RSS Feed for This Post

Devrimci Hareketler Neden Fiyaskoyla Sonuçlandı?

Aliye Özkul (Sosyolog)

İnsanların birlikte yaşaması, ortak ihtiyaçların karşısında organize olmak gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Tabiata karşı en zayıf özelliklere sahip insan aklını kullanarak araç gereçler geliştirmiş ve soğuğa, sıcağa, açlığa ve tehlikelere karşı korunabilmiştir. Fiziksel olarak diğer canlılardan zayıf olmasına rağmen bütün canlılara karşı üstünlüğünü ortaya koyabilmiştir. Elbette bütün bunları insanlar guruplar halinde yaşayarak gerçekleştirebilmiştir.

Topluluklar etrafında birleşme insanların en önemli özelliklerindendir. Topluluk halinde yaşama işbölümü, dayanışma ve kuralları beraberinde getirir. İnsanlar illaki düzen ararlar birlikte yaşayabilmek için… Kuralların olmadığı durumlardan insanın sahip olduğu vahşi özellikler daha açıktan işlemeye başlayabilir. İhtiyaçların diğer insanlara zarar vererek giderilmeye çalışılması teorikte hoş karşılanmayan bir durumdur. Ancak zarar ve yarar kavramı insandan insana değişen bir anlama sahiptir. Bir kişi için yararlı olan bir şey diğeri için zararlı olabilir. İnsan sayısının artmasıyla birlikte kargaşadan kurtulmak için herkese eşit derecede uzak olan kurallara ve bu kuralları uygulayacak mercilere ihtiyaç duyulur.

Kurallar denilince sadece akla yazılı hukuk kuralları gelmemeli, yazının olmadığı dönemlerde bile insanlar arası ilişkileri düzenleyen herkesin ortak algısına açık kurallar bulunmaktaydı. Gelenek, töre, ahlak kuralları da yazılı hukukun yanında her zaman toplumlarda işler halde bulunmuştur. Üstelik kimi zaman töre  ve gelenek gibi yazılı olmayan kurallar, resmi hukuk kurallarından daha fazla etkili olmuştur.

İnsanların birlikte yaşamak için geliştirmiş olduğu nizam/toplumsal düzen hangi boyuttan bakarsanız bakın, tarihin hemen hemen her döneminde bütün insanların ihtiyaçlarına cevap vermiş değildir.

Bu nedenle tarih bir yandan insanların örmeye çalıştığı nizam/toplumsal düzen ile onun (nizamın) yetmediği ve hatta insanlara zarar verdiği gerekçesiyle nizamı devirmeye çalışan insanların arasında gelgitlere sahne olmuştur.

Bu çok genel girişten sonra bu yazımızda Türkiye’deki devrimci karakter taşıyan  karakter taşıyan hareketlerinden bahsetmek istiyorum.

ŞOK…

Bilindiği üzere batı karşısında geri kaldığımızı ilk fark ettiğimiz (1774 K. Kaynarca ant.) andan bu güne kadar Türkiye’nin ve Osmanlı’nın aydınları ve devlet adamları, bu geri kalış karşısında büyük bir “ŞOK” yaşamışlardır. Bugün bile etkileri aydınların üzerinden kalkmamış olan bu “ŞOK” , akıl sahip olan herkesi arayışlara sürüklemiş, herkes kendine en cazip görünen düşünceye tutunmuş ve bu düşünce etrafında malumat toplamaya çalışmıştır. Toplumu kurtaracak reçeteyi de buna göre yazmaya çalışmışlardır.

Bu uzun süreçte kimi aydınlar muhafazakar, kimisi külliyen değişimci, kimileri kısmi değişimlerden yana olmuşlardır. Ancak en muhafazakar ve gelenekçi düşünce bile toplumdan değişmesini talep etmiştir. Bütün yaklaşımların ortak özelliği ise toplumun cahil olduğu gerekçesi ile eğitilmesi gerektiği düşüncesidir.  Böylece “cahil halk” zamanın problemleri için geliştirilmiş her düşüncenin/ekolün hedef kitlesi olmuştur. Tam 150 yıldır “cahil halka” önce “cahil” olduğu gösterilmiş, sonrada gösterilen hedefe doğru gelişmesi istenmiştir. Peki bu “cahil halk” hangi yöne gidecektir?

Arayış içindeki aydınlar kendileri eskinin yerine getireceği fikrin nasıl sonuçlanacağını konusunda bir fikre sahip değilken sadece ve sadece değişmenin ve değiştirmenin cazibesine kaptırmışlardır. E yaklaşık 200 yıl boyunca her aydın aynı fikirde olmadığına göre “cahil halk” sayısız farklı görüşün gösterdiği hedefe kendini yöneltmiş ve diğer hedefe gidenlerle çatışmışlardır. Kimi düşünceler iktidara gelmiş ve değiştirmenin verdiği hazla birlikte ayağa köstek olan diğer eğilimler susturmaya çalışılmıştır.

Sonuç ise darbeler, ihtilaller, işkenceler, fişlemeler, sağ sol kavgaları, irtica tehlikesi ve her şeyi kendi penceresinden bakacak şekilde zimmetlenmiş “cahil halk”… Sizce de 2009’a gelindiğinde halkımızın eskiye oranla siyasete daha az ilgi duymasında, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerine kayıtsız kalmasında çok mu haksız?

İdeolojiler özde iyi niyetlidir…

Bütün ideolojilerin ana fikirleri insanların sorunlarını çözmek hedeflidir. İyi niyetlidirler özde… Eski kurumların artık insanlara yetmediği durumlarda değişim elbette gerekli bir şeydir. Ancak en yavaş değişen şeyde toplumdur. Bunun nedeni toplumsal düzenin kurulu olduğu yapının ve kurumların, hala kullanılıyor olması ve bunların yıllar veya yüzyıllar boyunca kemikleşmiş olarak toplumun ana dokusuna işlemiş olmasıdır. Üstelik eskimiş de olsa toplumsal nizamı yürütebilenlerde düzenin değişmesini istemezler.

Türkiye içinde durum böyledir. Savrulma ile belli bir yörüngede seyrine devam etme arasında gelgitler yaşamaktadır Türkiye… Değişim rüzgarlarını ülkemizde genellikle gençler aramıştır. Bir şeylerin değişmesini isteyen kuşaklar, Türkiyenin sorunları için zamanın dünyada etkili ekollerinden etkilenmiş ve o ekollerin kavramlarıyla ülkemizin sorunlarını açıklamaya çalışmışlardır.

Türkiye’nin kuruluşundan itibaren etkili olan çoğu düşünce fikri zeminini ülke dışından ithal etmiştir. Milliyetçilik, sosyalizm ve İslamcılık gibi ana başlıklarda toplayabileceğimiz fikirlerin doğuş merkezleri Türkiye değildir. Bu gibi düşünceler çıktıkları toplumlarda düşünürler tarafından kendi toplumları üzerinde yaptıkları analizler neticesinde ortaya çıkmışlardır. Bu düşüncelerin dikkate değer olmadığını söylemiyorum burada, yanlış anlaşılmasın. Bu düşüncelerin felsefi temelleri ve kavramları ne kadar güçlü olursa olsun doğdukları toplumun yapısına göre şekillendirilmiştir. Bu tür devrimci fikirler bugüne kadar dünyayı şekillendirmiş ve dünyada bir şeylerin değişmesini sağlamıştır. Değişim rüzgarlarının toplumlar için yeni açılımlar getirdiği gibi travmatik etkileri de olmuştur. Mesela sanayi inkılabı batılı toplumlar için büyümeye yol açmış, ekonomik büyüme entelektüel düşüncelere kapı açmıştır. Yeni ekonomik açılımlar kimi kesimlerin birden zenginleşmesine yol açmış, toprak asillerinin prestiji azalmış feodalite etkisini batılı toplumlardan yitirmiş, ulus devlet ön plana çıkmıştır. Böylece katı, sınıflı, feodal beylerin güçlü, kralların ise toprak asillerine karşı zayıf olduğu ve fakir bir Avrupa görüntüsünden, özgürlüklerin tartışıldığı, kimi kralların güçlendiği kimi krallıkların ise tarih sahnesinden silindiği ama her milletin kendi devletini daha çok benimsediği, her alanda yeniliklerin yapıldığı ve dünya sahnesinde daha güçlü olan Avrupa görüntüsüne geçilmiştir. Ancak bu geçiş sancısız olmamıştır. Ekonomik büyümenin odağı olan burjuva sınıfı, işçi sınıfını olabildiğince ezmiştir. Bu ezilme kimi düşünürleri (Marx) üretim araçlarının mülkiyeti ile ilgili düşüncelere sürüklemiş ve farklı toplum modelleri tasarlamalarına neden olmuştur. Tasarlanmış her toplum modeli uygulanmadan önce nasıl sonuç vereceğini göstermez. Ayrıca toplum projeleri illaki içinde eksik bir parçalar bulundurur.

Dünya fikri önceden hazırlanmış devrimlerin toplumların yarar kadar zararda getirdiğine sahne olmuştur. Feodalitenin, kilisenin baskıcı olmasından ve fakirlikten kaçan Avrupa çözüm olarak liberalizmi bulmuş, burjuva sınıfı işçiler ezmiş, sınıf çatışmasından sıkılan düşünürler komünal toplum tasavvuru kurmuş, bu düşünce sonunda bir devrimle uygulanma imkanı bulmuş bu sefer herkesi eşit tutabilmek için her türlü farklı eğilim bastırılmıştır. Dahası deneme yanılma yöntemi insanlara faşizm ve nazizm tecrübesini yaşatmıştır. Tüm toplum modelleri insanlara zarar verince kimi gençler hiçbir toplum modelinin dikte edilmeyeceği (teorikte) Anarşizm gibi, nihilizm gibi eğilimlere gitmiştir. Bu gibi eğilimler beet kuşağı, hippi kuşağı gibi kuşakların doğmasına neden olmuştur. Vesaire…

Buraya kadar yazdığımız ve sığdıramayacağımız örnekler sadece Avrupa’dan örnek. Birde eski kadim medeniyetlerin, etnik ve dini gurupların haklarını duyurduğu ve kendilerini yenilemeye çalıştığı örnekler var. Örneğin İslam dünyası batı karşısında geri kalınca kendini savunmaya çalışmış. Batıdan bazı şeyleri ithal ederek eksileri telafi etmeye çalışılmış, bu olmayınca “biz nerede hata yaptık?” sorusunun sorulması beraberinde gelmiştir. Bu soru aynı bizde olduğu gibi diğer Müslüman devletlerde de birbirinden farklı yeni düşüncenin gelişmesine yol açmıştır. Özellikler Hindistan Müslüman aydınları, İran ve Mısır aydınları İslami düşüncede yeni ve farklı düşüncelerin gelişmesine ön ayak olmuşlardır. Bu yaklaşımlarda 1400 yıllık birikimler olmaksızın İslam’ı yeniden yorumlamayı denemişlerdir. İçtihat kapısı yeniden açılması gerekliliği vurgulanmıştır. Tevhit kavramı insanlara yeni bir toplum modeli oluşturacak şekilde tanımlanmaya çalışılmıştır. Özelliklede İslam kültürüne 1400 yıl boyunca sızmış olan peygamber döneminde olmayan ama İslam adına alışkanlık hale gelmiş olan bütün şeyleri “şirk olarak tanımlamaya varacak bir radikallik içeren bu şüpheci bakış potansiyel devrimcilik niteliği taşımaktaydı.

Ülkemizde bütün bu rüzgarlardan nasibini almıştır. Alışılmış olan her şeye tersinden bakma, değişimi arzulayan farklı zaman dilimlerindeki gençler tarafından benimsenmiştir. Osmanlının sadık bürokratlarının çocukları batıda okuyunca, oradaki gibi kutsalları sorgulamışlardır. Osmanlının toplumsal alt yapısını yetersiz olduğu aşikardır. Ve değişim gerçekten gereklidir. Yeni okunan fikirler ise dikkate değerdir. Ancak değişimi isteyen kuşakların aydınları bizim kendi toplumumuz üzerinde yeni düşüncelerin ışığında derin analizler yaparak bize uygun fikir yürütmek yerine, ithal edilen kavramları bu toplumun üzerine giydirmeye çalışmıştır. Burjuva, işçi sınıfı çatışması ve sınıfsız toplum arzusundaysanız ve kendi toplumunuzda da ezen bir burjuva görmek istiyorsanız, Türk filmlerinde olduğu gibi köyün ağasını burjuva rolüne sokuverirsiniz. Tamam köy ağaları sütten çıkmış ak kaşık değildir, ama İngiltere’deki gibi sadece bir ev ve bir efendi için 200 kişi çalıştıran bir ağamız yoktur. Bu toprakların ağası bu toprakların kültüründen çıkmıştır. Yine örneğin üstün bir ırk görme sevdalıları; o övündüğümüz atalar (Türkler) yüzyıllar boyu ırk merkezli bir geleneğe sahip olmamışken, hatta çoğunlukla aile ve boy dışından evlilik (egzogami) yapan bir kültüre sahipken kemikleri ölçmek ne kadar komik ve bize uymaz bir şeydir. Ve bu yaklaşım tamamıyla dışardandır. Başka devrimci nitelik taşıyan eğilimde İslamcılıktır. Bu yaklaşıma sahip olanların ana ekseni “şüpheciliktir”. Halbuki nakille gelen geleneksel İslam’ın ana ekseni “itaattir”. Her iki ana eksende İslam’ın içinde vardır. Ancak 1400 yıl sonraki versiyonu ifrat ve tefrit noktasındadır. Ya salt “itaat” ya da salt “şüphe”…

Şimdi babam ve oğlumdaki gibi bir okumuş genç düşünün, bu genç İslamcı veya solcu olsun fark etmez. Babasıyla konuşurken onun(babasının) bir şey bilmediğini, şimdiye kadar yaptığı her şeyin yanlış olduğunu söylesin. Ve yeni okuduğu kitaplardan bahsetsin. Hayatını buna göre kuracağını ve asla babası gibi olmayacağını söylesin. Söylediği şeyler gerçekleştiğinde toplumundaki bütün sorunların birden çözüleceğini düşünsün bu genç… Karısı kesinlikle annesi gibi olmayacak, çocuklarını da babasının kendisini yetiştirdiği gibi yetiştirmeyecek. Her şey çok güzel olacak ama önce kavga olacak.

Bu hayali genç hiç de uzak bir karakter değil bize… böyle hayallerle yola çıkan eski gençler, eski olanın yerine ne koyacaklarını düşünmedikleri için yaptıkları her işten fiyaskoyla çıkmaları ve tökezledikçe darbe yapmak isteyenlere aradıkları bahaneyi vermiş oluyorlardı. Darbeler ise bu gençlerin özeleştiri sürecine girmelerini engelliyordu. Değişimi hayal ederek yüksek ideallerle yola çıkan gençler teorinin toplumda tutmaması ve darbecilerin yaşattıkları travmalar etkisiyle kendilerini dibe batmaktan alıkoyamamışlardır. Ne kendi ailelerini koruyabilmiş nede bizzat kendilerini ahlaken çökmekten uzaklaştırabilmişlerdir. (eşlerini aldatan eski solcular ve ikinci eş tutan İslamcılar gibi)

Peki ne yanlıştı bu değişim denkleminde? Niyet, fikir, ideal değildi yanlış olan… Yanlış olan yanlış toplum analiziydi. Kimse bu toplumun toplumsal yapısını okumaya çalışmadı. Yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca süzülerek gelen davranış kalıpları yani gelenek çok hafife alındı. Tamam halk “cahil”di ama nasıl davranacağını sözel kültür aracılığıyla (değişim ihtiyacı doğmadan önce)öğrenebiliyordu. Değişimi isteyenlerse, önce olan kültürü kaydetmeden, analiz etmeden (çoğunlukla yaşadığı yeri değiştirerek), yeni olanın küt diye toplumun üzerinde görmek istediler.

Bu halka doğru bir yaklaşımla, yaklaşılacak olunursa kabul edemeyecek gibi görünen pek çok şeyi kabul ettiği görülmüştür. Örnek isterseniz Barış Manço; rahmetlinin tipi bizim halkımızın kabul edeceği bir tipmiydi? Ancak o çok zor olmasına rağmen içtenliğiyle ve yaklaşımıyla (doğru iletişimle) kendisini kavga etmeden sevdirdi ve olduğu gibi kabul edildi.

Evet biraz uzun yazdık. Ancak geçmiş kuşaklarla ilgili bir analizi kısa yazmakta mümkün değil. Selam ve dua ile…

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:oturanboga Tarih: Kas 23, 2010 | Reply

    Aliye hn.

    “İnsanların birlikte yaşaması, ortak ihtiyaçların karşısında organize olmak gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Tabiata karşı en zayıf özelliklere sahip insan aklını kullanarak araç gereçler geliştirmiş ve soğuğa, sıcağa, açlığa ve tehlikelere karşı korunabilmiştir. Fiziksel olarak diğer canlılardan zayıf olmasına rağmen bütün canlılara karşı üstünlüğünü ortaya koyabilmiştir. Elbette bütün bunları insanlar guruplar halinde yaşayarak gerçekleştirebilmiştir.” yaklaşımınız faydacı bir ahlâk anlayışının ürünü gibi duruyor.

    “Değişmeyen değişimdir” sözünün yaldızlarını sildiğinizide değişmeyen şeylerle de katşılaşabilirsiniz. Adalet ihtiyacı, bir başkasına güven, onay isteği vs. Dışardan bakıldığında “Devrimciliğin” dayanışma ruhu atlanıyor gibi. Eğer Hristiyan ahlâkı çalışan ile çalıştıran arasındaki gerilime bir çözüm getirebilse idi, ya da söylecek bir sözü olsaydı bazı şeyler farklı olurdu. Fakat sanayi devrimi toplumunda, çocuk işçi çalıştıma, asgari ücretsiz, güvencesiz, izinsiz vs vs çalıştırma başka bir çözümü, dayanışmayı zorlamıştır. “Kırılacak zincirlerinden başka hiç bir şeyleri olmamak” bir retoriğin yanında bir hakikatide ifade eder.

    Adalet isteği, insan olarak değer görme arzusu 1400 yıl önce diri gömülen kızlar içindi, 150 sene evvel güvencesiz işçiler içindi, bugün çöpten karnını doyuranlar için. Dayanışmanın ruhunun insana kattığı değerlilik duygusunu, hatırlatığı insanlığıda hesaba katarak

  3. Yazan:fatih ÖKSÜZ Tarih: Kas 23, 2010 | Reply

    Güzel bir çalışma olmuş Aliye hanım,elinize sağlık.

    Konunun Türkiye analizine daha geniş bir yer ayırabilirdiniz. Sizce şimdiki gençlerin,doğru düşünceler etrafında şekillenebilmesi için nasıl bir yol izlemesi gerekir?Doğru toplum analizi nasıl yapılır?Bu soruların cevaplarını alabilmek isterdim bu yazınızda veya bir sonraki yazınızda diyelim.

    İyi çalışmalar.

  4. Yazan:rıdvan Işık Tarih: Kas 26, 2010 | Reply

    Devrimcilik ülkemizde ateist karakteri benimseyip neredeyse bunu birinci sıraya koymuştur,oysa 80 yıllık pratiğe karşın Rusyada dinin silinmediği görülmüştür,dinin afyon olarak kullanıldığı durumlar çoktur amma, bu dinin istismarıdır….

  5. Yazan:Aliye Özkul Tarih: Ara 5, 2010 | Reply

    sayı oturan boğa

    evet nurettin topçunun dediği gibi, isyanın devrimlerin ve “la” demekte bir ahlak ama bu devrimcilik ruhu sadece muhalefette kalarak hayata ve insanlara karşı hep mızmızlanan bir süreklilikte olmamalı… eğer öyle olursa bizde olduğu gibi hayat felç olur. devrimciler eğer birşeyi değiştiriyorsa yerine ne koyacağınıda bulmalı…

    fatih bey,
    bu yazı kısa ve etraflıca bir inceleme değil. sadece geçmiş yüzyılla küçük bir muhasebe, gelecek için ne yapabiliriz sorusu inanın bende hala kendime soruyorum. bunun cevabını hep birlikte bulacağız. sadece şunu söyleyeyim çocuklar ve gençlerden önce kendimizle ilgilenmeliyiz. eski darbelerin önyargıların, gurupçulukların vs. üstümüzdeki sarsıntıları hala atamadık. bu aşamayı geçtiğimizde çokcuklar önlerinde özgüveni yüksek büyükler görecekler. ve bu onlar için en büyük eğitim olacak. çocuklar söylenen sözlere göre değil hal ve tavırlara göre davranırlar. vesselam

    aliye özkul

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ara 22, 2010: Son 90 günde en çok okunan yazılar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin