RSS Feed for This Post

Bu Kez Şehit (?) Olan Asker Babası

  ” Elazığ’da tim komutanı, nöbette uyuyan askere ceza olarak pimini çektiği el bombasını tutmasını emretti. Bomba patladı, dört şehit. Koçyiğitler Taburu’nda 10 gün önce meydana gelen patlamanın kaza olmadığı belgelendi. Teğmen Mehmet Tümer, mevzide uyuyan İbrahim Öztürk’e çok kızmış. Ceza olarak da, pimini çektiği bombayı Er Öztürk’e vermiş. Elinde basılı tuttuğu bombayla 45 dakika yardım isteyen er gücü tükenince patlama olmuş ”
  Taraf,haberi böyle verdi.
  Ben toplumun temelini ailenin merkezlediğine inanırım hep bunu sosyolojik bir gerçekten ya da deney-gözlem araştırmaları ezberinden değil de yaşananlara olan ilgimin içselleştirmesine bağlarım aynı zamanda.Ailenin de temeline insanı ve insani bağları oturtunca bu küçük azınlığın ilişkilerinin ve bağlarının büyük çoğunluğun minyatürü olduğunu düşünürüm,insan-aile-toplum sıralamasında birbirine bağlı bu argümanların kopmasının aynı zamanda bir zincirleme kopuşa sebebiyet verdiğini ve tek bir kopuşun dahi bütünü tümden olumsuz yönde etkileyeceğine inanırım.Aynı o baba da gördüğüm kopuş gibi.
  Babanın ailenin koruyucu tarafı,birleştirici tarafı,güç tarafı olduğuna inanırım.Tüm şarkılar ve şiirler annelerden bahsederken,anne varlığının bir üst çerçevesini babanın varlığı sağlamlaştırır ben de.Babanın yokluğunun aileyi enkaza çevirdiğine de şahit olmuşumdur,hem de birçok kez.İnsan zaten babadan yetim kalır.Babanın,babalığından istifa ettiği,erkek-baba figürünün anlamını yitirdiği zamanları büyük kopuşlar olarak anlamlandırırım.Aynı o baba da gördüğüm kopuş gibi.
  Kim o baba ?İnsan-aile-toplum üçlemelerinde ne,neden,nasıl o baba ?
  O baba,bir cezalandırma sonucu öldüğü iddia edilen lakin aileye bir çatışma ya da bir kaza nedeniyle öldüğü söylenen bir askerin babası.Günlerdir o babayı izliyorum,ne çok acısı var,saçı sakalı birbirine karışmış,yüreği ne denli yanmış kim bilir ?Ben günlerdir o babayı izliyorum,günlerdir deyişim uzun zaman dilimini akla getirmesin mesele birkaç günlük gün içerisinde o baba zihnimi terk etmediği için bana çok daha uzun gelen,günlerdir dedirten bir anlama sebebiyet veriyor.Ben o babada evladı ölmüş bir babadan çok babanın kendi içinde öldüğü bir baba gördüm,evlatla birlik,babalığı ölmüş bir baba.Ne büyük acı.Olayın kaza mı yoksa cezalandırmadan kaynaklı bir ölüm mü olduğu güncelinden sonra ‘ şimdi ne yapacaksınız ‘ sorusunu soran mikrofona ‘ elini yüzüne götürüp o dertli hali ile ‘ bilmem,ben bilmem,devletimiz en doğruyu yapar ‘ deyip öncelikli babalığından devlet babaya teslimini görünce sızlayan yüreğim dünyanın ve insanlığın ahlakını,etiğini,insaniliğini bir cümle ile yıktı bitirdi içimde.Ben o babada,o babaya insan-aile-toplumu yıktırdım.Babayı mı eleştiriyorum,hayır.Devlete mi anarşiyorum,hayır.İnsana dikiliyorum,insan büküldükçe insana dikiliyorum.Vicdana,ahlaka,etiğe,iyiye,bireye,topluma,devlete dikiliyorum.İnsan içsel insanlığını devrettikçe,ben o devredişe dikiliyorum.Ne açılımı, insan çözüldükçe,insan dediğimiz beş harf,bir kelime,bütünden tekilleşince,ortada elimde beş harf ile kalınca,ben o dört harfi ( b-a-b-a ) yan yana getiremedikçe,elimde kalan darmadağın dört harf  ile o bölünmüşlüğün ortasında anlamını bilmediğim harflere şehit ediyorum,insanlığı,insanlığımı.Şehit ailelerini,şehit kelimelerini patlatan bombaların enkazından harf topluyorum,yan yana dahi getiremeden üstelik,bir kelime çıkaramayacak,tekrar bütünlenemeyecek harfler topluyorum,hepsine birer mezar taşı.
  Yaşananların kurbanı sadece tekil bireyler midir?Ölenler midir?Yaşananların taziyesi,acısı sadece ölenlerin birincil bağlarında mıdır?İnsan-aile-toplum üçlemesinde,bir zincirleme bağ var ise ki var zincirin ilk halkasında bireyin ( asker ) ölümü,ikinci halkasında ailenin ( baba ) ölümü,üçüncü halkası da toplumun ölümü değil midir?Tanrıyı öldüren insanlık *,onu bir daha diriltmemeyi taahhüt ettikten sonra – farkında olmaksızın – Tanrıyı öldürme sebebinde kendini yaratması gerekçesini görürsek,kendi yaratımını aslında bir ölümden var etmemiş midir?Ve bu ölüme fail,tanık insanlık kendi öldürmesinin lanetiyle her yarattığının aslında bir öldürme olduğu gerçeğini ne zaman kabul edecektir?BireyinTanrılaşması için,Tanrı öldürüldüğü an aslında tüm var olan ölmüştür.Sadece katil hayaletler olarak yaratmaya devam ediyoruz,o kadar.Eğer bu yaşanan bir cezalandırma sonucu ise devlet kontrolü ölmüştür,eğer o baba o cümleyi kurduysa baba(koruyucu birinci halka) ölmüştür,eğer biz bunu görüp halen susuyorsak insanlık ölmüştür.Bundan sonra da değişmeyecek bir çizelge hep aşşağıya,en aşşağıya.
 
Hayat,
ellerini yüzüne götür,
parmaklarınla gözleri(m)i kapat.
Başını omzuma yığ,
yık.
Babamı öldür,
hem canlı kalsın.
Cüretinle,
beni ‘ yetimle ‘.
Yaklaş,
biraz
biraz daha.
O kuyuya
bir taş
bir taş daha.
Haydi Kabil,
o kuyuya
bir taş
bir taş daha.
Haydi Kabil,
gel.
Beni bul,
yumulduğum kanatlarımda.
Ellerimi arkadan bağla,
dilimi ‘kızdır’.
Babamı öldür,
beni yetimle,
beni öldür,
yine yetimle.
O kuyuya
bir taş
bir taş daha.
Şimdi Kabil,
devir senin,
bu kutsal görev senin.
Lütfen bana kötülüğü öğret.
Kötüyüm.
Kötüsün.
Kötü.

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:muhammet tuna Tarih: Eyl 6, 2009 | Reply

    cemile hanım güzel bir noktaya değinmişsiniz. yaklaşık 2 ay önce neşe düzel’in suavi aydın’la yaptığı röportajdan bir kaç bölüm aktarmak istedim. bu röportajın çok değerli olduğunu düşünüyorum. http://www.taraf.com.tr/makale/6296.htm

    Türkiye’de askerlik yapmak erkekler için zorunlu. Askerliğin zorunlu olması, ordunun toplumsal rolünü nasıl etkiliyor?

    Şöyle etkiliyor: Bir defa askerlik süreci denilen şey, aslında bir ideolojik beyin yıkama sürecidir. Ayrıca bu süreç, ‘asker olmayan adam olamaz’ denerek, askere gitmeyene kız vermeyerek de toplumda meşrulaşıyor. Askerlik, ‘erkekliğe geçiş hali’ olarak toplumsal hafızaya yerleşiyor. O yüzden de kutsanan ve kutlanan bir şey oluyor. Askere gitmek düğün bayram gibi algılanıyor. Böyle kavrandığı için de askerlik hükmünü sürüyor. Askerliğin diğer yüzüyle ise askere gidildiğinde karşılaşılıyor.

    Askerliğin diğer yüzü nedir?

    Askerlik, bütün hayata dair bir itaat zemini yaratıyor. Ve askerlik, bu yüzüyle insanları bir tür ehlileştirme süreci oluyor. Delikanlıyken pek çok şeyi yapabilirken, bir anda yapamaz hale geliyorsunuz ve buna alışıyorsunuz. Çünkü askerlik az bir süre değil. Bir sene, 15 ay, 18 ay askere gittiğinizde ehlileşiyorsunuz.

    Toplum, askerlik kanalıyla nasıl ehlileşiyor?

    Artık eskisi gibi olamıyorsunuz. İtaatkâr oluyorsunuz. Devletin otoriter yüzüyle orada karşılaşıyorsunuz ve uyumanız, kalkmanız, izne çıkmanız dahil her şeyinizle zapturapt altına alınıyorsunuz. Bir tür kıstırılmışlık durumudur bu. Kısacası zorunlu askerlik, ordunun toplumsal rolünü belirlemede çok önemlidir. Bir militarizasyon sürecidir bu. Mesela Türkiye toplumu çok militardır. Türkiye toplumunu oluşturan bütün unsurlar, yani sadece Türkler değil, Kürtler de, Çerkesler de, Gürcüler de militardır. Bu toplumun erkeği de kadını da militardır.

    şehit babasının cevap verirken bilinçaltında bunların olduğunu düşünüyorum.

    mehabbetle…

  3. Yazan:cb Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply

    Muhammet bey selamlar,

    hem yorumunuz için hem de paylaşımınız için sağolunuz.

    Maalesef ‘militerlik’ kollektivizminin yaptırmının sınırları zaman içerisinde insanı insan olmaktan çıkartıyor çoğu kez farkında dahi olmadan

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin