gazetenin bir yahudiye satılışının kutlama davetinde söyledikleri sözler aklıma geliyor.

    hortumcu kartel medyasının şakıyan güllerine ithaf edilmek üzere sözü gazeteci Swinton’a bırakıyorum;

    “Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine ve iktidara dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de… Öyleyse şimdi burada ‘bağımsız, özgür basının(!) şerefine(!) kadeh kaldırmak’ saçmalığı da nereden cıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların ve emperyalistlerin oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız… Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı…

    Bizler entelektüel fahişeleriz.”

  3. Yazan:ahmet medeni Tarih: Oca 30, 2011 | Reply

    Hep düşünmüşümdür! Bu ‘MEDİA’ ne için vardır, kızılderililerin dumanı-odunu boşa yanmasın diye değildir herhalde!..Öyle ise, ne için?Sanırım, Şeytanın avukatlığı için, çünkü bu onlara hem vahşi/harami haz veriyor(ki, iblisin böyle bir gücü var-ne yazık ki..) hem de rant sağlıyor.İlginçtir bazen önce birşeye rasgele inanıyorlar sonra, neye-neden inandıklarını anlatmanın yollarını arayıp, günlerce abes şeyler serdedebiliyorlar.(misal;28 şubatın hürriyet manşetleri)Uzun söze gerek yok.(bu arada, Ali Duman süper yakalamış, sağolsun)

  4. Yazan:Mustafa ESER Tarih: Oca 31, 2011 | Reply

    Yıllardır ülkemizdeki insanların teamülleri:Devlet cinayetlerinin milliyetçiler tarafından kabul edildiğidir.Herkes Solcuların insan haklarına ve özgürlüklerine sahip çıktıklarıdır. ÖYLEMİYMİŞ?

  5. Yazan:özlem Tarih: Oca 31, 2011 | Reply

    http://www.kadinnews.com/index.php?ctgr_id=114&content_view=16488
    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&Date=20.01.2011&ArticleID=1037196

  6. Yazan:ufuk tan Tarih: Şub 1, 2011 | Reply

    Hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalı,sadece m.vekillerinden değil,demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları da katılmalı.Ama şimdiki hükümet kabul edermi bilemem,zira g.başkan yardımcılarından biri,o dönemlerin ohal valilerinden.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin