RSS Feed for This Post

Söz Meclis’ten İçeri

Okan Arslan

Meclis Başkanlığı  seçimleri, Türkiye’de her daim tartışılan ve genelde iktidarda kim varsa onun temsilcisinin ya da tercih ettiği kişinin seçildiği seçimler olagelmiştir. Türkiye, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra seçilen Köksal Toptan’ın 2 yıllık görev süresinin sona ermesinden sonra, yeniden Meclis Başkanı seçilmesi sürecine girmiş bulunuyor. Meclis Başkanı, aşağıda da tarihsel ve kronolojik şekilde tahlil etmeye çalışacağımız gibi, bazı istisnai durumlar haricinde, genelde iktidarda olan ya da seçimler sonrası birinci olan partilerin temsilcileri arasından seçilir. Hele, bir parti seçimden tek başına iktidar olarak çıkmışsa zaten o partinin temsilcilerinden biri, otomatikman Meclis Başkanı olur. Bu seçim kimi zaman mutabakatla olsa da, genelde iktidardaki partinin sayısal çoğunluğu sayesinde gerçekleşir; ve diğer partiler, salt formalite icabı ya da prestij olsun diye seçilemeyecek adaylar çıkarırlar. İktidardaki partinin içinden çıkan Meclis Başkanının görevi boyunca partisiyle bir şekilde bağını kesmesi ve tarafsız ve bağımsız davranması beklenir; oysa kendisini seçenlerin bizzat mensubu olduğu partinin vekilleri ve daha da önemlisi Genel Başkanı’nın alt ve üst dudakları olduğu gerçeği, seçilen Meclis Başkanı üzerinde “Demokles Kılıcı” gibi sallanır.  

TBMM’nin ilk başkanı büyük bir mutabakatla seçilmiş olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olması  sonrasında göreve gelen Meclis Başkanları, İstiklal Harbi sırasında ön plana çıkan eski askerler ve bürokratlar olmuştur. Türkiye, Meclis Başkanı’nın, yukarıda anıldığı gibi, seçim sonrası iktidara gelen partiden olması geleneğine ilk kez 1950 seçimleri sonrası Refik Koraltan’ın Meclis Başkanı seçilmesiyle başlamıştır. Koraltan, bu görevini Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu 10 yıl süresince devam ettirmiştir. 1960 Darbesi sonrası yapılan seçimlerde CHP birinci parti olunca (ancak tek başına iktidar değil) İsmet Paşa’nın Milli Şef olduğu dönemlerin bakanlarından CHP’li Fuat Sirmen Başkan olarak seçilmiştir. Ancak Sirmen’in Başkan seçilmesi, büyük bir mutabakat ile ve hemen değil, ancak 9uncu turda sağlanabilmiştir. 1965 yılında Demokrat Parti’nin devamı olduğunu savunan Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte Meclis Başkanlığını Ferruh Bozbeyli üstlenmiş; ancak Bozbeyli, 1970 yılında arkadaşlarıyla beraber partisinden istifa edip Demokratik Parti’yi kurunca, otomatikman Meclis Başkanlığı’ndan da ayrılmıştır. Zaten, Bozbeyli’nin hem partisinden ayrılıp, hem de Meclis Başkanlığını devam ettirmesi mümkün değildi; büyük ihtimalle yeni bir Başkan (tabii ki iktidardaki partiden) seçilirdi. 1973 yılında iktidarın (tek başına olmasa da) CHP’ye geçmesiyle birlikte CHP’li Kemal Güven (27 tur sonunda); 1977 seçimleri sonrasında da yine CHP’li Cahit Karakaş (5 ay süren 38 tur sonunda), zor da olsa Meclis Başkanı olabilmişlerdir. Bu dönem, CHP’nin birinci parti olmasına; hatta 1977 seçimlerinde sadece 11 vekil eksiğiyle tek başına iktidarı kaçırmış olmasına rağmen iktidardaki partinin temsilcisinin güç bela Meclis Başkanı olmasında; Milliyetçi Cephe muhalefetinin direnişi ve Meclis Başkanı’nın, mevcut siyasal koşullar da dikkate alınırsa, bir mutabakatla seçilmesinin olanaksızlığı ya da güçlüğü etken olmuştur.  

12 Eylül sonrasında iktidara ANAP’ın gelmesiyle beraber birinci (bu sefer tek başına iktidar) olan parti temsilcisinin Meclis Başkanı olması geleneği sürmüş; bu gelenek 1991 seçimleri ardından DYP’nin temsilcisi Hüsamettin Cindoruk’un seçilmesiyle beraber devam etmiştir. İktidarda olan (ya da seçimlerde birinci olan) partinin temsilcisinin Meclis Başkanı olması geleneği ilk kez ve muhalefetin tam bir mutabakatı çerçevesinde 1995 seçimleri ardından bozulmuştur. Seçimlerden birinci parti olarak Refah Partisi çıksa da, ilk defa olarak Meclis Başkanı muhalefet partisinden Mustafa Kalemli olacak şekilde seçilmiştir. Kalemli, özellikle laikliğe olan bağlılığı sebebiyle seçilmiştir. Bu tercih, siyasetin gerildiği bir ortamda İslamcı olan Refah Partisi’ne karşı bir nevi güç dengelemesi ya da kutuplaşma şeklinde bir tavır olarak ortaya konmuş olması bakımından ilginçtir. Zira, Meclis, ilk defa geleneğini bozmakla kalmamış; bu sefer mutabakatını (çoğu zaman varamadığı mutabakatını) bir reaksiyon şeklinde ortaya koymuştur. Bu da, Meclis Başkanlığının, başta anılan, tarafsız olma ve aynı zamanda kendi partisini dengelemeye çalışma güçlüğüne ilaveten, bir çatışma ya da kamplaşma unsuru olabileceğini göstermektedir. Refah Partisi’nin iktidara gelmesi ve 28 Şubat ile devam eden süreçte Meclis Başkanlığı, özellikle Kalemli sonrası dönemde, Meclis’teki siyasal partilerin, iktidar partisi (ya da birinci parti) temsilcisi olup olmamasını dikkate almaksızın, üzerinde mutabık kalabileceği kişilerde odaklanmıştır. Buna örnek olarak, bu dönemde seçilen Hikmet Çetin ve Yıldırım Akbulut gösterilebilir. Ancak, 2002 yılında Ak Parti’nin iktidar olmasıyla birlikte Bülent Arınç’ın Meclis Başkanı oluşu, yeniden, eski geleneğe dönülmesini sağlamışsa da, 2007 seçimleri sonrası Köksal Toptan’ın Başkan olması, hem o günlerin Laik-İslamcı gerginliğinin hafifletilmesi; hem de Toptan’a muhalefetten de büyük destek gelmesiyle farklı bir boyut kazanmıştır. Zira, Toptan, hem Arınç’a göre çok daha fazla oyla seçilmiş; hem de 22 Temmuz 2007 seçimleri sürecinde gerek Cumhurbaşkanı’nın gerekse Başbakan’ın İslamcı kökenden gelen kişiler olmasına karşılık, Meclis Başkanı’nın daha Laik kesimi temsil eden bir kişi oluşu sebebiyle çok büyük bir mutabakatı ve uzlaşmayı temsil etmektedir. Bu mutabakat ve uzlaşmanın devam etmesi ya da ne şekilde devam edeceği ise, yine mevcut iktidara ve muhalefete kalmış bir konudur. Meclis Başkanı seçmek için Anayasa gereği ilk iki turda üçte iki çoğunluk aranıyor. Bu da olmazsa üçüncü turda salt çoğunlukla seçilebiliyor Başkan. Ama bu durumda, daha ziyade iktidarda olan milletvekillerinin tercih ettiği bir iktidar Meclis Başkanı çıkıyor karşımıza. Halbuki, ilk ya da ikinci turda seçilebilse daha büyük bir mutabakatı yansıtıyor. O zaman da, salt kendi vekillerine ve Genel Başkanına hoş görünmek gibi bir derdi olmuyor Meclis Başkanı’nın. Böylelikle daha bağımsız ve tarafsız olabiliyor.  Bu geçen dönemde sağlandı; bu dönemde de sağlanıp yeni bir gelenek çıkabilir ortaya: Üzerinde mutabık kalınan Meclis Başkanı geleneği. Tabii, Meclis Başkanı’nı biz seçmiyoruz; Meclis ve vekiller seçiyor. Konu onları bağlıyor; her ne kadar lider sultası ve parti içi demokrasi eksikliği hâkim olsa da; en azından geleceğe yönelik Demokrasi kültürü beklentilerimizi, üzerinde mutabakat olan Meclis Başkanları diri tutuyor. Ne diyelim; Sözümüz Meclis’ten içeri…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin