RSS Feed for This Post

Romanda Gerçeklik ve Kurmaca

Gerçek dünyadaki sorun, binlerce yıldır kendimize bir mesajın olup olmadığını, bunun bulunup bulunmadığını sormamızdır. Anlatısal bir evrende o evrenin bir anlam oluşturduğunu, onun köken olarak ve okuma yönergelerinin bütünü olarak onun arkasında yetki sahibi bir varlık olduğunu kesin olarak biliriz.[1] Nesir bir uzun anlatı olan roman, kendi gerçekliğini yaratan bir hayal dünyası oluşturur. “Gerçekçilik” anlayışına edebi açıdan yaklaşımı tarihçiler ve romancılar arasında çok farklı olmuştur. Maupassant gibi kimi yazarlar gerçeğin izlendikten sonra değerlendirme süzgecinden geçirilerek aktarılmasını savunurken, Zola gerçeklerin objektif olarak aktarılmasından yanadır. Roland Borthes, dilin nesne gerçeğini tam olarak veremeyeceğini[2] savunur.

 Fiktif yani itibari, gerçeğimsi denilen bu yapı, “…harici âlemin bir düşünce sistemi etrafında sanatkar tarafından yorumlanması neticesi vücut bulur.”[3] Romanı biyografiden, otobiyografiden, yaşanılan olaydan, ifade tutanağı tarzından, seyahat yazılarından, tarihe dayalı eserlerden ayıran işte bu fiktif unsurdur.[4] Sanatla gerçeklik arasındaki bağıntı gerçekliğin doğrudan yansıtıldığı yansıtma kuralı ile karmaşık ve dolaylı bağlantı dolayım/mediation kuramı olarak iki şekilde karşımıza çıkar. Dolayım kuramı, somut gerçekliğin artistik olarak yeniden-üretilmesidir ve dönüştürme anlamına gelmektedir. Bu yeniden üretim görünüşün arkasındaki anlamı/içkin anlamı öykülemektir ki bu da gerçeklik kavramını bir sorun olarak ortaya çıkarmaktadır. Gerçekliğin artistik üretimi sürecinde üretim araçlarının, tekniklerin, kullanılan gereçlerin ve asıl önemlisi yazarın kurmacaya ilişkin tasarımının da belirleyiciliğini göz ardı etmemek gerekiyor.[5]

 Fiktif bir dünyanın gerçeği tarihi ve yaşanan andan farklıdır. Aktaş’ın dediği gibi, “Gerçek dediğimiz şey, değişikliğe uğrayarak edebi eserin içine girer. Bunun için de hayatın gerçeği ile sanatın gerçeği birbirinden farklıdır. En gerçekçi olduğu iddia edilen edebi eserler dahi yaşanmış olanı değil, gerçeğe uygun olanı dikkate sunar.”[6] Kurmaca metin tam olarak gerçeği yansıtmayacaktır ama “gerçeği birebir de yansıtsa edebilik iddiasında olan eserler vardır, özellikle Postmodern’de.”[7] Roman dünyasıyla gerçek dünya arasındaki bağlantı, ya taklite(representation) ya da temsile(illustration) dayalı olarak gerçekleşir. Bazı romanlarda karakterlerin gerçek insanlara, olayların da gerçek hayattaki olaylara benzeyişleri, herhangi bir bakımdan anlamlı değildirler; bunlar, sadece roman dünyasındaki olaylara, okuyucunun dikkatini çekmek için vardırlar.[8] Bu da okuyucu ile roman dünyası arasında bir bağ kurulmasına ve okuyucunun kendi gerçek dünyasına benzeyen bir dünyayı somutlamasına yardımcı olur. Flaubert Louise Colet’e yazılmış bir mektubunda “Emin olunuz ki bir yazarın yarattığı her şey gerçektir… Benim zavallı Bovary’m, hiç şüphesiz ki şu anda Fransa’nın her kasabasında ıstırap çekiyor ve ağlıyor.” diyerek gerçeğe uygun roman karakterinin ve onun dünyasının kendi gerçek dünyamızda örnekleri olduğunu ve eserinin gerçek dünyayı temsil ettiğini ifade etmektedir. Gerçekte Bayan Bovary fiktif dünyanın bir gerçeği, gerçek dünyanın ise fiktif bir gerçeği olarak karşımıza çıkar. Roman gerçekliği konusundaki diğer bir açı da Kundera’dan gelir. “Roman gerçekliği değil varoluşu inceler. Varoluş ise bitmiş bir şey değildir; varoluş, insani olabilirliklerin alanıdır, insanın olabileceği her şey, yapabileceği her şeydir.”[9] diyerek, romancının olmuş olan üzerinden değil, olabilir olan üzerinden kendi varoluş haritasını keşfederek çizeceğini belirtir.

Gerçeğe ilişkin görüngülerin algılanışı, duyumu, tasarımı, yeniden üretimi, yazınsal dönüşümü, düşlemi… Çoğu şiirin alanında koşturmasına karşın, imgenin roman sanatında tuttuğu yer, bazen onu çözümlemeden romanın yapısal özelliklerini anlamayı güçleştirecek ölçüdedir. Roman estetiği içinde imge, gerçekliği düzenlenen görüngülerin zihinsel- düşünsel kuruluşudur. Yeniden üretilmek üzere, görsel duyumlar sunar roman gerçekliğine. Yazınsal gerçekliğin özgür isteminin, düşlemin, gerçeküstünün oluşturduğu yansımalar da yazınsal imgeler olarak kurmacayı oluşturur[10] diyen Gümüş, romanda düşselliğin yazınsal gerçekliğe taşınan yaşantısal gerçekliğin başka bir tür gerçekliğe dönüştüğünü, yeniden üretildiğini dile getirmektedir. Bunu Kundera, “Romanın gövdesine girerken, düşünceler öz değiştirir. Romanın dışında, insan doğrulamalar, kesinlemeler alanında yer alır: Herkes söylediğinden emindir; politikacısı, filozofu, kapıcısı. Roman alanında doğrulama yapılmaz. Burası oyunların ve varsayımların alanıdır… Bir kez romanın bünyesine girmeyegörsün, düşüncenin özü değişir; dogmatik bir düşünce varsayımsal olur.”[11] şeklinde açıklamaktadır.

Kurmaca bir eserde iki önemli yapı öğesi vardır. Bunlardan birincisi, yaşantıdır. “Yaşantı, gerçek katmanın bir boyutudur ve yazarın eserini kotarmada yararlandığı ana malzemelerden biridir… Öte yandan birçok yazar, ilk ürününde kendi hayatını, kendi yaşantılarını anlatarak yaşantı edebiyatı örneği verir, ama yaratıcılıkta ilk basamağı atlayıp kendini kahramanın yerine koyma, düşünce dünyasından yararlanma düzlemine geçmemek, çoğu kez yazarın olgunlaşma yeteneği olmadığını gösterir.”[12] İkinci yapı öğesi, okuyarak kazanılan bilgi ve düşüncelerin kurmacada kullanılmasıdır. “Eserlerini gerçek yaşantıdan çok düşünceye, okuyarak elde edilen bilgilere dayandıran yazar ve şairlerin ürünleri için düşünce edebiyatı terimi kullanılır. Kurmaca bir eserde amaç, düşünceyle gerçekliği edebiyatın somut tarzında birleştirebilme gücüdür.”[13]

Romanda gerçeklik anlayışının karşımıza çıkardığı bazı sorunlar vardır. Rene Wellek, Edebiyat Tarihinde Realizm” adlı çalışmasında bu konuya değinirken bu sorunları dile getirir: “…realizm tuzağı, teorileriyle desteklendiği için, sanat ile bilgi aktarımı veya ameli öğüt arasındaki tüm farkı kaybedebileceği ihtimalindeki kadar çok göreneklerinin ve dışladıklarının katılığında yatmaz. Romancı bir sosyolog veya propagandacı olmaya kalkıştığında, sadece kötü sanat, sıkıcı sanat ortaya koydu; malzemelerini atıl gösterdi ve kurguyu ‘haber’ (reportage) ve ‘belgeleme’ ile karıştırdı. Realizmin daha alt tabakaları sürekli olarak gazeteciliğe, risale yazmaya, bilimsel tasvire, kısaca sanat dışına yöneldi; en üst tabakasında en önemli yazarlarıyla, Balzac ve Dickens’la, Dostoevsky ve Tolstoy’la, Henry James ve İbsen’le ve hatta Zola ile devamlı olarak teorisinin ötesine geçti: Hayâl dünyaları yarattı. Realizm nazariyesi sonuç olarak kötü bir estetik bilimdir, çünkü tam sanat ‘yapmak’tır ve tek başına bir hayâl ve sembolik şekiller dünyasıdır.”[14]

Kurmaca bir gerçekliği açıklasa bile bunun “gerçekçilikle hiçbir ilişiği yoktur. İnsan eşeklerin uçtuğu, prenseslerin bir öpüşle diriltildikleri bütünüyle gerçekdışı bir dünya kurabilir; ama katıksız bir biçimde olası ve gerçekdışı olan bu dünya başından belirlenmiş yapılara göre vardır. Bunun bir prensesin, bir prensin ya da bir cadının öpücüğüyle diriltilebileceği bir dünya olup olmadığını ve bir prensesin öpücüğünün yalnızca kurbağaları… prense dönüştürüp dönüştürmeyeceğini bilmek gerekir.” [15] Dostoyevsky, Don Quijote’de gerçeği bir yalanın kurtardığını söylemişti. Cervantes’le birlikte roman, gerçeğin temeli olan bir yalan olarak doğum hakkını elde eder.[16] Önemli olan gerçeklik değil, kurmacanın kendi dünyası içindeki gerçekliğidir.

    Bazı iyi bilinen olaylar böyle meydana gelir. Bunlardan ilki, kurmaca modeli gerçekliğe yansıtmaktır, yani daha basit bir ifadeyle kurmaca karakterler ile olayların gerçekten var olduğuna inanmaktır. Bunun en büyük örneği Scherlock Holmes’un gerçekten yaşamış olduğuna inananların hala çok olmasıdır. Michel Butor, romanın “realizmi yani kendini gerçeğin bir parçası olarak gösteren durumu, sadece bir görüştür, onu edebi tür olarak görmemizi sağlayan bir görüş. Romanda betimlenen gerçekliğin, içinde yaşadığımız gerçeklikle olan ilişkisinin bütününe bir romanın sembolizmi”[17] demektedir. Sembolizmin ve formalizmin(romanda dil, üslûp, teknik, kompozisyon, yapı…) birlikteliği romandaki gerçekliğin göstergesi olarak karşımıza çıkarlar.

Çocuk nasıl oynayarak yaşamı öğreniyorsa yetişkinler de kurmaca anlatılar aracılığıyla gerek şimdinin gerek geçmişin deneyimine biçim verme yeteneğini -insan- geliştiriyor. Ancak anlatısal etkinlik günlük yaşamımıza böylesine sıkı sıkıya bağlıysa, yaşamı kurmaca gibi yorumluyor ve gerçekliği yorumlarken ona kurmaca öğeler katıyor olamaz mıyız?[18]

   Kurmaca karakterlere gelirsek, kurmaca metin geçerli olan gerçeklik algısı aynı şekilde tezahür eder. Kahraman, kurmaca dünyanın gerçekliği içinde değerlendirilmelidir, hatta Eco bir adım ileri giderek kurmaca bir karakteri ciddiye almanın, metinler arası bir anlatıda gerçekleşeceğini ifade eder.  “Böyle bir anlatıda, bir başka romandaki karakterin bir romana girişi ya da bir oyuna girişi, neredeyse bir gerçeklik işareti işlevi görmektedir. Rostand’ın Cyrana de Bergerac’ında ikinci perde sonundaki durumu buna örnek gösterilebilir. Kurmaca karakterler bir metinden ötekine göç edebildiklerinde, gerçek dünyada yurttaşlık hakkı elde etmiş ve onları yaratan anlatıdan bağımsız hale gelmiş olurlar.[19]

Okuyucu bir eseri anlamlandırmak için eserin yazıldığı dönemi, tarihini, sosyo-psikolojik yapısını, dönemin gerçeklik anlayışını bilmeden eserin gerçekliğine yönelik net bir tavır geliştiremez. Bunu bildiğinde dahi karşısına bir problem daha çıkar. Yazarın romanında seçtiği kültür ortamı ile kendi gerçek dünyası arasındaki ilişkinin niteliği. Roman ile gerçek dünya arasındaki bağlantının taklite ya da temsile dayandığını ifade etmiştik. Gerçeğin bir eşini yaratma taklite dayalı, gerçeğin sadece bir yönünü ifade etme ise temsili/sembolik sanattır. Gerçekçi roman taklite dayanmak zorundadır. Gerçek karakter ve olayları işleyerek gerçeğe ulaşmaya çalışmalıdır. Bu ise romanın değil farklı alanların işidir. Gerçekçi bir karakter ve dünya yaratmak için yazar, özelden genele, fertten tipe doğru evrensel boyutlar kazandıran taklitçi/mimetik teknikleri kullanmalıdır. Bunu yaparken üç aşamayı takip eder. Yazardan geçerek romana yansıyan gerçek; belli ve sınırlı bir gerçeğin kayıt edilmesi; belli ve sınırlı gerçeğe benzeyen bir gerçeğin yaratılması ve gerçek hakkında genellemeler yapılması. Yani gerçeği ne kadar yeterli taklit edebilirseniz ona o kadar çok yaklaşabilirsiniz. Realistlerin yapmaya çalıştığı da bu olmuştur, hayatı idealize etmek yerine gerçekçi bir şekilde tasvir etmişlerdir. Gerçeğe uygun karakter çizmenin zaman ve mekan kaydı olmaksızın evrenselinsan tabiatına sadık kalmakla mümkün olacağını ifade eden Fielding’e katılan Walter Scott’un görüşüne göre gerçeğe uygun karakter çizmenin kaynağı gerçeğin kendisidir ve karakter hem ferdi hem de evrensel insani nitelikleri temsil etmelidir.

Kurmaca içinde temsili/sembolizmi kullandığınızda gerçeklik anlayışı tamamen değişir. Amaç gerçeği olduğu gibi taklit etmek değil, onun bazı yönlerini ifade etmektir. Bu da tarihi, psikolojik ve sosyolojik gerçeklerden çok metafizik ve ahlâki yönlerle ilgilidir. Bir karakteri psikolojik veya sosyolojik açıdan işlediğinizde daha fazla gerçeğe yaklaşabiliriz. Gerçekle roman dünyası arasındaki ilişki temsili olduğunda ise semboller muhafazakâr ve geleneksel oluşlarına göre veya geleneksel olmayıp kişisel oluşlarına göre farklılık gösterirler. Yine de karakterlerin gerçek karakterlere, olayların gerçek olaylara benzeyişleri çok da anlamlı değildir, bunda amaç okuyucunun dikkatini çekmektir. Bir kurmaca karakteri gerçek bir insanı ya da tipi temsil eder, ne de metafizik bir kavram ve manayı sembolleştirir. Kurmaca karakter sadece insan şekline ve niteliklerine bürünen, kurmaca olay yaşanmış ya da yaşanabilir izlenimi veren ve yazarın gerçeklik süzgecinden geçtikten sonra kayıt altına alınan, yeniden yaratılan ve hakkında genellemeler yapılan bir kavram olarak karşımıza çıkarlar.[20]

Farklı bir bakış açısı da Pospelov’dan gelir. 19.yy.da Puşkin ve Belinski ile başlayan ve 20.yy.da Toplumsal Gerçekçilikle devam eden gerçekçilik anlayışından bahsederken şu noktaların üzerinde özellikle durur.

Başlangıçta eleştirmenler, insan karakterinin gösteriminde tek yönlülüğün aşılması ve gerçekçiliğin karakteri çok yönlü gösterebilme yetisini görüyorlardı. Bu çok yönlülük Puşkin’e göre, olaylar, koşullar ve durumların içlerindeki çeşitli ve çok yönlü karakterlerin yazar tarafından açılıp geliştirilmesi ile sağlanacaktı. 19.yy.ın ortalarında insan doğasına ilişkin maddeci kavrayışla sanatsal karakterin, nesnel toplumsal-tarihsel koşullara ve durumlara bağlı bulunduğu fikri kabul gördü. Gerçekçi edebiyatta karakterler ile toplumsal durum ve koşullar arasında var olan karşılıklı etkileşimin tam ve doğru olarak açıklanabilmesi için gerekli temeli tarihsel somuttan giden ve insanın özünü toplumsal ilişkiler bütünü olarak belirleyen ve ardından bu ilişkilerin kendilerini de bilimsel olarak açıklayan bir kuram sağlayabildi. Bu noktada Engels’in görüşü, yaşamın yansıtılışındaki gerçekçilik ilkesinin özgül niteliği, meydana getirilen karakterlerin temel, asal ilişkilerinin ve özelliklerinin, tipik durum ve koşulların belirleyiciliği ve koşullayıcılığı içinde verilmesinde yatmaktadır, şeklindedir. Yani bir karakter tipik bir durum/koşul içinde ne kadar gerçeğe uygun yansıtıldıysa o kadar gerçekliğe yaklaşılmıştır. Bu noktada devreye bir de yazarın dünya görüşü girmektedir. Yazarın dünya görüşü, Dobrolyubov tarafından dünyaya bakış ve kuramsal görüşler olarak ikiye ayrılmış, gerçekliğe vardıranın yazarın dünyaya bakışı olduğunu ifade etmiştir. Yazarın dünya görüşü incelenirken, bunun zorluğu göz önünde tutulmalıdır. Yazar kendi soyut kuramsal düşünüşünde, toplumun gelişim perspektifine ve belirli toplumsal katmanların bu gelişimde oynayabilecekleri role ilişkin yanlış kavrayışlardan hareket etse de bu toplumsal katmanların yaşamını, düşünsel olarak doğrudan, dolaysızca yakalamada ve değerlendirmede yani dünyaya bakışında yazar, onların gerçeklikteki yaşamlarının, zayıf ve güçlü yanlarının, daha doğru ve somut yansıtılışına da varabilir. Gerçekçilik ancak, kahramanların kişilikleri, yalnızca yazarın soyut fikirlerinin bir gösteriminden ibaret kalmayıp yaşamın yasalıklarını kendilerinde cisimleştiren figürler niteliğinde oldukları zaman vardır. Bu olsa dahi gerçekçi olmayan yansıtış da yazarın kendi dünyasından, yaşam tasarımlarından kahramanını ele alması sonucu her zaman ortaya çıkmaktadır. Yaşamın yansıtılışının niteliksen düzeyi, bir eserdeki kahramanların karakterlerinin hangi düzeyde yaşamın nesnel akışıyla belirlendiğine ve yazarın öznel ve soyut görüşleriyle belirlendiğine bağlıdır. Yazarın bilimsel ve somut tarihsel bir dünya anlayışına sahip olması kurmacayı gerçekliğe yaklaştıracaktır.[21]

Gürsel Aytaç, roman kurgusunda nesnelliği sağlamak amacıyla en çok başvurulan yöntemin konuşmalara ve diyaloglara ağırlık vermek olduğunu, konuşmaların roman figürlerinin kişiliklerini yansıtacak özellikleri içerdiği ölçüde gerçekliğin çok sesliliğini yansıtacağını, modern romanda çok yönlü aydınlatma yönteminin/mehrfache optik -yani bir figürün / olayın birden fazla figür tarafından tanıtılması- romanda nesnelliği vereceğini buna ek olarak montaj ve alıntı teknikleri ile kurmaca dünyanın gerçek dünyanın olayları ile somut bir ilişkiye girmesi ile çağın toplumsal gerçekliğini canlandırmak için kullanılan anlatım teknikleri olduğunu ifade etmektedir. Öznel gerçekliği yakalama çabalarında ise en çok kullanılan anlatım yönteminin, iç monolog ve bilinçakımı teknikleri olduğunu belirtmektedir.[22]

Peki romanda kurmacanın yanında karşımıza çıkan düşsellik?

Romanda yer alan hikayenin tarih, biyografi, otobiyografi, seyahat yazısı, hatıra ve benzeri eserlerden farkı itibari oluşu yani gerçek olmayan, var sayılan, kurmaca, fiktif oluşu olduğunu belirtmiştik. Düşsellik de tam bu noktada devreye girer. Düşsel anlatı, “…gerçeğe benzerlik kaygısından sıyrılıp akılcı düşüncenin erişemeyeceği görüntüleri yakalayan imgelem”[23]dir. Folklor alanında (destan, halk öyküsü, masal…) karşımıza daha belirgin şekilde çıkan düşsellik, roman türünde özellikle macera, fantastik roman, bilimkurgu gibi türlerde kendisini belirgin bir şekilde gösterse de tüm roman türleri bir düşselliğin ürünüdür. Dünyayı yeniden biçimleyen bu anlayış dünyayı kopya etmekten öte, kendi gerçekliği olan yeni dünyalar yaratma işidir. Bu dünya yaratılırken kullanılan malzeme yaşanan zamana, gerçekliğe aitmiş gibi görünse de bu bir imaj yani biçimlendirmedir ve dünyayı romanın malzemesi haline getirir. Bu noktada Attila İlhan’ın Sanat Sorunları: II başlıklı yazısında ” …yaratma dediğimiz, toplumsal ve humain hareket noktalarından, estetik planda yeni bileşimlere girmek, orijinal terkipler yapmak demektir. Yaratan tekrar etmez, taklit etmez, tespit etmez, gözlemez, yol göstermez. Ya ne yapar? Bunların hepsini çeviren geniş bir çember içinde, kendini çevresinin ve toplumsal katının etkilerini yoğurur, estetik bir potaya döker.”[24] şeklinde dile getirdiği gibi yaratılan düşsel evrenin/romanın taklit ve tespit değil, her şeyi içine alan estetik bir yapı olduğunu ifade eder.

Roman iki ayrı gücün birleşimidir. “İnsanlar ve insanlar dışında kalan bir sürü değişik şeyler. Roman yazarının görevi bu iki gücü ayarlamak, birinin gereklerini ötekinin gerekleriyle uzlaştırmaktır.”[25] Bu düşüncenin her romanda karşımıza çıktığını söyleyemeyiz. Roman merak üzerine kuruludur ve roman da okuyucusundan kendisini merakla takip etmesini bekler. “Öykü okuyucudan merak bekler; kişiler insanca duygular ile değer yargısı, olay örgüsü ise zeka ve iyi bir bellek ister. Peki düşselliğin bizden beklediği nedir? Düşsellik bizden ek bir ödemede bulunmayı bekler; …bizi bir sanat yapıtının gerektirdiğinden öte, fazladan bir hazırlıkta, bir uyarlamada bulunmaya zorlar. Öteki romancılar duyucuya şöyle seslenir: İşte size kendi yaşamınızdan geçebilecek bir şey. Düşsel yazar ise, şöyle der: İşte size yaşamda olamayacak bir şey. Sizden istediğim, önce kitabımı tümüyle kabul etmeniz.”[26] Çünkü,  ” İster yaşamdan kitaplara olsun, ister kitaplardan konuşmalara, gerçeği bir alandan başka bir alana aktardık mı bir şeyler oluyor ve gerçekliği bozuluyor.”[27] Düşselliğin yoğun olduğu bir romanda okuyucunun beklentisi asla romanın gerçekten olmuş şeyleri anlatması olmamalıdır. “Sanat yapıtının kendine özgü bir varlığı, günlük yaşamın yasalarından ayrı yasaları vardır. Yapıta uygun düşen her şey gerçektir; bu yüzden meleklere, hortlaklara, ancak romana uygun düşmüyorlarsa karşı çıkılabilir.”[28] Romanda “zaman, kişiler, olasılık gibi şeylerden ve bunların uzantılarından, hatta alınyazısından öte bir şey vardır: Bu öte düşsellik ve ermişlik”[29] tir. “Düşselliğin buyrukları evrenin dört bir köşesinde geçerlidir; ama yöneten güçleri etkileme; göklerin beyni olan yıldızlara, o değişmez yasalar kümesine dokunamaz. Bu tür romanların önceden tasarlanmadan yazılmış gibi bir havaları vardır. Güçlü ve cana yakın olmalarının sebebi de buradadır.”[30] Düşsellikle ermişlik birbirinden farklıdır: “Bu iki tür romanı birbirinden dayandıkları mitolojiye bakarak ayıracağız. Düşsellik adına ufak tepelerde yaşayan bütün perilere, kırsal bölgelerin ufak tefek tanrılarına, unutkanlıklara, söz oyunlarına, orta çağın özelliklerini taşıyan her şeye el açarak yardımlarını dileyebiliriz. Ermişlik konusuna geldiğimizde herhangi bir yakarışta bulunmayacağız. Ama yakaracak olsaydık kendi gücümüzün yetmediği her şey, Hint Tanrıları, Yunan Yahudi ve İskandinav Tanrıları ile şeytan olurdu.”[31] Burada düşselliğe karşı bir okuyucu grubu itiraz edecektir. Zaten düşsellik de doğaüstü olayları ya kabul etmemizi ya da reddetmemizi ister. Düşselliğin yoğun olduğu bir romanda olağanüstü durum ve olaylar üstü kapalı bir şekilde de dile getirilebilirler ancak genelde açıkça dile getirilirler.

Düşsel romanlarda dile getirilen doğaüstü işlemler şunlardır:

“Günlük yaşama Tanrı, hortlak, maymun, canavar, cüce ve cadı gibi şeyler sokmak; sıradan insanları bilinmeyen ülkelere, yerkabuğunun derinliklerine, geleceğe ve dördüncü boyuta göndermek; insan kişiliğinin derinliklerine dalmak, ya da kişiliğini bölüp parçalamak ve son olarak da uyarlama ve parodi.”[32] Parodi ya da da parodi daha önceden yazılmış bir yapıtı esin kaynağı olarak kullanıp yeni bir eser meydana getirmek için bu tür romanlarda kullanılır. Buna Lowes Dickinson’un Sihirli Flüt adlı romanının Mozart’ın dünyasını temel alması, Joyce’un Ulysses’inin Homeros’un Odysseia’sını ironik bir dille temel alması, Fielding’in Joseph Andrews adlı romanının Richardson’un Pamele adlı eserini güldürü temeli olarak alması örnek verilebilir.[33]

Nobokov’un dediği gibi, “Aslını isterseniz, bütün kurmaca kurmacadır. Bütün sanat aldatmacadır. Bütün büyük yazarların dünyaları gibi, Flaubert’in dünyası da kendi mantığı, kendi kuralları, kendi rastlantıları olan bir düş dünyasıdır.[34] Ve bu düş gücü romanın ilerlemesine ve yeni açılımlarla kendisini yeniden şekillendirmesine olanak sağlamıştır. Romandaki kurmacayı gerçeklik açısından yargılamak nasıl romanın varlığına aykırıysa romandaki düşselliği yargılamak da düş gücü kullanılarak yazılan romanların varlığına o kadar aykırıdır. Kendisini var eden gücü yok etmeye çalışan bir roman paradoksal bir zemine oturacağı için ayrı bir incelemenin alanı içinde incelenmelidir. Joyce’un romanını ironik dille eleştirerek yeni bir dil kuran bir roman ortaya çıktığında _ironinin ironisi yapıldığında- işte tam bu söylediğimiz durum ortaya çıkacaktır.

 Ve kurmaca, kendi gerçekliğiyle hayatımız içinde devridaim yaparak sadece kendi gerçekliğinin değil aynı zamanda “gerçekliğin” sorgulanmasına neden olmaya da devam edecektir.

 

   

 

 

 

 

                                                                                                             

 


[1] Umberto Eco, Anlatı Ormanında Altı Gezinti, çev.Kemal Atalay, Can Yayınları, İstanbul, 1995,s.140.

[2] Umberto Eco, Anlatı Ormanında Altı Gezinti, çev.Kemal Atalay, Can Yayınları, İstanbul, 1995,s.140-157.

[3] Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Birlik Yayınları, Ankara, 1984, s.14.

[4] Roland Bourneur ve Real Quellet, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin Gümüş,  Kültür Bakanlığı Yayınları:1085, Tercüme Eserler Dizisi, Ankara, 1989, s.21.

[5] Hilmi Yavuz, Yazın Üzerine, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1987, s.23-24.

[6] Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Birlik Yayınları, Ankara, 1984, s.14.

[7] Gürsel Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yayınları, İstanbul, 1999, s.25.

[8] Scholes Robert- Kellogg Robert, “Hayat ve Sanat”, Philip Stevick, Roman Teorisi, çev.Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Ünv. Yay.nu.130,Ankara, 1988, s.340-347.

[9] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul, 2002, s.55.

[10] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991, s.158.

[11] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul, 2002, s.92-93.

[12]  Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.36.

[13] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.36.

[14] Rene Wellek, Edebiyat Tarihinde Realizm, Copncepts of Criticism, Fifth Printing, Octaber, 1969, çev. Sıdık Yüksel, Dinbilimleri Dergisi,Cilt5, sayı 2.

[15] Umberto Eco, “Sonrası” Alfabeta Dergisi, 1983, sayı 49, çev. Şadan Karadeniz,Gülün Adı, Can Yayınları,İstanbul, 2002,s.577.

[16] Carlos Fuentes, “Romana Övgü”, çev.Celal Üster, Sözcükler, Temmuz-Ağustos 2006, s.29.

[17] Michel Butor, “Arayış Olarak Roman”, çev.Hüseyin Salihoğlu, 20.yüzyıl Edebiyat Sanatı,İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1995, s.300-301

[18] Umberto Eco, Anlatı Ormanında Altı Gezinti, çev.Kemal Atalay, Can Yayınları, İstanbul, 1995, s.140.

[19] Umberto Eco, Anlatı Ormanında Altı Gezinti, çev.Kemal Atalay, Can Yayınları, İstanbul, 1995,s.142-143.

[20] Scholes Robert-Kellogg Robert, “Gerçek (Realite) Meselesi”,Philip Stevick, Roman Teorisi, çev.Sevim Kantarcıoğlu, Ankara, 1988, 339-348.

[21] Gennadiy N. Pospelov, Edebiyat Bilimi, çev.Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 1995,194-208.

[22] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.92-99.

[23] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul, 2002, s.95.

[24] Attila İlhan, “Sanat Sorunları:II”, Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları,Ankara, 1990, s.35.

[25] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.150.

[26] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.152.

[27] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.150.

[28] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.153.

[29] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.151.

[30] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.155.

[31] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.154.

[32] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.165.

[33] E.M. Forster, Roman Sanatı, çev.Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s.165-167.

[34] Nobokov, s.32.

 

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin