RSS Feed for This Post

Kamil İnsan’ın Gönlü

 Sadık Yalsızuçanlar (Semazen.Net sitesi)

Yunus Emre bir şiirinin son dörtlüğünde,

‘Yunus Emre der hoca

Gerekse var bin Hacc’a

Hepisinden iyice

Bir gönüle girmektir’

der.

Buradaki ‘gönül’ün yüzey anlamıyla, herhangi bir insanı incitmemek, onun gönlünü kazanmak, ona iyilik etmek olduğu söylenir.

Bazı yorumcular ise, Hacc diye nitelenen ‘gönül’ün, Efendimiz’in (asm) gönlü olduğunu belirtirler.

Efendimiz’in gönlü, manevi bir Kabe gibidir.

O’nun rızası ise, Hacc etmek gibidir.

Yüzyılımızın büyük bilgelerinden Kenan Rıfai’ye tasavvufun tanımı sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir : ‘Tasavvuf, incitmemek ve incinmemektir…’

Bu son derece veciz ifadenin anlam dünyasına girdiğimizde bizi, yine ‘gönül’ karşılar. Dinin Batıni amaçlarından en başta geleni, bir gönlün abad olması, mutlu edilmesi ve şenlendirilmesidir.

Gönül kelimesine, örneğin Batı dillerinde rastlamak mümkün değildir. Pek çok dünya dilinde, Türkçemizin bu en hicranlı, en zengin kelimesi bulunmaz.

Kalp, yürek vs. karşılığı bir sözcüğe rastlarsınız fakat ‘gönül’ sadece Türkçemize özgüdür.

Gönül dendiğinde Efendimiz’in kalbi anlaşılır daha çok. Bir insan-ı kamil olarak Efendimiz (asm)…

Zira bir kutsi haberde buyurulduğu gibi, ‘Allah, yere göğe sığmamış, inanmış kulunun kalbine sığmıştır.’

Bu haberde de ilk kastedilen Efendimiz’in gönlüdür.

Yani insan-ı kamil’in…Efendimiz için, Adem-i Hakiki tabiri de kullanılır. Gerçek insan….Kamil insan, varlığın meyvesi ve özeti olarak, aynı zamanda kendisinde Allah’ın isim ve sıfatlarının kamil manada tecelli ettiği, varoluşu temsil eden, varolanın tüm hakikatinin kendisinde toplanmış olduğu kimsedir.

Efendimiz, bu anlamda kamil insanın prototipidir.

Diğer nebi ve resuller ve onların varisleri olan kamil veliler, alim ve muhakkikler de kamil insanın hakikatini taşırlar.

İbn Arabi, alim ve velilerin, Efendimiz’in bir tecellisi olduğunu belirtirler.

İşte manevi bir Hacc değerinde olan, bir bakıma Kabe’nin minyatür hali bulunan kamil insanın ‘gönül’ü, Arş’ı kuşatmış olan Rabbimizin kendisine sığdığı bir sonsuzluk ve zenginliğe de sahiptir.

Dilimizde gönül kazanmanın değerine ve gönül kırmanın  tehlikelerine işaret eden çok sayıda güzel söz bulunur.

En az bir o kadar da deyim vardır gönle dair, gönülle yapılmış…Bizler daha çok gönül ikliminde soluk alıp veren ‘Doğu’lu ya da Müslimler olarak, tarihin bütün dönemlerinde, en çok ‘şiir’ türüne dayalı bir edebi/inisiyatik gelenek üretmişizdir. Doğuda egemen olan dini duyarlık olduğundan, bu da şiiri beslediğinden ve insan Hölderlin’in ifadesiyle, ‘yeryüzünde şairane oturduğundan’ dolayı, Doğulu insan için ‘gönül insanı’ nitelemesi daha çok kullanılır.

Gönül yıkmak, dünyanın direklerini viran etmek gibidir. Gönül yapmak ise, dünyayı imar etmeye benzer. Çünkü dünya, hakiki bir insanın gönlünden geniş değildir. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek, bir insanı diriltmenin (yaşatmanın) bütün insanlığı diriltmek olduğuna ilişkin haber de esasen gönülle ilgili bir ima taşımaktadır.

‘Benim gönlüm kabedir’ diyen şair, gerçekte bu hakikati dile getirmektedir, yoksa arzın merkezi ve ‘Beytullah’ olan Kabe’yi inkar etmemekte, onun değerini küçültmemektedir. Madem ki, inanmış kulun kalbi de beytullah’tır o halde, o da, varlığın kendisine sığdığı bir Kabe’dir.

Nasıl ki evimize bir konuk geleceği zaman temizler, siler süpürür, onun gelişine hazır hale getiririz; aynı şekilde, gönlümüze de Rabbimizin teşrifi için, bir şairin deyişiyle, ‘o hanenin de mihmanın teşrifine hazır hale getirilmesi’ yani arıtılması, temizlenmesi, tezkiye edilmesi gerekir.

Gönlün arınması, ancak kullukla olur. Kulluğun nihai amacı ise, insanın ne kendisine ne de başkasına zarar vermeyecek hale gelmesidir.

İnsanın dilinden, elinden, beş duyusundan çirkinlik ve kötülüklerin tümüyle çekilmesi; başkalarının kendisinden emin olması, her davranışının arı ve temiz olması, yani şairin ifadesiyle ‘yeryüzünde şairane ikamet eder’ hale gelmesi halinde, gönül artık manevi bir Kabe’ye dönüşmeye başlamıştır.

Bu gönülde ancak iyilik, güzellik ve gerçeklik yansır. Ve onun yıkan da dünyayı viran etmiş demektir.

El-Cili’nin ifadesiyle kamil insanın gönlü, arş gibidir. O, arzın ve varoluşun sütun’u, direğidir. Onun gönlü yıkılınca, varlığın bir sütunu çökmüş olur.

‘Ben kırık gönüllerdeyim’ haberini de burada hatırlamak yerinde olacaktır.

Cenab-ı Hak ve Habibi, daima hüzünlü gönüllerdedir, kimsesiz, yetim, dul, yoksul, çaresiz ve güçsüzlerdedir. Onların gönüllerini kazanmak, Allah’ın ve Habibi’in rızasına erişmektir. Bu sırdandır ki, Efendimiz, çocuklara, hastalara, yaşlılara, kimsesizlere, çaresizlere, güçsüz ve yoksullara özel bir şefkatle muamele eder, onların gönlünü kazanmaya çalışır, sıkıntıları giderir, dertlerini paylaşırlardı. O’nun kamil varisi olan alimler de, bu Nebevi ahlaka bihakkın uymaya gayret ederlerdi. Bu bilgelerin üstün adlarından biri de Ahmed Rıfai idi. Yaşamına ilişkin rivayetlerin yer aldığı kitaplardan öğreniyoruz ki, Hz. Seyyid, hicranlı gönüllerin mamur edilmesinin peşindeydi. Kazeruni’nin tertibinden Hazret’in menakıbı bize söyler ki, Hz. Seyyid, gerçekten de fakir bir insan ve tıpkı sahabiler gibi yaşıyor. Hz. Seyyid’in hiçbir dünyevî şeye sahip olmadığı aktarılır kaynaklarda. O kadar ki, bir misafiri gelse, evlerin kapılarında dolaşır, onun için yiyecek toplarmış. Dermiş ki, ‘Benden sonra Hak Teâlâ size dünyalık verecek.’ Bu hususta Hz. Peygamber’e tabi olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber’in devr-i saâdetinde ashabın dünyalığı yoktu. Ve şöyle buyurmuşlardı: “Benden sonra Allah size birkaç dünyalık verecek. Taif bölgesi, sizin tasarruf elinizde olacak. Hz. Seyyid’in tam bir istiğnâ hali vardı. Meclisinde dünyayı asla zikretmezlerdi. Dünyevi mala asla el uzatmazdı. Buyururdu ki, ‘el avucunda kalbe bağlı bir damar vardır. El dünyevi bir şeye uzandığı vakit, onun zararı kalbe ulaşır. Bu gizli bir zarardır. İnsanlar onu göremezler. Allah Resulü buyurmuşlardır ki, ‘Dünya sevgisi, bütün kötülüklerin başıdır.” İnsanlarla çok güzel geçinirdi. Yetimlere bilhassa, şefkatle yaklaşırdı. Dullara da çok şefkatli idi. Yoksulların gönlünü alırdı. Bütün yaratılmışlarla samimiyeti vardı. Hilmi ve yumuşaklığı kemal derecesinde idi. Asla hiçbir şeye öfkelenmezdi. Mübarek başı daima öne eğikti. Bir kişi ona bir sırrını verse, onu saklar, asla ifşa etmezdi. Müslümanlara çok hayır duada bulunurdu. Bir kimse ondan uzaklaşırsa, tekrar yakınlaşmaya, beraber olmaya çalışırdı. Kendisine zulmeden kişiyi affederdi. Kendisine kötülük edene karşı iyilik yapmaya gayret ederdi. Derdi ki, ‘bana, kötülüğe karşı iyilik yapma vazifesi verildi. Birine kötülük yapan aslında kendisine kötülük etmektedir. İyilik de böyledir. Bunun delili şu ayettir: Eğer iyilik yaparsanız kendinize yapmış olursunuz, kötülük yaparsanız da kendinize…’ Dervişlere şöyle derdi: ‘Her kim size kötülük yaparsa, bu fiili sebebiyle Allah’a isyan etmiş olur. Siz onun karşılığında iyilik yapınız. Bu sayede Allah’ın emrini tutma nimetini kazanmış olursunuz.’ Fütüvvet ahlakı bakımından Hz. Seyyid yeganedir. Nefsinden çok başkalarını düşünürmüş…Açları doyurur, çıplakları giydirir, kendileri hasta olsalar bile, hep başka hastaları ziyaret eder, onlarla ilgilenir, yardımcı olurlarmış. Şayet hastaların evleri uzak ise, Hak Teâlâ’nın onun için mesafeyi kısalttığı rivayet edilir menakıplarda. Hz. Seyyid ise, aynı şekilde yola koyulur ve tahammül edermiş. Cenazelere iştirak eder, genç yaşlı kiminle karşılaşsa mutlaka önce kendisi selam verir, hastaların, amaların başını ve elbiselerini yıkar, onlarla birlikte oturur, kendisi için dua etmelerini ister, ‘Bunlar ziyaretlerini en çok sevdiğim insanlardır.’ buyururmuş.

Geceleri Dicle’nin kenarında bekler, aciz birini görürse, karşıya geçmesine yardımcı olurmuş. Geceleri fakirlerin evlerine gidip gelir, onlara yiyecek götürür. Ama onlara kendisini asla tanıtmaz. Melami bir tavrı var. Tuluma su doldurur, mübarek omuzlarına alır, kimsesiz yaşlı insanların evlerine götürür. Ümm-ü Âbide’ye yaklaşınca, biraz odun, dal, çalı toplar, mübarek başına koyar ve gece olunca dervişlere, dul kadınlara ve hastalara verir. Beraberinde yolculuk eden dervişler, Hazret’in başının üzerine odun koyduğunu görünce, kendileri de ona uyarak her biri birer demet yapıp şehre götürürlermiş. Hepsi, fakir, hasta ve kimsesizlerle ilgilenir, onlara yardım ederlermiş. Ümm-ü Âbide halkı, ‘Bizim odun taşıyıcımız var.’ der ve bununla Hz. Seyyid’i kastederler. Hz. Seyyid, ittifakı, birliği sever ve Allah Resulü’nün şu hadisini naklederler: ‘Müslüman kardeşlerinden birinin bir arzusunu yerine getiren kişiye Hak Teâlâ binlerce iyilik yazar, defterinden binlerce kötülüğü siler ve derecesini binlerce kat yükseltir. Allah Teâlâ ona üç cennet verir: Huld, Firdevs ve Adn cennetleri…’

Bu büyük bilge, hem kendi işlerini hem de güçsüz olanların işlerini bizzat kendisi görür, insanların yararı için yolların başında dururdu. Kendisine kötülük yapana nasihat ederdi. Nasihat tesir etmezse sabrederdi. Etkisi olursa ona bağışta bulunurdu. Kendisini talep edenle yola düşer, nereye gittiklerini sormaz, asla, ‘Beni niçin çağırdın?’ demezdi. Mescid ve revakı elleriyle temizlerdi. İnsanların neşesi ile neşelenir, kederi ile kederlenirdi. İnsanları hayra teşvik eder, onlara güzel ahlakı öğretirdi. Bir şeyden hoşlanırsa tebessüm eder, kahkahayı mekruh sayardı. Kendisinden özür dileyenin özrünü mutlaka kabul ederdi. Bazen o kimse özür dilemeden onu affederdi. Kederi neşesinden çoktu. Kederi gönlünde, mutluluğu ve neşeyi yüzünde tutardı. Nefesinden yanık ciğer kokusu gelirdi. Yolda yürürken sağa sola bakmaz, yalnızca mübarek kademini basacağı yere bakardı. Konuşacağı zaman uzun uzun düşünür, hayır varsa söyler, yoksa susardı. Nefesini zayi etmezdi. Allah Teâlâ’nın Hz. Davud’a, ‘Beni zikretmediğin an adem gibidir.’ dediğini söylerdi. Bütün zamanını Hak Teâlâ’ya sarfetmişti. Dünyevi menfaat sağlayan işlerle uğraşmazdı. Derdi ki, ‘Herkes bir şey meşgul oluyor, o iş onun ahrette işine yaramayacak ama ondan yiyecek elde ediyor, karı odur. Tıpkı virdlerden bir vird gibi, kişi ondan gıdalanır.’ Bir defasında şöyle buyurduğu rivayet edilir: ‘Keşke dökülmüş bir kan damlası olsaydım. Ben, hiçbir şeyim, hiçbir şeyim.’ Her zaman üzüntülü idi. ‘Ömürden azıcık kaldı.’ der ve şu beyti okurdu: Ey nefesleri sayılı olan kişi, sayıların tamamlanacağı gün yakındır/Şüphesiz, yarın, gecesi olmayan bir gündüz, ya da gündüzü olmayan bir gecedir. Hazret’in menakıbını okumak lazımdır. Nurettin Baybutlugil ile Necdet Tosun’un tercüme ettikleri, Şifâü’l-eskâm fî sîret-i Gavsi’l-Enâm adlı menâkıbnâmeye bakılırsa, orada Hz. Seyyid’e dair tafsilat bulmak mümkündür. Namaz vakti girdiklerinde dünyevi işni hemen terk ederlerdi. Hz. Seyyid’in bu hususta çok dikkatli olduğu rivayet edilir. Bir defasında içmek için su istemiş, ezan mübarek kulağına ulaşınca, ‘Allah’ın hakkı zâhir olunca, nefsin hakkı bâtıl oldu.’ buyurmuştur. Namaza durduklarında mübarek çehresinin sarardığı söylenir. Sabah namazını eda ettikten sonra boynu bükük olarak namaz yerinde oturur ve güneş doğana kadar duayla meşgul olurlarmış. Sonra işrak ve duhâ namazlarını kılar, ardından tekkesine giderek ibadet ve mücahade ile meşgul olur, buna rağmen şöyle derlermiş: ‘Gönlümde halvet hasretinden başka bir özlem yoktur.’

Bu fasıl böyle uzar gider…Şairin deyişiyle, dervişlerin sohbetinden Muhammed kokusu gelir…’ Belki de bu yüzden iki gönül ehli karşılaştığında söyleşir durur, sürekli konuşur. Zira dert ağlatır, aşk söyletirmiş.

Gönül ehli olmak, gönülleri mamur etmek, gönlün sırlarına ermek, kimsesizlerin kimsesi olmak, kötülüğe iyilikle mukabele etmek, inanmış kulun yapması gerekenler cümlesindendir.

Özellikle modern çağın kaotik dünyasında, yalnız, mutsuz, tedirgin ve çıkarcı bir yaşam süren insanlar açısından böylesi bir halin ne denli gerekli olduğu açıktır. Büyük Yunus’la son verlim : ‘Gelin tanış olalım/İşi kolay vuralım/Sevelim sevilelim/Dünya kimseye kalmaz’

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Tarih: Eyl 30, 2009 | Reply

    Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretlerinin (Vefati: 1943)son vasiyeti “Kimsenin kalbini incitmeyin” idi.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin