RSS Feed for This Post

Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler

12 Eylül, 12 Mart’ın aksine Türk romanında sosyalleşmeyi değil, ferdileşmeyi, anlatımda klasik yapının aksine üst dille biraz daha kapalı bir ifadeyi gündeme getirmiştir. Bu yönelim ve değişim post modern çizginin yansıyışı olarak ele alınmalıdır. Dönemin en bariz kaçış fikri, gerçeği örtülü kılmanın çok ötesine kaymıştır.[1] Ancak tam aksine örtülü gerçeklik; hatta yalın sosyolojik gerçeklik romanları da bu dönemin verilerindendir. Her halükârda toplumsal sarsıntılar edebiyata bir yönüyle yansır, 12 Martta olduğu gibi, 12 Eylül ve sonrası da edebiyata, romana bir şekilde yansımıştır.[2] Öncelikle entelektüel grupların hapishanelerle tanışması, oldukça fazla insanın hapse girmesi, hapishanelerin durumunu romana soktu. Hapishane okur için çok iyi bilinmeyen bir dünyaydı. Bunu yaparken romancıların odak noktayı öne çıkardığı ve öncesi manzarayı silik geçtikleri gözlendi.[3]

1980 öncesi romanlarında sosyal konuların öne çıkarılıp, anlatım biçiminin ve tekniklerinin fazla dikkate alınmaması durumu, 80 sonrası tam aksi bir görünüme dönüşmüştür. Bu durum, genellememekle birlikte bir akım oluşturan “Pınar Kür, Orhan Pamuk, Bilge Karasu, Latife Tekin” için yeterince açıklayıcıdır. 12 Mart’ın romanları sosyal olmak yanında 80’leri hazırlayan “yeni anlatı yöntemlerinin (de) arandığı romanlardı. Orhan Pamuk, “romanda çağın dönüşüm odağını oluşturan sorunlara/temalara yöneliyor, burada da düşlem gücünü zorluyordu. “Kara Kitap”, Yeni Hayat; hatta “Beyaz Kale” onun imgeden yola çıkışının örneklerini içerir.”[4] Adalet Ağaoğlu öncesi ve sonrasıyla sürecini tamamlarken, bu sürekliliği koparmamış,[5] P.Safa’nın Matmazel Noralya’nın Koltuğu’yla başlatılan farklı anlatım,  Oğuz Atay’ın Tutunamayanları’nda netleşip, Adalet Ağaoğlu için örnek teşkil etmiştir. Adalet Ağaoğlu’nun ölüm etrafında dolanan romancılığı biraz da 70’lerden getirdiği bir tutumdur.[6]

Oğuz Atay, 80 sonrası romanının habercisi de olmuştur.[7] Bu anlatım zamanla üçüncü kişinin birinci kişiye dönüşümüyle “sessiz olarak içten konuşan karakterlere” yer açmıştır.[8] Bu durum 80 sonrası post modern anlatımın öne çıkardığı bir form olmuştur. 80 sonrası edebi olduğu kadar toplumsal anlayış bakımından da farklı bir yapıya kavuşmuştur.[9] İdeolojik yönelimlerin, hazır çözümlerin gözden düşmüş oluşu, karmaşanın artması, kapitalist “Pazar Ekonomisi”ne alternatif çözümler bulunmayışı, sol romancıları boşluğa iterken, aynı durum sağ için aksi bir gelişmeye yol açtı. [10]

Aslında, Türkiye’de 80 sonrası bu yeni anlatı, Amerika’da ve Batı’da 1960’lı yıllarda ortaya çıkan post modern anlatımın yansımalarıydı.[11] “Söylemeye gerek yok ki, postmodern roman denince akla gelen tek roman türü üst kurmaca değildir. Başka türler de vardır: Bilim-kurgu, fantastik, büyülü gerçeklik gibi. Gerçekçiliği reddeden bu yenilikçi roman türlerinin aralarında kesin sınırlardan söz etmek yanlış olur. Ortak yönlerine gelince… Postmodernistler, bu karmaşık, anlamsız çağdaş yaşam karşısında çözümü, modernsitlerin yaptığı gibi artistik tutarlılıkla estetik bir bütün oluşturmakta buldu. Onun için çeşitli türde metin parçalarını (gazete makalesi, ansiklopedi maddesi, şiir, reklam yazısı vb.) bir araya getirdikleri görülür. Zaten post modern yazarlar yüzeyde oynamayı yeğlerler. Bundan ötürü çeşitli dünyalardan bir araya getirdikleri çeşitli imgelerin romanlarına bir karnaval görüntüsü verdiği söylenmiştir”. Bu yeni tür roman Türk romanı için bir tıkanmışlığın çıkış yolu olarak belirmiştir.[12]

Fantastik anlatıların da 1980’lerde çoğaldığı görülür.[13] Gerçeklilikten uzaklaşma Nazlı Eray’ın, Latife Tekin’in, Mehmet Eroğlu’nun, Bilge Karasu’nun, Orhan Pamuk’un ortak bir özelliğidir.[14] “Gerçekçilikten uzaklaşma nedeni, yaşamı daha uygun bir yöntemle daha iyi yansıtmak değil, gerçeklikle romanın bağını sorgulamak ve gevşetmek(tir). Post modern romanın bu özelliği, hiç değilse Batı’da, kısmen modern düşünün getirdiği gerçeklik krizinden kaynaklan”[15]dı. Çünkü “gerçekçilik, çağdaş toplumsal gerçekliğin nesnel anlatımıdır.” Bu durum günümüz romancılarının gerçeklikten uzaklaşmaları kadar gerçeğe sadık kalanlarında da hissedilebilir.[16] Emine Işınsu, “dünün romancılığı toplum içinde bir güçtü; bugün sendeliyor, yarının Türkiye’sinde ise böyle bir sanat dalı olacağından şüpheliyim” [17] derken, bunu kastediyordu. Ancak romanın, hayat var olduğu müddetçe devam edeceğini unutuyordu. Yalnız romanın işlevsellikten uzaklaştığı da görülen bir gerçektir.

Son yılların ağırlıklı romancıları olan kadın yazarlar kadar, erkek yazarlar da, aydın kadın kahramanlı “sanat değeri yüksek, anlatım teknikleri yönünden gerçekçi,  günümüz Türkiye’sinin aydın kadın davranışlarını yansıtamamışlardır.  Karşı cinsle ilişkilerinde gerçeğe uymayan bir hafiflik, bir “geniş mezheplilik” görülmektedir. Türk toplumunu tanımayan bir yabancı, diyelim bir Avrupalı Türkolog, bu romanlardan edineceği aydın Türk kadın imajıyla ülkemize gelse her halde yanlışlığı en çarpıcı haliyle yaşayacaktır.”[18]

1980 sonrası Türk romanında ideolojik kavgaların durulması tam bir hesaplaşma döneminin başlamasına yol açmıştır. Eleştirel, objektif bakış, o kaos geçmişi açık seçik ortaya sermiş, ironik bir anlatıma sebep olmuştur.[19] İkinci olarak, “söyleyecek sözü olanların” siyasi, sosyal konulara belli zaman dilimlerinde değindiği görülür.[20] Bütün bunlara rağmen dönem romanının “sorunsal”, “kurgu” ve “anlatım” inceliklerine getirdiği özen açısından, romanın sürükleyicilik ve gerilim öğelerinin zararına işlemiştir.[21] 12 Eylül romanı, yanlış anlamaktan çok yanlışı “bilinçli seçip gerçekliği yaralamıştır”. “12 Eylül döneminin ideolojik ve kültürel düzlemi içinde kendini “sol” söylem içinde anlatan romanlar okura sunulurken “popüler” bir kimlik de kazanmışlardır.[22]

Aslına bakılırsa “ne romanların paylaştığı bir sorunsal, ne tarihe, politikaya ya da bireye değin bir izleğin başlatılması, ne roman sanatımız için yenilikçi bir biçim yöntemi ne de bütün bunların renklerini canlandıran bir roman tartışması 80’lerin romanlarında “belirgin bir kimlik birikimi oluşturabildi”[23] Ancak “bütün köklü dönüşümler gibi 80’li yılların kendi özgün tarihini kurduğu söylenebilir. Ancak beklenen,  özgün tarihsel dönem, kendini değerlendiren bir romana yol açamadı; ya da roman sanatımız bu özgün dönemin sorunsalıyla örtüşen bir ilişkiyi daha kavrayabilmiş değil”[24]di.

Bu dönemde roman, insanın iç dünyasına yönelmekle beraber, yapay iç dökme biçimine dönüştü. Politik yönelimler ve hapishane hayatı bir roman nevine kapı araladı. Denetimden dolayı soyutlamalar zorunlu olarak yaygınlaştı. Bu zorunluluk neticesi olarak da roman sanatında zayıflık görüldü.[25] Bu arada “12 Mart politik döneminin yaratamadığı kitsch-romanı 12 Eylül döneminin yaratmış olması üstüne durulmaya değer bir toplumsal görüngü çıkarıyor ortaya”.[26]

12 Eylül sonrası siyasi olayların romancıları tesirine aldığı görüldü. “Bu bir yandan Türk romancısının siyasi aktüaliteye karşı ilgisini, bir yandan da konulara hemen ve anında sahip çıkma anlayışını ortaya koyar.” Bu tutum Meşrutiyet’te, Cumhuriyet’te, çok partili dönemde, darbelerde hep tekrar edildi.[27] İhtilâl’in karamsar atmosferi iyi şeylerin doğmasını engelledi. Dolayısıyla edebi alanda da kısmi kısırlık görüldü. Edebi bir işlev gücünü yitirdiğinden durgunluk ortaya çıktı. Bu durgun ortam, solun cinselliğe, bireyselliğe kaymasına, sağın ise tasavvufa yönelimini hızlandırdı. Her iki kesimin ortak paydası ise işkence mevzuu oldu.

80 sonrası zaman anlayışı romanda kurgunun ön plana alınmasına yol açarken “zaman romanı” ortaya çıkmıştır. Keza sosyolojideki gelişmeler de romana yansıyarak özel roman türlerini yaratmıştır.[28]

Devir romanını post modern olarak adlandırmak hâlâ çekinceler gerektirse de modernin “nasıl”a önem verişine karşılık post modern’in içeriksel arayışı, “ne”ye yönelim 80 sonrası romanda net olarak görülür ve post modern tartışılabilir yanlarına rağmen, modernin karşıtı durumundadır.  Aslında post modern, Batı literatürünün akıl kavramını, II. Dünya Savaşı sonrası akıl üstü kavrayışına tepki olarak belirdi.[29]Ama bizde çok gecikmeli olarak özellikle de roman sahasında kendindi gösterebildi.

Bu paralelde,

“a.Belirsizlik

b.Fragmentleştirilmiş olmak; yani bütünleşmeye savaş açmak. Parçalara ayırıp her ayrıntıyı ayrı ayrı canlandırmak

c.İrrealist olmak

d.Gösterimden, tasarımdan uzak durmak

e.Mecaz ve istihza’yı esas tutmak; yani alegorik ve ironik tavır

f. Şekilsizleştirmek, biçim değiştirmek ve yeniden kurmak. Dünyayı, insanı, karakterleri, tabiat olaylarını bile yeniden şekillendirmek” şeklinde bir çerçeveyle tanımlanabilen post modernizm, birçok sahada olduğu gibi edebiyatta da tezahür etmiştir.[30] “Nasıl’dan ziyade ‘ne’yin ön plana geçtiği bu kitapların edebiyat dünyamızda adından söz ettirebilmesi, “post modern-durum” denen çoğulculuğun bir gereğidir.” “Postmodernin en belirgin hazırlayıcısı olarak gösterilen çoğulculuğun edebiyatımızdaki itici gücü, çok geniş bir yelpazede, çok çeşitli nitelikte edebiyat eserinin oluşmasına imkân” [31] vermiştir.

Ancak 80’li yıllarda başlayan değişiklik her sahada olduğu gibi romanda da 90’lı yıllarda tam yaygınlığa kavuşamayıp, dil hataları düzeyinde eleştirilerde kalmış “gerçek gerçeklik (özellikle de toplumsal ve politik gerçeklik), kurmaca gerçekliğin mihenk taşı sayılmaya devam” etmiştir. “Sosyalizm güdümlü feminizm ise, bu dönem sosyalizm yedeğinde edebiyat akımının hızını kaybetmesiyle gündeme gel”miştir. Bütün etkinliğine rağmen feminist tavırlar yer yer atıl kaldı[32]  ve “post modern dünyada güzelin yerine hazzın (estetik haz değil ama) geçtiği” gözlendi.[33] Roman post modern tavır olarak dini ve tarihi bilgiyi malzeme biçiminde kullanmakta bir mahzur görmedi. Romancılığımız bugün de “büyük dönemeçler” yaşamış değildir. Şu farkla ki, romanımız bu süreçte çeşitlenmiştir demek yanlış bir düşünce değildir. Bu yeni dönemde toplumsallaşma sürecinin kaba izleri yerini daha içerlek, daha “ben”sel anlatıya bıraktı… Bunun altında yatan gerçeğin bir boyutu da romanın bizde henüz “altın çağını yaşayamamış olmasıdır… Bizde roman mı okurunu, okur mu romanını bulamıyor ya da arıyor?”[34] Bu sorunun cevabı romanımızın seyrine açıklık getirecektir. Orhan Pamuk’un Nobel alması bütün bir Türk romanının karakter kazandığı anlamına gelmemektedir.

Post modern roman teferruata, küçük her şeye kapı aralarken, seksenli yıllarda H.Böll’ün; “Bir gün bir ineğin geviş getirmesi otuz cilt romanda yazılacaktır.” dediği, “salt dikkate dayalı romanın çıkmazını” yaşamaktaydı.[35] Bunun için, “postmodernizm kadar duraksama ve şüphe” uyandıran çok az izm olmuştur. “Zaten hakkında yeterince tartışmanın yapıldığı bir kelime olan modernin birbirinden şüpheli birer ön-ek ve son-ek arasında sıkıştırılmış olmasından dolayı” zor bir yer edinmeyle karşılaşmıştır.[36] “Postmodernizm kavramı muğlak bir kavramdır ve henüz tam anlamıyla anlaşılmış da değil. Kavramın yüksek modernizmin yerleşik biçimlerine karşı özgül bir tepki olarak doğmuş olma olasılığı bir hayli yüksek. Nitekim kimi düşünürlere göre post modernizm, işlevi kültürle ortaya atılmış dönemselleştirmeye ilişkin bir kavramdır. Kavram ilk bakışta 1950’li yıllar ile 1960’lı yıllar arasında oluşmaya başlayan yeni toplumsal ve ekonomik düzenle bağlantılı gibi görünmektedir. Kimileyin modernizmden önce gelen bir konuma geçmek isteyen pre-modernler ile anti-modernler ve post modernler arasında yararlı olabilecek bir ayırıma gidilmektedir.”[37]

Seksenli yıllar romanının post modernliği yanında, yakın tarihi, aydın sorumluluğu gibi işlenmiştir. “Aydın, akademi ve medya çiftliğinde büyüyen, büyütülen, beslendirilen ve her gün ahlâk, değer, ülke, ilişki, yiyen, cins bir yaratık olmuştur. Aydın yaygın değildir. Tek başına ve olduğu yerde yazar.”[38] 80 sonrası romanda “toplumsal hareketliliği bireye olmasa da (evet, ne yazık hâlâ birey yaratamıyor ve yaşar kılamıyoruz) insana göndermeler yaparak verdiler. Bu tür yapılarda da alttan alta aydın(ın) dramı sergilendi.”[39]  Ayrıca kadın, cinsellik, geçmişle hesaplaşma ve yabancılaşma gibi konuları çoklukla işlerken “çeşit çeşit, renk renk patlamalar, yeni buluşlar”da yakaladı.[40] Malraux ve Soljeniitayne’e göre çağımızın romanı metafiziğe yöneliktir.[41] Bu yönelim Türk romanı için post modernde ifadesini bulmuştur. “Gerçekte bizi kuşatan dünya değiştikçe bizim de onunla ilgili duygu ve düşüncelerimiz değişmektedir. Bizim bugünkü hayat görüşümüz” öncesinden her halde değişiktir. “Eğer geçmişin halde devamını sağlamazsak” mahzur bu noktada başlar, değişmekte değil.[42]

Türk romanı başarılarına rağmen, 80 sonrası da taklit hüviyetini silebilmiş değildir. “Türk romancısı, Batı’nın çıraklığına talip olduğu zaman” Batı’yı da çok iyi bilmiyordu. Bugün biliyor olması onu taklide götürmemeliydi; ancak post modern roman da, kendi olmadan taklidi olmuştur.[43] Belki bundan dolayı romancı, söylenecek sözü kalmayınca muğlak ifadelerle oynamanın ötesine varabilmiş değildir.[44] “Romancı, anlatmaktan çok göstermeyi sadece dış anlamıyla değil, ruhbilimsel gelişmeleri de yansıtabilen iç anlamıyla da almak durumundadır.”[45] Türk romanı seksenli yıllarda popülerleşerek kan kaybına uğradı. Özellikle feminizm ekseninde yapay bir uğraşa takılı kaldı. Gürsel Aytaç bu durumu şöyle ifade ediyor; “Türk edebiyatındaki feminist romanların ortak diyebileceğim bir özelliği, feminizmin kadının zihin gücünü kanıtlama uğruna erkekleşmesi, bağımsızlaşması ve yalnızlaşması olarak yorumlayıp işlemesidir.”[46] Daha da öte sol için bir başka yenilgi “12 Eylül sonrası romanın kendisinden önceki bütün devrimci birikime, devrimci sembollere ve temalara açıktan” saldırmasıydı.[47] Solun bu tavrı “edebiyatımızın genel olarak karşılaştığı muhasebe olgusu içinde” değerlendirilmelidir.[48] Bu muhasebe yalnız solla sınırlı da değildir.12 Eylül sonrası dönem, her düşünceden insanlar için bir içe dönüş, bir iç hesaplaşma dönemi olmuştur. Özellikle romancılar, geçmişte yaşanan yanlışların ancak 12 Eylül sonrası farkına varmış, açıktan küfredemedikleri geçmişlerini (hain damgası yemekten çekindikleri için) eleştirel bir yaklaşımla (ama temkinli bir şekilde) metinlerde işleme yoluna gitmişlerdir. Kimi devrimci mücadeleye katılmış insanların aslında dava peşinde değil “cinsellikleri” peşinde koştuklarını anlatırken, kimileri de “bireyin” bu mücadelede yok sayıldığını, onun bir tanımın peşinde koşan robot haline dönüştüğünü anlatmışlardır.[49] Öte yandan bu hale” kentsoyluluğun yaşanan hızlı değişimle birlikte yitirmekte olduğu ve yitirdiğini ayrımsadığı değer yargılarını koruma çabası ve bu doğrultuda gerçekleştirdikleriydi” de denebilir.[50] “Modern insanı bunalım içinde görmek bir bakıma doğrudur. Kapitalist toplumda aydının da kaçınılmaz akibetidir  bu.

Yeni romanla başlayan romanın, “düşünsel-eleştirici,”[51] denemeye yakın bir yol takip etmesinin, 80 sonrası Türk romanında yansımaları da görülmüş, roman denemeye yakın bir hal almıştır.[52] Ayrıca 80 sonrası “romanlar, dergiler, filmler aracılığıyla kadının bireyselliğinin ve cinsiyetinin dışa vurulmasına tanık” olunmuştur.[53] “12 Eylül sonrası genel koşullar edebiyatta tam bir mistisizm, geri çekiliş, yalnızlık ve bireycilik eğilimi” de doğurmuştu.[54] “80’lerdeki özel hayat patlaması, özel hayat etrafında koparılan bütün gürültü”de romanda yerini aldı.[55]

Birçok kargaşaya ve romanın zaaflarına rağmen, “1980’ler… romandan, romancıdan yana da çok söz edilen yıllar oldu. Medya pazarında öne çıkarılan yazar/romancı kimlikleri, ortaya konulan ürünleri(ni)n niteliksel yanlarını gölgeledi… Kendisine bu yolla okur bulan, bulundurul(may)an yazar/lar kuşağı oluşturuldu! Her şey o denli güncel kılındı ki, görme-algılama uzamından, anlama kavrama süreç(ler)ine geçişte yaşanan bilme/bilgilenme, zenginleşme, bir kavram olarak bile bireyin bilincinde yer edemedi. Dahası buna olanak tanınmadı. Çoğalan, çoğaldıkça da birbirine benzeyen yazarlar kümesi yazın ortamında boy verdi. Daha açık söylemek gerekirse, diğer alanlarda olduğu gibi romanda da “kötüye/düzeysize en çok pirim verilen bir dönem oldu 80’li yıllar. İyi yazar, iyi okur; iyi okur da iyi yazar yetiştirir gibi yerleşik yargılar havada kaldı.”[56]

80’lerde kültürsüzleşme, depolitizasyon “görünürdeki yargıları doğru ile açıklamayı” güçleştirdi. Bu yıllarda olan aslında ” …görünürdeki yargıları doğru kılmayan bir “patlama”dır romancımız açısından. Ama yapıtlara dönüp baktığımızda; “neyi/niye, nasıl, niçin anlatıyorlar?” sorularına yanıt arayıp irdelemeye çalıştığımızda yukarıdaki imlemelerimizin birçok yönleriyle açıklığa eriştiğini görebiliyoruz.”[57]

80’li yıllar romanında görülen bir başka konu ise iç göçün hızlanması yanında dış göçün dönen, dönemeyen insanların başlı başına roman konusu oluşudur. Avrupa’daki ikinci ve üçüncü kuşak nesillerin sorunları bir yönüyle bu dönemde dile getirildi. “Toplumsal değişimin sancılarının ivmesiyle önü arkası kesilmeyen bu iş gücü göçü yazarlarımızın birçoğunu da oralara çekti. O yaşamlara daha yakın oldular. Yazınsal uğraşlarının ürünlerinin bir bölüğünü de o ortamda tanıyıp gözledikleri gerçeklikler üzerine kurdular.”[58]61

Nihayet “70”li yıllardan 80’e Türk romancıları bu ülkenin insanını, bizim hayatımızı ve problemlerimizi anlatma iddiasındaydılar. Fakat çoğunlukla kapıldıkları müfrit politizasyon, ideolojilere angaje olmuşluk, romanlarına da at gözlüğü taktırıyordu ekseriyetle. 80 sonrasının romancısı ise kahramanlar, olaylar ve ortamlar ile marjinal uçlara kaydı. Roman daha çok kurgu oyunu oldu, teknik öne çıktı”62[59] diye tanımlanabilir.

 

 “Eğer siyasi ve sosyal tarihimiz açısından 1980 tarihi bir dönüm noktası ise, sosyal davaların ağırlıklı olduğu ve sanatın gereklerinin ihmal edildiği romanlar, bahsi geçen tarihle sona ermiş ya da en aza inmiştir denebilir. Ancak o tarihten sonra, batıdan yapılan tercümelerin ve sinemanın tesiriyle, Türk romanında erotik unsurlar ve bireysel yaklaşımlar sık görülmeye başlanmıştır. Bunun yanında Alev Alatlı gibi, belgesel nitelikli eserler neşredenler de vardır. “[60]

 

Diğer romanlara baktığımızda Yeni Gelenekçi romanda Tarık Buğra, Nezihe Araz, Muhtar Tevfikoğlu, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Emine Işınsu, Tahir Kutsi Makal, Mehmet Niyazi Özdemir, Sebahat Emir, Sevinç Çokum, Mustafa Kutlu, Durali Yılmaz, Hasan Kayıhan, Osman Çeviksoy, Necdet Ekici; İslami romanda Hekimoğlu İsmail, Rasim Özdenören, Ali Haydar Haksal, Sadık Yalsızuçanlar, Şükrü Karaca, Halime Toros; Soyut romanda Leyla Erbil, Ferit Edgü, Tomris Uyar, Nedim Gürsel; Postmodern romanda ve dönemimiz romanında Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Selim İleri, Nazlı Eray, Orhan Pamuk, Buket Uzuner, Nihat Genç, Latife Tekin, Nazan Bekiroğlu, Metin Kaçan, Kürşat Başar, Elif Şafak, İhsan Oktay Anar(düşsel-gereklik)… yer alır.

Belki de son senelerin en ciddi romancısı olarak Orhan Pamuk sayılabilir. Cevdet Bey ve Oğulları adını taşıyan ilk romanından sonra Sessiz Ev, Beyaz Kale, Kara Kitap, Gizli Yüz(senaryo), Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı, Öteki Renkler(yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler), Kar, İstanbul: Hatıralar ve Şehir (anı), Masumiyet Müzesi yazarın diğer romanlarıdır.

 

 

 


[1] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994.

[2] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.13.

[3] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.14.

[4] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995.

[5] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, s.33-34.

[6] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990.

[7] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994,s.53.

[8] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.36.

[9] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.49.

[10] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.51.

[11] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.54.

[12] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.57.

[13] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.69.

[14] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.74.

[15] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.116.

[16] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.90.

[17] Emine Işınsu, “Romanın Yarını Yok”, Türk Edebiyatı, Şubat 1994, s.214.

[18] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.92.

[19] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.103.

[20] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.106.

[21] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı İncelemeleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.412.

[22] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991.

[23] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991s.132.

[24] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991s.133.

[25] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991s.138.

[26] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991 s.163.

[27] Alemdar Yalçın, “1984’te Roman”, TYBY, 1985, s.261.

[28] Gürsel Aytaç, Edebiyat Yazıları III, Gündoğan Yayınları, Ankara,  s.30-31.

[29] Ahmet Oktay, “Popüler Kültür”, Yeni Şafak 27 Kasım 1995.

[30] Ahmet Kabaklı, “Postmodernizm ve Sonu” (İhab Hassan), Türk Edebiyatı, Nisan 1993, s.234.

[31] Ahmet Kabaklı, “Postmodernizm ve Sonu” (İhab Hassan), Türk Edebiyatı, Nisan 1993, s.54-55.

[32] Ahmet Kabaklı, “Postmodernizm ve Sonu” (İhab Hassan), Türk Edebiyatı, Nisan 1993, s.208.

[33] Ahmet Kabaklı, “Postmodernizm ve Sonu” (İhab Hassan), Türk Edebiyatı, Nisan 1993, s.255.

[34] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995.

[35] Durali Yılmaz, “Romanımız ve İnsanımız” Nakışlar Yayınları, İstanbul, 1976,  s.102.

[36] Gilbert Adaır “Postmodernci kapıyı İki Kere Çalar” İletişim yay, İstanbul, 1993.

[37] Madam Sarup, “Post yapısalcılık ve Postmodernizm) Çev: Baki Güçlü, Ark Yay, İstanbul, 1995.

[38] Nihat Genç, “Aydın Yangın Yeridir” İzlenim, Ağustos. 1983.

[39] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995.

[40] Orhan Pamuk, “Roman Çağı Başlıyor”, Türk Edebiyatı, Şubat 1994, s.244.

[41] Orhan Pamuk, “Roman Çağı Başlıyor”, Türk Edebiyatı, Şubat 1994.

[42] Eliot Thomas Stearns, “Edebiyat Üzerine Düşünceler (Çev. Sevim Kantarcıoğlu) Kültür Turizm Bakanlığı Yay., Ank. 1983.

[43] Mustafa İlker, “Edebiyat ve Sosyal Değişme” Doğuş Edebiyat, Ağustos, 1982, s.3.

[44] Sabri F. Ülgener, Zihniyet Aydınlar ve İzmler, Mayaş Yay. Ankara, 1983, s.69.

[45] Attila İlhan,Hangi Edebiyat, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s.181.

[46] Gürsel Aytaç, Edebiyat Yazıları I, Gündoğan Yayınları, Ankara,1990,  s.71.

[47] Aydın Çubukçu “Kültür ve İdeoloji Sorunları” Evrensel Basın Yayın, İstanbul, 1994, s.177.

[48] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995.

[49] Necip Tosun, “Gece Dersleri/Latife Tekin”, TYBY, 1987, s.227.

[50] Hasan Bülent Kahraman, “1982 yılının Roman ve Öyküleri”, Varlık Yıllığı, 1983.

[51] Berna Moran, “Edebiyat Kuramları ve Eleştiri” Cem Yay., s.71, İstanbul, 1993.

[52] Gürsel Aytaç, Edebiyat Yazıları I, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, s.111.

[53] Nilüfer Göle, “Modern Mahrem”, İstanbul, 1994.  s.75.

[54] Aydın Çubukçu “Kültür ve İdeoloji Sorunları” Evrensel Basın Yayın, İstanbul, 1994, s.51.

[55] Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak, Metis yayınları, İstanbul, 1992, s.67.

[56] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995, s.163.

[57] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995, s.165.

[58] Feridun Andaç, “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, Kasım 1995,  s.150-151.

[59] Fatih Andı, “Roman Okumak Erkek İçin Ayıp” Yeni Şafak, 7 Aralık 1995.

[60] İbrahim Şahin, “Türk Romanının Tarihi Gelişimi”, Türk Yurdu, Mayıs-Haziran 2000, Cilt:20, Sayı:153-154, Evren Yayıncılık, Ankara, 2000, s.65.

 

 

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin