RSS Feed for This Post

Batı Şeria son günlerini yaşıyor

Slavoj ZIzek (RADIKAL)

İsrail iki devletli çözümü yarım ağızla kabul ederken, Batı Şeria’da bunu imkânsızlaştıracak bir durum yaratmakla meşgul. Dünya bir gün uyanıp Filistinlilere ait bir Batı Şeria olmadığını, bölgenin Filistinlilerden arındırıldığını görecek ve gerçeği kabul etmek zorunda kalacak

 İsrail polisi 2 Ağustos 2009’da, Doğu Kudüs’teki Arap mahallesi Şeyh Cerrah’ın bir bölümünü kordona aldıktan sonra iki Filistinli aileyi (50’den fazla insan) evlerinden zorla çıkardı; boş binalara hemen Yahudi yerleşimciler taşındı. İsrail polisi yüksek mahkemenin verdiği bir karardan dem vursa da, tahliye edilen Arap aileler 50 yılı aşkın süredir orada yaşıyordu. Bu defa her ne hikmetse dünya medyasının dikkatine mazhar olan olay, çok daha büyük ve genelde görmez-den gelinen berdevam bir sürecin parçası.
Beş ay önce 1 Mart’ta İsrail hüküme-tinin işgal altındaki Batı Şeria’da Yahudi yerleşimcileri için 70 binden fazla yeni ev inşa etme planları hazırladığı bildirilmişti; bu planlar uygulanırsa, işgal altındaki Filistin topraklarındaki yerleşimcilerin sayısını 300 bin daha artırabilir. Böyle bir adım yaşayabilir bir Filistin devleti ihtimalini ciddi biçimde baltalamakla kalmaz, Filistinlilerin gündelik hayatlarını da çekilmez hale getirir.

Asıl işgal ‘bürokratik’
Bir hükümet sözcüsü bu haberi yalanladı ve planlarda pek az doğruluk payı olduğunu savundu – yerleşimlerdeki evlerin inşası için savunma bakanlığının ve başbakanın onayı gerekiyordu. Ne var ki 15 bin ev çoktan kesin olarak onaylandı durumda ve önerilen evlerden 20 bini İsrail’in müstakbel bir barışta elinde tutma beklentisine girmesinin mümkün olmadığı yerleşimlerde bulunuyor.
Sonuç belli: İsrail iki devletli çözümü yarım ağızla kabul ederken, sahada bu çözümü imkânsızlaştıracak bir değiştirilemez durum yaratmakla meşgul. İsrail’in planlarının ardındaki hayalin özetini, bir yerleşimci kasabasını yakınlardaki bir Batı Şeria tepesinde yer alan Filistin kasabasından ayıran duvardan okumak mümkün. Duvarın İsrail tarafında, duvarın ötesindeki kırların görüntüsü resmedilmiş, fakat o resimde Filistin kasabası yok, sadece tabiat, ot ve ağaçlar görülüyor. Duvarın öte tarafını boş, bakir ve yerleşilmeyi bekleyen şekilde tahayyül etmek, en saf haliyle etnik temizlik değil de nedir?
Tam da hükümetin 70 bin ev planının ortaya çıktığı gün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Gazze’den yapılan bir roket saldırısını ‘zarar verici’ diyerek eleştirdi ve şunu öne sürdü: “İsrail dahil hiçbir ülkenin, toprakları ve insanları roket sadırılarına maruz kalırken öylece durup seyredemeyeceğine kuşku yoktur.” Peki Filistinliler Batı Şeria günbegün ellerinden alınırken öylece durup seyretmeli mi?
Barışsever İsrailli liberaller Filistinlilerle ihtilaflarını (her iki tarafta barışı reddeden aşırılıkçılar olduğunu kabul ederek) nötr, simetrik terimlerle ifade ederken, şu basit bir soruyu sormak lazım: Doğrudan siyasi-askeri düzeyde ortalık süt limanken (yani gerilimler, saldırılar veya müzakereler yokken) Ortadoğu’da neler olup bitiyor? Olup biten şey şu: Batı Şeria’daki topraklar Filistinlilerden yavaş yavaş alınıyor. Filistin ekonomisi gitgide boğularak, toprakları parsellenerek, yeni yerleşimler inşa edilerek, Filistinli çiftçilere tarlalarını terk etmeleri için (ekinlerin yakılması ve kutsal değerlere hakaret edilmesinden hedefli cinayetlere kadar uzanan yöntemlerle) baskı yapılarak yürütülüyor bu mesai. Ve bütün bunlar, Kafkaesk bir yasal düzenlemeler ağıyla destekleniyor.
Sari Makdisi ‘Filistin Tersyüz: Günbegün İşgal’ adlı kitabında, İsrail’in Batı Şeria işgali nihayetinde silahlı kuvvetlerce yürütülüyor olsa da, bunun nasıl bir ‘bürokrasinin yürüttüğü işgal’ olduğunu anlatıyor: Bu işgal esasen başvuru formları, tapu senetleri, ikâmet izinleri ve diğer izinlerle işliyor. Günlük hayatın, İsrail’in genişlemesini yavaş, fakat düzenli olarak garantiye alma mesaisini yerine getirecek şekilde mikro-idaresi söz konusu: İnsanlar ailesinin yanından ayrılmak, tarlasını sürmek, bir kuyu açmak veya hastaneye, işe, okula gitmek için izin almak zorunda. Böylece Kudüs’te doğan Filistinliler tek tek orada yaşama haklarından mahrum bırakılıyor, ekmek parası kazanmaları engelleniyor, ikâmet izinleri verilmiyor vs.

Parçalı bir yarımada gibi
Filistinliler Gazze’yle ilgili o sorunlu klişeyi sık sık kullanıyor: “Gazze dünyadaki en büyük toplama kampıdır.” Ne var ki, geçen yıl bu niteleme tehlikeli biçimde gerçeğe yaklaştı. Bütün soyut ‘barış dualarını’ müstehcen ve ikiyüzlü kılan temel gerçeklik işte bu. İsrail’in, medyanın görmezden geldiği yavaş, görünmez bir süreç yürüttüğü besbelli; dünya bir sabah uyanıp artık ortada Filistinlilere ait bir Batı Şeria olmadığını, bu toprakların Filistinlilerden arındırıldığını görecek ve gerçeği kabul etmek zorunda kalacak. Filistinli Batı Şeria’nın haritası çoktandır çok parçalı bir yarımadaya benziyor.
2008’in son aylarında, yasadışı Yahudi yerleşimcilerin Filistinli çiftçilere yönelik silahlı saldırıları gündelik
birer vaka haline geldiğinde, İsrail devleti bu aşırılıkları dizginlemeye çalıştı (yüksek mahkeme bazı yerleşimlerin boşaltılmasına hükmetti), fakat birçok gözlemcinin de işaret ettiği gibi, gönülsüz alınan önlemlerdi bunlar ve zaten İsrail’in imzaladığı uluslararası sözleşmeleri ihlal eden uzun vadeli politikalarının karşısında hiçbir ehemmiyeti kalmıyordu. Yasadışı yerleşimcilerin İsrailli yetkililere karşılığı, “Sizinle aynı şeyi, sadece daha aleni yapıyoruz, öyleyse bizi suçlamaya ne hakkınız var?” oldu. Ve devletin buna cevabı da esasen şuydu: “Sabırlı olun ve çok aşırıya kaçmayın. Biz sizin istediğiniz şeyi, sadece daha ılımlı ve kabul edilebilir bir usulle yapıyoruz.”
Aynı hikâye 1949’dan beri tekrarlanıyor: İsrail uluslararası toplumun önerdiği barış koşullarını, barış planının işlemeyeceği olgusuna güvenerek kabul ediyor. Yasadışı yerleşimciler bazen Wagner’in Walkirie’sinin son perdesindeki Bründhilde’ı hatırlatıyor – Wotan Bründhilde’a hışımla yaklaşır ve bariz emirlerine karşı gelip Siegmund’u korumakla sadece bizzat Wotan’ın gerçek arzusunu yerine getirdiğini söyler; Wotan dış baskı altında gerçek arzusunun aksi yönde davranmaya mecbur kalmıştır. Aynı şekilde yerleşimciler de, kendi devletlerinin gerçek arzusunu hayata geçirdiklerini biliyorlar.

Teröre sempatiyle ilgisi yok
İsrail devleti ‘yasadışı’ yerleşimcilerin şiddet içeren aşırılıklarını kınasa da, Batı Şeria üzerinde yeni ‘yasal’ inşaatları teşvik ediyor ve Filistin ekonomisini nefessiz bırakmayı sürdürüyor. Filistinli-lerin adım adım kuşatıldığı ve yaşama alanlarının dilim dilim edildiği Kudüs haritasına bir göz atmak her şeyi anlatı-yor. Filistinlilere yönelik devlet eliyle uygulanmayan şiddeti kınamak, gerçek devlet şiddeti sorununu bulandırıyor; yasadışı yerleşimleri kınamak, yasal olanların yasadışılığını bulandırıyor.
Tüm bunların orta yerindeyse, İsrail yüksek mahkemesinin o çok övülen tarafsız ‘dürüstlüğü’nün ikiyüzlülüğü duruyor: Mahkeme, sık sık zorla yerlerinden edilen Filistinliler lehine kararlar almakla ve tahliye edilmelerinin yasadışı olduğuna hükmetmekle, kalan meselelerin büyük çoğunluğunun yasallığını garantiye alıyor.
Bütün bunları göz önüne almak, mazur görülemez terör eylemlerine sempati duyulmasını asla gerektirmez. Tam tersine, insanın terör eylemlerini ikiyüzlülük göstermeden kınayabilmesini imkân verecek yegâne zemini sağlar. (Birbeck Beşeri Bilimler Enstitüsü’nün uluslararası direktörü, 18 Ağustos 2009)

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply

    israil’in batı şeria’da yaptığı ayrık otunun çiçek bahçesine yaptığı gibi. yerleşim bölgeleri açarak ve onları koruma bahanesiyle filistin mahallelerini birbirleri arasında ilşki kalmayacak şekilde duvarlar arkasına alarak, o çiçek bahçesini yavaş yavaş ayrık otlarının egemenliğine girmiş bir bataklığa çeviriyor israil. özlem hanım da olmasa unutacağız filistin’in dramını. elinize gönlünüze sağlık hatırlattığınız için özlem hanım. hep bizi rahatsız edin lütfen. zira nefse rahat hiç iyi gelmiyor, gözyaşlarımız kuruyor…

  3. Yazan:özlem Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply

    Evvelsi gece TVnetin iftar programi Gazze’den yayınlanıyordu. Sokakta beş yaşındaki çocuktan başbakan yardımcısına kiminle röportaj yaptılarsa ablukanın kaldırılmasını istedi herkes. Küçük çocuklar bile bu konuda yardım istedi. Unutmak mümkün mü? Keşke bu konuda Mısır ile ilgili protestolarımızı sürdürebilecek bir cemaat desteği bulabilseydik. Mısır ı zor duruma sokacak bir propoganda kampanya vs. Ablukanın diger tarafı İsrail’den bir sey beklemek zaten imkansız. Ama bunca müslüman,insan Mısır’ın üstüne gidebilse mutlaka gelişmeler olurdu. Cok yazık
    🙁
    Teşekkür ederim Enver bey, hem desteğiniz hem de hassasiyetiniz için.

  4. Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply

    mısır’a baskı yapacak bir proje ortaya koyabilsek ve buna destek verebilecek birilerini bulabilsek keşke. cumhurbaşkanına ve mısır konsolosluğuna tekrar yazmayı deneyebiliriz belki. yeni bir imza kampanyası, yeni bir eylem planı…

  5. Yazan:özlem Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply

    hiç vazgeçmemeli idik aslında. Ancak araya Gazze katliamı girince öncelikle katliama yönelik bir şeyler yapmak tepki koymak ön plana geçti. İkinci kampanyaya aydınlardan çok fazla katılım olmazsina rağmen gazeteler katliam başlayınca hemen hiç yer vermedi. Sonra başka projeler ile birlikte rafa kalktı. sanki katliamdan sonra sınırlar açılacakmış gibi bir izlenimde yaratıldı dunya kamuoyunda. Halbuki önümüz kış. ve benim bildigim israil Gazzenin yegane santralini bile devreden çıkarmaya başladı yeniden. Batı şeria daki durum da ortada. Neden insanoğlu sadece trajediler yaşanıp bittikten sonra ahu vah eder. geçmişe bakip diz çöker af diler. Olaylar olurken ise suskundur. Neyse pes etmek yok. Çalışmaya devam.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin