RSS Feed for This Post

Adalet… Herkes için…

Pırıl pırıl bir pistin başına, gıcır gıcır eşoftman ve son model ayakabılarla geldikten sonra koşmak için start alan ve ilk çıkışında bağcıklarını bağlamadığı için yüzüstü yere kapanan şaşkın atletler gibiyiz.

O kadar acemice hatalarla kendimize zarar veriyoruz ki anlaşılır birşey değil. Fransa’da bir müddet kalan bir arkadaşım bana orada kullanılan bir deyimden bahsetmişti: “Türk gibi sigara içmek”. Dolmabahçe’de polislerle öğrencilerin biribirlerine girdikleri anın görüntülerini izleyince “Türk gibi başını ota boka belaya sokan” deyiminin lugata girmesinde bir mahsur göremedim.

Dünyanın hangi köşesine gitseniz bu olay şu şekilde gelişir: Başbakan ve Rektörler toplantı yapacak, Öğrenciler gelip protesto gösterisi düzenleyecek, Polis de  daha müşfik olacak ve bu olay haber bültenlerine konu bile olmayacak. Herşey normal seyrinde gitse olması gereken bu.

Ama burası Türkiye ve öyle birşey yapmalıyız ki olayın üç tarafı da başını belaya sokmalı. Şiddete sıfır toleransla yola çıkan bir Başbakan daha babacan bir tavır takınabilirdi. Öğrenciler üzerine alınmasın da sevdiğim bir sözü burada terennüm etmeden geçemeyeceğim: “Çocuklar babalarını aptal zannederler; oysa ki babalar, çocuklarının aptal olduklarını zaten bilirler”. Kendisi de bir baba olan Başbakan en azından empati yeteneğini kullanamaz mıydı?

Başbakan empati yapamayınca öğrenciler de meşreplerine uygun olarak rövanş almak istediler ve maçın ikinci devresi bu sefer Mülkiye’de oynandı.

Üniversite eğitimi almış olanlar bilir. İnsan o yaşlarda dünyayı değiştirmeyi, saçının şeklini değiştirmekle eşdeğer görür. Teoriyle pratiğin çoğu kez tutmadığını öğrendiği zamansa işin kolayına kaçıp taraf değiştirir de, o ayrı bir yazı konusu.

Çok solcu arkadaşım vardı benim; fakültenin önünde uygun adım yürüyüp de “titre oligarşi parti-cephe geliyor” diye dört sene bağırdıktan sonra, oligarşinin ağa babasına cv bırakan. Ya da sabah akşam sisteme küfrettikten sonra öğretmen olup Hakkari- Şemdinli’de bir taraftan “görev aşkı” tekerlemesini terennüm eden, diğer taraftan kendince geliştirdiği formülü ( ohal tazminatı+ ek ders+ çalışan bir eş+ yemesem içmesem: araba) hayata geçirmeye çalışan.

Randevu istesen vermezler adama. Bunların ayağına iki büyük partinin Anayasa Hukukçuları gidiyor. Biri İktidarın sözcüsü Burhan Kuzu, diğeri Ana Muhalefet Partisinin çiçeği burnunda Genel Sekreteri Süheyl Batum. İkisi de birbirinden beyefendi, ikisi de birbirinden donanımlı iki Profosör. Bunlardan, kafasına yumurta yiyeni çıkışta “bu kadar beyinsiz öğrenci topluluğunu ilk kez bir arada görüyorum” dedi, diğeri “faşistsiniz” deyip kestirip attı.

Olay, bir Ahmet Kaya şarkısı gibi zaten: “nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça”. Olay çıkması kuvvetle muhtemel olan bir yerde, 19 yaşında hamile bir öğrencinin işi ne? Hamile bir kadının çocuğunun düşmesine sebep olacak kadar Polisi zıvanadan çıkaran ne? “İşkenceye sıfır tolerans” parolasıyla yola çıkan bir Başbakan’ın, kameralar önünde işkencenin resitaline müsamahasının sebebi ne? Anlayan beri gelsin.

Öğrenciler elbette ki Ülke meseleleriyle ilgili olacaklar, seslerini duyurmak isteyecekler. Bunda garipsenecek hiçbir şey yok. Ebleh bir Facebook gençliğindense, çelik gibi sert, söylediklerinin yarısı ütopik olsa da sıkı bir sosyalist gençlik her zaman ilk tercihimdir.

“Ama Onlar Solcu, şucu, bucu” gibi ilkel söylemleri hala dillendirerek yapılanları mazur göstermek isteyenlere iki sorum var: Sopayı yiyen, başörtüsü eylemine katılan bir türbanlı öğrenci olsaydı ne düşünürdünüz? İkinci sorum da, Ak Parti bu sopayı “sadece kendine karşı kullanılmasın” diye mi birilerinden almak için bu kadar çaba sarfetti? Madem sopa yerinde kalacaktı, sopayı tutan el değişecekti ne gerek vardı bunca çileye…

Ahmet Kaya’dan bahsettik onunla sonlandıralım oldu olacak. Hani bir türküsü vardı kendisinin, hatırlayacaksınız: “Akşam olur mektuplar hasretlik söyler/ Zagrep radyosunda Lili Mavren türküsü…” diye devam eder. Hatırlamışsınızdır mutlaka; Rahmetlinin çok güzel bir parçasıdır. Başbakan da, dayak yiyen öğrenciler de aslında aynı şarkının değişik dörtlüklerini söylemekteler farkında olmadan.

Öğrenciler diyor ki: “Dost ağlar karanfilim, dost ağlar karanfilim/ marş söylemeden ölmek bize yakışmaz !”

Buna inanmayı hiç istemiyorum ama Başbakan da bu sert duruşuyla diyor ki: “Savulacak dönem, savulacak düşman/ dehrin cefasını çektik, sefasını süreceğiz…”

Ben de diyorum ki: “Ne sen bulutsun ne de ben yağmur/Hüzünlü bir akşam susmuşuz hepsi bu/hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan, sonradan…”

Hülasa, olmadı gözüm…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin