RSS Feed for This Post

Yeni bir görme biçimi: Sanat’ta Ayrıntı (4)

Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte gibi empresyonistlerin tablolarını hatırlatan bazı fotoğraflara bakacağız bu bölümde. Su damlaları, kardan yansıyan ışık, kadraj ya da bazı fotoğraf teknikleri sayesinde öznenin silikleşmesine, en azından önemsizleşmesine tanık olacaksınız. Wikipedia resimde izlenimcilik akımı için şunları söylemiş:

“İzlenimcilere göre sanatçı doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalı, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumu ön plana çıkarmalıdır. İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşır.”

Doğrudur, ancak biz bundan biraz daha derine inmek istiyoruz ve bu sebeple öncelikle fikrî zemin hazırlığı yapacağız:

Geçenlerde “dünya vicdan günü” idi. Vicdan artık yılın belli gün ve haftalarında anılan, diğer günler unutulan bir müze parçası oldu. Vicdanımızı raftan alıp tozunu siliyoruz ve bir vicdan günü kutluyoruz. Neden böyle Kendi kendini parçalayıp mesafe koydu insanlık vicdanı ile kendisi arasına?

Değerli dostum Enver Gülşen‘in haklı olarak yakındığı bir hastalığı var insanlığın: Uzman fetişizmi. Her şeyin, Sanat’ın, Bilim’in, Hukuk’un, İslâm’ın uzmanları var ve uzmanların yanında geri kalan herkes susmalı. Uzman sadece teknik bilginin değil o alandaki yöntemin, itidalin ve hatta ahlâkın da muhtarı. Meselâ Nükleer santral kurmayı bilen bir mühendis konuşurken o santralin yanında yaşayan köylülere susmak düşüyor. İslâm hukuku doktorası yapmış biri milliyetçilik/ırkçılık yapabilir, sıradan Müslümanlar çenelerini kapatmalıdır! Anayasa Mahkemesi veya Yargıtay Anayasa’yı çiğneyebilir, hayatı kaydırılan gençler susmalıdır. Uzman değiller ki!

 Ahlâk = Hukuk bilgisi, Sanat = Boya tekniği, bilim ahlâkı = Teknoloji… Tam bir tımarhane şeklini aldı gezegenimiz! Çünkü doğaya saygı göstermekten savaş ilân etmeye, kürtajdan ötenaziye her konudaki özgürlüğümüzü uzmanlara aktarıyoruz. Artık sorumluluklarından (ve özgürlüklerinden) kaçan insanlık uzmanokrasinin şefkatli(!) kollarında uyuyor.

Bu fetişizmin insanlığa maliyeti ise çok büyük: Her şeyi UZMANLIK denen kıyma makinesinden geçiriyoruz. Dünyayı bölüp parçalayarak anlamaya çalışıyoruz ve anlamı kaybediyoruz. Ne demek anlam? İçinde yaşadığımız fizikî ortam, dağlar, taşlar, bedenimiz ile bu dünyanın zihnimizdeki yansımaları iki ayrı alem teşkil ediyor. Daha doğrusu aynı alemin iki zıt kutbunu. Biz otomobilin motorunu, tavuğun sindirim sistemini parçaladığımız gibi Kâinat’ı da parçalayarak anlamaya çalışıyoruz. Materyalizm, idealizm, düalizm kavgaları neticesinde kırılmış bir ayna gibi fikrî zeminimiz. Bilimi dinden, dini devletten, vicdanı insandan ayırdık.

Peki karamsar olmak mı gerekir yoksa aynanın kırık olduğunu idrak etmek mi? “Karamsar Müslüman olur mu?” isimli yazıda anlattığım gibi karamsarlığın İslâm’da haram olduğunu düşünüyorum. Tabi bu mutsuz tilki – mutlu koyun oyunu değil ve Müslüman safça polyannacılık oynamak lüksüne de sahip olmadı hiç bir zaman.

 Aynanın kırıklığını idrak etmenin şöyle bir faydası olacak: Bölük pörçük zihnimize gelen görüntülerin Hakikat’in kendisi değil “bozuk” parçaları olduğunu da idrak edeceğiz. Yani bir matematik problemi yanlış çözüp ufacık çocuğun yaşını 85 bulan bir öğrenci gibi “ah! Bir yerde hata var” diyeceğiz. Bu şekilde aklımızı et-Göz ile birlikte kullanarak görünen dünya ile görünmeyen Anlam arasında bir köprü kuracağız. Bütün’ü görmek/anlamak derken bunu kasdediyorum.

 Peki bu köprü nasıl kurulacak? Ünlü fizikçi Einstein Problemler onları ortaya çıkaranlarla aynı düşünce seviyesinde çözülemez demiş. Doğrudur. Biz de ayağımıza dolanan analitik Zekâyı kullanarak analitik zekâ çukurundan çıkamayacağımıza göre başka bir şey bulmak lâzım. Tutunacak bir ip, bir merdiven.

 Nereden çıktı bu Sanat?

 Alâkasız(?) konularda araştırma yaparken gerek İslâm alimlerinin gerekse batılı düşünürlerin estetik/güzellik konulu fikirlerine rastladım. Enver Gülşen‘in sinema analizleri, Suzan Başarslan‘ın edebiyat yazıları, tasavvuf konusundaki tartışmalarımız, Cemile Bayraktar , Mehmet Bahadır , Özlem Yağız, Sever Işık ile girdiğimiz etik, vicdan, modernite tartışmaları derken aklımda Sanat ile ilgili bir şeyler netleşmeye başladı. Fakat tetikleme yine Enver Gülşen‘den duyduğum bir sözle oldu “Sanat dinin kız kardeşidir”.

Bu bakımdan alışılagelmişin dışında bir yol tuttum bir süredir ve Sanat Bilgisi uzmanı olmadığım halde Sanat’tan istifade etmeye karar verdim. Zira evlerin duvarlarını, şehirlerin meydanlarını süsleyen, entel barlarda kız tavlamaya yarayan Sanat Bilgisi dışında bir şey olmalı diyorum kendi kendime. William Turner, Edward Hopper gibi ressamların tablolarına baktığımda, Mozart, Bach, Vivaldi dinlediğimde içimde bir şeyler kıpırdıyor. Sanatsal(?) ürünlerin dinlendirici faydası dışında bir kıpırdanma bu. Kelimelere dökemediğim ama varlığından şüphe etmediğim bir kıpırdanma. Kant’ta gördüğüm güzellik ve adalet duygusunu hatırlattı bu his. Mealen “ben bunları gidip bir yerden almadım, bunları kendi içimde buldum” diyordu usta. Aklına sımsıkı yapışan, rasyonalist diye övülen ve yaftalanan Kant tevazuyla Aklın sınırlarından bahsediyordu. İslâm alimlerinin “evveliyat” dediği Kant’ın kaleminde “a priori” olmuştu ama Anlam aynı idi, “benden evvel var olan“.

 Söz Akıl’dan açılmışken bir hatırlatma yapmak isterim: Akıl kelimesini batılıların RAISON/REASON kelimesine karşılık olarak kullanmıyorum. Özellikle  Derin İnsan kitabını yazarken bu ayrım netleşti benim için ve gerek batıda gerekse Türkiye’de Akıl kelimesi etrafında bir karmaşa yaşanıyor. Analitik zekâ ile eş anlamlı kullanılıyor veya bazen zekâ yerine. Bana göre bir hırsız “aklını kullanıp” polisten kaçamaz. Aklını kullansaydı hırsızlık yapmazdı. Dünya için Ahiret’i satmazdı.

 Şahsen en net ayrımı Gazâlî Hazretleri’nin Mişkat-ül Envar’ında buldum. “Hak ile batılı birbirinden ayırd etmeye yarayan ilâhî bir nûr” diyordu. Zannediyorum Hristiyan alemi de bir dönem ikisini ayırd ediyordu yani Dünya kazancı ile Ahiret kazancı için kullanılan zihni kuvvetlere(?) aynı ismi vermiyordu. Ortaçağ Hristiyan düşünürlerde bu hissediliyor. Ama modernite silindiri her şeyi dümdüz etmiş gibi görünüyor şimdi. Türkiye de bu durumda. Zira bizim “entelijensiya” 19cu ve 20ci yy’da vagon olmaktan o kadar memnun ki lokomotif rolüne soyunmak aklına(?) hiç gelmemiş gibi.

 Sanat’a ve Akıl-Göz’e geri dönelim. Yakında yayına girecek bölümlerde daha ince bir biçimde ele alacağım ve teorik bazlarını vereceğim bir olgu var. Bu olguyu hem anlamak hem de hissetmek gerekiyor. Bunun için Sanat’ı kullanacağız. Faydacı körlük meselesini gerek önceki bölümlerde gerekse Derin İnsan kitabının Güzellik Matkabı kısmında çok açık örneklerle anlatmıştık. Yine Kelime Hapishanesi meselesine sitemiz sayfaları ev sahipliği etmişti.

 İşte bu fikrî hazırlık içinde aşağıdaki fotoğraflara bakmaya davet ediyorum sizi yazıyı bitirirken… Belli bir öznesi olmayan bu fotoğraflar bazen Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte gibi empresyonist  (izlenimci) ressamların tablolarını hatırlatacak size.

 Ancak resim veya fotoğraf tekniğine takılıp kalMAmanız gerekiyor bir derinliğin ötesini görebilmek için. Resimleri anlamaya çalışmayın, kavramlara, hatıralara sıkıştırmaya uğraşmayın. Fotoğrafın nasıl, hangi açıdan hangi ışıkla çekildiğini anlasanız bile görmeyin.

 Konturların, zıtlıkların ortadan kalkışına şahit olun. Sınırları belli, siyah-beyaz gibi ayrılan, özellikle de işimize yarayan veya bizi tehdit eden şeyleri görmeye alışık olduğumuzu hatırlayın. Zıtlıklar ve fayda/tehdit çerçevesi olmadan da doğaya bakılabileceğini, görülebileceğini ve his yoluyla anlam kazanabileceğini keşfedin.

 Bu tür fotoğraflar yoluyla aklınıza yeni bir “kat yeri” kazandırmaya çalışın. Kendi kendinize yapacağınız bu iç çalışma sayesinde bilgin kişinin hayretini hissedeceksiniz. 10-15 dakikalık bu çaba yakında yayına girecek olan 5ci bölümü daha iyi “hissetmenizi” sağlayacak.

 

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:beytullah emrah Tarih: Mar 26, 2010 | Reply

    sadece girişteki bir bölüme ilişkin ufak bir hatırlatma yapma ihtiyacı hissettim:

    Geçenlerde “dünya vicdan günü” idi. Vicdan artık yılın belli gün ve haftalarında anılan, diğer günler unutulan bir müze parçası oldu.

    16 mart’ın vicdan günü olarak işaretlenmesi, vicdanı nostaljiye dönüştürmek ya da müzelik kılmak için değildi. gün fikri, dört yıl önce rachel’ın ölüm yıldönümü olması hasebiyle ortaya çıkmıştı, biz de internetten öğrendiğimiz bu gün teklifini tokat’ta kabul edip, o günü rachel’ın anısına “kutluyoruz”. rachel’ın ailesi ve abd’deki işgal karşıtı örgütler de bunu böyle kabul etti. ama vicdan bugüne has kılınmış değil.

    vicdan, hakkaniyet, adalet ve özgürlük her gün, her an… bunun için ortaya koyulacak direniş de öyle olmalı diye inanıyoruz.

    yani

    Vicdanımızı raftan alıp tozunu siliyoruz ve bir vicdan günü kutluyoruz.

    tespiti bence doğru olmamış. vicdanını tozlu raflara kaldıranların böyle bir günden haberi bile yoktur, eminim.

    vicdan günü, rachel’ı, halepçeyi, gazze’yi, tüm mazlum ve mustazafları bir kez daha hatırlamak içindir ve bu unuttuğumuz için değil unutmadığımızı, unutturmayacağımızı göstermek için!

    evet “nisyan” diyenlere “evet isyan” demek için… “evet vicdan” demek için…

  1. 2 Trackback(s)

  2. Nis 2, 2010: Seni Yaratan’ın resmini yapabilir misin William?: Sanat’ta ayrıntı (5) : Derin Düşünce
  3. Eki 12, 2010: Kâinat bir su damlasına sığınca: Sanat’ta Ayrıntı(6) : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin