RSS Feed for This Post

Korku, kaygı ve ÖSS…

Zühre Meryem Kaya

Öğleden sonrası vaktinde bir kahvaltı masası… Keyifli gülüşmeler… Tıngır mıngır diye tanımlanarak kaynayan çayın odaya saldığı o mistik koku… Öylesine atıştırılmak için hazırlanmış bir kahvaltı masası değil… Ispanak böreğine kadar düşünülerek kurulmuş özentili bir kahvaltı sofrası…  

 Masa etrafından dışarıya taşan tek ses kuş cıvıltılarını andıran gülüşmeler, gülüşmeler, gülüşmeler… “Of saat kaç oldu ya?” sorusunun kulakları doldurmasıyla, o masada oturanlar o keyifli masayı uzağa itip birden kuytu karanlık bir çıplaklıkla susturdular gülüşmelerini… Gerçek hayatla yüzleştiler. “Ben yarınki sınava hazırlanmak için okula gitmemiştim ama ders bile çalışamadım, bak saat kaç oldu…” diye hayıflandı biri. Oysa az önce kasıklarını ağrıtacak kadar gülüyordu… Kır çiçeklerinin olduğu bir piknik alanıydı ortam… Diğeri “Ne kadar eğlendik değil mi?” dedi, masayı tekrar o aydınlık ortama taşımak için. “Eğlenmek mi! Bugün soru çözemedim, yapmam gereken dersler de var. Hay aksi, bir de sınav dönemi ne yapacağım kaygısıyla yudumluyordum çayımı… Gülüyordum ama sen bana sor, aklım hep dersteydi.”  diye noktaladı cümlelerini.  

O gürül gürül çağlayan gibi akan masa birden sessizleşti… Herkesin keyfi kaçmıştı… Birer birer terk edildi masa… Ben klavyenin başına geçip aklımın çocuk hatıralarından kalan, bildiğim ne kadar kötü söz varsa yazayım, belki rahatlarım diye düşündüm… Yaptım da,  ama rahatlık uğramadı benim yöreme. Bu arada çok fazla kötü kelam bilmediğimi fark ettim, az çok bilmek mi gerekirdi ne! 
 
 
    Nedir bu ÖSS için çocukların bu denli koşuşturmaları, bir yemek keyfinin bile burunlarından gelme hali… Ağzımın tadı kaçtı… Birileri bu memlekette gençlerin hayatının tadını küçük yaştan itibaren kaçırma eylemini yürürlüğe koyma planları içinde sanki… Artık ilkokullarda bile dersler çok ağır… Çocuklar okula gitmemek için türlü bahaneler buluyor. “Baba beni okuldan al” sloganı ile eylem yürüyüşü yapmayı bile hak kazanmış durumdalar…  

“Baba beni okuldan al” çünkü sosyalleşemiyorum, çünkü çok sıkıcı, çünkü bugün ezberliyorum, yarın unutuyorum… Çünkü öğretmenim, benden ilk üç ay içinde okuyup yazmamı bekliyor, üstelik el yazısı yazmamı istiyor… “Lütfen baba, beni okuldan al…” Neden çocuklarımızı okuldan ve okumaktan tiksinecekleri kadar eğitime zorlayarak boğuyoruz, anlamış değilim…    

Her şeyin dengesi bozuldu… Denge ki bi’şeyi ayakta tutan kavramdır. Dengesini bozmayınız çocukların, gençleri çığırından çıkarmayınız… Çığır ki aşılması gereken yerdir ama bu şekilde mi?   

Uzun zamandır gençlerin psikolojilerini anlatırken kullandıkları kelimeleri not alıyorum… Hepsi de “çok” kelimesini fazlasıyla kullanıyor… Ama ardına gelen kelimeler ile o çokluğun içinde ne kadar yokluk olduğunu hemen anlıyorsunuz… Çok yalnızım… Çok savaştım… Çok mutsuzum…   

Gençlerde oluşan bu gelecek kaygısı salgın bir karın ağrısı gibi yayılmış durumda. Aslına bakarsanız kimse ne istediğini tam olarak bilmiyor. Birçoğunun savaşı başarı üzerine kurulu… O kadar savaşmış ki kim olduğu konusunda sorulan çok basit bir soruya bile cevap veremez hale gelmiş… “Tam beş yıl ÖSS’yi kazanmak için çalıştım, kazandım da… Ama ÖSS ömrümü aldı, götürdü benden. Çok şey değişecek diye düşündüğüm -hiçbir şeyin değişmediği- üniversitede okuyorum… Öğretmen olacağım ama bu nasıl olacak, bilmiyorum… Çünkü, ben bile artık kendimi tanıyamıyorum!…” diyor öğretmen adayı bir arkadaşım. Üniversiteyi kazanmış ama kaybetmiş bir birey olarak görüyor kendini… Bir de bunun kazanma aşaması var, işte orada serinkanlı olmak ve tabii ki kendinizi unutmadan çalışmak şart… Mesela kaygılı olmaktan utanmayın, yeter ki o kaygıları doğru yerde kullanmayı öğrenin… Zira kaygılandığınız konuyu ortadan kaldırmak sizin elinizde…  Üç yıl çalıştınız, sınava hazırlandınız ama olmadı… Hadi bir şans daha verin kendinize, yine olmadıysa bırakın… Çünkü herkes farklı özellikler ile yol alır hayatta. Aynılaşan dünya, yavan bir tat bırakır yaşanmışlıklarımızda… “Gençlik “ diye tanımlanıp dışarıda bırakılan, bir yere sığdırılamayan yaş gurubunun da yaşadığı tam anlamıyla yavanlaşmışlıktır.

   Zihinlerinde ÖSS‘yi değil yaşama sevincini ve umudu büyütmeli çocuklar…

  Yazılacak o kadar çok şey var ki bu konuda… Nereden başlasam / Nasıl anlatsam / Kaç kişiydik önceden / Kaç kişi kaldık… Bu şarkı nereden takıldı yazının içine ve bizimle yol olmaya başladı, bilmiyorum… Bir sorunun peşine takıldı düşüncelerim; çocukların ve gençlerin ruhlarının bu kadar üşümüş olmasında yetişkinlerin payı ne? 

Kapı aralanır içerde tam iki buçuk saattir ders çalışan bir çocuk görünür… Anne gülümseyerek içeri girer, çocuk kafasını kitaptan -soru bankası mı deseydim, bu ismi de kim buldu merak ediyorum- kaldırır… Anne sıcacık bir gülümseme ile “sana çay getirdim” der… Aslında odaya getirilen o bir bardak sıcak çayın bile gizliden sunduğu mesaj; odana bir bardak sıcak çay getirdim ne büyük iyilik ettim sana… Bak ayağına getirdim, sen yeter ki ders çalış kızım, sen yeter ki ders çalış oğlum’dur… Aynı zamanda “kıymetimi bil” mesajı veren bir ses tonuyla sunulur o çay. Çocuğun yudumladığı bu çay her yudumda üzerine düşen sorumluluğu arttırır… Zira hiçbir işe yaramıyordur… Anne baba onun ev, okul, dershane, aynı zaman da harçlığına kadar birçok ihtiyacını temin ediyordur. Oysa okul, dershane ve evde iki saat dersten sonra “hadi biraz ara ver, kalk bakalım o masanın başından çayımızı yudumlayarak hep beraber sohbet edelim” denilse… Çocuk da, çalıştığının ve gayret gösterdiğinin büyükleri tarafından fark edildiği onuru ile içse çayını, yeni güne daha çok konsantre olmuş olarak başlasa… Olmaz mı? 
   
   Ama olmaz değil mi? Sizin gözünüzde onlar çocuk değil, duyguları alınmış robotlar. Onlar OKS dönemi boyunca alınmış duygulara sahiptir… Duygularınız için tedirgin olmayın çocuklar OKS geçince geri verilecek ama bir yıl sonra geri alınmak şartıyla çünkü ÖSS var… Üç yıl sonra ne yaparsınız, bilmiyorum… Yetişkinler o zaman karışmıyor çünkü geride karışacakları duygu kalmıyor. İnsan sigortası da bi’yere kadar dayanıyor, sonunda şartel atıyor… Yurdum gençleri nereye nasıl saldıracağını bilmiyor çünkü BAK HER YER KARANLIK…
 
 

Korku, kaygı, tasa ve ÖSS… 
 
Bugün hava kapalı “Acaba öğleden sonra açar mı?” diye, kimsenin kaygılandığı da yok. Herkes bir koşuşturma içinde sınav yerine ulaşmaya çalışıyor. Zira kaygılar büyük; dershaneye gidilmiş, anne babaya karşı sorumluluk var, kaç puan alınacak, tabi gelecekte buna bağlı… İyi bir puan alınırsa iyi bir sosyal hayata ve etikete sahip olunacak. Her şey bir kaç saate bağlı olarak akıp gidecek. Öyle ya kimsenin, “bugün güneş -acaba- bulutların arkasından çıkacak mı?” diye düşünmeye vakti yok. Oysa güneş ışınları depresif duyguları azaltır ve hayata karşı umudunuzu perçinler. 
 
Kaygılısın biliyorum ama kaygı güzeldir. Bir işe uğraş verirken kaygı varsa, başarı vardır. Kaygı yoksa saman kıvamında bir basitlik çöreklenir yaptığın işin tam ortasına. Kaygı yoksa başarı da yoktur. 
 
Korkularınız olacak tabi ama bu korkuları beyninizde oluştururken dürüst davranın… Gerçekten sınav sisteminin sizden istediği gibi hazırlanabildiniz mi? Eksikleriniz mi var, yoksa bu sistem sizin çalışma ve öğrenme kapasitenize ters mi? Önce bu soruların cevabını bulun. Daha sonra korkulara kapılın. Üstelik bazı insanları her ne kadar eğitime zorlasanız da belli bir yere kadar algılama ve anlama potansiyelleri vardır ve onun dışına çıkamazlar. Bunu da unutmadan, sınırınızı belirleyip kazana(bileceğiniz)cağınız alana yönlendirin kendinizi. 
 
Bir çift sözümde araştırmacılara; Neymiş efendim korku ve kaygı sınav başarısını düşürürmüş. Neden düşürsün? Sınav kaygısı olmayan bir öğrenci ile sınav kaygısı olan bir öğrenci arasındaki puan farkına bakın ne dediğimi daha iyi anlarsınız.  
 
Siz şimdi çok kaygılıyım, çok korkuyorum, çok heyecanlıyım… diye, sakın üzülmeyin bunlar olağan şeyler. Önemli olan bunun dozunu abartıp sağlık sorunlarına (karın ağrısı, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, uykusuzluk, sınav anında tireme…) dönüştürmemektir. Hem şu saatten sonra korkman, senin için sadece sınav anında panikleyip soruları yanlış cevaplamana sebep olmaktan öteye geçemez. Keşke beş ay önce korksaydın… O zaman sınav korkusunun aslında ne kadar güzel bir şey olduğunu daha iyi anlardın.  
 
Şimdi en keyif aldığın uğraşla meşgul ol, nede olsa sınava gün kalmış. Güneşe dokun, o da sana dokunsun… Sevdiklerinle sıradan bir günü nasıl geçiriyorsan öyle bir gün geçir. Zira yarın ÖSS var diye dünyanın son günü değil! Nefes alıp verdiğin sürece başaramayacağın hiçbir şey yok. Yeter ki kaygılarını ve korkularını doğru zamanda ve yerde kullanmayı öğren. 
 
Bak sınav bitti… Salondan çıktın, hava açılmış, güneş tüm güzelliğiyle sana ve yaza ‘Merhaba!’ diyor. Hani gökyüzünde farkında bile olmadığın kapanıklılık vardı ya gök kubbeyi terk etmiş. Sen hızla okulun merdivenlerinden iniyorsun. Kapının önünde bir teyze sınav sorularından sonra hayata dâhil ilk soruyu soruyor; “Nasıldı?” Derin bir nefes alıp “İyi” diyorsun. Aslında ‘iyi’ kelimesinin orada yüklendiği anlamı sen bile bilmiyorsun…  
 
Pekâlâ, bu sınava hazırlandıysan ve dürüstçe “Ben hazırım.” diyorsan, gün bugündür. Gün senin günündür. Haydi, kolay gele… 
 
ÖSS’ye girecek tüm öğrencilere başarılar diliyorum. ‘Sınavın nasıl geçti?’ sorusuna ‘iyi’ cevabını verirken ‘Hayatın nasıl geçiyor?’ sorusunun cevabını hazırlamayı unutmayın olur mu? Başarı sizinle olsun…

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Muhabbet Tarih: Eki 2, 2009 | Reply

    Destek olurken köstek olmamak…

    Harika bir yazı, sağolun Zühre Meryem Kaya;Oğlumun da ÖSS ye hazırlandığı bu yılda doğru yaralara parmak basmışsınız.Ama işte sizin de değindiğiniz gibi ÖSS bitti tüm dertler bitti anlamında bakılmaması gerekiyor önce üniversite sonra mezun olmak kaygısı ve daha sonra iş alanı oluşturma vs vs..Yani hayata bakarken özellikle tam 18 20 yaş civarı yaşlarda galiba tek odak noktası oluşturuyoruz çocuklar da sen ”ÖSS Yİ DÜŞÜN”Halbuki evet ÖSS çok önemli bunu hissetmeli ama sınavdan sonra eee kazandım derken boşluğa düşmemeli,Hayatın her alanı kendi çapında zordur şimdi ÖSS sonra başka şey daha sonra başka şeyler imtihan devam ediyor yaşadığın sürece mücadele heyecan ve çaba hiç bitmiyor.Bilmem duygularımı yansıtabildimmi…
    En iyisini yapmaya çalışırken belkide hata yapıyor olabiliriz…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin