RSS Feed for This Post

Afganistan

Çeviren : Mehmet Akif Menteşoğlu 

Son günlerde İngiliz kamuoyunda Afganistan savaşındaki askeri kayıpların artmaya başlamasından dolayı, ciddi derecede tepkiler yükselmeye başladığını görmekteyiz. Bu tepkiler, askeri kayıplara yol açan nedenlerden (asker ve mühimmat yetersizliği gibi…) tutun da, niye orada bulunulduğuna dair çeşitli minvallerde seyretmekte. Daha önceleri asker cenazelerinde yayın yasağı uygulayan hükümet, savaşın önemini ve niçin yapıldığını daha iyi anlatır düşüncesiyle bu konudaki sınırlamalara esneklik getirince, aslında ulaşmak istediği hedefin ters tepmesine ve insanların savaşı daha fazla sorgulamaya başlamalarına yol açmakta.  

Aşağıdaki yazı, 24.08.2009 tarihinde liberal düşünceleri ile öne çıkan ‘The Independent’ gazetesinde Uganda doğumlu ödüllü, Müslüman yazar Yasmin Alibhai-Brown imzası ile yayınlanmış bir özeleştiri yazısıdır. 

Afganistandaki savaşı desteklemekle yanlışlık yaptığım için üzgünüm 

Dış Politika konusunda, sol düşüncedeki birçok insanın aksine, ne liberal düşünceleri öneren ne de tam anlamıyla barışçıl bir insanım. Iraktaki yasadışı ve kendini beğenmiş savaşın karşısında olmama rağmen, Afganistan söz konusu olduğunda aksiyonda bulunulmasını istiyordum. 

Bazen müdahale etmenin tek opsiyon olduğunu düşünüp, daha masumane olduğuna inanırım. Bosna ve Kosovadaki aşırı milliyetçi Sırplar, Müslümanları imha ettiğinde ve topraklarından sürdüğünde, NATO müdahalede bulunmadı. Bunun sonucu olarak, korkunç bir trajedi, ıstırap ve binlerce ölüm yaşandı, fakat alternatifi daha da kötü olabilirdi. İlk askerlerimizin Afganistan’a gitmesi ile yeşeren umutlarımız, her iki taraftanda ölümler oldukça ve Afganistan’da savaş sürdükçe, günümüzde müdahaleci politikaların teyid edilmesinin zor, neredeyse imkansız hale geldigini göstermeye başladı. 

Son birkaç hafta içerisinde, ciddi bir şekilde düşüncelerimi sorgulamaya başladım ve daha önceki düşüncelerimi sildim. William Shawcross, Chris Hitchens gibi Irak savaşını haksız nedenlerle destekleyen fanatizmin tuzağına düşmüş savaş taraftarları gibi olmadığım için sevindim.  

10 Eylül 2001’de, El-Kaide Amerikan şehirlerine saldırılarını yapmadan 1 gün önce,

bu sayfalarda Müslümanlara ve Batı dünyasına, Taliban bu gururlu toprakların yaşam ve ruhunu yoketmeden önce, uyanmaları ve harekete geçmelerini istedim. Binlerce insanın Taliban yüzünden aşağılanma pahasına da olsa, başka ülkelere iltica etmeye başladığını, Talibanın soğuk savaşın babasız çocuğu olduğunu, buna rağmen Batılı para babalarının bunlarla ticari ilişkilerde bulunduğunu, bayanların ezildiğini, baskı altında yaşadığını, sağlık ve eğitim faaliyetleri verilmediğini, küçük bir hatalarında asıldıklarını, kırbaçlandıklarını anlattım. 

Ertesi gün 11 Eylül Amerika ve Batı dünyasını büyük bir travma ve heyecana sokmuştu. Afganistan’da eğitilmiş eli kanlı Müslüman teröristler, Amerikan hedeflerini havaya uçurarak, yerel gözdağı faaliyetlerini uluslararası terörizm boyutuna taşımışlardı.  

7 Ekim 2001’de Amerika ‘Sürekli Özgürlük Operasyonu’ adı altında Afganistan’a girdiğinde hemen hemen bütün dünya alkışlamıştı. – Şu anda bu arzu ne kadar içi boş görünüyor.- Afganistanlı atak ve cesur aktivist Malalai Joya, kadın düşmanı savaş lordları tarafından öldürüleceğini bildiği halde, yabancı askerlerin bir an önce ülkeyi terketmesi gerektiğini haykırırken, bizler onun çağrısını kulak ardı ediyoruz. Beni bu konuda bugün bulunduğum noktaya getiren, endişelere sevkeden, bana kendimi saf, salak ve suçlu hissettiren bu sıradışı bayandır. 

Bu bayan kız çocukları  için gizli okulları yönetmekte, bayan öğretmen ve öğrencileri köle haline getirmeye çalışan erkeklere meydan okumaktadır. Yine bu bayan daha önceleri erkek doktorlar tarafından muayene edilmeleri yasak olduğu için sağlık hizmeti alamamış, bazıları ölmek üzere olan bayanlar için klinikler kurmaktadır. Bu bayan en son seçimlerde parlamentoya girmiş olup, mecliste yer alan katliamcılara karşı mücadele etmekte ve rakipleri onu alaşağı etmenin yollarını aramaktadırlar. 

Fakat bütün bunlara rağmen ülkedeki yabancı askerlerin varlığı konusunda ikna edilmesi zor bir insan olan bu bayan, ‘Obama’ya sadece bu sene kendi bölgesinde Amerikan askerleri tarafından 150’nin üzerinde sivilin yanlışlıkla öldürüldüğünü ve kendi ailesinin o bölgede yaşaması durumunda bu bölgeye daha fazla asker ve silah gönderip göndermeyeceğini sormuştur. Yine Obama’ya Bagram bölgesinde 18 milyon dolar maliyet ile inşa edilmekte olan Guantanamo benzeri bir hapishaneye şayet kendi kızının konulması ihtimali olması durumunda bu hapishaneyi inşa edip etmeyeceğini sormuş ve Amerikan savaş felsefesini değiştirilmesini, yoksa kendisinin de diğer Bush olarak çağrılma tehlikesi olduğunu açık yüreklilikle söylemiştir’. 

Joya’nın ülkesinde bu gerçeği destekler nitelikte başka gelişmelerde yaşanmaktadir. 2008 yılında Birleşmiş Milletler yapmış olduğu bir araştırmada sivil ölümlerin %40 civarında arttığını bildirip, endişelerini dile getirmiştir. 2009 yılında bu figür daha fazla olacaktır. Taliban kendi insanlarını rastgele bir şekilde öldürdüğü gibi askerlerimizi de öldürmektedir. Irakta yapılan yanlışlıklardan ders alınmamış görünülmektedir. Irakta, müttefiklerin yerel nüfus ile dalaşması ve onları terörist gibi görmesi, Saddamın kurbanı olmuş ve müttefiklere destek olması gereken bu insanları kendilerine düşman yapmıştır. 

Amerikan ‘The New York Times’, geçen Ağustos ayında Azizabad bölgesinde Amerikan askerlerinin saldırısı neticesinde ölen 90 insanın 75’inin bayan ve çocuklardan oluştuğunu belirtmiş ve bu saldırıda Afgan ve Amerikan askerleri tarafından oğlu, hamile gelini, 1 ve 2 yaşlarındaki torunları öldürülen yaşlı Syed Muhammed’in hüzünlü hikayesini anlatmıştır. 

Hikayeler sonsuz ve sonsuz üzücü. Bütün bunlar niçin? 2001’de 2 hedef vardı. Bir tanesi El-Kaide’yi bitirmek, diğeri de afyon ekimi ve ticaretini bitirmek idi. Bugün gelinen noktada her iki hedefede ulaşılamamış görünüyor.  

Ülke, uzun yıllar boyunca savaş yaralarından kanamaktadır ve bizim varlığımız Afganistan’ın en kötü adamlarına -Taliban- bir kimlik ve duruş kazandırmaktadır. Bu kimlik, bu adi ve cani diktatörlerin kendilerine kahraman rolü biçmesine yol açmakta ve bu toprakları bir zamanların yenilmez armadası İngiliz krallığına, Sovyetlere ya da dünyanın diğer güçlerine karşı koruduklarını düşündürtmektedir.  
 
 

Bu efsane, Somalideki hukuksuz, amaçsız ve kızgın kitlelerden, hayal kırıklığına uğramış, İngilteredeki Müslümanlara kadar milyonlarca insanı etkilemektedir. Şaka gibi ama belki de İslamcı terörizmi sona erdirmek için yapılan savaş gerçekte, Bin Laden taraftarları için mükemmel bir propoganda aracına dönüşmektedir.  

Bu yaz müttefikler için en kanlı 3 ay oldu. 200’ün üzerinde genç insan yaşamını yitirirken binlercesi de sakat kaldı. Geriye kalan biraz üzüntü, biraz kızgınlık. 

Hükümet bu ülkeden gelen cenazelerin kamuoyuna açık cenaze merasimleri ile gönderilmesinin iyi olabileceğini düşündüğü ve bu yönde açılımlar yaptığı halde, bu düşünce geri tepmiştir. Her bir hikaye içinde askerlerin de bulunduğu birçok kalabalık tarafından ‘niçin orada bulunduğumuzun sorgulanmasına’ dönüşmüş durumdadır. Bu artık bataklık, sefil bir durum olarak görülmekte ve Vietnama benzetilmektedir. Dünyadaki kamuoyu yoklamaları bu savaşa desteğin düştüğünü göstermektedir. Fransa ve Almaya’da kamuoyu yoklamalarında savaşa destekte ciddi düşüşler görülmektedir.  

Dünya çapında en son yapılan PEW kamuoyu araştırmalarında İngilizlerin sadece % 46’sı savaşı desteklemektedir. Bu oran Amerika’da % 57’dir. Savaşı en fazla destekleyen ülke İsrail’dir. Amerika’da 2002’de sadece % 6 savaş karşıtlığı söz konusu iken bu oran % 40’lara çıkmıştır. Obama yönetiminde yer alan bazı insanlar, bu maceradan Amerikan insanlarının yorulduğunu belirtmişlerdir. İşçi Partisinden Kim Howells da benzer bir düşünceyi dile getirmiş ve artık kamuoyu desteğini kalmadığını belirtmiştir.  

İngiltere vergi mükelleflerine bu savaş şu ana kadar 2.5 milyar pounda mal olmuş ve bu rakam artmaya devam etmektedir. Acemi Savunma Bakanı, Bob Ainsworth, savaşı bitirmek için 1 yıla daha ihtiyaç olduğunu düşünürken, bazı askeri kaynaklar en az 10 yıllık plan yapılması gerektiğini düşünmektedirler. Acaba birileri gerçekten bir şeyleri biliyor mu, yoksa sadece sürdüğü müddetçe şarkılar mı uydurmaktadırlar.  

Şimdi de yeni bir seçim döneminden çıktık ve ülke atılgan, karizmatik, aristokrat görüntüsünün altında, her türlü yolsuzluğa bulaşmış, tavizci ve kadınları sosyal hayattan tamamı ile soyutlamaya çalışan lider Karzai ile yeniden yola devam etmek durumunda. General Raşid Dostum gibi, nefret verici savaş lordları tekrar işbaşında. Ve bütün bunların kurbanı binlerce genç ve yaşlı bayan olacaktır. Sekiz yılın sonunda hala yapılmakta olan bütün bu kara cahilliklerden, yönetime getirilen kötü idarecilerden ve hala askeri noktada olunmasından sonra, artık bu savaşı desteklemek istediğime emin değilim.

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Muhammet İkbal TUNA Tarih: Eyl 3, 2009 | Reply

    “Hikayeler sonsuz ve sonsuz üzücü. Bütün bunlar niçin? 2001′de 2 hedef vardı. Bir tanesi El-Kaide’yi bitirmek, diğeri de afyon ekimi ve ticaretini bitirmek idi.” en büyük hikaye de bu olsa gerek…

    ingiltere savaşın şu ana kadar 2.5 milyar pounda mal olduğunu ve bunun artacağını söylüyor, afganistan da var olan haksız işgal yerine bu para afganistan’a verilseydi durum şu ankinden çok daha farklı olurdu heralde. işgal kuvvetleri bu topraklardan çekilmedikçe sorun ortadan kalkmayacaktır.

    7 Ekim 2001’de başlayan işgalden bu yana tam sekiz yıl geçti. Şu an itibarıyle Afganistan’daki durum 8 yıl öncesine göre çok daha iyi olduğu muhakkak(Afganlı arkadaşlar anlatmıştı). çünkü savaşın başlamasıyla göç eden yaklaşık 3-4 milyon insan tekrar dönmüş, eğitim iiçin seferberlik ilan edilmiş, bu süreçte başarılı bir parlemento seçimi gerçekleştirilmiştir. fakat sorun şu ki, ingiltere ve amerikanın işgal stratejisi(özgürlük projesi) bu süreci baltalamak ve geciktirmek olmuştur. gerçekten insani amaçlı bir müdahale olsaydı bugün günah çıkartmak zorunda kalmazlardı.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin