RSS Feed for This Post

Zaman akıp gidiyor…

Zaman insanoğlunun duyu organları ile algılayamadığı, fiziki, felsefi, psikolojik ve sosyolojik boyutları olan bir fenemon(olgu) ve gerçektir.  İnsanın içinde bulunduğu psikolojik durum ve yaşadığımız olayların niteliğine bağlı olarak algılanan, hissedilen ve öznel bir zaman olarak nitelendirilen bir zamandan da söz edilebilir. Bazen bizler, içinde yaşadığımız olay ve yaşantıların ilginçliğine ve zenginliğine bağlı olarak zamanın nasıl uçup gittiğinin farkında olmayabilir ve “zaman nasıl da hızlı geçti” diye yakınırız.

 Zaman yaşadığımız hayatın ta kendisidir. İnsan hayatı belli bir zaman diliminden oluşmaktadır. Allahın izni ile 900 yıl yaşamış Hz. Nuh(a.s) bile ; “bir kapıdan girdim, diğer kapıdan çıktım” diyebilecek kadar vakurlu mütevazı bir yaşam sürmüştür. Zamanın algılanış ve kullanış biçimi, geçmişten günümüze kültürlere ve toplumlara göre değişebilmektedir. Geleneksel toplumlarda zaman, oldukça esnek, bitimsiz bir kaynak olarak algılanır. Zaman öldürmek, zamanı boş şeylerle doldurmak, zamanın geçmediğinden yakınmak girift duygulu insanların vazgeçemediği söylemlerdir. Oysa gelişmiş toplumlarda zaman, ayrıntılı biçimde zaman dilimlerine ayrılmış ve buna uygun örgütlenmiş bir düzendir. Zaman tasarruf edilemeyen, kiralanamayan, satın alıp ödünç verilemeyen, çoğaltılamayan, geri döndürülmez bir yoldur.

 Bir zamanlar psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı. Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metot vardı içinde. Deniyordu ki: ” Arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dk ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün“. Cümleyi ilk okuduğumda irkilmiştim. Ben girişin akabinde daha pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum. Ama “kendi ölümünüzü ve cenazemizi” düşünmemiz tavsiye ediliyordu. Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an… Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim. Diyordu ki: ” Bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terk ettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız. Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceğini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın. O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün. Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın. Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz. Orada o musalla taşında düşünün kendinizi. Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini. Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin.” Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım. Nişanlımı, annemi, babamı, kardeşlerimi, dostlarımı, akademisyen hocalarımı ve tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine. Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini. Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı. Nişanlım ayakta durmaya çalışıyordu per perişan. Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla. Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi “Evlaadımmm” diye hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını. Kardeşlerim, akrabalarım: “çok erken gitti, doyamadı sevdiklerine.” Diyordu acıyan ses tonlarıyla. Ve dostlarım, hocalarım… Onlar da şaşkındı. Bazısı: “daha dün birlikteydik, nasıl olur” diyordu, bazısı: ” tezi yarım kaldı, çok çalışkandı” diyordu. Bunları seyredip onlara “Hayır Ölmedim Buradayım…” demek istedim hayal olduğunu unutup. Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın. Farkındalık önemli bir kavramdır eğitimde, psikolojide. Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar. Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim. Almam gereken dersi ve mesajı almıştım. Şu an da bunları yazarken bile çok kötü oldum. Bu olayda tek farkınddalık da yok üstelik. Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline. Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı. Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında… Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde. İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak… Gerçek duygulardı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin. Sevgili nişanlım… Nasıl dayanır bensizliğe? O ki her şeyini benim için feda edip koşmuştu bana. Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı. Bir daha “seni seviyorum” diyemeyecekti. Bir daha hevesle birinden çiçek alamayacaktı. Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne. Tek cümlesi takıldı o an içime: ” oyunbozanlık yaptın be, hani beraber ölecektik!”. Babam ve annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar… Helaldi şüphesiz hakları… Bilerek hiç kırmamıştım onları. Üff bile dememiştim. Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım. Aç anne babanın çekebileceği bir acıydı ki evladını cenazesinde bulunmak… Her halde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek. Diğerlerine geçmiyorum artık. Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre “diğerlerine” artık sizlerde dâhilsiniz. Sizler kim bilir neler düşünür ve yazardınız. Annem şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi. Oysaki yazarın amacı “Yaşamanın ve hala nefes alıyor olmanın kıymetini” göstermekti. Benim de öyle… Dediğim çözümü zor süreç iki satırla özetlenemeyecek kadar girift… ben gün kurduğum hayalle artık yaşadığım her salisenin hakkını vermeye çalışarak yaşamaya çalışıyorum, format attım kendime. Hala nefes alıyor olduğuma şükrettim. Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, perde kapanmıştı. Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı…

 Lütfen buradan aldıklarınızı tartın, düşünün ve hayatınızı gözden geçirin. Ölümün ne zaman geleceğini Cenab-ı Erhamür Rahiminden başka bilen yok. İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin. Bilerek- bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin. Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın. Ve en önemlisi, verdiği- vermediği, aldığı- almadığı, her şey için, tekrar tekrar şükredelim yüceler yücesi Yaradan’a.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 24, 2010 | Reply

    Geleceği düşünmek hastalığına yakalandık biz.

    Şu anda yapmamız gerekenlerden kaçmak için gözümüz hep gelecekte.

    Oysa yarınım yok benim, yalnızca bugünüm var.

    Ömrüm, herşeyim bugün.

    Bu sabah doğdum, bu akşam öleceğim.

    Hepsi bu.

    Bir anlayabilsem bunu.

  3. Yazan:CÜNEYT Tarih: Tem 28, 2010 | Reply

    yazarın ellerine sağlık insanı tefekküre sevkeden anlamlı bir yazı olmuş.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin