RSS Feed for This Post

Bir Seyyahın Kaybolma Kılavuzu-Özcan Yurdalan

Veda Sorusu

Bir yolcu gördüm…

Çoktandır yoldaymış gibiydi. Hali, tavrı, uzun yolların yolcularını andırıyordu, ama nereden geldiğine dair hiç belirti yoktu görünürde. Oysa uzun yola çıkmışların sezgileri hayli gelişmiştir, karşılaştıkları yolcunun nerelerden geçerek geldiğini anlayabilirler. Her birinin üstüne başına, diline davranışına sinmiş işaretleri fark eder, yorum yapar, tahminde bulunurlar.

 

(Büyük formattaki resimler makalenin sonunda)

O’nda da saç diplerinden tırnak uçlarına kadar yolların tozu vardı. Gerçi bizim bildiğimiz dünyadan çok, bir hayal âleminin tozlarına benziyordu üstündekiler. Sanırım bu yüzden kimin nesidir, nereden gelip nereye gitmektedir, kestirmek zordu.

Karşılaştığımız yer, neden sonra varılmış ilk durağı da olabilirdi bu yolcunun, son durağı da. Zaten burası, yolcuların uzun uzadıya vakit geçirdikleri bir yer olmamıştı hiçbir zaman. Olamazdı da. Ne şöyle sırtımızı yaslayarak rahatça oturabileceğimiz bir ağaç gölgesi vardı görünürde, ne de yatıp uyumak için bir oda, çardak veya sıradan bir seki.

Sonsuz boşluğa savrulup gidecekken kayaların ucuna takılıp kalmış, son bir gayretle yeryüzüne tutunmuş bir yerdi burası. Önümüzdeki derin uçuruma yüzümüzü dönünce, tam arkamızda kalan sivri kayalarda gezinen rüzgârın uğultusunu işitirdik. Büyük boşluklara has çınlamalarla dolu bu uğultular uzaktan geçen yolcuları bile buraya çekerdi. Havada daima asılı duran ve gün ortasını geçmeden eflâtuna çalan toz bulutuysa etraftaki her şeyin ince bir tülle örtünmüş gibi görünmesine yol açardı.

Sebep o bulut mudur, yoksa karşıdaki kayaların gece gündüz eksilmeyen gölgesi mi, bilmiyorum, ama yolu buraya düşen yolcuların ruhu, o bulut ile kayaların arasındaki kıskaca girerdi. Kararsızlığın kıskacına.

O yolcuysa, her şeye rağmen, varacağı yere varmış gibi görünüyordu. Halinden şikayet etmediği gibi, kendini hep iki arada hisseden, kararsız birine de benzemiyordu pek, ya da ben benzetemedim.

Günlerce konuştuk. Daha doğrusu, o anlattı, ben dinledim. Fasılasız, uzun uzun anlattı. Yollara, yolculara, yolculuk hallerinin her teferruatına vakıftı. Sadece seyirlerdeki yaşanmışlıklar değil, yollarda başa gelmiş ve gelecek ne varsa hepsi malûmuydu.

Bilmediği rota, gezmediği kent, solumadığı dağ havası kalmamıştı. Vardığı her menzilde, en derinlerindeki kapılara ulaşmış, kimini açmış, kimini de kapalı kalmalı diye mim koyup öylece bırakmıştı. Onca gün birlikte geçirdikten, anlattıklarını dinledikten, gözlerinin içinde âlemi seyrettikten sonra edindiğim izlenimi böyle özetleyebilirim.

Bu izlenimi sözcüklere döker dökmez müthiş bir keşif yapmış gibi içim aydınlanıvermişti. Hislerimi kendisine söylediğim zaman aldırmaz göründü, ara vermeden konuşmasını sürdürdü.

Sözlerinden yola çıkarak nereden gelip nereye gittiğine dair herhangi bir ipucuna ulaşamadım. Belki de ulaşılacak bir yer yoktu. Onun geldiği bütün yollar gibi, o yollara açılan bütün geçitler de unutulmuştu.

Galiba bu yüzden, gözlerinde âlemi seyretmeme izin verdiği halde, sözleriyle beni yolculuklara çıkarmayı başaramadı. Herhangi bir yolculuğa. İnsanı şuradan alıp şuraya götürebilecek mecali yoktu ağzından dökülen kelimelerin.

Kim bilir, belki de kıskançlıkla korumaya çalıştığı, kendine saklamak istediği bazı şeyler vardı ve anlattıkları üstünden benim bir yolculuk yapmama izin vermeyecekti. Özenle kaçınıyordu bundan, ya da ben gerekli kapıyı bulup girememiş, o ilk geçidin nerede olduğunu bulamamıştım.

Ayrılma vakti geldiğinde, “Ne zaman yola çıkıyorsun?” diye sordum; sırt çantamı yüklenmiştim.

Günlerdir cevabını bulmaya çalıştığım soru ilk kez dilimden dökülmüştü. İkimiz de bunu biliyorduk.

İşte o an, ilk kez telaşlandığını, sükûnetini kaybettiğini, kararsız kaldığını fark ettim, cevap vermedi…

Veda etmeden ayrıldım. Orada kalmıştı. Bir ara arkama baktım. Görünürde yoktu ama bir fısıltı gibi gelen sesini işittim. Şu basit soruyu bana soruyordu:

“Yola nasıl çıkılır?”

Geriye dönmedim. Ben de aynı soruyu ona yolladım bir veda cümlesi gibi:

“Peki, yola nasıl çıkılır?”

İkimiz de, uzun uzadıya barınmak mümkün olmadığı halde günlerdir bir türlü terk edemediğimiz yerden ayrılmadan veda ediyorduk birbirimize, cevabını belki de hiç bulamayacağımız o en son sorusuyla.

“Sahi, yola nasıl çıkılır?”

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin