RSS Feed for This Post

Bir martı uçarsa göklere…

Bir martı uçarsa göklere sevineceğinizi düşünürsünüz ilk başta, hele de size misafir olmuş, hasta ve uçamazken her sabah sesiyle size günaydın demişse…
İlk geldiğinde, nasıl geldi bilmiyorum, ya biri bıraktı ya kendi geldi, uçamıyordu ve çok korkuyordu insanlardan. Ertesi gün iki oldular. Biri diğerine eşlik ediyordu, belki yoldaş belki eş, belki arkadaş… ama onu hiç bırakmadı yeniden uçana değin. Evimizin hemen yanındaki ağacın çevrelediği iki metrelik tek toprak parçasında yaşadılar. Bu ağaç benim çocukken anneme küstüğüm için evden kaçtığım ağaç, beni bütün gün arayıp da evin hemen yanında buldukları ağaç. Bir çocuk için uzak, bir yetişkin için ise çok yakın. Ne düşündü çocuk-ben bilmiyorum ama kaçmak için öyle uzağa gitmeye gerek yok, çünkü insanlar kaçtıklarında onları arayanlar en yakına değil uzaklara bakıyorlar genelde. En yakına hiç dikkat etmiyoruz çünkü, en yakını görmüyoruz çünkü, en yakını uzak ediyoruz çünkü… En yakına dikkat etmedikleri için çocuk-beni ancak akşama doğru bulabilmişler -büyük korku ve kaygıyla aradıktan sonra- evin hemen dibindeki ağacın üzerinde. Çocuklara dikkat etmek lazım, çocuklar bazen çok güzel cezalar verebiliyorlar yetişkinlere. Neyse bu başka bir hikaye, martıya dönelim yine.
Onu ilk gördüğümde hem üzülmüş, hem şaşırmış -bizimle yaşayan ilk martı o- hem de inşallah hemen iyileşir de göklere kavuşur diye dua etmiştim. Her sabah suyunu verirken hem korkusunu görüyor hem de benden korkmamasını istediğim için çok sessiz davranıyordum. Onlara su ve yemek verirken bizim kara kedi kıskançlığından çatır çatır çatlayıp miyavlıyordu. Bizim kara kedi bu, asla başka hayvanlarla ilişkimizi onaylamaz ve yemeyecekse bile, illa bana ver, diye bağırır. Çok ehli keyiftir çünkü, öyle her şeyi yemez, sütü bile içerken lutfeder, az süt ekşitmemiştir içmeyip bıraktığı için. Evime izinsiz girer, ortalığı kolaçan eder, alışmasını istemediğim için tarafımdan dışarı kışkışlanır ama yine de evime izinsiz girmekten vazgeçmez, devamlı gevezelik eder, sarı gözleriyle miyavlar durur, kendi bölgesine kimsenin girmesine izin vermez, bu bizim evin civarıdır ve aslında bu civar onundur, beni hiç kâle almaz, hoş, kediler her nedense onlara karşı zaafımı anladıklarından sanırım, beni hiçbir zaman kâle almadılar, hatta bir seferinde Kötü-Kara Kedi Şerafettin -bu başka kedi- beni ısırdıktan sonra-onun yüzünden aşı olmak zorunda kalmıştım ve kolum balon gibi şişmişti- kendisini affettirmek için bir hafta peşimde gezmiş, miyavlamış -ona pas vermedim ama, hatasını biliyordu zahir, bu süre içinde evime hiç girmedi ve suratıma bakıp miyavladı durdu, oysa bir kez bile bağırmadım ona beni ısırdığı için- sonra da her nasılsa kendini affettirmeyi başarıp yeniden evime girmeye başlamıştı, ama ona kızgınken asla bunu yapmamıştı, cam açık olduğu halde girmemişti, kızgınlığımın geçtiğini anlayınca yine evime damlamaya başlamıştı, konuyu yine dağıttım, bu da başka bir hikaye, martıya dönelim yine.
Bizimle kalmalarını istemiştim, gideceklerini biliyordum da onları göremeyince yine de şaşırdım, panikledim, üzüldüm. Bu sabah seslerini aradım -seslerini bir duysaydınız, o kadar güzeldi ki- ağacın oraya baktım, içtikleri su kabına, onlara su verirken fark etmiştim gittiklerini de yine de suyu kaba dökmüştüm belki geri gelirler diye. Yoklar. Sanmam ki geri gelsinler. En azından ramazanda bizimle kalsalardı, yemeklerimizden yeseler, suyumuzu paylaşsalardı, en azından ramazanda. O güzel gözleriyle çekinerek yüzüme baksalar, o güzel sesleriyle sabahı şenlendirseler, yemeklerini geriye hiçbir şey israf etmeden yemeye devam etseler, birbirlerine yoldaş olurken bize de misafir olsalar, vakti geldiğinde de gidiverselerdi. Vakti geldiği için gittiler de bu vakit benim vaktimle örtüşmedi farkındayım. Yokluklarına üzülsem de, içim bir tuhaf olsa da, birkaç haftada onlara alışsam da, martının iyileşmesine sevinsem de, mahalledeki çocukların sevinç çığlıklarıyla yeniden uçtuğunu ve uğurlandığını öğrensem de, uçamayan martıya uçan martının eşlik ettiğini ve onu hiç yalnız bırakmadığını, bu uçuşta da yanında onunla ayrıldığını bilsem de… bir garip hissettim. Ayrılık bu olmalı, her zaman orada olanı yerinde bulamamak ve boşluğunu fark etmek ve hiçbir şeyin aynı kalamayacağını hissetmek…
Bir martı uçarsa göklere sevineceğinizi düşünürsünüz ilk başta, hele de size misafir olmuş, hasta ve uçamazken her sabah sesiyle size günaydın demişse… sevincinizin yerini özlem alır, varlığının yerini bir boşluk.
Bu duruma en çok bizim kara kız/kedi sevinecek, tahtını yeniden ele geçirdiği için.
Kimi sevinç kimi hüzün… bazen de iki duygu aynı andadır insanın yüreğinde.
Bir martı göklere uçarsa… uçar gider süzülerek kendi hayatına. Herkes kendi hayatının gökyüzünde süzülür; bazen birilerini geride bırakarak bazen de geride kalarak…
Geride kalana düşen uğurlamaktır:
Hoşca kalın gittiğiniz yerde… ve sağlıcakla.

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    “Ayrılık bu olmalı, her zaman orada olanı yerinde bulamamak ve boşluğunu fark etmek ve hiçbir şeyin aynı kalamayacağını hissetmek…”

    tam da böyledir ve edebiyat da insanların söylemeyi beceremedikleri ama ta içlerinde saklı kalan hislerinin dile getirilebilme becerisidir. herkes yazı yazar ama gerçekten edebi yazı yazan çok ama çok azdır. suzan hanım bunu çok güzel beceriyor. teşekkürler bu güneş gibi aydınlık yazı için.

  3. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    Sizi sollayamayacak olsam da, -bir gün o da olur, kimbilir- yazmak ama sadece yazabilmek çok güzel bir şey, müthiş bir edim, sadre şifa.
    muhabbetle.

  4. Yazan:cb Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply

    Sevgili Suzan,

    yazılarını özlemiştim hatta bir ara bunu dile de getirmiştim,biraz gecikmeli de olsa yazın geldi,yüreciğin konuşmuş yine,sevgiyle

  5. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply

    Sevgili Cemile,
    bu aralar yaz tatili sendromunu uzattığım için akademik yazılar değil yüreciğimin yazıları konuşuyor, aslında uzundur bu, yazdığım ilk yazı, bittiğinde çok mutlu oldum bu yüzden. Yazmayı çok özlemiştim. İlgine teşekkür ederim.
    muhabbetle.

  6. Yazan:eg Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply

    suzan hanım yazıların arasını bu kadar açmayın derim:))

    sollama olayına gelirsek, estagfirullah derim. kimin solda kimin sağda olduğu çok göreceli birşeydir bakış referansımıza göre değişir:) siz çoktan benim yanımdan vınnn diye geçmiş durumdasınız zaten, ben hala toz yutmakla meşgulum:))…muhabbetle

  7. Yazan:özlem Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply

    Suzan sen sensin değil mi? az once benim yazıda işler karişmış meğer ben Yıldıraymışım haberim yokmuş:) Gerçekten sadre şifa demişsin ne kadar doğru. ..Okuyana da şifa bu arada. Eline sağlık.

  8. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply

    Özlem Hanım,
    Ben, ben miyim bu çok zor bir soru 🙂 Ben kimim, bunu cevaplamak dünyanın en zor işi sanırım.
    Ben bir başkasıdır desem işi iyice zora sokmuş olurum.
    Yıldıray olmak kötü mü ki :))
    muhabbetle.
    Enver Bey,
    Haklısınız. Sağ ve sol, bizim ülkemizde her şey tam tersi. Bunu kabul ettiğimde ise birazcık ego/ene kokacak kabulüm, ne etmeli ki?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin