RSS Feed for This Post

CHP’nin Reddi Mirası ve BDP

CHP gibi yaklaşık 80 yıllık sürecin durum, hal özeti olan bir ideolojinin(parti tanımını kullanmıyorum zira CHP particiliğin üstünde bir ideolojidir) hem varlığını, hem de bu gün yaşadığı süreci özellikle bugünlerde baştan gözden geçirmek gerek. Üzerine BDP günceli eklenince bu durumun önemi bir kat daha artar.

Deniz Baykal’ın komplo sonucu uzaklaştırıldığı CHP’nin başına Kılıçdaroğlu’nun apar topar ve neredeyse zorla geçirilmesiyle birlikte, gerek CHP, gerekse CHP’li seçmen aranan kan bulundu mantığıyla her türlü kan kaybından iptal olmak üzere olan sorunumuza şifa olmaya niyetlendi. Tüm bu niyetler, içsel tutarsızlık nedeniyle yap-boz mantığıyla yansıdı. Değişim geçireceğini iddia eden CHP ve Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklamalar üzerinden 24 saat geçmeden, bir gün seçmen isyanı, bir gün CHP içinden isimlerin isyanıyla ağız değiştirdi. Maalesef aranılan kan, genel verici imajından bir anda düştü ve genel alıcı şekline büründü.

CHP değişeceğini iddia ediyordu. Bu değişime ispat olsun için her gün ayrı bir açıklama yapıyordu, ardından inkar ediyor, bir sonraki gün, inkar edeceği açıklamalarına devam ediyordu. Burada görünen büyük fiyaskonun yanında görünmeyen önemli bir nokta var; bir kitle değişimden bahsediyorsa, yenilenmeyi hedef kılıyorsa, bu bir anlamda geçmiş siyasetinin yanlışlarını kabul ediyor demektir. İster değişim konusunda adım atsın, isterse atmasın, bu durumun geçmişin hatalarının, yetersizliğinin kabulü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Demek ki CHP bunun farkında, ancak farkında olduğunun farkında mıdır, işte orasını bilemiyoruz.

Şu durumda hatalarını ve yetersizliğini farkında olmadan kabul etmiş olan CHP’nin gündemine bir bakalım…

Kemal Kılıçdaroğlu Diyarbakır ve Urfa ziyaretlerinde bulunuyor. Tam o esnada Baykal, Trabzon ve Samsun civarlarında. Urfa’da STK’lar ile görüşmeyen Kılıçdaroğlu’na tepki geliyor. Konuyu kısaca görüştüğüm Gürsel Tekin, vakit yoktu diyor. Tam bu arada sanki bugüne kadarki siyasetleriyle BDP’nin ve hatta kısmen PKK’nin varlığında, militer destekçilik ile var olduklarını unutmuşçasına, Selahattin Demirtaş Paris’ten hem CHP’ye sinyal gönderiyor, hem de sanki bugüne kadar tek bir hayırlarını görmüş gibi -kendi kafasında, hangi sol değerlerle örtüştürdüyse artık- bir sol blok çiziyor. Ancak, BDP’nin ihtiyacı olacak, gerçek bir sol anlayışa sahip DSİP, EDP gibi sol partileri zikretmiyor. Tüm bu temaşa içerisinde, 27 Mayıs döneminde, neredeyse Menderes’in asılmasına giden yoldan sonraki süreci düşünerek yaptığı icraatlar nedeniyle, İnönü’nün kendisine yakıştırılan ‘ gerdeğe girecek damat ‘ heyecanını yaşayan Süheyl Batum, Demirtaş’ın pasını karşılıyor. An ile Baykal, etnik siyaset yapamayacaklarını; Şahin Mengü ise Batum’un CHP geleneğinden gelmediğini, Batum’un yanlış konuştuğunu not düşüyor. Bu kargaşa sırasında Mengü, CHP geleneği kıssasını savurunca, ortaya değişimin esamesinin dahi okunmadığı realitesi çıkıyor. Tüm koşuşturmanın, 6 ay sonraki seçim için yapılan telaştan fazlası olmadığı ortaya çıktığı gibi bu girişimlere ispatlı popülizm etiketi haklılıkla yapıştırılıyor.

Demirtaş’ın açıklamalarından sonra CHP ve BDP başlıklarına şahit olanlardan al birini, vur ötekine yorumuna çok şahit oldum. Şahsen ne BDP’nin CHP ile aynı olduğunu düşünüyorum, ne de varlıklarını inkar, iddialarını çürük kabul ediyorum. Açıkçası Kılıçdaroğlu gibi seçmen, CHP’nin eski ve karanlık kafaları, yenilikçiler, seçim arasında ittirilen bir lider ile; PKK, İmralı, Kürtler arasında kaldığı için sık sık ağız değiştiren Demirtaş’ın durumunu, kısmen yorumsuz gözlemliyorum, gözlemliyoruz.

Bu gelişmeler ışığında Kılıçdaroğlu’u söylemlerinin nedeni anlışılıyor ancak Demitaş gibi antidemokratik tutumun mağdur ettiği bir ismin; 1938’de Dersim’de ve 2 Temmuz 1993’de katledilen Alevi, 27 Mayıs 1960’da asılmayı bekleyen sağcı, 12 Eylül 1980’de işkence gören solcu, 1997 28 Şubatta bebeğini kaybeden başörtülü, 2007’de Agos önünde öldürülen Ermeni, 80 yıldır devam eden asimilasyon eyleminde üzerine oynanan binlerce Kürt olma(mız)ın kısmi nedenlerinden; Ergenekon’un avukatlarından olduğunu iddia eden bir ideoljinin partisi olarak CHP’yi, henüz değişim göstermeden umut kabul etmesi, bununla yetinmeyip sol blokunda bir direnç kabul etmesi anlaşılmıyor. ‘ Devlet Ak Partiden daha yakındır ‘ mantığının, bu şekilde ses bulması absürtlüğünü izah mümkün değil. BDP’yi özgürlükçü olmayanların anlamayacağını, anlamamış olmaları kabul edilebilir gibi değil.

Hukukun yasalaşmış bir terimi vardır; reddi miras. Hiçbir şarta kayıtlı olmaksızın, kişi alacağı mirasi red etme hakkına kanunen sahiptir. CHP değişimini ispatlamak istiyorsa öncelikle bu reddi miras işini düşünmek zorunda. Mengü gibi isimlerin çıkıp, CHP geleneğinden bahsetmesi; Kılıçdaroğlu’nun şeceri nesli gururla ortaya döker gibi Kuvay-ı Milliye sloganları atarak cevap vermesi ile değişim mümkün değil. Demirtaş gibi bir ismin sol ilan ettiği bir partiden, birileri çıkıp geleneğe itaat mantığıyla, reddi BDP yapacağına, kendileri dışında birileri tarafından ulusalcı-faşist oldukları kabulünü yıkarak, sol ilan etmesinden sonra o sol içerisinde kendini tanımlama, aklama gibi bir girişimi ıskalamasını anlamak hiç mi hiç mümkün değil. Reddi mirasın tüm gereklerini kaçıran CHP’nin son dakika tutukluğundan umut beklemek akıl karı değil.

Tüm bu olumsuz tabloya rağmen, insanların-partilerin değişeceğine olan inancımızı kaybetmemek zorundayız. Yakın zamana kadar Milli Görüş çizgisinden şaşmayacağı düşünülen Ak Partinin geçirdiği değişim süreci (olumlu yahut olumsuz) ortada iken, örnek iken CHP’nin de böyle bir değişim yaşacağına inanılmasa dahi fırsat verilmeli. Ahlaki olan, kendi tanımlarımıza değil, kişilerin kendi ağızlarından kendilerini tanımlamalarına fırsat vermektir. Öyle ise Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin değişim yönünde atacağı adımlara dikkat kesilmek yerine, biraz destek kesilmek gerek.

Değişim demişken, önemli bir isim olan Sezgin Tanrıkulu CHP’ye geçmiş. CHP değişeceğim diyordu. Belki Sezgin Tanrukulu bizim göremediğimizi görmüştür, kim bilir? Belki, belki de… Belkisini bize zaman gösterecek, fırsat verelim, bekleyelim ve görelim.

 

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Levent Yağmur Tarih: Kas 27, 2010 | Reply

    Türkiye’de bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmakta. Bundan ister istemez CHP de nasibini aldı ve almalıdır da. Yeni Dünya Düzeniyle birlikte ulusalcı, milliyetçi fikirleri herkes elinin tersiyle itmiş durumda.

    CHP’de önce ulusalcı olan Deniz Baykal gitti yerine Kürt ve Alevi olan Kemal Kılıçdaroğlu geldi. Türban ve Genel Af ile ilgili fikirlerine bakılırsa oldukça özgürlükçü fikirlere sahip diyebiliriz. Ha bu fikirlerini hayata geçirebilmiş midir? Kısmen de olsa evet. Mesela, şu anda kız öğrenciler üniversitelere türbanla girebiliyorsa, YÖK adım atma cesareti gösterebilmişse bu YENİ CHP sayesinde olmuştur.

    YENİ CHP, eski Kemalist dar düşünen azınlık tabanla, özgürlük isteyen büyük halk kitleleri arasında sıkışmış durumda. Bunu Ahmet Altan da yazdı. Ama Kılıçdaroğlu’nun 3. yol olarak tarif ettiği bir yol bulacağına inancım tam.

    Kürt sorunu konusunda ise, YENİ CHP, BDP gibi etnik milliyetçi davranmak istemiyor, AKP gibi dini ön plana çıkarmak istemiyor. Kürtlere özgürlük vererek ama Türkleri rahatsız etmeyecek biçimde bir ara yol peşinde. Bunu empati kurarak anlayabiliriz.

    Yeni değişim ve dönüşümün CHP’ye hayırlı olmasını isterim. Ülkede ciddi bir sosyal demokrat / liberal sol muhalefete ihtiyaç var. MHP gibi sağ bir parti, zaten ülkeye barış getirmez.

  3. Yazan:ali duman Tarih: Kas 29, 2010 | Reply

    değişim konusunda ümitli olmak için bir neden göremiyorum. malum “kırk yıllık kani olur mu yani” chp’nin durumuna çuk oturan bir özdeyiştir.

    kemal kılıçdaroğlu bir ara geçiş başkanıdır, zira deniz baykal 2 kez gelmiş, 2 kez gitmiş bir başkandır, ilk gelişi için “hikmet abi” formülü üretilmiş, baraj altında kalışı nedeniyle kısa süre ayrılığında da geri gelişi için “altan abi” formülü üretilmiş, parti geçici süreliğine altan abi’ye teslim edilmiştir.

    abi’ler formülü ile gökten zembille chp’nin başına indirilen baykal, yine aynı iradenin kaset oyunu ile görevden uzaklaştırılmıştır. bu uzaklaştırma seçime kadar yapılan geçici bir uzaklaştırma olup, baraj altında kalmasındaki uzaklaştırmayı andırmaktadır.

    aynı zamanda darbecilikten medet umarken “darbe”sizliğe(!) maruz kalan chp’ye oy artıracak bazı geri adımları atırabilecek bir lider değişimine ihtiyaç duyulmuştur, buna cevaz verecek bir ara liderdir kılıçdaroğlu, zira eski lider baykal dar kalıplarda yürüttüğü darbeci siyaset nedeniyle en ufak açılımı yaratacak iradeden yoksun kalmış, kendi kendini darbeci bir dar alana hapsetmiştir, zira dar alana hapsedilmek aynı zamanda inandırıcılığını da yitirmek gibi bir olumsuzluğu da barındırmaktadır. İnandırıcılığını yitiren bir başkan ile seçimlere katılmak demek, seçimi kaybetmek, yenilgiyi peşinen kabul etmektir.

    kılıçdaroğlu için çeşitli defalar “partinin genel başkanıdır” beyanatları veren baykal, bu beyanatlarının bir tanesinde bu başkanlığın “seçimlere kadar” olduğunu ağzından kaçırmış veya bilerek söylemiştir.

    chp, misyonunu tamamlamış bir partidir, zira tek parti diktatörlüğünün partisinin halen bugün aynı misyon, aynı isim ile devam ediyor olması bir garabet ürünüdür. esasen ismindeki cumhuriyet kelimesi dahi tek particilik ve devlet particiliğini çağrıştırmaktadır, hiç olmazsa en azından bu “cumhuriyet” kelimesi “cumhuriyetçi” olarak değiştirilmelidir, küçük bir ayrıntı gibi görünsede de anlamlıdır.

    değişimden söz edenlere sormak isterim hangi değişim? “kürt” kelimesini ağzına almayan, ergenekon avukatlığına devam eden bir yeni başkanla nasıl bir değişimden söz edilebilinir?

    seçim üzeri yapılan ufak tefek değişimler ise tamamen takiyyedir, zira türkiyenin tek ve en popüler takiyyeci partisi chp’dir, yıllarca takiyyenin en babasını yapmış, kendini “halkçı” ve “solcu” olarak yutturmaya çalışmış, kısmen de olsa yutturmuş, en azından sol kavramların içini boşaltmak konusunda olumsuz işlevler üstlenmiştir. sol gösterip sağ vurmuştur.

    bu dönemde en acı olan ise hükümetin kör topal gerçekleştirmeye çalıştığı projelerden biri olan “alevi açılımına” karşı chp’nin ilgisiz ve umarsız oluşu takiyyeciliğinin zirve yapmış halidir, zira oylarına talip olduğu alevi yurttaşların hakları için tek bir kelime, beyanatta dahi bulunmamış, alevilerin hak yürüyüşleri ve eylemliliklerinde ortada görünmemiş, en ufak bir destekte bulunmamıştır, işin esas acı tarafı ise halen alevilerin bu partiye destek veriyor olmaları yine bu partinin eseri olan “korku imparatorluğu”nun bir sonucudur, başka bir deyişle “celladına aşık olma” durumu chp-alevi ilişkisinde ete-kemiğe bürünmüştür.

    chp, türkiye için arka bahçesindeki zinde güçler (yargı-ordu-bürokrasi)in de desteğiyle türkiyenin gizli iktidar partisi olarak dizayn edilmiştir. sürekli muhalefette kalıyormuş gibiyken, esasen iktidarın gizli sahibi olacak ve bu sayede bir taşla ÜÇ kuş vurulacak, muhalif olması nedeniyle hiç (1)yıpranmayacak, sahte/takiyye solculuğu ile de sol hem (2)kontrol altında, hemde illelebet (3) muhalefette tutulmuş olacaktır.

    chp’nin sol takiyyeden vazgeçmesi mümkün görülmemektedir, devletçi ve kemalist anlayışı buna izin vermekten çok uzaktır. bu anlayışın değişmesi o denli güçtür ki, sırf bu olumsuzluktan dolmayı -eski genel başkanı- bülent ecevit bu partinin başına geçmek yerine başka bir parti kurmayı tercih etmiştir.

    çerden çöpten sebeplerle akp’yi kapatmayı kendine görev sayan başsavcı, iş chp’ye gelince chp’deki çift başlılığı sonlandırmak için ince ayarlarla altın vuruşlar yapmaktadır, söz konusu olan parti tüzüğü ise akp’nin de tüzük konusundan başsavcılıktaki dosyası 5 yıldır beklemekte iken, her nasıl oluyorsa chp ile ilgili tüzük meselesi başsavcının mahareti ile 4 saatte karara vardırılabiliyor.

    arif olan anlar misali, alim olmayan ancak arif olan türkiye halkı olan biteni tüm kafa karıştırmalarına, yalancı ve komplocu medyaya rağmen anlayabiliyor, yerel seçimlerden önce baykal dahi çarşaf açılımı gibi kendince bazı geri adımlar ve değişimler içerisine girmişti, malum bu dönem chp’de yapılan değişimler yeni bir başkan nedeniyle değil, yaklaşan seçimler nedeniyledir, kimse yanılmasın, yazının başında dediğim gibi “kırk yıllık kani olur mu yani?”

  4. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Kas 29, 2010 | Reply

    Dost ve güzel insan sevgili Ali Bey,

    Konu ancak bu kadar toparlayıcı tahlil edilebilirdi.Ben fazladan bir şey yazmayacağım çünkü eksik ya da tamamlanması gereken bir nokta bırakmamışsınız.Fazlası anlatıklarınızın tekrarı olacak.Elinize,gönlünüze sağlık diyorum.Ve iyi ki sizin gibi fikir namusundan ödün vermeyen güzel insanlar var ülkemde.
    En derin sevgilerimle.

  5. Yazan:ali duman Tarih: Kas 29, 2010 | Reply

    değerli aziz bey,
    yapmış olduğunuz yorumları büyük beğeniyle takip ediyorum, benim için düşündüklerinizi bende sizin için düşünüyor ve sizinle kalben aynı duyguları paylaşıyorum, sayenizde gelecek güzel günlere olan umudum hep artıyor, selam olsun ülkemin güzel insanlarına ve onların yaratağı güzel yarınlara.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin