RSS Feed for This Post

Korku Devletinden Adalet Devletine Kürt Açılımı

Kürt sorunu ile ilgili son dönemde yapılmaya çalışılan açılımlar belirli çevrelerden destek alırken, belirli bazı çevrelerce de çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Demokrasinin adalet ve diğerkam olmaktan geçtiğini düşünen kimi entelektüeller bu açılımlara fikri yönde destek verirken, bir tür korku devletinin sürdürülmesi gerektiğini düşünenler ise yine bildik bahaneleri tekrarlıyorlar: Türkiye başka ülkelere benzemez! Türkiye’nin kendi şartları var. Türkiye’nin dört tarafı düşmanlarla çevrili. Türkiye’yi bölmek istiyorlar…
Bütün bu korku tüccarlıkları bana “V for Vendetta” adlı filmi hatırlatıyor. Orwell’in 1984’teki ülkesine benzeyen bir ülkede geçer film. Filmde, hangi yılda olduğu belli olmayan bir zamanda, ülkeyi bölünmekten kurtarmak ve düşmanlardan korumak bahanesiyle, her yanı elektronik kontrol ağlarıyla ve çok şiddetli ceza mekanizmalarıyla kontrol eden bir hükümet vardır. O hükümet bu korkuları sıcak tutmak için her yolu dener. Hatta korkuya yol açtığı iddia edilen tehditler ortadan kaybolunca kendisi yeni korku araçları yaratır ve bunlara halkını inandırır. Ta ki halkı, inandığı bu şeylerin gerçekdışı olduğuna ikna edecek birileri çıkıncaya kadar! Müslüman bir terör örgütünün öldürdüğü sanılan binlerce kişinin, aslında bu korkuyu yaratmayı amaçlayan devletin kendisi tarafından öldürüldüğü ortaya çıkar. 
Aslında, korku tüccarlığıyla ve demir yumrukla halkını yöneten bütün devlet sistemlerinin hikayesi az çok böyledir. Başlangıçta gerçekten korkuya yol açan bir tehdit olsa ve bu tehditle bir yönetim başa gelse de, eğer korkuya endeksli iş yapmaya niyetli bir yönetim söz konusu ise, o korkunun baki kalması için her şey yapılır. Hiçbir şekilde korku yaratacak tehditlerin bitmesi istenmez. Bu tür bir devlet anlayışı zorunlu olarak pis işleri de kendi kontrolünde tutan ve yöneten bir yöne doğru çok kısa sürede evrilir. Artık kendisi çete olmuş bir devlet söz konusudur. Ancak bu tip bir sistem geometrik hızla artan pisliklerini saklayacak torba bulmakta aynı derecede başarılı olamaz. 
Ülkemizin yakın tarihine baktığımızda sözünü ettiğim filmden çok uzak bir durumla karşı karşıya olmadığımız anlaşılabilir. Bu ülkede de, yarı-militarist cumhuriyet, her an yeniden yaratılan ve biçimleri değişse de ortaya konulan korkunun dozajı gittikçe artan korkularla ayakta kalacağını düşünür. Ancak bu korkular, her an biraz daha içe kapanmaya, içe kapandıkça da biraz daha refleksif davranmaya yol açtığı için, yarı-militarizmin arada sırada tam darbeye dönmesi işten bile olmaz. Zira korkutulan halkın arada bir “ordu gelse de her şey düzelse” moduna getirildiği manipulasyonlar hiç eksik olmaz. Bu sistem korkutan ile korkudan kurtaranın çok kısa sürede aynileştiği bir yapıyı da doğurur.
Ergenekon iddianamesi ile ortaya çıkan faili meçhullerde, devletin kimi kurumlarındaki görevlilerle çete üyeleri arasındaki ilişkilerin mahiyeti, bu korku tüccarlığının nasıl çalıştığını da net bir şekilde ortaya koyuyor. Korku ortamı oluşturmak için devlet içindeki kimi yöneticilerle ortaklaşa çalışan bu sistem, aslında korku üzerine yönetilen bütün devletlerin geleceği zorunlu noktadır.
Ancak o zorunlu nokta kimi zaman gelir, bu kirli ilişkileri saklayamaz hale gelir. Zira bu sistemin gözden kaçırdığı şey, herkesin demir yumrukla, tehditle ve korkuyla sindirilebileceğini sanmaktır. Ancak bazen öyleleri çıkar ki, kral çıplak der ve kendisine inanacak bir takım kişiler de bulur. Artık gerçek ortaya çıkmak için sadece birazcık cesarete ihtiyaç duyar. İşte bu noktadan sonra her şey çorap söküğü gibi gelir ve korku üzerinden iktidar kuranlara korkularıyla yüz yüze kalmak düşer. Zira artık ortaya saldıkları ve inandırmaya çalıştıkları korkuların gerçekle ilgisi olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkar. Bundan sonra korku tüccarları o döneme dek gizleme eğiliminde oldukları ilişkileri ve yaptıkları pislikleri gizleme ihtiyacı bile duymazlar. Artık ellerindeki en büyük iktidar oyuncağı elden gitmek üzeredir ve buna karşı şiddet uygulanmazsa, bir daha böyle bir şansları olmayacaktır.
Ergenekon ile ilgili olarak kimi basın organlarında, hatta kimi devlet kurumlarındaki darbeci direnişin sebebi de ellerinden giden bu korku oyuncağı ile ilgilidir. Artık saklamaya gerek duymayacakları kadar aleni bir savaş içinde hissederler kendilerini ve bunun için ellerinde kalan son kozları da kullanmak isterler. Kürt sorunundaki açılımlara karşı gelişen ve önümüzdeki günlerde gelişmesi muhtemel kimi sert tepkileri bu şekilde değerlendirmek gerekli. Ancak, bu noktada korkuların gereksizliğini ortaya koymaya çalışan ve niyeti hakkaniyetli ve adaletli bir toplum olan insanların geri adım atmaması çok önemlidir. Zira son noktasına kadar gelinemeyecek ve korku tüccarlığının tamamen tasfiyesini sağlayamayacak bir gelişmenin, korku tüccarlarına yeni korku araçları sağlamak için bulunmaz bir fırsat sağlayacağı unutulmamalıdır.
Korku tüccarlarına hep birlikte kral çıplak diye haykırmanın ve “sizin yarattığınız korkulara artık inanmıyoruz. Sizden de korkmuyoruz” demenin zamanıdır. Kürt açılımı tam da bunun için hayati bir önem arz etmektedir.

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply

    Olmayan Düsmanlarin ülkemizi bölmesins gerek yok cünkü yobaz Kemalist ülkemizi coktan bölmüs.
    Milyonlarca vatandasi Anadilin baska deye dislayan Kemalist rejimim ulus yaratma cabasi bosa cikmistir.

  3. Yazan:Dedem KORKKUTU Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply

    Bugün,insan haklarından,modernizimden,çağdaşlıktan konuşan bir ulus varsa,geçmişinde,tarihiyle hesaplaşan,korkularıyla yüzleşen uluslardır.Türkiye bu sürece geçte olsa girdi.Şimdi bu hesaplaşmanın ve yüzleşmenin ne kadar sahici olacağıdır.Gerçeklerle yüzyüze gelip,işlenen günahların tekrarı yapılmayacak kadarmı,yoksa o günahlardan af çıkarıp yeniden karanlığa gömülüp,bir çeyrek yüzyıl daha inat etmekmi olacak?Buna cevap olarak Enver beyin dediği gibi“sizin yarattığınız korkulara artık inanmıyoruz. Sizden de korkmuyoruz”demek belirliyecektir….

  4. Yazan:cb Tarih: Ağu 8, 2009 | Reply

    Enver bey,

    yazınıza bütünü ile katılıyorum zaten bu noktada bir çok insan paralel düşünüyoruz,üstümüze düşen ise yoğun düşüncelerimizi daha sık ve gür çıkarmak bu noktaya gelmişken bitirelim şu işi.

    Biraz Orwell’den konuşmak isterim aslında 1984 belki de Hayvan Çiftliği üzerine… ben Orweel’i ‘ vicdanlı bir yürek ‘ olarak görüyorum,yaşadığı dönemi hissetmek ve yeteneğini dönemin ‘çirkinliğine’ karşı kullanmak anlamında çok ciddi bir entelektüel olarak görüyorum.Orwell’de saplantılı bir ideolojik yaklaşımı yok,Kominizm’in yaşanmış yüzüne karşı geliştirilmiş bir vicdan var,keşke her ideoloji sahibi yürek böyle yapıcı konuşabilse.Peki bu vicdanlı kalem için ne denmiş?’İngiliz Gizli Servisi zorla yazdırdı’ öyle ya dönem Kominizmi eleştiri kaldırmayacak kadar pürüzsüzdü (!).Saplantılı olmak ve savunma mekanizması geliştirmek tehlikeli şeyler.

    Peki biz de ne olmuş?Önceleri ‘Kürt’ diyenler hemen ‘vatan haini’ olmuş.Öyle ya Kürt sorunu Kürtlerin sorunuydu,Türklerin değil ve biz Türkler bir çocuk kadar masum ve temizdik.Şimdi ne oluyor,Kürt demeyen,entelektüel sınıfa girmiyor,yine Kürtler üzerinden popülerite yakalamaya çalışan insancıklar görüyorum.Konu konuşulmazken,Kürt aleyhtarı,konu gündeme düşünce Kürt hakkı savunucuları,ne iki yüzlülük?Yine de içsel olarak kirli olsa da sonuç olarak iyi gelişme,ne dönemlerden geçtik?Şimdi en azından konuşabiliyoruz.

    Muhabbetle

  5. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 9, 2009 | Reply

    Enver bey yazınızı okuduğumda benim de aklıma “Twelve Angry Men”(on iki öfkeli adam)filmi geldi.Film bir mahkeme jürisinin bir cinayet davası ile ilgili kararı etrafında dönüyor.12 kişiden oluşan jürinin mahkemece kararının bağlayıcı olması 12 de 12 aynı yönde karar doğrultusunda onayını gerektiriyor.Film,bu rutin formalitenin jüri arasında(kendilerine ayrılmış bir oda vardır)oya sunulmasıyla başlıyor…Ancak bu oylama, bir kişinin karara itiraz etmesiyle (Henry Fonda),farklı bir mecraya kayıyor:tam da yazınızın konusuna benzer,Amerikan toplumunun nasıl önyargılara saplanıp kaldığını tüm yalınlığıyla ortaya çıkmaya başlıyor.Zira diğer 11 üye,karara muhalif üyeyi ikna etmeye çalışırken,muhalif üye tarafsızlığından ödün vermeksizin direniyor…Sorular soruyor,mantıklı çıkarımlara girişiyor…derken o güne kadar üzerinde kafa yormadıkları pek çok noktada jüri üyelerinin kafaları karışmaya başlıyor.Her bir soru artık diğerlerini düşündüremeye sevkediyor.Başlangıçta bir üyeyi yanına çekmeyi başaran kahramanımız iki,üç derken ilerleyen saatlerde en katı önyargılara sahip diğer üyeleri de ikna etmeyi başararak “suçsuz”dur kararını mahkemeye iletiyor.

    Sanırım,çeyrek asırdır bize türlü bedeller ödeten bu sorun,bir türlü yıkamadığımız önyargılarımız nedeniyle çözülemiyor.

    Bugünlerde kısmen de olsa artık bu yargıları değiştirecek bir fırsat yakalamış bulunuyoruz.”Savaş dili”bir nebze de olsa yerini “barış dili”ne bırakmış.Evet,statükoda ısrarlı bir kesim var.Dediğiniz gibi türlü korku spreyleri sıkarak savaşın devam etmesinden yana direniyorlar,direnecekler.Ama inanın “artık size inanmıyoruz”diyenlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor…Ve inanın toplumsal vicdanımız bir gün bu makûs talihi yenmeyi başaracaktır.

    Elinize,yüreğinize sağlık Enver bey kardeşim.
    Sevgilerimle.

  6. Yazan:caner Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply

    Bu ülkede daha 20 yıl öncesine kadar kürt türk ayrımı yok iken menşeği belli olan dış mihraklı bu oyuna gelmek en kibar tabirle saflıktır. Bizler kız alıp verirken birçok şey araştırırız lakin kürt mü türkmü diye sormayız.Farklı görmeyiz.Birileri içte ve dışta bu ayrımı yapabilmek için ellerinden geleni yapıyor.Türkiyenin kürt sorunu yok terör sorunu vardır. Düşünün kapı komşunuzun mardinli urfalı adıyamanlı … olması sizi rahatsız edermi.Peki türkiyenin hangi vilayatinden olursa olsun bu kişinin dtp li olması durumunda veya pkk sempati duyan onlara terörist diyemeyen birileriyle komşu olmak istermisiniz??Kürt Türk ayrımı yapanların pkk ya zerre dahi destek verenlerin yargılanıp cezalandığını görmek beni mutlu edecektir. Ülkemizin mutlu günlere ulaşması çok yakın.Saygılarımla….

  7. Yazan:cb Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply

    Caner bey,

    saygılarımla demişsiniz,ben yorumu pek saygılı görmedim.Kusura bakmayın hatta gece gece şöyle bir irkildim.Öncelike yanlış bilgileri düzeltelim ;

    Tr’nin 100 yıllık bir Kürt sorunu var o çözülmeyen Kürt sorunu sonra Terör sorunu olarak ortaya çıktı.Kürt sorunu olmadığını sananlardan kaynaklı bir sorun nedeni ile?Kapı komşumun Faşist olması beni oldukça rahatsız eder.Yani Bahçeli,Baykal,Vural ile kapı komşsunu olmak kadar tehlikeli birşey tasavvur edemiyorum.Türk-Kürt ayrımı yapanlar,ilk öğretim eğitimi aldınız mı hiç ?8 yıl Kürt,Ermeni demeden her sabah Türk olmayan çocuğa ‘TÜRKÜM,DOĞRUYUM,ÇALIŞKANIM’ dedirten bir ülkenin nasıl Türk-Kürt ayrımı olabilir ki değil mi? Hayretlerimle

  8. Yazan:eg Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply

    aziz bey teşekkürler anlamlı yorumunuz için. adil ve vicdanlı bir dünyanın (ve türkiye’nin) çok uzak olmadığını umut etmek istiyorum. bir yorumcu arkadaş “düşünün kapı komuşunuz mardinli, urfalı düşünür müsünüz?” diye sormuş. doğrusu ben düşünmem de yorumu yapanın düşünmediğinden – sonraki yazdıklarına bakınca – pek emin değilim. mesela bir örnek vereyim: dağlıca baskını sonrasında bursa’da bir arkadaşımla buluşmak üzere akşam bursa merkezine çıkmıştım. o baskının akşamında çılgın bir kalabalığın dtp binasını taş yağmuruna tuttuğuna şahit olmuştum. yine aynı bursa’da sahipleri kürt kökenli olduğu bilinen birçok iş yerine saldırılmıştı. yani o yorumcu arkadaşın dediği gibi herşey güllük gülistanlık değil.

    bir de başka bir tuhaflık var. bu ülkede ırk ayrımına dayalı politika yapanların (bu akşam tvde birisi öyle diyordu)etnik milliyetçilik yapıyorlar diye ortalığı velveleye vermesi iyice tuhaf. dtp’nin milliyetçiliğini eleştiririm ve hep eleştirdim. ama dtp’nin milliyetçiliği bir mhp veya chp’ninki gibi değildir benim gözümde. zira en azından dtp’ninki refleksif bir milliyetçilik iken mhp’nin ve chp’ninkiler saldırgan ve hizaya getiricidir. bu yüzden dtpninkini en azından şimdilik anlayabilirim.

  9. Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 11, 2009 | Reply

    cemile hanım, unutmayın bir de “VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN” ile “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” var, hergün yapılan ezberler arasında.

    hak-hukuk, eşit yurtaşlık istemedikleri sürece KÜRT-TÜRK kardeştir zinhar, Hak-hukuk, eşit yurtaşlık hakkı, ana dilde eğitim hakkı istemeyin bozuşur KARDEŞLİĞİN adını KALLEŞLİK yaparız. (85 yıllık resmi ideoloji böyle diyor)

    velhasılıkelam önce bir kemalist olunmalı, sonrası kolay, hatizatında ne olursanız olun, ister kürt, ister alevi, ister dindar, ister solcu, ister sağcı olabilirsiniz, ancak küçük bir şartımız var önce kemalist olunacak. (bu kadarcık küçük bir şartta olsun artık canım, hem bu ülkeyi biz kurmadık mı, kabullenmiyorsan ya sev ya terk deriz, nede olsa hakkımızdır bunu demek öyle dimi yani) hani diyor ya liderin biri “etnik kimlik şerefimizdir” hadi gel bunun altına imza at, anayasaya koy deyince valla en kıvrak dansöz bunu diyenin yanında eksik kalır, ancak sevindirici bir durum var ortada o da, siyasetçiliği dansözlükle karıştıranların son çırpınışlarını izlemekteyiz.
    selamlar.

  10. Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Ağu 13, 2009 | Reply

    80 Yıldır tekrarlanagelen şeyler tek tek sorgulanıyor bu ülkede. Bu güzel bir gelişmedir. Sorunun çıkış kaynağı, Ulus devlet anlayışının despotik bir tutumla dayatılmasıydı. Cumhuriyeti kuranlar böyle bir antlaşma yapmamışlardı oysa.. Fakat, kurulduktan sonra başlayan imha ve inkar politikaları da ulus devlet mantığıyla izahı mümkündü. Artık bugün izahı da olamaz. Ulus devletler batıda da kuruldu. Farklılkları paranteze alan, homojen(türdeş,benzer) bir millet ve devlet biçimi projesi çok geçmeden faşizm ve nazizm gibi ideolojileri doğurmuştur. Batı ikinci dünya savaşından sonra bunun muhasebesini yaptı ve bu anlayışı terketti. Bugün Fransa’da, İspanya’da, ingiltere ve Belçika’da bu işlerin nasıl çözüldüğünü az çok okuyan herkes biliyor. Ulus devlet mantığı ve yapısı günümüz koşulları içinde aşılarak, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokratik yapılanmalarla bu işler çözüm yoluna girdi. ”Ulus devlet” anlayışı kökten inmedi ve kutsal bir şeyde değildir, ama bugün kü muhafelette temsilini bulan dogmatik kafa yapısıyla aşılması da zordur. aslolan bir toplumun kendi içinde farklı modeller bularak çağdaş hukuk normlarına uygun bir sisteme kavuşmasıdır. Yoksa birilerinin ”tarih” diye yuturduğu basmakalıp bilgiler ve korkularla yaşamak bu ülkedeki hiç bir insana fayda getirmeyeceği gibi zarar getirecektir. Öte yandan hızla değişen bir dünya var karşımızda… Hukuk ve demokrasinin, bireysel hak ve özgürlüklerin önplanda tutulduğu bir Avrupa birliği üyesi ülkelerin sosyal devlet modelleri ve ekonomik gelişmişlikleri ortadadır. Doğarken annesini ve babasını seçme hakkına sahip olmayan bir insana yıllarca ‘sen şusun yada busun’ demek ve bunu dayatmak, ne ilahi nede doğal hukuk açısından hiç bir geçerliliğe sahip olmadığı gibi, normal düzeyde çalışan bir insanın aklına ve vicdanına da aykırıydı.. Hayat son derece sade ve özünü kavrayışı da kolaydır. Yeterki bir insan, bağımsız düşünebilme iradesini gösterebilsin. Ayrıca, bu sorunun çok boyutlu tarihi sürecine de girmek anlamsızdır artık. Enver beyin de temas ettiği üzere; Yakın tarih, ulus devlet adına hareket edenlerin barbarlığını gözler önüne sermiştir. Bir devlet, hukuku rafa kaldırdığında devlet olmaktan çıkar. Devletimiz aslında yeniden kuruluyor ve tam da gerçek manasıyla kendi ayakları üzerinde durarak… Birde dış dünya çözümü dayatıyor, çünkü mesele kürtler ve Türkleri de aşmaya başladı, Biz kendi irademizle kardeşçe bu işi çözemezsek, Allah bizi müstemleke güçler eliyle,(bugünkü ırak afganistan misalleri) sünnetullah gereği ‘öğüt olsun diye”terbiye edebilir! bu da çok daha büyük felaket demektir. Hasılı kelam; Ulusalararası tarih ve diplomasiden az buçuk anlayanlar şunu rahatlıkla görüyor. Bu ülke kürt sorununu çözmezse yıkılır, çünkü bu denli büyük sorunlarla bugünün dünyasında yaşamanız imkansızdır. Soğuk savaş döneminin kavramları dahi rafa kalkmışken, 19.yy mantığı ve hurafeleriyle bu sorununun çözümü ve demokratikleşmenin gelmesi ya da anlaşılması mümkün değildir.
    Saygılar.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin