RSS Feed for This Post

ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM III

Dizinin birinci bölümünde Amerikan milliyetçiliğine işaret ettik. Hollywood, Pentagon ve Washington üçgenine, amaçlarına ve çalışma yöntemlerine değindik. İkinci bölümde bu milliyetçiliği ve Amerikan saldırganlığını mümkün kılan dinî ve ideolojik arka plandan bahsettik. Buraya kadar oldukça “derin” sayılabilecek bir teori verdik. Ancak bu teorinin günlük hayata ve sinema salonlarına nasıl eklemlendiğini görmek için çok sayıda örnek vermek gerekiyor.

 

Bu sebeple bu üçüncü bölümü örneklere ayırdık. Sinema-siyaset-ordu işbirliğinin yakın tarihin değişik dönemlerinde nasıl sahneye konduğunu bilinen filmlerden örneklerle anlatacağız. Vietnam’dan Komünizm ile mücadeleden ve soğuk savaşın bitişinden bahsedeceğiz. Amerikan saldırganlığının izini ABD’nin yakın tarihinde ve Hollywood yapımı millî güvenlik filmlerinde arayacağız.

 

Ordunun kimliği ve imajı

Ordu/devlet eliyle tatbik edilen Amerikan saldırganlığını halkın gözünde “erdemli” bir şekle sokabilmek için ideal insanlar gösterir bize Hollywood. Kaslı vücutları, üstün zekâları, çeviklikleri ile tek başlarına koskoca ordulara karşı koyabilen kahramanlar olur genellikle bunlar. En zor koşullarda bile iyiyi kötüden ayırd edebilen, soğukkanlı liderlerdir kimi zaman da:

 

Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Chuck Norris, Steven Seagal, Bruce Willis, Sigourney Weaver, Mel Gibson, Denzel Washington, Morgan Freeman, Ben Affleck,…

 

Bu filmleri gören bir Avrupalı ya da Ortadoğulu söz konusu ürünleri ABD’nin dışarıya dönük propagandası olarak algılayabilir. Ancak güvenlik sinemasının birinci hedefi hemen her zaman “iç piyasa” olmuştur. Yani ortalama Amerikalının devletiyle ordusuyla bölünmez bir bütün olduğu saplantısını pekiştirmek için yapılmıştır bu filmler.

 

Geçen bölümlerden hatırlayacağınız gibi ABD’nin savaşma sebebi kuruluş yıllarında fetih yapmaya yönelikti. Kızılderililerden, İspanyol ve Fransız kolonilerinden toprak alarak Kuzey Amerika kıtasına yayılma amaçlıydı. 1900’lere gelindiğinde fetih motivasyonu yerini demokrasiyi yayma misyonuna bıraktı. İkinci Dünya savaşının bitişiyle birlikte dünyayı adam etmek yerine bir KORKU-TEHDİT söylemi kondu: Komünizm, teröristler, doğal felaketler…

 

Bu tehdit algısı da doğal olarak birçok defa şekil değiştirdi günlük politikanın ihtiyaçlarına bağlı olarak. Bu çerçevede Amerikan milliyetçiliği ve militarizmine gaz vermek için kullanılan Millî Güvenlik sinemasını bir kaç döneme ayırmak yerinde olur:

1)       İkinci Dünya savaşı’nın bitişi ve NATO, NATO’nun kuruluşundan itibaren 10 yıllık dönem. Bu dönemde düşman/tehdit algısı görseldir. Üniformaları ve bayrakları gibi ırkları da farklı olan Japonları ötekileştirmek nispeten kolaydır. Benze şekilde “aşırı” sarışın ve dilleri de farklı olan Almanlar millîyetçi-militarist sinemanın diğer hedefi olur.

a.       Mesaj: Kahramanca savaştık, haklıydık, kazandık. Gerekli ve adil bir savaş oldu. Boşuna ölmedik. Şimdi demokratik ve özgür devletler ABD (NATO) etrafında kenetlenmeli.

b.       Cici = ABD, Öcü = Almanlar ve Japonlar.

c.       Filmler: Robert Shaw, Robert Ryan ve Henry Fonda’nın rol aldığı ve Ardennes bölgesinde Fransa’yı savunan Amerikan askerlerinin öyküsünün anlatıldığı Battle of the Bulge (1965) hatırlanabilir. Yine aynı sınıfta Tora! Tora! Tora! (1970), Midway (1976), Patton (1970) gibi orduyu ve savaşı yücelten filmler dikkate değer.

2)       Soğuk savaş

a.       Mesaj: Komünizm yaşam biçimimiz (= “our way of life” ) için en büyük tehdittir. Şeytan Komünistler gençlerin beyinlerini yıkıyorlar.

b.       Cici= ABD, Öcü = Rusya, Çin, Komünizmi benimsemiş Güney Amerika ülkeleri…

c.       Filmler: Sovyetleri doğrudan saldırgan gösteren filmler kadar bazı mesajları « çaktırmadan » veren bilim-kurgu(!) filmleri yapıldı. Meselâ Village of Damned (Lanetli Köy, 1960) adlı film çalışan, üreten ve kiliseye giden sempatik insanların köyünde başlar. Köyün üzerinden geçen bir uçan daire yüzünden bütün genç kadınlar hamile kalırlar. Saçları tuhaf bir sarı renkte doğan çocuklar Mutlak Kötü (=komünizm) tarafından “döllenen” gençleri temsil ederler aslında. Düşünceleri ortaktır, adeta tek bir ruhu vardır hepsinin. Komünizmin kolektif doğası gereği bireyin silinmesini temsil eder bu simge. Çocuklar gözleriyle büyüklere istediklerini yaptırırlar ve yavaş yavaş köyü kontrol altına alırlar. Kötü adamların Ermeni veya Rum aksanıyla konuştuğu Kurtlar Vadisi gibi filmleri dikkate aldığınızda bu tür filmlerin “zihin hazırlayıcı” etkisi daha da iyi anlaşılabiliyor.

 

Yine bu kategorideki filmlerden The Day the Earth Stood Still (1951) ve The Thing from Another World (1951) hatırlanabilir. Yazımızın kinci bölümünde detaylı biçimde anlattığımız 3 Amerikan kutsalını göz önünde bulundurarak bakmak gerekir bu filmlere: Tepenin üzerinde ışık gibi parlayan bir şehir (=ABD), bu ülkeyi ve genellikle bütün insanlığı yok etmek üzere gelmiş bir dış mihrak, dış kaynaklı bir kötülük (komünizm). Bu kötünün yok etme tehdidi hiç şüpheye yer bırakmaksızın Frontier (sınır) kutsalına referanstır. ABD yıkılmak üzeredir. Şiddet, savaş, kan dökmek meşrudur ve gereklidir. Filmin sonunda ABD kazanır ve Apaçık bilinen kaderine (Manifest Destiny) doğru yol alır.

3)       Vietnam Savaşı ve sonrası

a.       Mesaj: Vietnam savaşı gerekliydi ve kim ne derse desin aslında bu savaşı biz kazandık. Esas acılara katlananlar Amerikan askerleri oldu. Onlar askerdi ama önce insandı.

b.       Cici: Amerikan ordusu, Öcü: Savaş karşıtları ve komünist Vietnamlılar.

c.       Arka plan ve Filmler:

 

Gerçekte 1959’da başlayan ve ABD’nin 1965’ten itibaren dahil olduğu bu savaşta ABD ordusu kendisinden beklenen hedeflere ulaşamadı, 50 binden fazla kayıp verdi. “Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna” inandırılmış olan Amerikalıların askerleri yüzbinlerce sivili katletti, köyleri tarlaları yakarak daha da fazlasını açlığa mahkum etti. Bugün dahi Vietnam’ın okullarında çocuklar okuma-yazmadan önce patlaMAmış mayın ve bombalardan uzak durmayı öğreniyorlar.

 

Hem Vietnam Savaşı hem de izleyen yıllar Amerika’da halkın devlete olan güveninin sarsıldığı bir dönem. İnsanlar kuruluşu İncil’de müjdelenmiş bir devletin değil şeytanın ta kendisi gibi davranan bir devletin vatandaşları olduklarının farkına varıyorlar. Halk ciddi bir biçimde devletinin saldırganlığını sorguluyor.

 

Vietnam Savaşıyla ilgili filmlerin en ilginçlerinden biri Yeşil Bereliler (The Green Berets 1968). Çünkü bu filmin çekilmesi için oyuncu John Wayne 1965 yılında başkan Lyndon B. Johnson’a bir mektup yazmış ve “ABD’nin haklılığını halka anlatmanın öneminden” bahsetmiş. Filmin tanıtımı için kullanılan alt başlıklar şöyle:

·         Dünya üzerindeki en sert savaşan güç olmak zorundaydılar. Onlara komutan olacak kişi onlardan biraz daha sert olmak zorundaydı.

·         Demek artık zafere inanmıyorsunuz? Öyleyse özel timin özel bir cehennemde yaptıklarına bir bakın!

 

Fakat gerçek hayatta ABD diplomasisi ve ordusuna üst üste puan kaybettiren gelişmeler de devam ediyor bir yandan:

 

·         1969 yılında çabucak bitmesi beklenen Vietnam savaşı Kamboçya’ya sıçrıyor,

·         1973’te faşist diktatör Pinochet’nin Allende’yi devirmesinde CIA’nin yardımı olduğu ortaya çıkıyor,

·         1979’da ABD ne ordusu ne de diplomasisiyle Rusların Afganistan’ı işgal etmesine engel olamıyor,

·         Nikaragua’da uyuşturucu ticaretine destek olan Amerikalı subaylar yeni skandallara sebep oluyorlar.

 

Şahin Ronald Reagan’ın başkan oluşu işte bu döneme denk geliyor. Reagan CIA’nin kirli (?kanlı) çamaşırlarını örtmek için Komünizm tehlikesine sarılıyor. TV’de açık açık “ne yani? Güney Amerika bir Sovyet üssü haline gelirken kıpırdamadan oturabilir miydik?” diye çıkışıyor gazetecilere. Rastlantıya(!) bakın ki tam da bu dönemde Invasion U.S.A. (1985),  Red Dawn (1984) gibi filmler çıkıyor piyasaya. Hiç beklenmedik bir anda ABD’yi istila eden Kızıl Ordu, gerilla savaşı veren kahraman Amerikan gençleri, yok edilmek üzereyken elleri üzerine doğrulan seçilmiş halk efsanesi, yine Frontier, yine Manifest Destiny…

 

Bu dönem millî güvenlik filmlerinde Vietnam’da katliam yapan Amerikan askerlerinin sivilleştirildiği, insanlaştırıldığı birçok film yapıldı. Uncommon Valor (1983) veya Missing in Action (1984)  gibi ürünler arasında en ünlülerinden biri  First Blood (1982) oldu elbette. « Zavallı » bir komandonun savaşta çektiği acıları ve ülkesinin ona sırt çevirmesini « anladık » ve üzüldük iyi insan Rambo için. Rambo sayesinde Vietnam’da Amerikalıların öldürdüğü yüzbinlerce sivili unuttuk, bütün savaşın bir avuç “iyi insan” Amerikalının omuzlarına yüklendiğine inandık.

 

Tabi Vietnam’dan ve Afganistan’dan bahsedip bu savaşları sanal olarak “yeniden başlatma – kazanma” imkânı veren filmleri unutmak olmaz. Bu tür ürünlerin genel şemasında Vietnam’da unutulmuş bir grup askeri kurtarmak için çok özel bir komando ekibi gönderilir ve yenik ABD’nin intikamı alınır. Yine First Blood’un oyuncusu Sylvester Stallone’nun oynadığı Rambo: First Blood Part II (1985) bu türe iyi bir örnek. Ayni tarzda mesela Afganistan’da Rusları tek başına yenen kahraman asker Rambo III (1988) tarihi (halkın kafasına) yeniden yazmanın en ucuz yolu oldu. Türkiye’de de « çuvalın intikamını » Kürtlerden ve Amerikalılardan alan(!) Kurtlar Vadisi bölümleri dikkat çekicidir.

 

4)       Soğuk savaşın bitişi, yeni dış tehdit ihtiyacı

a.       Mesaj: Artık tehditler Japonlar ya da Komünistler gibi görülebilir ve öngörülebilir olmaktan çıktı. Tehdit her yerde ve görünmez oldu. Önleyici savaş yapmak kaçınılmaz. Bunu ise ancak Putsal Devletimiz (ordusuyla) yapabilir! İslâm ve/veya genel olarak terörizm yaşam biçimimiz için en büyük tehdittir. Yeni bir haçlı seferi başlatmalıyız. Araplar ve diğer Müslümanlar bizim kötülüğümüzü istiyor. Hâlbuki biz onlara sadece iyilik yaptık bugüne kadar. (“We are so good” [G.W. Bush]).

b.       Cici = ABD, Öcü = Müslüman teröristler (+ Kuzey Kore, Rusya yanlısı eski Komünist devletler…)

c.       Filmler: Bu kategoride ilk akla gelen filmler arasında John Travolta’nın teröristlere karşı teröristçe savaştığı Swordfish (2001) ,George Clooney’in oynadığı The Peacemaker (1997), teröristlerce çalınan bir atom bombasının ABD’nin Baltimore şehrinde patladığı The Sum of All Fears (2002) sayılabilir.

 

Daha genel bir “okuyuş” ile devletin KUTSALLIĞI ve VAZGEÇİLMEZLİĞİ üzerinde ısrar eden, eskiden beri gelen Amerikan millî kutsallarını kullanan bir çok film bulabilirsiniz. Meselâ bazen dünyanın bazen de ABD’nin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldiği Deep Impact (1998), Independence Day (1996), Armageddon (1998/I) gibi filmler bu sınıfa girer. Sınır (Frontier) kavramının ana tema oluşu ve ABD başkanına peygamberimsi bir rol verişine dikkat edilmeli:

  • Dünya yok olmak üzere iken başkan tarafından evlendirilen gençler,
  • Bütün umutlar silinmişken dokunaklı bir konuşma ile halka güven veren başkanın manevî, askerî ve politik lider oluşu,
  • Kilisede etkisiz hale getirilen bombalar,
  • Dünyanın bütün ordularının uzaylılara karşı ABD ordusu arkasında birleşmesi.

 

Bu örneklerden de bir kez daha görülebileceği gibi Amerikan Millî güvenlik sineması bu ülkede milliyetçiliği ve militarizmi ayakta tutmak için kullanılan en güçlü propaganda aracı.

 

Amerika’da yaşayan sıradan insanların zihinlerinde gazete veya kitaplardan çok daha güçlü bir iz bırakır sinema. Neden?

 

  • Sinema tekniği sayesinde patlamaların, yaralanma ve ölümlerin “güzelleştirilmesi” (anlaşılır, kabul edilebilir hale getirilmesi)
  • Bir kaç hafta içinde milyonlarca insanın aynı salonlara toplanarak aynı görüntüleri izlemesi,
  • Filmi seyrederken izleyicilerin aynı anda korkup aynı anda gülmesi, duygulanması,
  • Filmin arkasından piyasaya sürülen bilgisayar oyunu, DVD, t-shirt vb ürünler ile zihinlerde yaşatılması…

 

gibi etkenlerle sinema insanların hafızasında bir eğlence aracı olmanın çok ötesine geçebiliyor. Vietnam savaşı örneğinde olduğu gibi Amerikalıların “içtimaî hafızası” gerçek tarih ile tamamen zıt bilgilerle(!) doldurulabilmekte.

 

Dizinin birinci bölümünde ve İkinci bölümde ayrıntılarıyla anlattığımız gibi Hollywood, Pentagon ve Washington amaçlarında ve çalışma yöntemlerinde ortaklık arzeden büyük bir propagandanın 3 ayağıdır. Yine ilk bölümlerde açıkladığımız gibi 50 yıldır sıkı bir eşgüdüm ile hareket eden bu ayaklar arasında insan kaynakları bakımından bile bir “paylaşım” söz konusu. Eski siyasetçilerin sinema şirketi patronu, eski aktörlerin siyasetçi, emekli askerlerin Hollywood’da senaryo yazarı olduğu bir dünyadan bahsediyoruz özetle.

 

İşte Amerikalının devletiyle ve ordusuyla bölünmez bir bütün olduğu saplantısının oluştuğu mutfak böyle bir mutfak…

 

  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM I » : Amerikan milliyetçiliğinin doğuşu, korku ve tehdit algısı, politik zemin; Hollywood, Pentagon ve Washington işbirliği
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM II » : Hıristiyanlığın sömürülmesi, resmî ideolojiye alet edilmesi
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM III » : Örnekler, Amerikan sinemasının milliyetçi-militarist propagandaya eklemlenmesi
  • ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? – BÖLÜM IV » : Sentez, İsrail ile Türkiye örnekleri ve sonuç
  • Trackback URL

    1. 4 Yorum

    2. Yazan:eg Tarih: May 26, 2009 | Reply

      valla bayağı detaylı ve titiz bir araştırmanın sonucu güzel bir yazı olmuş. eline sağlık mehmet.

    3. Yazan:MY Tarih: May 26, 2009 | Reply

      Enver Hocam,

      Senin sayende (yüzünden?) artik sinema ile ilgili bir sey yazarken kirk kere çeviriyoruz kafamizin içinde 😀

    4. Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 26, 2009 | Reply

      MY,

      Abd sinema sektörüne yoğun eleştiriler getirip masaya yatırdığımız tartışma sohbetleri için destekli,örnekli ve ıspatı mümkün sağlam bir yazı olmuş,emeğinize sağlık.En önemlisi görebilmeyi sağlamışsınız.Farkında olmadan Abd yapımı filmlere kendini kaptırarak gidenler için Abd kültürünün,siyasetinin ‘cici’ silahı sinemanın aslında masum olmadığına kanıt olmuş.Ama ben farkındaydım 🙂

      Abd film sektörünün,terörü meşrulaştıran Abd siyasetinin hem işleri kolaylaştırması,hem içerde hem dışarda yürütülen siyasete zemin hazırlaması ve siyaseti destekleyici olması adına iyi örnekler var.

      Abd’nin sinema yolu ile kendi ‘ışık kuzeyden gelecek’ felsefesini yaygınlaştırmasının yanı sıra dünya batı sistemine de omuz atıp destek veren bir yanı var.Fransa ve İngiltere’nin leş yiyici sömürgeciliğine kurtarıcı batılı ülkeler imajı vermeye çalışarak.

      Dünya seyircisinin yanı sıra Abd seyircisi için ‘derin devlet’ politikasının birer kolu Cia Ve Fbı içerisinden ‘fırlayan’ duyarlı malulen emekli edilmiş ajanların bu sistemlerin içinde var olan kirliliğe karşı ‘temiz,cesur,adaletli’ bireyler olarak işlenmesi derin devlet mantığının kirli tarafları içinde temiz derin devletçilerinin de olduğuna bir kanıt.Biz de de kısmi örnekleri var,Polat Alemdar gibi…

      Konuyu ve kurtarıcılığı öyle iyi işliyorlar ki insanın başına bir şey gelmeye görsün hemen 911 arama ihtiyacı duyuyor 🙂

      Son olarak Elmalılı Hamdi’nin ‘Sinema son yüzyılın en etkili silahı’ olacak sözleri anlamını buluyor.

    5. Yazan:MY Tarih: May 26, 2009 | Reply

      Selamlar Cemile Hanim,

      umalim ki bu yazi dizisi “iyi milliet – kötü millet” yanilgimiza son vermek için bir vesile olsun. Korku ile manipüle edilen bütün insanlar vicdanlarini susturuyorlar ve algiladiklari tehdit dogrultusunda can güvenliklerini korumak için her türlï vahsiligi yapiyorlar.

      Sayet Türkiye Cumhuriyeti’nin çatisi altinda yapilan haksizliklar ABD ile ayni seviyeye erismediyse bu bizi daha iyi ve vicdanli bir halk olmamizdan kaynaklanmiyor kanaatimce. Elimize firsat geçmedi (henüz) diye düsünüyorum.

      1915 olaylari, inönü zamanida varlik vergisini takip eden toplama kamplari, 6-7 eylül’deki yagmalama ve cinayetler, 1980 darbesini takiben kurulan iskence tezgâhlari ve nihayet “seriat korkusu” ile basörtülü kizlara reva görülen haksizliklar Türklerin de korku içinde Amerikalilar kadar vicdansiz olabilecegini gösteriyor 🙁

    1. 2 Trackback(s)

    2. Haz 1, 2009: ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? - BÖLÜM II : Derin Düşünce
    3. Haz 1, 2009: ABD’yi tedavi etmek mümkün mü? - BÖLÜM IV : Derin Düşünce

    ÖNEMLİ

    --------------------------------------------------------------------

    Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

    Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

    Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

    Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

    Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

    Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

    Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

    --------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin