RSS Feed for This Post

Mayın Konusu

Hafızam beni yanıltmıyorsa Doksan sekiz yılının sıcak bir Şırnak Ağustosuydu.

Otuz Askerim ve Ben, Beytüşşebeb, Hakkâri, Şırnak yol ayrımındaki 1802 rakımlı Büyük tepe’yi tutuyoruz. Tam karşımızda da Sarabove ile start alan Irak dağları var. Aradaki tek sınır Habur Çayı.

Yaşayan bilir derler ya, Siz sadece yukarıdaki coğrafi isimlerden araziyi tahayyül edin yeter. Sayısız problemin varlığı bir yana hepimizi endişeye sevk eden bir konu vardı: Mahkûm arazideydik.

İşin Türkçesi şu ki; hemen üzerimizde bize hâkim bir tepe daha vardı ve en kötü tarafı, kimse tarafından tutulmuyordu. Bu hâkim tepeye “şato” adını vermişti Askerler. Üstüne çıkılması imkânsız ötesi bir şeydi Şatonun. Biz de eteklerinde hem bir keşif yapmak hem de büyümüş fundalıkları yakarak bir sızmanın önüne geçmek amacıyla bir arama- tarama faaliyeti gerçekleştirmek istedik.

Ama hevesimiz kursağımızda kaldı. Fundalıkları tutuşturunca infilak eden bir mayın, beni ve iki askeri birer bohça gibi fırlatıp atmış. Ben hiçbir şey hatırlamadığım için “miş’li geçmiş zaman” kullandım. Yiyecek ekmeğimiz varmış ki, çok ufak sıyrıklarla atlattık. Sonradan öğrendiğime göre, patlayan sadece mayın da değilmiş. Bizden önce orada görev yapan birlikler, gelişigüzel yüzlerce mermiyi o araziye dökmüşler. İşin içine bunlar da girince ortalık panayır alanına dönmüş. Ben o kısmını hayal meyal hatırlıyorum.          Emin olduğum bir şey vardı; o mühimmatlar bizimdi. “Mühimmat neden atılır?” sorusuna cevap aradığınızı duyar gibiyim.

O halde yaşayacağınız şoka hazır olun: Mühimmat, ağır olduğu ve intikalde zorluk çıkaracağı için kaşla göz arasında atılır. Bizim Askerimizdeki bu olağanüstü kendine güven duygusunu hiç anlayamamış birisi olarak itiraf etmek gerekirse, kontrolü de çok zordur.

PKK’nın Kâbe’miz dediği Bestler- Derelere operasyona gittik ve bir hafta kaldık. Otuz üç Tabur, üç yüz Korucu Timi, Özel Kuvvetler de dâhil olmak üzere on sekiz saat intikal yaptık. Sırt çantasına kutu kola koyup, beş şarjörü boş getiren, sadece tek bir şarjörle operasyona gelen adam ‘!’ gördüm Ben.

Tam tersi de vardı. Kumanya yerine sadece zeytin ve ekmek alan, kalan ağırlığı da mühimmata ayıranlar. Bunlar en kötü ihtimali düşünenlerdi ve muhtemelen sağ dönmesi en olası askerlerdi.

Bu iki olay bana bir birliğin sevk ve idaresinde “insan faktörü” olayının ne kadar önemli olduğu hakkında inanılmaz bir ders verdi.

Neyse yine Şato’ya dönelim. Komato yolu tarafı bizim için muammaydı. Sebebi de kör noktalarının çok olmasıydı. Mayın döşemeyi tavsiye ettiler ama o tecrübeyi bizzat yaşadığım için sıcak bakmadım. Neden olamayacağını da askerlere bizzat göstermek istedim. Taburdan yüzlerce boş kola kutusu getirttim ve bunları değişik düzeneklerle o kör noktalara koydurttum. Hepsini de ince iplerle birbirine bağladım. O iplere dokunulduğu anda düzenek harekete geçecek ve ses çıkacaktı. Bir çeşit tuzaklama yani.

Yaptığım, sadece mayınlı araziye adaptasyondu. Yarın öbür gün mayın döşenirse nereye basılıp, nereye basılmayacağını asker bilsin istedim.

Ne oldu biliyor musunuz? Asker kendi elleriyle kurduğu tuzağa kendi düştü. Yüzlerce kola kutusu tangır tungur vadinin dibini boyladı. O, her biri Rambo edasıyla objektiflere poz veren adamlar birbirini suçlarken “susun” dedim.

Ya burada istediğiniz gibi mayın döşeseydik ne olacaktı? Diye sordum.

Çıt çıkmadı.

Bu benim hikâyemdi ve sonu en azından kansız bitti. Emin olduğum bir şey daha vardı ki, o mayınlar döşenseydi orada unutulup gidecek ve belki de on yıl sonra birinin başına bela olacaktı.

Tıpkı 29 Mayıs 2009 tarihinde Çukurca’da yedi Askeri şehit eden mayınlar gibi. Soruşturmayı yürüten Savcılık, mayınların MKE yapımı olduğu ve Komutanın emriyle döşendiği sonucuna vardı.

Olayın ilk günlerinde yapılan açıklamada PKK’nın işi olduğu ve bunu yapan grubun Irak’tan sızdığı notu düşülmüştü Kamuoyuna.

Daha sonra da olayın sorumlusu iki Komutanın ses kaydı düştü internete. Mayın dehşeti neticesinde can veren yedi askerin kaybı karşısında bir suçluluk duymaktan ziyade örtbas etme telaşı beni şaşırtmadı.          Aylar önce “Bingöl’de otuz üç” er dedim, “Dağlıca” dedim, “Aktütün” dedim demediğinizi bırakmadınız.           Bunlara sesinizi çıkarmadığınız için, vatanın yirmi yaşında gencecik fidanlarla “sağ” olabileceğine inandığınız için, kredi kartı ekstresini sorguladığınız halde Dağlıca’da yaşananları sorgulamadığınız için, Sana yalan söylüyorlar be hey benim gafil Halkım…

Susma, sustukça sıra senin evladına gelecek…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin