RSS Feed for This Post

Çoğulculuk tartışması; Mustafa Erdoğan’a insani eleştiri

Liberal düşünce topluluğunun kıymetli entelektüellerinden Mustafa Erdoğan . Mustafa Akyol’un 4 Ağustosta Star gazetesinde yayınlanan çoğulculuk eleştirisi ile ilgili bir yazı kaleme almıştı

Bu eleştirinin ana fikrini oluşturan monist karakterli toplumsal yapının rejimi totaliter hale getireceği ve/veya daha net iddia edildiği üzere; 

Onun için, eğer bir despot olmaktan kaçınmak istiyorsanız, başkalarına iyi hayata ilişkin kendi kararlarını alma özgürlüğünü tanımak zorundasınızdır. Başka bir anlatımla, akıl en iyi hayat tarzını keşfedemeyeceği veya izlemeye değer pek çok insani amaç olduğu için, herkesin tercihlerini özgürce yapabilecekleri bir siyasi düzene ihtiyaç var.”

Eleştirisinin ideal toplum tasavvuruyla ilgisi yoktur. Her şeyden evvel sosyo-kültürel çoğulculuk fikrinin eleştirisinde insan tercihlerinin özgürce yapılmadığı bir siyasi düzene referans verilmemektedir.

Dahası herhangi bir siyasi düzene referans verilmemektedir. Bu bireyin arzu edildiği gibi herkesin kendi tercihlerini yaptığı bir siyasi düzen içerisindeki duruşuyla, kendini konumlandırmasıyla ya da daha geniş bir ifade ile kendi doğrusunu diğerlerine “tebliğ” etmesi bu çerçevede çalışması ile ilgilidir.

Bu bakımdan günümüz demokrasilerinde sosyo-kültürel çoğulculuk fikrine karşı çıkanlar batı tipi demokrasilerin temel değerleri çerçevesinde bir karşı çıkışın zorunluluğuna işaret ederler. Onlara göre bu eleştiri liberal demokrasinin bireyin hak ve özgürlükleri çerçevesinde bir eleştirisi değildir..  Ancak “klasik liberal ezberin” post-modern zamanın sorunlarını  çözmekte yetersiz kaldığı ve hatta her aktüel tezin doğası gibi yeni sorunları bizzat yarattığını söylemekte yerinde bir tespit olacaktır.

Bu sorunları çözmenin yolu ise aktüel tezin vazgeçilmezliğinin yanlışlanamazlığının vurgulanması yerine çözüm yollarının geliştirilmesidir. Bu çözüm yollarında insan ortak makul kabullerde buluştuğu idealler çerçevesinde arar. Örneğin liberalizm bir fikir akımı olarak tam da Mustafa Akyol’un bahsettiği şekilde bir ilerlemedir. Fikir önderleri sorunları ve çözüm yollarını ortak makul kabullerde idealize ederek bu akımı üretmişlerdir. Hatta bu gün Mustafa Erdoğan’ın yaptığı çerçevede bir eleştiriyi büyük ölçüde dönemin aktüel  tez sahipleri karşıtlarına ya da kendi ekollerinden ayrılan ilerlemeci individualistlere benzer şekilde yapıyorlardı.

Sosyo kültürel çoğulculuğun  bu haliyle savunulması totaliterlik tartışması üzerinde benzer/karşıt başka bir despotizmi de beraberinde getirmektedir. Öyle ki sosyo kültürel çoğulculuğun dışında kalan sosyal fikir akımlarının özellikle günümüzde yeni -muhafazakarlar tarafından ele alınış biçimi mevcut siyasi (sosyo kültürel-çoğulcu) fikri zeminin ortadan kaldırmak ya da devlet eliyle bunu değiştirmek iddiasından oldukça uzaktır.

Amerikan siyasi yelpazesindeki bir örnekten hareket ederek aradaki ince nüansa şöyle bir vurgu yapabiliriz. Kendilerini çoğunlukla liberal demokrat tanımlayan ancak diğer liberal demokratlar tarafından yeni konservatif olarak konumlandırılan Katoliklerin iddiasına göre. “Sosyal dayanışma mekanizmasını devlete bırakmak ahlaksıztır.” Burada klasik liberal bakış açısı ile yeni konservatif bakış açısı net bir biçimde ayrışıyor. Klasik liberalizmin bu dayanışmaya genel yaklaşımı devlet eliyle olmadan halk tarafından yapılabilirliği ve serbestisi iken yeni konservatiflere göre kendini Katolik tanımlayan ve bu camiada gören kimselerin bunu yapmasının zorunluluğudur.

Burada hocamın da içinde bulunduğu genel bir yanlış anlaşılmaya değinmekte fayda var; bahsi geçen zorunluluk toplumsal bir kabule referans verir. Devletin ya da bu tip bir merkezi iktidarın dayatmasını ya da bunu icra etmeyen insanların bir müeyyideye tabi olması anlamına gelmez. Yani ikisi de siyasi anlamda sosyo-kültürel çoğulcu iken biri sosyolojik olarak sosyo-kültürel çoğulcu değildir ve ortak bir zemin/değer arayışındadır.

Liberal ekolün içinde dahi bu arayış yeni bir durum değildir. Mehmet Yılmaz’ın liberalizm eleştirisinde referans verdiği ve çoğunlukla birazda kolundan çekiştirilmek suretiyle liberal ekolün içine dahil edilen Alexis de Tocqueville’in bundan neredeyse 200 yıl önce yaptığı tespit tartışma açısından son derece çarpıcı (Bkz. Liberalizmin Kara Kitabı)

“…Yeni despotizmin neye benzeyeceğini hayal ediyorum. Birbirine benzeyen, “eşit” insanlar görüyorum küçük ve sıradan hazlar peşinde, hiç dinlenmeden kendi etraflarında dönüyorlar. İçlerini, ruhlarını dolduruyorlar bu hazlar ile.

Her biri ötekilerle arasına bir mesafe koymuş, onların başına gelen şeylere kayıtsız, yabancı gibi. Çocukları ve yakın arkadaşları onun için bütün insanlığı teşkil ediyor. Kendi ülkesinin vatandaşları? Hemen yanındalar ama onları görmüyor. Dokunuyor ama neredeyse hissetmiyor. Sadece benliği var ve benliği için var. Elinde bir aile kaldıysa bile artık vatanı yok.

Onun bu bireysel hazlarının sürmesini garantileyen devasa bir güç yükseliyor üzerinde. Mutlak, düzenli,  öngörülü ve şefkatli. İnsanı yetişkinliğe hazırlayan baba şefkatini andırsa da özünde bireyleri çocukluk mertebesinde tutmayı amaçlıyor. Vatandaşların haz almalarından hoşlanıyor, yeter ki istedikleri tek şey bu olsun.

Bu güç gönüllü olarak bireylerin mutluluğu için çalışıyor ama bu mutluluğun tek vektörü ve tek hakemi olmak iddiasında. Onların güvenliğini sağlıyor, ihtiyaçlarını karşılıyor, haz almalarını kolaylaştırıyor. Endüstrilerini yönetiyor, miras sorunlarını çözüyor. Böylece bireyler düşünmenin zahmetinden ve yaşama ızdırabından kurtuluyorlar.

Vicdan ve özgür irade her geçen gün biraz daha gereksiz ve nadir oluyor, daha küçük alanlara hapsediliyor. Özgürlük böylece insanların parmakları arasından kayıp giderken birey [felçli bir hasta gibi] kendini yönetme kabiliyetini tamamen kaybediyor…” (Alexis de Tocqueville [1835], De la démocratie en Amérique, Tome II, Quatrième partie : De l’influence qu’exercent les idées et les sentiments démocratiques sur la société politique)

 Despot olabilmek için Mustafa Akyol’un gerekli gördüğü büyük bir kibir tespitinin bir adım ötesine geçerek; ortalama bir kibirle idealizmden yoksunluk ya da bu idealizmin mutluluğun ya da yaşam biçiminin tek hakemi ve tek vektörü olmak iddiasındaki bir grup liberal düşünür tarafından relativist alternatifle baltalanmasının yeterli olduğu kanaatindeyim.

Hocamın bir diğer önemli argümanına tam da bu noktada değinmek gerekli. Akla karşı kuşkuculuk iddiası. Bahsi geçen tek dünya idealizminin referansı çoğunlukla zaten akıldan öte başka bir şeye referans veriyor. Hemen belirtmek gerekirse burada kast ettiğim şey vahiy değil.

Tek dünya idealizminin kaynağının akıldan ya da akılcılıktan başka bir şey olduğu. Kant’ın bu noktadaki tespiti çok önemli. Aklın sınırları ya da alternatifleri üzerine ölümsüz eserleri bırakan bu filozof Mustafa Erdoğan’la aynı noktadan yola çıkarak aklı eleştirmiş onun sınırlarını çizmiş ve ona karşı zaman zaman kuşkucu olsa da vardıkları nokta tam aksi zeminde olmuştur. O aklı eleştirirken insanın özünde varolduğunu düşündüğü başka bir değere dikkat çeker ve bu değerler çerçevesinde bir ödev ahlakı tanımlar. İyi , bir karşılık beklemeksizin ya da akılla tartmaksızın iyiyi icra etme eylemidir.

Bu iyi nedir diye soracak olursak pedofili örneğinde Mustafa Erdoğan’ın içinde uyanan ve kendini savunduğu felsefesinin istisnasına konumlandıracak olan akılcı olmayan eylemidir.  Mustafa Erdoğan aklıyla sosyo kültürel çoğulcudur, ancak aklın dışında hepimizin ortak ürettiği bir refleks pedofili meselesinde onu da ya da bizi de aynı şekilde konumlar.

Buradan hareketle bana göre liberalizmin siyasi, ekonomik ve ahlaki neticelerine baktığımızda insan pek çok konuda salt iktisadi akıldan yada yalın haliyle salt akıldan başka bir yere kendini  konumlandırma ihtiyacı duyar.

Bu ihtiyaç belirttiğimiz gibi “akli” değildir.

Mesela Filipinlerde bir ailenin iş kurmak ya da geçinmek için legal yollardan organ satması sosyo kültürel çoğulculuk fikrine göre kabul edilebilir ancak insan hakları ya da insan olma refleksi sebebiyle çoğunlukla tepkiyle karşılanır.

Ya da bir kimse açken lüks tüketim mallarının servet sahipleri tarafından tüketilmesi, küresel reklam sektörünün her yıl diğer sektörlerin 1/3 üzerinde büyümesi  zenciler gibi belli sosyo-kültürel grupların her jenerasyon sistem dışında kalması ¾’ünün suça karışması ¼’ünün düzenli cezaevinde yatması vb. yine bu çerçevede örneklerdir ve bunlar çoğaltılabilir.

Pedofili örneğini aşırı bulan değerli hocam için benim açımdan ve pek çok insan tarafından kabul edilmez olan ve kapitalizmin neticesi yukarıda belirttiğimiz bu hususlar ilerleme için tek dünya idealizmini zorunlu kılar.

Münferitçi bir diskurla kapitalizm bu problemlere karşı her zaman savunulabilir. Ancak bu savunuş Sovyetler birliğinde sosyalizmin yaşanmadığını iddia eden arkaik bir ideolojinin savunucularının argümanlarına benzer. Bu yaşanan basbayağı pratik liberalizmdir. Devlet müdahalesi olmamalıydı,para basılmamalıydı önermeleri bile liberalizmin bu sosyo-kültürel çoğulculuk zemininde kurban edilmesi olacaktır. Halbuki devlet kapitalizmini eleştirirken yine ideal bir sistem arayışına referans vermiyor muyduk?

Bu bakımdan indirgemeci bir siyah-beyaz şablonunda mufazakar-liberal tanımlaması da doğru olmayacaktır. Kendini liberal tanımlayan bir kimse pedofili örneğindeki gibi münferit bir meselede muhafazakar konumlanırken başka bir meselede (indirgemeci tanıma göre) liberal konumlanabilir.

Bu bakımdan sosyo-kültürel çoğulculuk fikrini rejimin totaliterliği ekseninde eleştirmek ve sosyo-kültürel çoğulculuğun yıprattığı adaleti görmek yerine, ideal arayışına karşı çıkışta hakkaniyetli bir tutum olmayacaktır.

 

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:Murat Karaman Tarih: Ağu 17, 2010 | Reply

    Öncelikli olarak liberal camianın tartışması gereken çok daha önemli sorunları vardır. Çok kıymetli hocalarımın bu konulara eğilmesinin daha öncelikli olduğu kanısındayım.
    Mustafa Hocamızın yazısını ilk okuduğumda bu yukarıda okuduğum yazının üç aşağı beş yukarı aynısı geçti aklımdan bu noktada yazan kardeşimizi kutluyorum.
    En öenmli gördüğüm nokta ise muhafazakar-liberal ayrımı.Türkiye özelinde bakıldığında 28 şubat süreci sonrasında muhafazakar çevrelerin yaşadıklarına en büyük tepkiyi -normal olarak- liberaller vermiştir. Bu süreç sonrasında birçk muhafazakar kendini liberal olarak tanımlamaya başlamıştır. Liberal akademisyenlerimizin bu noktada yapması gereken fraksiyon çatışmalarını bir kenara bırakıp liberalizmin erdemlerini daha iyi anlatmaya çalışmaktır.
    Saygılarımla

  3. Yazan:Mustafa Çorlu Tarih: Ağu 17, 2010 | Reply

    Güzel eleştiriler için tebrikler.

    tek doğruyu aramaktansa farklılıkları bir arada yaşatmaya çalışmak hem daha pratik hem de daha mantıklı. Piyasaya bırakırsak herşeyi çözer yani..

    sevgilerle

  4. Yazan:fatih yasar abbas Tarih: Eki 1, 2010 | Reply

    Siyaset ve burokrasi “isguzarlik” yapmak icin, surekli ulke kaynaklarini ziyan ediyor, insanlari israf ediyor, sermayeyi israf ediyor, bilgiyi israf ediyor, surekli patinaj yapiyorlar! Takoz koyuyorlar!

    BOL BOL PARA (tahvil, hazine bonosu)BASIP,GEREK BILE OLMAYAN MERKEZ BANKASIYLA, HIC ISE YARAMAYAN HERKESIN MULKIYET HAKLARINA TACEVUZ EDEN, ZORAKİ, DAYATMA, KIMSEYE SECME HAKKI, ALTERNATIF TANIMAYAN PARA VE IKTISAT POLITIKALARI UYGULUYORLAR! NEDEN ? EFENDIM SISTEM? HUKUK? ANAYASA?
    YANI IDEAL TOPLUM INSASI?

    Insanlarin ekonomik ve mali hurriyetlere ihtiyaclari var! Sosyalizme, demirperde duzenine degil! Devletin mulkşiyetindeki camilere ve imamlarina Diyanet sistemine bile faizli odenekler maaslar tahsis ediliyor. (Bknz Modern tragedy of “Islamism” crafted as pseudo ideology of modernisim and socialism )

    http:/www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/09/30/mobiustan_turkiyeye_250_milyon_
    http:/www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/09/30/imkbde_yeni_donem

  5. Yazan:fatih yasar abbas Tarih: Eki 1, 2010 | Reply

    iste iktisadi finansal kanit: IMKB’de sifir vergi uygulaninca para-sermaye sel gibi akiyor, YA BUTUN İKTİSADİ SEKTORLERDE VERGILERI SIFIRLASALAR? ULKEYE BILIM TEKNOLOJI, SANAT KULTUR PARA SERMAYE SEL GİBİ AKACAK! ISSIZ KIMSE KALMAYACAK, BOLLUK VE ZENGINLIK OLACAK. FIYATLAR EN AZ %85 UCUZLAYACAK (VERGI VE FAİZ YUKU KALKİNCA)

    Siyaset ve burokrasi “isguzarlik” yapmak icin, surekli ulke kaynaklarini ziyan ediyor, insanlari israf ediyor, sermayeyi israf ediyor, bilgiyi israf ediyor, surekli patinaj yapiyorlar! Takoz koyuyorlar!

    BOL BOL PARA (tahhvıl hazine bonosu)BASIP,GEREK BILE OLMAYAN MERKEZ BANKASIYLA, HIC ISE YARAMAYAN HERKESIN MULKIYET HAKLARINA TACEVUZ EDEN, ZORAKİ, DAYATMA, KIMSEYE SECME HAKKI, ALTERNATIF TANIMAYAN PARA VE IKTISAT POLITIKALARI UYGULUYORLAR! NEDEN ? EFENDIM SISTEM? HUKUK? ANAYASA?

    Insanlarin ekonomik ve mali hurriyetlere ihtiyaclari var! sosyalizme, demirperde duzenine degil! Devletin mulkşiyetindeki camilere ve imamlarina Diyanet sistemine bile faizli odenekler
    maaslar tahsis ediliyor. (Bknz Modern tragedy of “Islamism” crafted as pseudo ideology of modernisim and socialism )

    http:/www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/09/30/mobiustan_turkiyeye_250_milyon_
    http:/www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/09/30/imkbde_yeni_donem

  6. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eki 2, 2010 | Reply

    Fatih bey selamlar söylediklerinize katılıyorum, ancak yazıyla bağdaştıramadım 🙂 ben mi yanlış anladım?

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 17, 2010: Twitter Trackbacks for Çoğulculuk tartışması; Mustafa Erdoğan’a insani eleştiri : Derin Düşünce [derindusunce.org] on Topsy.com

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin