RSS Feed for This Post

ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM IV

Sonuç

 ABD bugün dünyanın en tehlikeli ve saldırgan devleti. Bu devletin yol açtığı savaş ve katliamlarda can verenler artık milyonlarla ölçülüyor. Bu bakımdan ABD’yi Nazi Almanyası ile karşılaştırmak abartılı olmayacaktır. Peki Türkiye de dahil dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanan insanların sayesinde ayakta duran ve demokrasiyle işleyen bir ülke neden bu kadar saldırgan? Neden Amerikan halkı devletlerinin bu derecede kan dökmesine “DUR!” demiyor?

 

 Daha önceki bölümlerde (1, 2, 3):

  • 1) Amerikan ulus-devletinin kuruluşu sırasında geçilen aşamaları,
  • 2) Türkiye’deki gibi bir resmî ideolojinin halka dayatılmasını,
  • 3) Bunun için de sinemanın çok etkin bir biçimde kullanıldığını

Ayrıntılı ve örnekli bir biçimde anlattık.

 Aslında demokratik kurumlar, fikir özgürlüğü, ekonomik özgürlükler ve bireysel haklar konusunda oldukça ileri bir ülke ABD. Diğer yandan düzmece bahanelerle başka ülkeleri işgal eden bir Amerikan Ordusu, darbeler, suikastler, işkenceler yapan bir CIA var denklemin içinde.

 Kızılderililerin soykırımından ve Afrika’dan zorla getirilen zenci kölelerden bu yana çok şey değişti ama devlet eliyle, “halkın iyiliği için” uygulanan saldırganlık hep sabit kaldı. ABD’nin dış dünya ile ilişkisinin en belirgin ve en sabit ögesi olan bu saldırganlık dünyalıların birlikte başlatabilecekleri bir meşru müdafa ya da intikam savaşıyla durdurulabilecek gibi görünmüyor.

 Zira ABD’yi insanlığa yaptıklarından ötürü cezalandırmak, ondan intikam almak ya da bundan sonra yapacağı saldırgan davranışlardan caydırmak için ABD’ye eşdeğer bir askerî gücü onun karşısına koymak gerek. Böyle bir durum gerçekleşse bile acaba insanlık kalıcı bir barışa erişebilecek mi? Yoksa sadece Soğuk Savaş dönemindeki gibi kırılgan bir ateşkes ile mi yetineceğiz? Binlerce nükleer başlıklı füze rampalarında fırlatılmaya hazır beklerken bu tımarhaneye “barış içinde bir dünya” tabelasını mı çakacağız?

 İnsan zekâsının en güzel işlevlerinden biri analiz. En basit anlamıyla bir bütünü oluşturan parçaları ve onların etkileşimini anlamaya çalışmak. ABD deyince neyi kasdediyoruz? Bir devlet? Bir coğrafya? Bir ordu? Bir halk?

 Bu ülkeyi “şeytan” ya da “melek” ilan eden aşırı uçlardaki insanların aksine o ülkenin halkı ile devleti arasındaki ilişkiyi anlamak gerekiyor ABD’yi tedavi etmek için. Bu tedavi hem dünyalıları hem de Amerikan halkını bu saldırgan devletinin elinden kurtarmakla mümkün olacak.

 Savaşla varolmuş bir ülke

Daha önceki yazılarda (1, 2, 3) anlattığımız gibi kolonilerin kuruluşu ile başlayan Amerikan “varlığı” savaş ile iç içe geçmiş bir varoluş süreciydi. Önce Kızılderililer ve Fransızlar ardından kolonilere bağımsızlık vermek istemeyen İngilizlerle savaşıldı. Daha sonra Kuzey-Güney savaşı, İspanya ve Meksika ile yapılan savaşlar özgürlüklerine sımsıkı bağlı olan bu insanların devletleriyle olan ilişkilerini şekillendirdi.

 Geoffrey Perret’nin ünlü sözü “savaşla şekillenen bir ülke” lafını belki de “savaşla şekillenen devlet-halk ilişkisi” olarak yeniden yazmak gerekiyor.

 19cu yüzyıla kadar dış düşmanlara karşı savunma amacıyla meşrulaştırılan devlet saldırganlığı bu çağdan itibaren esas olarak fetih amacını güdüyor. Tam da bu dönemden itibaren Federal Hükümet ve “meşru” devlet saldırganlığı karmaşık bir fikrî zemin üzerine oturuyor:

  • Gerekli ama tehlikeli,
  • Tanrısal ama aynı zamanda bir makine kadar soğuk ve gayrı insanî,
  • Demokrasiyi korumak için gerekli ama doğası gereği anti-demokratik.

 Düşünen Amerikalının gözünde devlet demokrasiyi savunduğu kadar onu yok edebilecek bir diktatörlüğün tohumlarını da bünyesinde barındırıyor.

 Peki, nasıl oluyor da:

  • Halkın imkânlarıyla,
  • Halk için,
  • Halk tarafından kurulan,
  • Halkın vergileriyle ayakta duran

 devlet ayrı bir varlık haline geliyor? Kurumsallaşırken bazen de Frankeştaynlaşıyor! Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz canavar bizi kovalıyor.

 Ulus-Devlet konusunu işlerken “Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa?” isimli makalede şöyle demiştik:

Devlet kontrolden çıkar mı?

Bu noktaya kadar her şey basit, devlet aslında “biziz”. Mesela her gün sırayla dereden su getiren kadınız veya gece köyün koyunlarının başında nöbet tutan çobanız. Ama devlet bir büyüdü mü kontrolden de çıkıyor. Köylü devlet dairesinde azar işitiyor. Devlet eğitim amacıyla kendi topraklarında kendi vatandaşlarının yaşadığı yerlere bomba attırabiliyor. Ülkeyi dış düşmanlardan korumak için kurulmuş bir yeniçeri ocağı kazan kaldırıp kendi ülkesini işgal edebiliyor!

Bir bakıyorsunuz dedelerinizin kurduğu devletin topraklarında etnik kökeniniz veya dinî inançlarınız yüzünden ikinci sınıf vatandaş durumuna düşmüşsünüz. Anadiliniz yasaklanmış. Kilisenizi veya havranızı tamir ettiremiyorsunuz. Herkesle aynı vergiyi ödediğiniz halde başınızı örttüğünüz için devletinizin polisi sizi coplarla kovalamaya başlamış.

Okuduğunuz kitapları, gittiğiniz toplantıları, üye olduğunuz dernekleri devletinizin memurları fişlemiş, “idamlık solcu-sağcı, çaycı, simitçi” oluvermişsiniz bir gecede.

Amerika’da Federal Devlet halkı sadece mevcut tehditlerden korumakla yetinmiyor. Tehdit kavramının normlarını dayatıyor halkına. Nelerden korkulması gerekir ve bu tehditlere karşı korunmak için hangi demokratik haklardan vazgeçilmeli?

 Amerikan devleti de bir istisna değil. Bu devletin saldırganlığı içeride demokratik güçler sayesinde büyük ölçüde frenlenebiliyor. Basın, adalet sistemi, sivil toplum kuruluşları devletin işlediği suçları (genellikle) görüyor ve suçluların cezalandırılmasını, kurbanların tazmin edilmesini sağlıyorlar. Ne var ki Amerikan devletinin saldırganlığı dışarıya yöneldiği zaman mazlumlar bu koruyucu şemsiyenin dışında kalıyorlar. Elbette Kızılhaç, Sınır Tanımayan doktorlar vb bir direniş gösteriyor ama hükümet üzerindeki etki aynı değil. Zira vatandaşların hassasiyeti aynı değil.

 Yazının başlangıcından itibaren ayrıntılı biçimde tarif ettiğimiz gibi Amerikalılar kendi devletleri tarafından çok özel, seçilmiş bir bir halk olduklarına inandırılmış vaziyetteler. Amerika’da devlet sadece yol, köprü yapan, çöpleri toplayan bir organizasyon olmakla yetinmiyor. Bu “seçilmiş” halkın koruyucusu olarak konumlandırıyor kendisini.

 İsrail ve Türkiye örnekleri

İsrail, ABD ve Türkiye şaşırtıcı bir biçimde birbirine benzeyen üç ülke. İlk bakışta göze çarpan farklar geçekte önemli olan benzerlikleri gizliyor:

  • İsrail Yahudi, ABD Hıristiyan, Türkiye ise Müslüman,
  • Türkiye’nin 40’ta biri kadar bir yüzölçümüyle İsrail T.C.’nin bir ili olabilirdi,
  • Türkiye’nin 10 mislinden daha büyük olan ABD’nin ekonomisi bizimkinin 20 katı, ABD bir süper güç, Türkiye ise değil.
  • Ve diğer.

 Gelin görün ki her üç ülke halkının maruz kaldığı korku politikası ve beyin yıkama arasında büyük benzerlikler var. Meselâ 1974-93 tarihleri arasında Tel-Aviv’in belediye başkanlığını yapmış olan General Shlomo Lahat‘ın Filistinliler hakkındaki şu sözleri:

“Bütün Filistinlileri öldürmek zorundayız ta ki burada köle olarak yaşamaya razı olsunlar”

ile 1930’ların Türkiye’sinin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un

“Saf Türk olmayanların Türk anavatanında sadece bir tek hakları vardır, hizmetkar olma hakkı, köle olma hakkı.”

demesi gibi.

 Sözde sinema ya da edebiyat eserleri ile oluşturulan millî bilinç(-sizlik) hâli 2000’lerin Türkiye’sine de yabancı değil:

Çılgın Türkler adlı romanı tarih kitabı zanneden ne çok insan var ülkemizde. Ya Metal Fırtına’dan jeopolitik, Kurtlar Vadisi’nden iç güvenlik dersi alanlar?

 Yine çok yakın bir geçmişte “…‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ demeyenler bizim düşmanımızdır!…” diyen bir genel kurmay başkanımız olmuştu.

 Evet… Türkiye, İsrail ve Amerikan halkları “seçilmiş uluslar” olduklarına inandırılmışlar. Bunun getirdiği yersiz kibir ve her yerde iç/dış düşmanla sarılmış olma hali birleşince ortaya korkunç bir saldırganlık çıkıyor.

 Yazı dizisinin ilk üç bölümünde ABD’nin Manifest Destiny (Apaçık bilinen kader) saplantısını açıklamıştık. İsraillilerin de bu yöndeki inançlarını hatırlayın. Yine Türk milliyetçiliği konusunda tartışırken karşımıza çıkan “seçilimiş, ALLAH’ın gözdesi” Türk milleti iddialarını göz önünde bulundurun.

 Örnekler elbette çok. Ama bu nereye kadar gidebilir? Bir insan topluluğu özel, istisna, seçilmiş olduğuna inandırıldığında diğer halklara karşı acımasız hale geliyor ister istemez. Diğer “aşağılık” halkların kendine itaat etmesini, adeta tapmasını bekliyor.

 Afrika ve Güney Amerika’da koloniler kuran “uygarlaştırıcı-misyoner” zihniyetteki Fransız, ingiliz, Portekiz ve ispanyolların buradaki insanlara reva gördüğü soykırımlar başka nasıl açıklanabilir?

 Nazi Almanyası’nın “üstün Alman ırkından” olmayanlara yaptıklarını hatırlatmaya gerek var mı? Ülkü Ocakları’nın sitesindeki İslâm sayfası‘na göz atarak da bu “seçilmiş halk” saplantısının Amerikalılara özgü değil evrensel bir sorun olduğunu hatırlamak mümkün:

Türk, ulu Tanrı’nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans’ın Türk’ e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi
Bu sesle birleşir bütün yürekler
Ya ALLAH Bismillah ALLAHU ekber

 ABD’yi tedavi etmek mümkün mü?

Bu dört bölümlük yazı dizisinde Amerikan saldırganlığının kökenleri üzerine düşündük. Bunun yanında Türkiye’nin ABD kadar tehlikeli bir devlet olmamasının TEK sebebinin vicdan fazlalığı değil kuvvet eksikliği olduğunu gördük.

 Türkiye’nin şahinleri ne Amerikalı meslektaşları gibi güçlü ve zengin ne de İsrailli meslektaşları gibi etkili ve kurnaz. Aksi takdirde 1915’te Ermenilere yapılanlar ya da Dersim Faciası gibi çok daha fazla utanç verici olay olurdu tarihimizde.

 Evet, ABD tedavi edilebilir. ABD’nin gücü yıkıcı amaçla değil barışı destekleyici bir şekilde kullanılabilir. Bunun da tek bir yolu var: Şahinlerin gözleriyle görmekten, hayatï şahinlerin kelimeleriyle tarif etmekten kurtarmalıyız zihinlerimizi.

 Dünyaya kalıcı bir barış gelmesini samimî olarak istiyorsak bu önce zihinlerimizi buna alıştırmamız gerekiyor.

  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM I » : Amerikan milliyetçiliğinin doğuşu, korku ve tehdit algısı, politik zemin; Hollywood, Pentagon ve Washington işbirliği
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM II » : Hıristiyanlığın sömürülmesi, resmî ideolojiye alet edilmesi
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM III » : Örnekler, Amerikan sinemasının milliyetçi-militarist propagandaya eklemlenmesi
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM IV » : Sentez, İsrail ile Türkiye örnekleri ve sonuç
  •  Tavsiye okuma:

     Derin Sular sitesinde beyin yıkama, propaganda, merkezî eğitim, ırkçılık ve militarizm konularını içeren çok zengin bir dosya:http://www.derinsular.com/pdf/endoktrinasyon.pdf

     Ulus devlet – Bölüm I: Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa? »

    Ulus-devlet Bölüm II: Ulus-devlet ne kadar ulusal? »

    Humeyni Lenin’i döver mi? Ulus devlet bölüm III »

    Ax! Welate min – Ah! vatanım »

    Türk Milliyetçiliğinin intiharı: CHP ile MHP birleşsin! »

    Trackback URL

    1. 8 Yorum

    2. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

      Ve Müthiş Final…

      Gerçekler, çekinmeden, sakınmadan ve korkmadan insanın yüzüne vurur gibi, bu kadar açıktan da söylenmez ki canım 🙂

      Sanırım bizim hastalığımızda, bilinç altımızdaki İttihat ve terakki zihniyetini öldürdüğümüzde ve bu zihniyeti yaşatan, her türlü propaganda alet ve gereçlerinden kurtulduğumuzda, dahası içimizdeki ve dışımızdaki ergenekonu temizlediğimizde bitecek. Ancak bu şekilde tedavi olabileceğiz

      Yüreğinize sağlık…

      sevgilerimle…

    3. Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

      ABD’ye eşdeğer bir askerî gücü onun karşısına koymak gerek.

      Bu çok yakında Çin’in karşısına eşdeğer bir askeri güç koymak gerek diye dönüşeceğini düşünüyorum. Yakında Çin ABD’ye rahmet okutacak gibi. Ama haklısınız ABD-İsrail-Türkiye’nin politikası aynı korkut şikayet edemiyecek hale getir sonra yönet. İsrail bu konuda en vahimi büyük çoğunluğu hastalıklı. Türkiye ondan sonra ikinci sırayı ABD üçüncü sırayı alır(ABD menfaati gereği yapıyor biz niye yapıyoruz hâlâ anlamış değilim)
      Türkiye’nin bu hastalıktan kurtulmasının yolu ittihatçılarla yüzleşmekten geçiyor. Yoksa Balkan savaşındaki gibi, 1. Dünya savaşındaki gibi başımıza iş açacaklar. Kalabalık bir orduya sahip olsakta güçlü(nitelikli) bir orduya sahip değiliz ayrıca gücü yönetecek yumuşak bir güce(zihniyete) sahip değiliz. Eğer osmanlı geleneğine gücüne(yumuşak, adaletli güç kullanımı)ulaşırsak o zaman ABD’ye ve belki de Çine karşı bir denge güç oluşturabiliriz. Yoksa bu kamplumbağa yürüyüşü ile işimi zor. Felaket hızla yaklaşıyor biz kamplumbağa hızı ile hazırlık yapıyoruz sonumuz hayrola.

    4. Yazan:A.haydar Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

      Evet, ABD tedavi edilebilir. ABD’nin gücü yıkıcı amaçla değil barışı destekleyici bir şekilde kullanılabilir. Bunun da tek bir yolu var: Şahinlerin gözleriyle görmekten, hayatï şahinlerin kelimeleriyle tarif etmekten kurtarmalıyız zihinlerimizi.

      Dünyaya kalıcı bir barış gelmesini samimî olarak istiyorsak bu önce zihinlerimizi buna alıştırmamız gerekiyor.

      Öncelikle ABD yi tedavi etmek gibi büyük bir misyonu yüklendiği için M.Yılmaz’ı kutlamak gerekir…
      Sayın Yılmaz’a göre zihinlerimizi neye alıştırmalıymışız;Hayatı şahinlerin gözüyle görmeyi bırakmaya…Bravo size sayın Yılmaz.Tebrikler…
      Düşünüyorum da Amerikayı yönetenlerden biri olsaydım böylesi bir makaleye 10 üzerinden 10 verebilirdim…Çözüme bakarmısınız..! Siz bu yazılarla bu ümmeti yapması gereken şeyden ne kadar uzaklaştırmaya çalışırsanız çalışın,bu uğraşılarınız hiç bir işe yaramayacaktır..
      Neden ABD nin ılımlı islam projesine ve bu yönde bilinçli-bilinçsiz çalışan kitlelere tam destek verdiğini anlamak hiç de zor değil aslında..Neden; Fetullah Gülenin zulme karşı direnen mücahidlere yöneltiği şiddetli kınama sözlerini, ABD’nin yaptıkları karşısında söylemediğini yada söyleyemediğini anlamak ta çok güç olmasa gerek..Ya da ABD askerleri için duacı olan R.Erdoğan’ın ABD tarafından tam desteğe sahip olmasının nedenlerini de bu zaviyeden değerlendirebiliriz..”Hayatı şahinlerin gözüyle görmekten vazgeçmek” Bu büyüklerimizin(!) yaptıkları bu olsa gerek..!

    5. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

      Sayın A.Haydar,

      Öncelikle ABD yi tedavi etmek gibi büyük bir misyonu yüklendiği için M.Yılmaz’ı kutlamak gerekir…
      Sayın Yılmaz’a göre zihinlerimizi neye alıştırmalıymışız;Hayatı şahinlerin gözüyle görmeyi bırakmaya…Bravo size sayın Yılmaz.Tebrikler…
      Düşünüyorum da Amerikayı yönetenlerden biri olsaydım böylesi bir makaleye 10 üzerinden 10 verebilirdim…Çözüme bakarmısınız..! Siz bu yazılarla bu ümmeti yapması gereken şeyden ne kadar uzaklaştırmaya çalışırsanız çalışın,bu uğraşılarınız hiç bir işe yaramayacaktır..
      Neden ABD nin ılımlı islam projesine ve bu yönde bilinçli-bilinçsiz çalışan kitlelere tam destek verdiğini anlamak hiç de zor değil aslında..Neden; Fetullah Gülenin zulme karşı direnen mücahidlere yöneltiği şiddetli kınama sözlerini, ABD’nin yaptıkları karşısında söylemediğini yada söyleyemediğini anlamak ta çok güç olmasa gerek..Ya da ABD askerleri için duacı olan R.Erdoğan’ın ABD tarafından tam desteğe sahip olmasının nedenlerini de bu zaviyeden değerlendirebiliriz..”Hayatı şahinlerin gözüyle görmekten vazgeçmek” Bu büyüklerimizin(!) yaptıkları bu olsa gerek..!

      buyurmuşsunuz…

      Lakayt üslubunuza hiç girmeden…

      Mehmet Yılmaz bey,Fetullah Gülen hoca gibi isimlerin bu ‘şiddete’ karşı yöntemleri aynı dili kullanıp ‘şahin bakışlıların şiddete meyyalini’ yine ‘şiddete meyyali’ olan taraflar ile değil,şiddet yanlısı olmayan bir DİL ile çözmeye çalışması,zalimlerin DİLİ ile değil,ÜMMET’in DİLİ ile çözmeye çalışması oldukça değerli bir üslup.

      Ümmetten biri olarak benim ile Abd ırkçılarının,şiddet severlerinin hem üslup hem tepki hem de DİL olarak zaten farklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.

      Ve sizin gibi ümmetten kardeşlerimizin ‘ILIMLI İslam’ eleştirilerini haklı çıkaran cümlelerinizi görünce üzülüyorum.Zira ‘sert olmayan bir dini(İslam) eğer sert gösterirseniz,o din sert üslubundan kurtulunca ‘ILIMLI’ etiketini alır.

      Mehmet bey,emeğinize sağlık güzel saptamalarınız olmuş,final de yazı dizisine yakışır şekilde bitmiş.Ümmetin dili ile;Allah razı olsun 🙂

    6. Yazan:A.haydar Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

      Sayın Bayraktar; Üslubumdan neden rahatsız olduğunuzu anlayamadım.Kimseye hakaret etmedim,objektif bir şekilde iki satır değerlendirmede bulundum.Her neyse..
      Uzun süredir bu siteyi ziyaret etmiyordum.Açtım,karşıma çıkan ilk yazıyı okudum.Hiç şaşırmadım tabii..Sitenin vizyonu biliyorum.Güncel problemlere yaklaşımlarını ve çözüm önerilerinin gayri İslami olduğunu da.

      Şunu bilmenizi isterim ki; İslam yer yüzünde Nebevi metod ile nasıl hakim olmuşsa,yine aynı yolla yeniden hakim olacaktır..Nebevi metodun dışında hiçbir yöntem kıyamete kadar uğraşsakta işe yaramayacaktır..Şiddete karşı olmak ile şiddete karşı verilmesi gereken tepkiyi birbirine karıştırmamalıyız.Elbetteki bizim akidemizde bir karıncayı bile incitmek yoktur..Peki bu kafirlerin yaptığı zulüm ve işkencelere karşı verilecek cevabın da bu yumuşaklıkta olacağını mı gösterir..Müminlerin vasfı kafirlere karşı sert,müminlere karşı ise müşfik ve yumuşak olmalarıdır..Ne yazıktır ki bu adını andığımız liderler kafirlere karşı gösterdikleri son derece hoşgörülü ve yumuşak üslüplarını müslümanlardan esirgemekteler..Bunda gerçekten irdelenmesi gereken birşeyler olduğunu düşünmüyormusunuz..?

      Saygılar.

    7. Yazan:Murat Aygen Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

      Amerika Birleşik Devletleri’nin “hastalıkları”nı tedâvî etmeğe kalkanlar önce kendilerinin hangi hastalıklarla mâlül olduklarının farkına varmalıdırlar. Hadi birini söyleyeyim: ulusal aşağılık komplekslerini Boğaz köprüleri ve tüpgeçiti gibi milyar dolarlık debdebe-şâşâ yatırımları ile tatmîn etme hastalığı. Cevap versinler: Anadolu’da akmakta olan kanı kaleme Henry Kissinger ustalığı ile alınmış bir Obama Mektubu’ndan başka NE durdurabilir? Bakın, birkaç gün sonra Johnson Mektubu’nun 45.inci sene-i devriyesini hayırlısı ile idrak edeceğiz. Ben “havaya” şunu dinleyerek “giriyorum”:

      Bu Mektup daha doğrusu Muhtıra’nın Türkçe’ye en doğru çevirisini yapan Fecri Ebcioğlu rahmetliği de hasret ve minnetle anıyorum. Şöyle çevirmişti: “Çoktandır anladım senin gözün dışarda; eskisi gibi bağlı değilsin bana; gelmem bu oyuna, bırakmam yanına; NE iŞLER AÇARIM BAŞINA”!

    8. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

      A. Haydar bey,

      zanda bulnuyorsam hakkınızı helal edin ama sizin gibi yazan arkadaşların kesinlikle provakatör olduğunu düşünüyorum.Ya sabır,nasıl öfkeliyim…Beyefendi bu nasıl bir üsluptur,ne münasebet,siz ‘din’adına kendinizi nasıl otorite kabul edersiniz ve

      Güncel problemlere yaklaşımlarını ve çözüm önerilerinin gayri İslami olduğunu da.

      (A.Haydar)

      böyle cümleler kurabilirsiniz?Nasıl göz göre göre zanda bulnuyorsunuz?Sizin gibi müslümanlar oldukça İslam’ın başka düşmana ihtiyacı yok.

      Şunu bilmenizi isterim ki; İslam yer yüzünde Nebevi metod ile nasıl hakim olmuşsa,yine aynı yolla yeniden hakim olacaktır..Nebevi metodun dışında hiçbir yöntem kıyamete kadar uğraşsakta işe yaramayacaktır

      Nebevi metodun ne olduğundan haberi olmayan biri tutup nebevi metodu önerecek,akıl alacak şey değil.Akşam akşam ya sabır…Allah sizi ıslah etsin.Biraz Peygamberler Tarihi okuyun.

    9. Yazan:A.haydar Tarih: Haz 3, 2009 | Reply

      Sayın Cemile Bayraktar;

      Bir provakatör,münasebetsiz ve en ağır olanı İslam düşmanlığı ile beni itham etmektesiniz.Nedeni bu sitenin vizyonunu eleştirmiş olmam mı.? Yoksa Müslümanları peşlerinden sürükleyen bir takım liderlerin ve oluşumların içerisinde bulundukları durumun ne olduğunu düşünmeye sizleri davet etmem mi..Yoksa her nekadar Rasul(AS) ın siyerinden habersiz olsam da Nebevi Metotdan bahsetme küstahlığında bulunmam mı..? Bütün bunlar birine İslam düşmanı,provakatör diyebilmeniz için yeterlimidir..Zan dan bahsediyorsunuz..Evet zannın çoğu haramdır..Tüm bu öfkenizi bir hanım olmanız hasbiyle daha duygusal tepkiler verebilirliğinize bağlıyorum.Sizi akşam akşam öfkelendirmek istemezdim sayın Bayraktar,ancak şunu bilmelisiniz ki zannettiğiniz gibi şiddet havarisi değilim.Rasullullah 13 yıl bir damla kan akıtmamıştır.Ta ki İlk İslam devletini Medinede kurma imkanını elde edene kadar..Bu 13 sene boyunca ne yapmıştır pekala…Müşriklerle uzlaşmışmıdır,Mekke site devletinde yönetime talip olmuşmudur..?Tam aksine müşriklerin yönetim hususunda yapmış oldukları teklifleri şiddetle reddetmiş;”Ya Allah’ın dini hakim olur ya da bu uğurda helak olur giderim” diyerek onların çok çok cazip tekliflerine böyle cevap vermiştir..Hac mevsiminde mekke dışından gelen kabilelerin konakladıkları çadırları tek tek dolaştığı o günlerde,yüzüne kapanan kapıların sıklaştığı,en sıkıntılı o günlerde bir kabile şefinin Rasulullahtan sonra yönetimin kendisine verilmesi karşılığında savaşçı askerleriyle otoriteyi almasında Rasul(AS)’a yardım edeceğini bildirdiğinde nasıl bir cevap vermiştir Muhammed(A.S)…Bu teklifleri Müminlerin maslahatı icabı kabul edemezmiydi..! Şimdiki kalbi bırakın müslümanı insan aşkıyla dolu bazı Önderlerinizden daha mı az seviyordu Muhammed(AS) bu ümmeti ki bu teklifleri reddetti..Ne vardı kabul etseydi,. Müslümanlar işkencelerden kurtulsalar,özgür bir biçimde müşriklerin koyduğu kırmızı çizgileri aşmaksızın dinlerini yaşasalardı..Haşa..Rasul(AS)evet Mekkede kan dökmedi..Bizde dökmeyeceğiz..Ama aynı zamanda müşriklerin putlarını da eğilip bükülmeden,dini eğip bükmeden dik durarak reddetmesinide bileceğiz.Müşriklerle el ele kol kola,Onların hoşnut olmadığı bir kelimeyi bile sarf ederken kılı kırk yaran sözde liderlerinde Muhammed (AS)’ın çizgisinde olmadığını sezeceğiz..Sezmeliyiz..

      Islah olmam için yaptığınız duaya binlerce kere Amin.Amin
      Muhakkak Allah herşeyi en iyi bilendir..Ya Rab;Yanıldık hata ettik ise bizleri affeyle..

    1. 2 Trackback(s)

    2. Haz 1, 2009: ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? - BÖLÜM III : Derin Düşünce
    3. Eki 1, 2012: ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? - BÖLÜM II : Derin Düşünce

    ÖNEMLİ

    --------------------------------------------------------------------

    Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

    Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

    Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

    Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

    Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

    Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

    Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

    --------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin