RSS Feed for This Post

İslam toplumunun ekonomik strüktürü (Sezai Karakoç)

Zekât verilecekse önce akrabaya bakılır, yardım edilecekse önce komşudan başlanır; ne yapılacaksa önce çevreden işe başlanmalıdır. Nitekim tüm dünyaya bir anlatacağı varsa insanın, ilk olarak yaşadığı yerde anlatmaya başlar. Ben de bu söze tâbii olarak geçtiğimiz günlerde yaşadığım şehrin belediyesine şikâyetlerimi anlatan bir mail attım. Cevap, beklemediğim bir makamdan, beklemediğim güzellikte geldi. Sözün en başında Hz. Ömer’den bir alıntı yapılmıştı. “Halife başa geçtiğinde sahabe ona nasıl ki, bir hata yaparsan seni kılıcımızla düzeltiriz, dediyse, bugün de bizi kılıcıyla düzeltecek insanlar var, ne güzel” diyerek teşekkür etmişti bana müdür. Devamında projelerden, yapılanlardan bahsetti ama beni asıl etkileyen, sahabeden alıntı yapması ve İslam medeniyeti izlerinin hala üzerimizde olduğunu hissettirmesi oldu.

Adımızın İslam devleti diye geçmesi gerekmiyordu, yasalarımızın ilahi kitapta geçtiğiyle aynı olmaması buna engel değildi; inanç kişisel bir durum olduğuna göre inancını yaşayan kişi, bunu görevine, idaresine, her haline yansıtıyor ve bulunduğu yerde bir ahenk oluşuyordu. Belediyeden gelen bu cevabın, o sıralar okuduğum İslam’ın ekonomik, idari yönünü anlatan bir kitaba tevafuk gelmesi beni ayrıca sevindirmişti.

İslam’ın idari yönünün tam anlamıyla, hükümleriyle uygulandığı bir yerde kimse çıkıp da ben kendi halimde sosyalist olacağım deyip, buna uyamaz. Tüm ülkece kabul görmeden, kendi içinde arzuladığı düzeni yaşayıp içi rahat edemez hiçbir düzen savunucusunun. Yalnız İslam bunlardan müstesnadır. Komünist bir devlette dahi olsa, Müslüman kişi İslam’ı dilediğince yaşar. Aynı bugün, bizlerin mal mülk telaşı içinde bir nevi kapitalist sistemdeyken İslam’ı yaşamaya çalışmamız gibi.

“Bu kış komünizm gelecek ağalar” ya da “bankalar kurtarıcı olacak, kapital düzen bizi kurtaracak” gibi söylemlerin modası geçmiştir artık sanıyorum. İsimleri kullanılmaktan eskimiş ve direkt olarak uygulanması talep edilmiyor olsa da, fikirler bugün üzerleri örtülerek karşımıza çıkıyor. Bahsedeceğim kitaptaki komünizm, kapitalizm ve İslam karşılaştırmasını modası geçmiş fikir savaşları olarak değil, bugün ferdi ve toplum olarak kurduğumuz düzenle ilişkisini düşünerek okudum; o şekilde de bahsetmeye çalışacağım. Zira elimdeki kitabın ilk baskısı 1967 yılına ait. Biz ise 2010’un aralığındayız. Kitabı okudum ve aynı kavgaların bugün yalnız ad değiştirdiğini, sorunlar değişse bile çözümün hep aynı lafızda olduğunu anladım.

Sezai Karakoç, “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” adlï kitabında, İslam’ın sanıldığı gibi sadece bir inanış ya da sadece ekonomik bir doktrin olmadığını; bir dünya görüşü, yaşayışı ve medeniyet tarzı olduğunu anlatıyor. Hz. Ömer devrinin ekonomisinden örnekler var kitapta. Sık sık adı anılan, kurtuluş yolu sanılan sosyalizm ve kapitalizmin ya bir şeyi tamamen yücelttiğini ya da tümüyle yerdiğini; tam anlamıyla ifrat ve tefritte bocaladığını anlatıyor kitap ve çözüm yolu olarak her hali dengede bir sistemi, İslam’ı hatırlatıyor bize.

Kapitalizm, “başkaları cehennemdir” görüşü etrafında, kişiye odaklı, güçsüzü ezen ve emperyalizme kadar giden bir sömürünün adı olarak anılıyor. Kitaptaki ifadeyle, “insanlar, bir nevi küçük eşya ilahları olarak çarpışırlar ve kim o eşyayı ele geçirirse o eşya onun olur. Yani, eşyaya göre insanlar, politeist bir eşya dininde küçük ilahlar tablosudur.” Malı olan insan bir bakıma ilah oluyorsa, mal edinemeyen insan o ilahın kölesi olabilir ancak: “mülk edinemeyen insansa, kapitalizme göre, bir nevi insan da olamıyor.” Temelinde insan olmayan, ekonomik gelişmeye, eşyaya dayalı bir sistem bahsi geçen, o yüzden insanı böylesine yermeye çalışıyor.

Komünizmde ise “cehennem bizzat insandır.” Toplum bir yana, tek kişiye bile güvenin olmadığı, polisin peşine polisin takıldığı bu güvensizlik ortamında insan, şahsiyet ifade edecek kadar olsun bir bağımsızlık hakkına sahip değildir. Eşya burada, bir totem ve tabu olarak karşımıza çıkıyor. Bu sefer kapitalizmin tersine eşyanın tanrılaştırılmış, insanın ise onun kölesi haline getirilmiş olduğunu görüyoruz: “eşya tabu olduğundan, tek kişi ona elini süremiyor, dokunamıyor. Totem olduğundan ve insan onun soyundan geldiğinden(materyalizm), ancak şölende, yani toplum halinde el sürebiliyor.” Bu tanımlamadan sonra düzene bir türlü “eşya dini” de diyebiliriz.

Mülkiyet kavramı ilk olarak ne zaman başlamıştır, kimse kimseden bir şey satın almadan önce, insan toplumlarının ilk devirlerinde ilk mal edinme nasıl olmuştur, bilmiyorum. Ama düşünüyorum da yeni bir ada keşfedilse, bir avuç insanla birlikte ben de gitsem ilk olarak adaya, oradaki toprakları paylaşmış olsak, şu kadar kısmı benim olsun derken durur ve düşünürüm. Benden önce bilinen bir sahibi yoksa bu toprağın, ben şimdi kimin malını sahiplenmiş oluyorum? İşte tam da burada, kapitalizmin ya da komünizmin geçici cevapları işe yaramıyor. Eşya mı üstündür, insan mı? İnsan toprak sahibi olabilir mi? Eşyada herkese pay var mıdır? Para yüceltilmeli midir? Bankalar kurtarıcı mıdır? Mülkiyet hakkı var mıdır?.. Tüm bu karmaşaların içinde kulağımıza kurtarıcı bir ses ilişiyor: O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur” (Araf, 158)

Eşyaya tamamen sahip olmak ya da hiç olamamak bize sağlıklı yaşam şartları sunmuyorsa, dengede bulunmak için eşyaya kısmen sahip olmalı, ona emanet gözüyle bakmalıyız. Daha açık ifadeyle, İslam toplumunun ekonomik strüktürünü öğrenmeliyiz dengeyi kurmak için. Aynı isimli kitabında Sezai Karakoç bu konuda “öbür sistemler diri olan hayata ölü düşünce şemaları geçirmeğe ve uydurmağa çalışırken, İslam, diri olan hayatı diri müesseslerle kaostan kozmos haline getiriyor” diyor. İslam, insanı ekonomiye göre değil, ekonomiyi insana göre ayarladığı için iktisadi bakımdan da her daim canlı kalan bir sistem.

“İslam toplumunda, ne komünizm gibi, tek kişiyi, mülkiyet hakkına ehil ve layık görmemek, yani insana güvensizlik vardır; ne de kapitalizmdeki gibi insana Allah’ı unutturan mutlak mülkiyet hakkı tanınmıştır. İslam, insana bir mülkiyet hakkı tanımıştır ama bu hakkın üzerinde, Allah’ın hakkı birinci sırada gelmektedir. Mülkiyet hakkı, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte tanınmıştır.”Karakoç kitabının çok yerinde bu tip karşılaştırmalarla mevzuyu açıklıyor. İnsana bir hak verilmiş ama bu hakkı kötüye kullanıp toplumu, öbür insanları ve eşyayı ezmesi de sınırlar konularak yasaklanmıştır, İslam düzeninde.

Toplumun ekonomik yapısını düzenleyecek, parayı bir yola yordama koyacak fikirler İslam’ın idari yönünü incelersek kavuşacağımız kolaylıklardır. İşçinin grev hakkı, patronun lokavt hakkı, görevi yapmama, eylem gibi durumlara İslam’ın getirdiği çözüm, en basitinden ve yüzyıllar öncesinden bir hadisle şöyledir: “işçiye emeğinin karşılığını teri kurumadan veriniz.” Basit bir kural gibi görülebilir ama uygulandığı takdirde iki taraf da memnun kalacak, kimsenin hakkı yenmeyecek ve ortalık karışmayacaktır.

Bir diğer karmaşaya sebep olan nokta, faiz. İslam’ın faizi yasaklamasının hikmeti, kitaptaki ifadesiyle şu şekilde: “paranın sırf para olduğu için para getirmesi yasaktır.” İnsana parayı kullanmak serbesttir ama bunu yaparken daha mühim bir amaca hizmet etmesi şartı konulmuştur; kısacası para, sadece para olursa tabir yerindeyse, beş para etmeyecektir. Buna göre elimizi cebimize atıp ve aklımızı başımıza alıp paramızı hayırlı işlerde kullanmalı, sahip olduğumuz parayı güzel amellere çevirmeliyiz.

Saadet asrı sonrasında beşinci halife olarak başa geçen bir sahabi var, Ömer ibn Abdülaziz. O devirlere, halef olma eylemine bile çok uzağız biz şimdilerde. Ama halife olurken yaşadığı bir durum var ki sahabinin, bize malın sınırlarını ve yöneticiliğin ağırlığını anlatıyor; o en güzel, bilinmeyen ve hep ertelenen şekliyle: halife olurken şahsi malının hepsini devlet hazinesine gönderir, bir eski hırka sırtına geçirir ve devletin başına geçer.

Şahsi mallarına şüphe karışmış olabilir, bu şekilde hilafeti alamam diye mülkünü devlet hazinesine aktarmış sahabi. Bu hoş hatıradan sonra dönüp asrımıza bir bakıyorum. Bir kurumda yetkisi artan birine ilk sorduğumuz soru, maaşının kaç lira arttığı; bir şirketin başındaki müdüre ilk yapılacak suçlama, haksız kazanç sağladığı ve hukuksal-yetkisel üstünlük ile dünya zengini olmanın eşleştirilmesi, hakeza.  Karakoç’un kitabında bu hususta deniliyor ki: “İslam’dan kopuldukça ekonomik düzen sarsılır, ekonomik düzen sarsıldıkça İslam’dan kopulur.” Ömer ibn Abdülaziz’in yaşadığı bu durumla derinden sarsılıp, koptuğumuz değerleri hatırlamayı umuyorum, toplum adına.

Sezai Karakoç’un İslam toplumunun ekonomik yönünü anlatan bu kitabını okurken farklı duygulara kapıldım. Bir insan, yazar ya da şair, nasıl olur da hayatının aynı dönemlerinde bir yandan peygamberlerin hayatını anlatan yazılar yazarken, bir yandan bir aşk başyapıtı Monna Rosa’yı yazıp bir yandan da ekonomik yapı hakkında fikirler yürütebilir? Daha önemlisi nasıl bir görüş, hayatın tüm alanlarına böylesine yön verebilir?  Bu kitapla beraber daha iyi anladım ki, İslam bir hayat tarzı, bir medeniyettir derken kastedilen tam olarak bu nokta, tam da hayatın her alanına yön verme yetkisi ve o yön bulan hayatların kavuştuğu eşsiz rahatlık.

Kitabın sonunda İslam toplumunun anlatıldığı gibi ekonomik yönüyle de çalıştırılması için, “İslam idealinin gönüllere yerleşmiş olması ve İslam şuurunun elle tutulurcasına canlı olması” gerektiği vurgulanıyor.

Üstadın kitabın sonunda belirttiği temennilere katılıp aynı dileklerde bulunuyorum. Ancak, aklında ve kalbinde güzel örnekleri, büyük insanları barındıran; Hz. Ömer’i üst makamlarda da sıkça anan insanlar olduğu sürece, şehrimiz, ülkemiz, medeniyetimiz de hak yolda ilerleyecektir. Elbet, büyük görevi hep “baştakiler”e bırakıp, bir kenara çekilerek güzel idare yöntemlerine sahip olamayız:

“Nasıl hak ederseniz, öyle yönetilirsiniz”

 

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 2 Trackback(s)

  2. Ara 8, 2010: Twitter Trackbacks for İslam toplumunun ekonomik strüktürü (Sezai Karakoç) : Derin Düşünce [derindusunce.org] on Topsy.com
  3. Şub 21, 2013: İslam toplumunun ekonomik strüktürü (Sezai Karakoç) « « DİRİLİŞ YAZILARI » Diriliş Düşüncesine Doğru

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin