RSS Feed for This Post

Yasef’in Öfkesi

Bu bir antisemitizm yazısı  değildir!… Ya da belki de öyledir.  Ne fark eder. Amacım  Roni Margulies’in geçen hafta eleştirdiği Yahudileri toptan kötücüllüğe dair hedef olarak gösteren ‘dindar’ bir yazarın yazısının hatırlattıklarından yola çıkarak biraz akıl yürütmek ama çokça hesaplaşmak. Belki de en fazla kendimle. Ama eteğimdeki taşları dökmeye başlamadan biraz tarihten söz etmeli. Bizlerin pek aşina olmadığı ama “bazılarımızın” gayet iyi bildiği bir tarihten. Kısaca… 

12. yüzyıl Avrupası’nda dini konularda ilginç fantezi fikirler üreten Hristiyan muhayyilesi Yahudiler hakkında da çılgınca, akıl almaz ithamlarda bulunuyordu. Yahudi halkının kendi geleneklerine bağlı, asimilasyona dirençli halleri, İsa’nın çarmıha gerilmesinde etken oldukları iddiası gibi faktörlerin etkisi ile Birinci Haçlı Savaşından sonraki yıllarda Yahudiler şeytanla işbirliği yapmak, Hristiyanlar’ın çocuklarını şeytana kurban etmek, kuyuları zehirlemek, İsa’nın ve onun çocuklarının kanını içmek gibi ithamlarla suçlanmaya başladı.  Halk arasında büyücülük ve cadılık yaptıkları, sınırsız şeytani güçlere sahip oldukları vehmediliyordu. 

1285 yılında, sinagogda Hristiyan bir çocuğu kanlar içinde kalacak şekilde öldürüdükleri iddiasıyla Münih’teki Yahudiler topluca yakılarak öldürüldüler. 1298 yılında bir papaz Yahudilerin, Çarmıha gerilen İsa’nın çivilerini sökerek İsa’yı yeniden çarmıha gerdikleri dedikodusunu yaymaya başladı. Bu çılgın papazın yaydığı dedikodu sonucunda Nurnberg’de başlayan katliamlar Brüksel’de İsviçre’nin Basel şehrinde Almanya’da, Londra’da her defasında binlerle ifade edilen rakamlarla sürdü. Yahudilerin katledilmesi için kimi zaman kuyuları zehirledikleri kimi zaman ise veba salgını çıkardıkları ileri sürülüyordu. Katliamlar diri diri yakılarak, kimi zaman kesilerek kimi zaman ise teknelere doldurulup açık denizlerde denize atılarak devam ediyordu. 14 ve 15. yüzyıllar boyunca Fransa’dan, Sicilya’dan, Avusturya’dan, İspanya ve Portekiz’den yüz binlerce Yahudi kovuldu.  

16. yüzyılda ise öncülüğünü  Luther’in yaptığı reform hareketleri başlangıçta Ortaçağ Hristiyan zihnindeki Yahudi muhayyilesi açısından çok fazla bir şey değiştirmeyecekti. Luther Yahudilerin kendisine düşmanlık beslediğine ve büyü yaptığına bu büyüler sebebi ile şiddetli acılar çektiğine inanıyordu. Bir süre sonra Yahudiler hakkında bir dizi imha talimatı yayınladı.  Bu talimatın özetle bazı maddeleri şöyleydi: 

1. Yahudilerin sinagoglarını  yakın. Sinagoglardaki Yahudiler’in üzerine de katran ve sülfür dökün.  Ve yakılan Yahudilerin cesetlerinin üzerini hiçbir iz kalmayacak şekilde toprakla örtün.

2.Yahudilerin evlerini yıkın. Tüm Yahudileri sürüler halinde ahırlara doldurun. Böylelikle Yahudiler bu dünyanın efendileri olmadıklarını, sadece sürgüne giden mahpuslar olduklarını öğrensinler.

3. Kutsal kitaplarını ve Talmud gibi kitaplarını ellerinden alın. Böylece Tanrı’ya ve İsa’ya lanet okumaktan alıkonulmuş olsunlar.  

4.Yahudilerin hahamlarının  çocuklarını eğitmelerini, evlerinin dışında Tanrı’ya ibadet etmelerini yasaklayın. Yasağa uymayanları ölüm cezası ile cezalandırın.

5. Alman İmparatorluğunun sınırları içerisinde seyahat etmelerini yasaklayın.

6. Yahudilerin faiz peşinde koşmalarını yasaklayın. Ellerinden altınlarını gümüşlerini, paralarını, tüm mal ve mülklerini alın. Çünkü Yahudiler elde ettikleri her şeyi hırsızlık ve faiz yoluyla elde etmişlerdir.

7. Yahudilerin çocuklarını  ve gençlerini en ağır işlerde çalıştırın. Böylelikle alın teri ile para kazanmanın ne demek olduğunu öğrensinler. Ama en iyisi Yahudileri Almanya’dan, Fransa’dan, Bohemya’dan ve tüm Avrupa’dan sürmektir.  

Max Brod bu önceleri çok bilinmeyen kitabın sonraki zamanlarda Naziler tarafından bir imha planı olarak uzmanlar tarafından şerhler düşülerek kullanıldığını ifade eder. 

Roger Garaudy 20. yüzyılda Nazi Almanya’sının uyguladığı soykırım konusunda en sağlam itirazları yükselten ve bu sebeple kitapları antisemitist olduğu iddiası ile yasaklanmaya varacak kadar cezalandırılan isimlerden biridir.  Garaudy, İsrail, mitler ve terör isimli kitabında Nazi Almanyası’nın uyguladığı şiddet hakkında oluşturulan kimi mitleri de tartışır. Bunların içinde altı milyon Yahudi’nin holocaustta öldürüldüğü abartısı ve nihayi çözüm denilen projenin Yahudilerin toptan imha edilmesi emri olduğu da vardır. Buna rağmen Garaudy de kitabında 2. dünya savaşı sırasında bir buçuk milyon civarı Yahudi’nin şu ya da bu şekilde katledilmiş olabileceğinden bahseder. Bir buçuk milyon Yahudi; yani koca bir İzmit şehrinin bir tek insan kalmamacasına yok edildiğini düşünebilirsiniz. Holocaust Yahudiler için büyük bir travmadır.2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha hiçbir zaman dünyanın eskisi gibi olmayacağına, Avrupa’nın eski Avrupa olamayacağına inanan Stefan Zweig’i karısı ile birlikte intihara götüren, yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Benjamin’in Fransa işgal edildiğinde yaşadığı korkuyla beraber canına kıydıran bir travma. Antisemitizm korkusu bizler bu topraklarda bu denli köklü bir şekilde aşina olmasak da Yahudiler için son derece gerçek ve yakıcı bir korkudur. Zaman zaman modern Cumhuriyet ideolojisi ile beraber hortlayan Edirne Pogromu, varlık vergisi faciası, 6-7 eylül olayları kadar da olasıdır üstelik. 

Yasef’in öfkesi neydi konusuna gelirsek. 80′ li yılların sonlarında üniversitede öğrenci iken bir dönem ismi lazım değil bir cemaatin gençleri ile arkadaşlık yapmaktaydım. Cemaat üyeleri hoca ya da ağbi ismini taktıkları adamın öğretileri doğrultusunda amansız bir Yahudilik miti kurmuşlardı. Son derece güçlü, içinde oldukları toplumu ifsad edici bu yapılanmaya karşı mücadele edebilecek yegane adam ise cemaatin lideri “ahir zaman mehdisi” olan şahıs idi! Cemaatin bize tavsiye ettiği şekilde Yahudilik ve Masonluk isimli Yahudilik ismi etrafında abartılan miti romantize eden kitabı alır özellikle göstere göstere okulda dolaşırdık. Kitap o zamanlar internetin olmadığı ve basının ise böyle şeyleri hiç görmediği bir ortamda herkesi çarpacak denli görsel açıdan zengindi.. İsrail’in yaptığı katliamlar altlarında Tevrat’tan ve Talmud’tan alıntılar ile verilirken diğer sayfalarda da siyonizmden, kapitalizme, komünizmden masonluğa, ahlaki ifsattan yeryüzündeki savaşlara her kötülüğün altından çıkan bu güçlü Yahudilik “gerçeğini” ortaya koyuyordu.  

Bir gün kitap elimde amfiye girip önlerde bir sıraya oturdum. Üzerinde kurukafa resmi, bazı Yahudi sembolleri ve masonik amblemler olan afili kitabı görünür şekilde masanın üstüne koydum. Biraz sonra arkamdaki Yahudi genç Yasef genelde sakin mizacının aksine adeta çıldırdı. Derste sesini yükseltemiyor ama durmadan arkamdan (o gün sarı bir başörtüsü takmıştım) hey sarı civciv, hişt civciv, civciv dedik bağrımıza bastık. Sen ne yaptığını sanıyorsun, sen kim oluyorsun gibi sözler söylüyordu. O gün çok rahatsız olsam da bu yaşananın ne anlama geldiğini doğru idrak edemeyecek kadar elimdeki kitaba şartlanmıştım.

Yahudi değil miydi işte. Kötücüldü ve kötücüllüğünü yapıyordu sonuçta! Benim elimde dolaşan ve o sıralar pek çok insanın da elinde dolaştırdığı bu kitabın genelde sessiz hali ile tanıdığım Yasef’in zihninde belki geçmişin hayaletlerini canlandırdığını belki ona ötekiliğini hatırlattığımı ve benden intikamını benim ötekiliğimi hatırlatmak suretiyle aldığını aklıma getiremiyordum. Bu okulda ve hayatın içinde bir şekilde birbirimize karşı olmasa bile ötekiliğimizi hatırlama fırsatımız sonra da sık sık oldu. Birkaç hafta sonra patlayan ilk intifadanın taşlarla kol kırmalı dehşetli görüntüleri ekranlara düştüğünde bir grup genç Yasef’e nedir ulan bu yaptığı Yahudilerin; yazık değil mi o çocuklara diye çatmıştı mesela okulda. Ben ise zaten pek çok derse başörtüm sebebi ile mehter marşı ile girer yeterince cebelleştikten sonra ben, hoca ve saz takımı hep beraber İzmir marşı ile bu zorunlu beraberlikten kendimizi ders sonunda dışarı atmak suretiyle azad ederdik. 

Kısa bir süre sonra ahir zaman mehdisi hazretleri ile yolları ayırdım. Ama daha 20 li yaşlarda kalbime ve beynime kazınan Deir Yasin, Sabra, Şatilla görüntüleri ile başlayan Filistin ile yol arkadaşlığımıza veda etmem mümkün değildi.   

İsrail’in “gücünü” nereden aldığı ve neden tüm bu acımasızlığın bu ülkede bunca destek gördüğü çok insanın kafasını kurcalamıştır. Ailesinin büyük bir kısmını Holocaust’ta kaybeden annesi ve babası Nazi kamplarında zulüm gören Norman Finkelstein’i : “Bu ülke ile maddi manevi ilişkilerimi keseli çok uzun yıllar oldu, hala bu ülkede sevdiğim arkadaşlarım var. Ama sanki şeytani bir ülke bu. Halkının %90’ı Filistinlilere yapılan bu zulmü destekliyor. Bu nasıl oluyor anlamıyorum” dedirtecek kadar isyana sürükler varolan durum. İsrail halkının tüm bu acımasızlığı desteklemesinin sebeplerinin hem güç ilişkileri bağlamında hem de tarihsel yönüyle, sosyolojik yönüyle araştırılması mutlak bir ihtiyaçtır.   

İsrail’i Ortadoğu’nun bağrında bunca acımasızlığı ile ayakta tutan sebeplerin başında ülke içindeki ve diasporadaki Yahudilerin desteğini almak üzere kullandığı yöntemlerin bir şekilde başarılı olması gelir. İsrail çok uzun yıllardır tüm dünya Yahudilerini tarihsel acıları ve geçmişin travmalarından oluşan bir hayaletle korkutmuştur. Daima yurtsuz, tekinsiz insanların zihinlerine Holocaust’un biricikliği ve eşi benzeri olmayan bir katliam olduğu mitini yerleştirmiş, antisemitizm gerçeğini kendi elinde dünya Yahudilerini korkutarak İsrail’e sığınmalarını sağlayacak bir silah olarak başarı ile kullanmıştır. Finkelstein’in ifadesi ile şu anda Irak’ta katledilen insanların sayısı holocaustta katledilenlere eşittir ama pek çok Yahudi’nin gözleri bunu göremeyecek, sesini çıkaramayacak kadar Holocaust endüstrisinin beyin yıkaması ile maluldur. Zira holocaust bugün holocaustda kaybolanları aradığı iddia edilen kimi firmaların elinde bir çok insanın kaybettiği yakınlarını bulacakları ümidi ile bir sömürü aracına dönüşmüş bu konuda ciddi bir endüstri gelişmiş ve İsrail tarafından kendi zulümlerini insanların zihninde perdelemek amacı ile araçsallaştırılmıştır. Finkeistein gibi, Chomsky gibi Yahudiler getirdikleri bu eleştiriler ile bu çevrelerin saldırılarından nasibini almış ve kendinden nefret eden sıfatı ile yaftalanarak kimi bedeller ödemişlerdir.  

Antisemitizm korkusu ve holocaust pek çok Yahudi için son derece ciddi, can yakıcı hatta bunun ötesinde belki hasta edici bir olgudur. Önüne Yahudileri bir ırk olarak “şeytanlaştıran” yeryüzündeki her türlü melanetin kökeninde Yahudi parmağı arayan bir kitap konulan Yasef’in hiddetinde, bugün İsrail toplumunu %90 oranda katliamcı hükümetleri desteklemesine yol açacak kadar barbarlaştıran psikolojik saiklerde, bu ülkenin diaspora Yahudilerinden aldığı dış destekte, yine bu ülkede anne babaların daha 17 yaşında bir lise öğrencisi iken iki yıllığına kendi çocuklarını dahi acımadan orduya kurban etmelerinde bu korkunun ve tekinsizliğin etkisi vardır. 

Aradan bunca yıl geçtikten sonra dahi bir zamanlar Yasef’in önüne koyduğum kitabı hala yaygın olarak satan cemaatin yayınlarını gördükçe, bu cemaatin her gün çarşaf çarşaf ilanlarını yayınlayan Vakit gibi Yeni Şafak gibi gazetelere baktıkça, kitaplarını promosyon olarak dağıttıklarını izledikçe ya da aynı zihniyet yapısı ile yazılmış kimi yazıları okudukça

bir yerlerde başka Yahudi gençlerin tekinsiz ve öfkeli hallerinin zaman ilerledikçe İsrail’i sığınacak son liman olarak görüp görmemelerinde bir etken olup olmayacağını düşünürüm. Kimseye sus konuşma deme hakkını görmesem de şunu söylemeyi isterim. Haklıysanız ne ala. Ama haksızcasına bir şeytani mit yaratıyor böylece hem muhatabınıza zulmediyor hem de Filistin halkına kötülük ediyorsanız, üstelik yarattığınız şeytan imajı ile muhatabınızın gücünü, yenilmezlik imajını farkında bile olmadan pekiştiriyorsanız vay halimize. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktan yaratılmıştır diyen bir peygamberin mesajını atlamış kendi elimizle kendimize yenilmez bir masal canavarı yaratmış hem de haksız yere zulmetmişiz demektir. 

Zira holocaust denilen acı dünyanın ne ilk ne son acısı olmadığı ve biricik olmadığı gibi, İsrail zulmü de yeryüzünün yegane kötülüğü olmadı hiçbir zaman. Ruanda’da 100 gün içerisinde bir milyon  Tutsi’yi katleden zulüm de 1937-1945 yıllarında Japon ordusunun askerleri tarafından kaçırılarak tecavüz edilen 300 bin kadın da aynı İsrail’in Filistinliler’e reva gördüğü zulüm gibi ancak modernize yöntemlerle, korkunç zulümler olarak insanlık tarihinin bir parçası olageldi. İnsanlar belli bir kan ya da soy sop sebebine dayanmadan da korkunç zulümler işleyebilir alabildiğine zalimleşebilirler. Aslına bakarsanız hiçbir zaman ırksal bir sebebe dayanmaz bu kötülükler. Bu zulmü irdeleyebilmek için çok özel, sürekli olarak her toplumun yapısına sızıp fitneler yaratan, kah orada kapitalist bir bedende görülen kah burada komünizmi icat eden her taşın altından çıkıp her ağacın arkasına saklanan bir öcü imajına gerek yoktur. Zulüm Bosna’da, Irak’da, Filistin’de, Kürdistan’da, Sudan’da her yerde aynı zulümdür ve hangi zehirli tohumdan üremişse bu tohuma tüm ırklar sahiptir aslında. Tek bir gerçek vardır görüldüğü yerde her kimin zulmü olursa olsun mücadele edilmelidir. O kadar! 

Son günlerde insanlığa dair insanın eşrefi mahlukat yönüne dair umut verici bir şeyler seyretmek istediğimde baktığım iki video görüntü var. Biri değerli Taraf gazetesi yazarı Roni Margulies’in de aralarında olduğu Beyoğlu’ndaki Gazze katliamına karşı yapılmış Dur De girişiminin görüntülerinden, Avrupalı Ortodoks hahamlara, oradan İsrailli barış eylemcisi Yahudi yaşlı kadınlara, oradan tüm dünya Müslüman ve Hristiyan halklarına kesitler sunan bir direniş klibi.  

Diğeri ise Norman Finkelstein’in bir üniversitede Filistin’deki katliamları anlatırken kendisine müdahale eden Siyonist gençlere karşı yaptığı muhteşem konuşma:  

-Artık bu timsah gözyaşlarına boyun eğmeyeceğim diyordu o konuşmada Finkelstein. Siz de eğer kalp olsaydı bugün burada Filistinliler için ağlardınız. 

İnsanoğlu’nun hangi ırktan olursa olsun eşrefi mahlukat yanına güvenmek zorundayız. Bir Siyonistken gerçeğin vahşi yüzü ile karşılaşınca bir daha terk etmemek üzere vicdanına sığınan Chomskylere, Arendtlere, Gazze katliamı sırasında sözün gücünü bir ok gibi dünya siyonizminin bağrına saplayan Atzmonlara, Finkelsteinlere, Margulieslere, İlan Pappelere ve gencecikken İsrail ordusunda görev almayı ret ederek hapse giden Shimitistimlere ve daha ismini bilmediğimiz nice vicdan sahibinin de varolabileceğine. Bu sesleri, umudu çoğaltmalıyız, ırkçı, öteleyen muhatabını düşmanının kucağına iteleyen bir öfkeyi değil.  

Eğer bir gün İsrail denilen zulüm devleti çökecekse onu yıkacak selin içerisinde bu vicdanlı insanların payı büyük olacak.  

Ben buna inanıyorum…

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 23, 2010 | Reply

    Diğeri ise Norman Finkelstein’in bir üniversitede Filistin’deki katliamları anlatırken kendisine müdahale eden Siyonist gençlere karşı yaptığı muhteşem konuşma:

    -Artık bu timsah gözyaşlarına boyun eğmeyeceğim diyordu o konuşmada Finkelstein. Siz de eğer kalp olsaydı bugün burada Filistinliler için ağlardınız

    Yazı da muhteşem olmuş Özlem hanım.İnsanlık adına binlerce teşekkürler.

  3. Yazan:özlem Tarih: Nis 23, 2010 | Reply

    Çok teşekkür ederim Aziz Bey,
    aslında Finkelstein’in mezkur konusmasını siteye gondermek isterdim. Ama face de rastladığım için görüntülenip görüntülenemeyeceğinden emin değilim. yine de bu konuşmayı Mehmet beye ileteceğim. hem annesi hem babası toplama kamplarında kalmış ailesinin herbir ferdini holocaust ta kaybetmiş müthiş bir vicdan. ve kendine ait web sitesinde oldukça dikkat çekici yayınlar yapıyor.

  4. Yazan:özlem Tarih: Nis 23, 2010 | Reply

    açabilenler için
    http://www.facebook.com/video/video.php?v=1403773462210&ref=mf
    http://www.facebook.com/video/video.php?v=373974412849&ref=mf

  5. Yazan:fizikci Tarih: Nis 24, 2010 | Reply

    Yahudilerin “lanetli” olması konusu da var. Kuran’da yanlış anlaşılan bir ayet var bu konuda. Yahudilerin gerçekten lanetli olduğuna inanan bir sürü müslüman var. Yalnız şuna dikkat etmek gerek; bir cemaat mensubu, cemaat liderinin mehdiliğine ne kadar inanıyorsa, yahudilerin lanetli olduğuna da o kadar inanıyor. Ahir zaman mehdisine iman ile yahudi nefreti doğru orantılı sanki.

    Çünkü ikisi de aynı kaynaktan besleniyor; İslamı doğru anlayamamaktan.

    “Yahudilik ve Masonluk” kitabının yayınlandığı dönemi ben de hatırlıyorum. Yalnız bir farkla; bizim cemaatte o kitap sakıncalı yayınlar listesine girmişti ve evlerde bulundurulmaması isteniyordu. Biz gene de gizli gizli o kitabı okur, gizli bilgilere ulaşmanın heyecanını yaşardık. 🙂 Sonra o kitabın ne kadar yanlış bir propogandaya hizmet ettiğini anladık ama bunun için biraz büyümemiz gerekmişti. Cemaatin de o kitap karşısındaki duruşunu takdir ettik.

  6. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 24, 2010 | Reply

    Bir nokta üzerinde durmak istiyorum.Etkilenerek okuduğum yazının ardından zihnimde bir çağrışım oluştu.Daha doğrusu bir soru belirdi.Tam da “dikkat kitap”bölümündeki konuyla ilgili başlık sorusu gibi:”Yahudi oldukları için mi zalimler?”Zihnimi meşgul eden bu soruya odaklandım uzun süre.

    Yazıya eleştiri getirmek ya da yazarı tenkid ederek muhalefet etme amacı gütmüyorum.Bir soru sadece.Başkasına sorulmuş,imtihan edici,sorgulayıcı bir soru değil…Kendi vicdani kanatime ve bunun yarattığı muhasebeye dayanan ama yanıtını kendim de bulamadığım bir soru.Lütfen böyle anlaşılsın.

    Soru şu:acaba zulüm veya insan vicdanını yaralayan herhangi bir şiddet neden bir kimlikle özdeşleştirilerek o kimlikle birden anılır?

    Batılıların gözünde müslümanlar terörle anılıyor,aynı şekilde müslümanların gözünde yahudiler.Genel çerçeve bu.

    Oysa tersinden de aynı analoji kurulabilir.
    Nazi Almanyası döneminde yahudiler zulme uğradı,bugün Terörist israil devletinin zulmü altında inleyenler ise müslüman.

    Soruyu tersinden okuyarak soralım şimdi:
    Acaba geçmişte yahudiler,günümüzde müslümanlar yahudi veya müslüman oldukları için mi zülme uğradılar?Kurban seçilmelerine kimlikleri/adiyetleri mi neden oldu?

    Bence her iki mantık yürütmesinde de”evet budur”diyebilecek kesin bir yanıtımız yok.

    Misal,Almanların üstün insan/üstün ırk şiarıyla “kendileri”dışındaki etnik farklılıkları “temizlemeye”giriştiklerinde,potansiyel tehdit/tehlike olarak gördükleri farklı etnisite/din yahudilerin dışında başka bir topluluk olması durumunda da bir şey değişmeyecekti.Slav kökenli,anglosakson,doğulu/batılı;müslüman,hırıstıyan,hindu veya budist…imha düzeyinde bir temizlik kaçınılmaz olacaktı.Zaten yahudilerle beraber Çingenelerin de benzer uygulamalara tabii tutulması bunun kanıtıdır.Düşünün,müslüman bir topluluk olsaydı acaba Hitlerin celatları daha mı toleranslı davranacaktı?Hiç sanmıyorum.

    Gelelim Filistin topraklarına;
    İsrail devleti yerine Nazileri,müslüman Filistinli’ler yerine de örneğin bir latin halkı koyalım.Ya da İsrail’lilerin yerini değiştirmeyelim,ama muhatabları(düşmanlaştırdıkları)Asyalı budistler veya Bolivya’lı hırıstiyanlar olsun,yine benzer kıyımlar,toplumsal travmalar yaşanmayacak mıydı?

    Sorun şu bence,şiddet eğilimi,baskıya dayalı otorite vs genetik bir durum olamaz.Bir ırktan,dinden,felsefe veya inançtan kaynaklı da olamaz.Aynı şekilde ezilen,kurban rolünde olan topluluklar da adiyetlerinin getirdiği belirli bir özellikten dolayı seçilmiş olamazlar.Bu tamamen koşulların,raslantıların beraberinde getirdiği bir süreçtir.Ya da uygun zaman,uygun mekan,uygun insan…yani uygun koşulların oluşturduğu raslantılar bütünüdür.İnsanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen hırs ve bencilliğinin,türlü korku ve komplekslerin ağlarını örmesidir.Nedenler olacaktır.Geçmişte olduğu gibi bugün de devam ediyor.Farklı coğrafyalarda,farklı nedenler üreterek…Cellatken kurban,kurbanken callade dönüşerek çıkıyor karşımıza.İnsanlığın henüz değiştiremediği kara bir yazgı,insanlık adına bir talihsizlik,başka da bir şey değil.

    Ne diyeyim,umutlar tükenmez inşallah.

  7. Yazan:ali duman Tarih: Nis 24, 2010 | Reply

    güzel bir yazı olmuş, yüreğinize sağlık, zulum nereden gelirse gelsin, kimin yaptığına bakılmaksızın, tüm zulumlere ve zulmedenlere direnebilenlerin de, zulme uğrayanın acısını yüreğinde hissedebilenlerin de yüreklerine sağlık olsun.

  8. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 24, 2010 | Reply

    Video paylaşımı için teşekkürler Özlem hanım.
    Sadece birinci sıradaki linkten bir şeylere ulaşabildim.Sanırım konuşmanın en anlamlı kısmı da burasıydı.

    Gerçekten örnek alınması gereken vicdanlı bir yürek.

    Fakat daha da dikkat çekici olanı,zaman zaman ağlama nöbetlerine dönüşen itirazlardı.

    Ne tuhaf değil mi?Filistinde çocuklar katledilirkin ağlama krizine giren bayan,bu duruma değil İsrail devletinin suçlanmasına ağlıyor… gerçeklerin söylenmesi karşısında kendisini aşağılanmış,hakerete uğramış hissediyor.

    Tuhaf olduğu kadar da acı maalesef.Ve bu hissiyat maalesef yabancısı olmadığımız bir durum.Tarihte yaşanan onca ıspatlı katliam,soykırım vs insanlık suçları karşısında kılları kıpardamayanların bu insanlık suçundan devletleri sorumlu tutulunca bunun derdine düşüp duygulanmaları gerçekten çok hazin.

    İnanın bu tür manzaralar bazen katliamı gerçekleştiren cellatlardan çok daha sinir bozucu ve yaralayıcı oluyor.Allah vicdanlı insanlara sabır versin,ne diyeyim.

  9. Yazan:özlem Tarih: Nis 25, 2010 | Reply

    İlginçtir yurtdışında yaşayan bazı arkadaşlarr bu ağlama nöbetlerinin hiç de ekstrem bir şey olmadığını söylüyor. ne zaman diyor böyle bir konuşma seminer bir şey olsa oradaki gençkızlar gibi bazıları çıkıp ağlamaya ve bu tür konuşmalar yapmaya başlıyormuş. Buna çok rastladık biz diyorlar. Gerçekten bu hasta bir psikoloji iyi tahlil etmek lazım.
    Ben Kur’an da eleştirilen yahudilerin ya da lanetlenen kavmin bir ırk olarak yahudilik olmadığını düşünüyorum. Bu bir davranış tarzı olarak eleştiriliyor. Yoksa allah kendi yarattığı bir ırka neden haşa garez duysun. Aksine büyük bir zaman süresince insanlara hakikati götürme, tebliğ etme sorumlulğunu onlara yüklemiş. Irk olmasından ötürü değil ama emaneti yüklenmelerinden ötürü seçilmiş ilan etmiş. Bizler mesela bakara suresini okurken orada yahudilere ait anlatılan kıssaları okurken biliriz ki burada uyarılan kınanan tüm bir insanlıktır. Onların yaptığı hata ve tuğyana sapan herkes. Bu manada Nazi ye de Arap ya da Türk tarihin bir döneminde azap ile uyarılan yahudiler gibi olabilir.
    Ortaçağ Avrupası ya da nazi almanyası başka bir toplum olsaydı aynı şeyleri yaşatır mıydı. Asimile olmadan azınlıkta kalmışsa muhtemelen yaşardı. Bunları yaşayanlar müslümanlar da olabilirdi ki şu anda avrupa daki irkçılığın yönü göçmenlere ve müslümanlara çevrilmiş durumda. Gücün, çoğunluk olmanın ama bence zihniyetin ki inanç da buna dahildir etkisi büyük. İnancı da tamamen bir tarafa atamayız. Eğer Osmanlı son döneme kadar içindeki azınlıklara bir Cengiz han zulmunu reva görmüyorsa bunun da bir anlamı vardır.
    Bence inanç, ideoloji, zulume etki etme yolunda bir faktördür. bilirsiniz mağrur olma padişahım senden büyük allah var diye bir laf vardır. Pekçok zalmin elini tutar bu inanç. Ama bir inancı alıp çok iyi bir zulum aracına da çevirebilirsiniz. Mesela mızrakların ucuna kur an ayetlerini takıp peygamberin torunlarıyla da savaşabilir ya da seçilmiş ırkın vaad edilmiş topraklara kavuşması için her yolu mübah da görebilirsiniz. İnanç pek çok faktörden biridir bir yandan.Mesela daha önce bir yazımda da tartışmaya çalışmıştım. Tarihsel acılar üzerine bir kimlik kurmanın sakatlığını.Bu da bir faktördür sosyolojik bir faktör. Ya da birinci dünya savaşından sonra ağır bedel ödeyen almanyanın ikinci dünya savaşına giden taşlardan biridir bu tarihsel sonuç. Ama ırk bir faktör değil. En azından ben allahın adaletine aykırı bulurum böyle bir şeyi. Eğer genetik olarak bazı ırklar katliama yatkın ise. kim davranışlarının sonucundan sorumlu tutulabilir ki?
    Siyonizm gayet modernist bir ideoloji ve yöntem olmasına rağmen Tevrat’ın içerisindeki kimi motifleri başarı ile kullanmıştır. Bunu gözardı etmek biraz safdillik olur. Ama bu demek değil ki bir inancın ‘sakıncalı’ yönleri tarihsel olarak ele alınamaz revize edilemez buradan daha vicdanlı bir anlayış çıkmaz. Mesela son gazze ye giden avrupalı konvoyun içerisinde ortodoks yahudi hahamlar da vardı. İsrail deki nefret saçan hahamlardan ne kadar farklı.
    İnsanlar modern milliyetçi ideolojilere karşı uyanık olmak zorunda. Yoksa burada da yaşıyoruz.tanrı dağı kadar türk hira dağı kadar müslüman garabetini:(
    Benim en üzüldüğüm şey ise çoğumuzun Finkeilstein konuşmasını taktir ederken vay canına adam bir yahudi ve müslüman araplara yapılan zulüm konusunda böylesine cesur ve adil olabiliyor derken aynı empatiyi kendimiz için kuramamaızdır. Mesela bir Ermeni kıyımına destek veren dindar bir kimlik ne kadar yadırganıyor kendi mahallesinde. delilikle, hainlikle bile suçlanabiliyor. E ama finkeilstein i taktir ediyorduk hani. Vicdan bendeki ötekinin adıdır büyük oranda. Yoksa herkes kendi kümesine karşı merhametli ve koruyucudur:(
    Fizikçi arkadaş yasaklar ne kadar tatlıdır değil mi? Ben de bu kitabı daha bu cemaatle tanışmadan bir yakınımın elinde görmüştüm. Sanki saatli bomba imiş gibi gizli gizli bir kaç sayfasını göstermiş yaa böyle böyle bir şeyler anlatmış sonra kitabı saklamıştı. Tasbi ilk fırsatta aldım o kitabı bulur bulmaz:)
    O yüzden zaten derdim bu kitap gibi kitaplar yasaklansın değil insanlar bilinçli olsun. Bir şeyi dağıtırken kimlerle ne tür ilişkilere girdiklerini neyin ne olduğunu bilip sorumluluğunu hissetsinler. Yoksa yasak merakı arttırır ancak.
    Ali bey teşekkür ederim. hepinize teşekkür ederim. Bu biraz netameli bir konu girerken hafif bir tedirginlik yaşamıştım. Ama başka bir sitede de iyi yorumlar almış. Sevindim doğrusu.

  10. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 28, 2010 | Reply

    Özlem hanım,

    Toparlayıcı bir yorum olmuş,zaten kimlik ve inançlar konusunda ne kadar ilkeli,hassas ve dürüst olduğunuzun farkındayım.

    Ben özellikle totalitarizmin,devlet terörizminin ya da devlet faşizminin tarihte yaşanan kimi örneklerinin bir din,ırk ya da kimlikle anılmaması gerektiğinin altını çizmeye çalışmıştım.Hatta bu anlamda bir özdeşleştirmeyi her hangi bir modern ideoloji için de doğru bulmuyorum.

    Misal Marksizmi insanlığın yegane kurtuluşu olarak görmem.”Mutlak doğru” diye bir ideolojiyi körü körüne savunmak dogmatizmden başka bir şey değil çünkü.Ancak beğenelim beğenmeyelim Marksizm toplumsal,ikdisadi,sosyal alanları “düzenleme”adına bir felsefi disiplindir…Bireysel özgürlükleri kısmen sınırlayan,sınıf diktatörlüğünü getiren,insana dair idellerin önünü tıkayan bir sitem olarak elbette tartışmaya açıktır.Dolayısıyla bireyin kendini gerçekleştirme alanını daraltan bir yanı vardır ve bu nedenden ötürü de Marksist olarak bilinen sosyolog ve toplumbilimcileri tarafından bile tarihsel eleştrisi yapılmıştır.Ki doğrusu da budur.Ancak elştirilebilir olmasına karşın bir Marks’ın Engels’in Rusya’da,Çin’de ya da K.Kore’de diktatörler terör estirsin diye kuram geliştirdiklerini düşünemiyorum.Peki sonuç ne oldu?Toplumsal/iktisadi bir öğreti,gözü dönmüş diktatörlerin elinde emellerine ulaşacakları bir zulüm aracına dönüştü.Kimi yerlerde etkisi kısmen kırılmış olsa da hala bu zorba yönetimin altında inim inim inleyen,sonuçlarından ötürü sefalet içerisinde yaşayan topluluklar var(Latin Amerika’daki diktatörlükler,K.Kore,Çin,Kamboçya vd).En ufak bir karşı koyuş,bir direniş belirtisinde de toplu katliamlar,işkencelerle bu halkların talepleri şiddetle bastırılıyor.Stalin dönemi Rusyası Alman Nazi faşizminden,İsrail siyonizminden aşağı değildir…Sisteme muhalif oalanlar ya fırınlarda yakıldı,ya da kaybedildi…Çareyi kaçmakta bulanların dahi peşi bırakılmadı ve sürgünde suikastler düzenlendi bunlar için(Troçki buna örnektir)Çin’de yakın geçmişte yaşanan öğrenci ayaklanmasında(Tienman Katliamı)katledilenlerin kesin sayısı halen belli değil.

    Yani burada tam da buyurduğunuz gibi bir ideolojinin insan elinde nasıl bir silaha dönüştüğü,ne tür felaketlere yol açtığının bariz örneğini görüyoruz.Bırakınız bir ideolojiyi,bilim bile gözü dönmüş fanatikler tarafından kötüye kullanıldığında insanlığa yöneltilmiş bir silaha dönüşüyor.Hatta insanlığın yaraına olabilecek teknolojik bir buluş bile.Bu konuda tamamen size katılıyorum.

    Tabii insanoğlu bunda sınır tanımıyor.Gerektiğinde din’leri de hırslarına alet etmekten geri durmuyor.Elbette Terörist İsrail devleti işlediği pek çok insanlık suçunu bu “kutsallar”üzerinden kurgulamış ve en azından kendi halkını bu zulme ortak etmeye,sessiz kalmaya ikna etmeyi başarmıştır.Fakat yine de bu zulme karşı geliştirilecek söylem veya dil doğrudan yahudilik tanımı üzerinden yapılmamalı.Kısacası sorun yahudilikte değil,Tevrat’ta da değil,ulus/devlet çıkarlarına uydurularak,alet edilerek bir inancı referans gösteren zihniyetlerdedir.

    Filistin yardım konvoyuna katılan Hahamlar,yahudi inancını Siyonist eğilimlerine alet eden zalimlerden daha az dindar ya da inançlı olamazlar.Ki bu ayrıntıya yine siz dikkat çekmişsiniz…Tıpkı muhteşem yazınızda vicdanlı yüreklere hakkını teslim ettiğiniz gibi.
    *******

    Verimli bir paylaşım oldu,istifade ederek keyifle okudum…Yazı için de,açıklayıcı yorumlarınız için de ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
    Selam ve saygılarımla.

  11. Yazan:özlem Tarih: Nis 29, 2010 | Reply

    Teşekkürler Aziz Bey, bazı yazıların arkasına düşülen yorumlar yazının kendisinden daha çok zihin açıcı oluyor. Sizin yorumlarınızda benim için böyle. Sustuğum zaman aslında biraz daha fazla düşünme anlama ihtiyacını duyduğum zamanlar oluyor.
    Çıplak bir gözle okduğum zaman gizleyecek değilim Tevrat ile ilgili elbette çekincelerim var. Bu da şaşırtıcı bir şey olmamalı. sonuçta bir dini seçerken direk babadan miras almadıysak bazı okumalar kıyaslar yapıyor ve bir takım şeyleri süzerek bu seçimi yapıyoruz.Ben aslında kutsal kitaplara yaklaştığımda birbirinin izini sürmeyi çok seviyorum. Son yıllarda çok yaptığım bir şey değil ama eskiden incil tevrat ve kur’an da benzer ayet ve anlatımları takip etmeye çalışırdım.Bu beni mutlu ederdi. Ezelden ebede giden kadim bir kervanın yürüyüşünü bıraktığı izleri incelemek gibi.
    Öte yandan ne kadar Tevrat ile ilgili daha çok da Talmut ile ilgili çekincelerim olsa da bu din başlı başına zulüm üretir, katliamcı bir özü vardır diyemem. Bu kendi inancımla çelişir. En başta islamiyet Yahudileri ehli kitap olarak görmüş yaşanm,inanç davranış şekillerine karışmayı yasaklamıştır. ama mesela aynı hoşgörüyü putperestliğe göstermez.
    Ancak öbür taraftan daha önce de belirttiğim gibi Kur’an sık sık kadim Yahudi topluluklarının peygamberlerle cedelleşmesi, dinini ne şekilde araçsallaştırdıkları, gibi konular üzerinden müslümanları da uyarır. Sadece yahudiler ile ilgili değil müşrik toplumların zulme sapan tohplumların mantığı üzerinden de şiddetli uyarılar vardır. bu özsel olarak ya da ırksal olarak yahudileri Lanetli gördüğünden değil yapılan davranışlar ve zulmün mantığı üzerinden uyarılardır. Bu mantık üzere harekete devam eden yahudiler de, naziler de Stalin de aynı uyarı zincirinin halkalarıdır.
    Bana çok çarpıcı gelen kimi ayetler vardır Kur’an da. mesela bir ayet kendilerine yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman biz ancak islah edicileriz derler şeklinde başlar. Son zamanlarda Holocaust gibi konularda okumalarım arttıkça ya da sizin de Stalin gibi hatırlatmalarınızla bu ayet yeniden aklıma geldi. Modernizmin ehlileştirme ve düzeltme bir forma sokma iddiacılığının yeryüzünde ne tür zulum kapılarına yuol açabileceğini düşündüm. İnsan başıboş serseri bir mayın değil elbette burada liberalizme mesafe koyanlar haklı. ama her ne kadar özsel olarak Sosyalizmin illaki Stalin türü bir zulme yol açar diyemezsek de bu şekilde dünyayı islah etme, düzeltme, şekle sokma gibi iddialarda olan, determinizme kapı aralayan fikirlere de eleştirel yaklaşmak şart. İnsan toplulukları biçimsiz bir hamur değildir. fikirler , inançlar serseri mayın misali dolaşan toplulukları bir kalıp halinde çıkarıp cani ya da kahraman yapmaz. Ama çok büyük bir etkisi yönlendiriciliği vardır. Özellikle otoriter ortamlarda insanların uykuya yatmış çok değişik yönleri harekete geçebilir, umulmadık sonuçlar doğabilir. Bakarsınız iyi bir aile babası ve sıradan bir inasan olan Eichmann soğukkanlı bir holocaust planlayıcısına dönüşmüş.
    Bir de Amerika, İsrail gibi demokrasi ile yönetilen ve otoriter gözükmeyen devletlerin sebep olduğu zulumler var ki o da ayrıca tartışmaya muhtaç. Benim anladığım hap gibi çözümlerimiz, insanoğlunu anlamak için standart tarifelerimiz yok. her açıklamanın sonrasında yeni istisna halleri doğuyor ve yeni haller yeni şerhlere muhtaç kalıyor. O yüzden mesafeli yaklaşım önemli. Kendi önermeni bile tartışabilmek çürütmeye çalışmak önemli. tabi ömrünün bilmem kaç yılı her sabah andımızla şartlanmış çocuk zihnimize ancak bunca yıl içerisinde düşe kalka, okuya yanıla bunları anlatabiliyoruz:(

  1. 1 Trackback(s)

  2. May 11, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin