RSS Feed for This Post

Pakistan’ın derdi…

Ayşe Böhürler / Yeni Şafak

Görme yeteneğini kaybeden nasıl resim yapabilir? Ellerini kaybeden nasıl heykel yontabilir?

İşitme yeteneğini kaybeden nasıl beste yapabilir?

Dili koparılan nasıl şarkı söyleyebilir?

Elleri bağlanan nasıl şiir yazabilir?

Ve ayaklarına zincir vurulan nasıl dans edebilir?

Ağzı burnu tıkanan çiçeklerin kokusunu nasıl alabilir?

Oysa bunların hepsi oldu gerçekten;

Görmeden resim yaptık. Elle yoklamadan heykel yonttuk

Duyamadan beste yaptık. Dilden mahrum şarkı söyledik,

Bileklerimiz kelepçeli şiir yazdık. Ayaklarımız prangalı dans ettik.

Ve çiçeklerin güzel kokusu tıkalı ağzımızı ve burun deliklerimizi delip geçti.

(Pencaplı şair Fakhar Zaman)

Pakistan deyince hepimiz dost kardeş ülke deriz. Severiz Pakistan’ı da Pakistanlıları da. Bunda elbette büyük şair İkbal’in de etkisi vardır. Bu sevgi doğal Müslüman ülke kardeşliğinden gelen bir sevgi midir, yoksa Amerika’nın bölgedeki önemli müttefikleri arasında tesis ettiği “hadi kardeş olun” çağrısı ile şekillenmiş bir sevgi midir bilmiyorum. Ama bir gerçek var ki biz Pakistanlıları, onlar da bizi seviyorlar.

Pakistan’a ilk olarak 2005’i 2006’ya bağlayan yılbaşı haftasında gitmiştim. Duvarların Arkasında belgeseli için İslamabad, Lahore ve Karachi’yi kapsayan çekimlerde bu büyük ülkeyi kısmen tanıma imkanı vermişti. Gittiğim 13 İslam ülkesi arasında Pakistan en zor, en karışık ve bir o kadar da en güzel olanıydı.

Benazir Butto ülkeye döndüğünde tekrar gitmek istedim. Ancak suikasti bunu engelledi. En çok da eş dost endişesi. Bir ülkede patlayan bir bomba haberi, dışarıya büyük bir abartı ile her yerde bombalar patlıyor yankısı ile ulaşıyor. Üç yıl sonra bölgeye TRT Türk ekranlarında yayınlanmaya başlayan Nuray Mert ile Ortadoğu programının çekimleri için giderken de yine benzer uyarılarla karşılaştım.

Karachi’ye ulaştığımızda ise her şey yolunda görünüyordu. Şehir sessizdi, % 90’lara ulaşan neme, sıcağa ve yoksulluğa teslim olmuş gibiydi. Son gittiğimden bu yana caddelerdeki Müşerref posterleri kaldırılmıştı. O’nun yerine BBC’nin deyimi ile “dul Butto -Zerdari”nin posterleri ve 2007 yılından kalma “evine hoş geldin Benazir Butto ” yazılı posterler asılıydı.

17 milyon nüfusun çoğunluğunun yaşadığı yerler ile zenginlerin yaşadığı yerler arasındaki uçurum sıcaktan önce çarptı hepimizi. Hatta onların bile sokaklarına ulaşan yoksulluk görüntülerini zihnimizden silmemiz uzun zaman alacak gibi görünüyor. Tahayyülleri zorlayan yoksulluk manzaraları içinde Swat’da olanlar Karachi’de bizim bile gündemimize fazla giremedi.

Amerika Pakistan’a silahlanma için verdiği paranın derdindeydi. Varsıllar ülkelerinin Taliban İslam’ı ile özdeşleşen imajlarını düzeltmenin derdinde, çoğunluk ise yatacak yer, sadece içecek su derdindeydi. Yoksulluğu çoğu zaman sorgulamıyorlar bile. Çünkü yoksul doğmuşlar zaten!

Pakistan ordusu Swat vadisinde 15 bin asker savaşıyor. Resmi rakamlara yansımasa da 2.5 milyona yakın insan evlerini terk ederek göç etmeye başladı. Göç eden nüfusun ancak %20 si İslamabad yakınlarındaki çadırlarda yaşıyor. Kalanlar ise açıkta ya da İslamabad ve yakınlarındaki bölgelerdeki Pakistanlılar tarafından misafir ediliyor. Kitle ölümlerinin ve salgınların önüne geçmek için bölgeye insani yardım kuruluşlarının bir an önce ulaşması gerekiyor. Pakistan için son yaşanan gelişmeler halkın daha da yoksullaşması anlamına geliyor.

Tüm dünya Pakistan’daki aşırı İslamlaşma tehlikesini konuşurken oradaki tek gündem maddesinin insan gibi yaşamak olduğunu fark ediyor insan. Pakistan İslam konusunda Amerika’ya bir laboratuvar gibi deneysel bir alan sunmuş. Bu deneyin sonunda ortaya çıkan sonuçlar bölgedeki İslam anlayışının değil laboratuvarda üretilen, o topraklara da yabancı, mucitlerinin bile ürktüğü başka bir İslam resmi koyuyor ortaya. Bu din, yeni zenginlerin dini aynı zamanda. Halkın dini değil!

Bize olduğu kadar Pakistan halkına da yabancı…

Bu yazıya Pakistanlı bir şairin şiiri ile başlamıştım. Pakistan’da çok anlatılan bir fıkra ile son vermek istiyorum.

Adamın biri alt kademeden bir muhit kadısının verdiği karardan hiç tatmin olmamış. Kadı bunun üzerine adama alaylı bir tonla bir üst kademeye giderek temyiz etmesini söylemiş. Adam :” o senin erkek kardeşin, beni dinlemez ki ”

Kadı: ” o zaman müftüye git”, Adam: ” o da senin amcan”, Kadı: ” vezire git”

Adam:” o da deden”, Kadı: ” krala git”, Adam: ” yeğenin onunla nişanlı”

Kadı (öfkeyle çileden çıkmış bir halde): ” o zaman cehenneme git”

Adam: ” oraya da merhum baban hükmediyor. Benim derdime kulak vermez ki!”

(Şiir ve fıkra Tarık Ali’nin Düello isimli kitabından alınmıştır)

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:ç-z Tarih: May 24, 2009 | Reply

    1) Bu sevgi doğal Müslüman ülke kardeşliğinden gelen bir sevgi midir,……… Bu din, yeni zenginlerin dini aynı zamanda. Halkın dini değil! Bize olduğu kadar Pakistan halkına da yabancı…

    2) yoksa Amerika’nın bölgedeki önemli müttefikleri arasında tesis ettiği “hadi kardeş olun” çağrısı ile şekillenmiş bir sevgi midir bilmiyorum.…….Pakistan İslam konusunda Amerika’ya bir laboratuvar gibi deneysel bir alan sunmuş. Bu deneyin sonunda ortaya çıkan sonuçlar bölgedeki İslam anlayışının değil laboratuvarda üretilen, o topraklara da yabancı, mucitlerinin bile ürktüğü başka bir İslam resmi koyuyor ortaya

    3) Bu din, yeni zenginlerin dini aynı zamanda. Halkın dini değil!Bize olduğu kadar Pakistan halkına da yabancı…….. Varsıllar ülkelerinin Taliban İslam’ı ile özdeşleşen imajlarını düzeltmenin derdinde, çoğunluk ise yatacak yer, sadece içecek su derdindeydi. Yoksulluğu çoğu zaman sorgulamıyorlar bile. Çünkü yoksul doğmuşlar zaten!

    4) Tüm dünya Pakistan’daki aşırı İslamlaşma tehlikesini konuşurken……… Amerika Pakistan’a silahlanma için verdiği paranın derdindeydi. Varsıllar ülkelerinin Taliban İslam’ı ile özdeşleşen imajlarını düzeltmenin derdinde,…….. Pakistan İslam konusunda Amerika’ya bir laboratuvar gibi deneysel bir alan sunmuş.

    Böhürler,Pakistan’da yoksul halkın,varsılların ve Taliban’ın İslam’ı diyerek 3 ayrı din anlayışına vurgu yapmış ve cevabını bilmediğini söylediği ilginç de bir soru düşmüş aklına;biz kardeş miyiz yoksa biri bize kardeş olun dediği için mi biz birbirimizi seviyoruz.

    Bu 3 ayrı İslam algısı ile kendini Müslüman olarak tanımlayandan hangisi ile doğal din kardeşiyiz?

    Böhürler’in yazdığına göre bize,yatacak yer içecek su derdinde olan,doğuştan yoksul olduklarını kabullenmiş/bunu sorgulamayan halkın din anlayışı yabancı değil.Neden?Yoksulluğa razı oldukları için mi?Hayır,çünkü İslam dini paylaşmayı,yardımı tavsiye eder.Sen tok yatarken komşunun aç olmasını dikkate al der.Bencil olanı kardeş olarak görmekte zorlanır.

    Yoksulluğun bunca göze battığı Pakistan’da nasıl zengin olunduğunu da açıklamış:İslam anlayışını değiştiren(Taliban’ın İslam anlayışını benimsemediğini)deklare edip Amerikan lab.üretilen yeni İslam anlayışını benimsemekle!

    Mucitlerinin bile ürktüğü başka bir İslam resmi!

    Ürküten ne olabilir?Zenginleşenlerin bunca yoksulluğa duyarsız kalıp,zenginliği bahşettiğine inandığı ABD kardeşliğini, kendi yoksul ülke halkının din kardeşliğine tercih ediyor olması mı?

    Amerika,”sizler Müslüman ülkelersiniz, kardeş olun.Sizleri anlaşmazlığa düşüren,aranızdaki kardeşliği bozan farklı İslam algıları yerine benim lab.ürettiğim İslam anlayışını benimserseniz birbirinizle ve benimle kardeş olmanız mümkün” demeden önce Müslüman ülke vatandaşları bugün dediklerinin aynısını mı diyordu acaba;Bu din bize yabancı!

    Tarihi kaynaklara göre Türkiye’nin işgaline karşı Mustafa Kemal Paşa tarafından örgütlenen Kurtuluş Mücadelesi’ne en büyük para yardımı o yıllarda Hindistan müslümanlarından geldi. (Pakistan 1947’de kuruldu).

    Hindistan Müslümanları, işgale uğrayan Türkiye’ye yardım için büyük bir yardım kampanyası başlattılar ve Emir Ali başkanlığında Hint Hilafet Komitesi (İndian Committee of the Caliphate) aracılığıyla yardım topladılar. Para miktarı 1.5 milyon İngiliz Sterlini civarındaydı. O yıllarda 1 İngiliz Sterlini 9 Osmanlı Lirası, 1 lira da 6.6 saf altına denkti. Hemen Ankara’ya ulaştırılan bu para, Maliye Bakanlığı tarafından Hazine’ye değil doğrudan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emrine tahsis edildi ve Osmanlı Bankası’na yatırıldı.

    Büyük Taarruz’dan önce, Ankara hükümetinin mali imkanları dibe vurunca yardımların bir kısmı Garp Ordusu’nun teçhizine harcandı. Kalan kısmı yine Atatürk’ün tasarrufunda kaldı.

    MAZHAR Leventoğlu’nun Atatürk’ün Vasiyetnamesi adlı kitabına ve Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı eserine göre İş Bankası’nın kuruluşunu sağlayan paraların kaynağı Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hesaplarında ortaya çıkıyor. Buna göre; ‘Atatürk’ün İş Bankası’nda 3 hesabı vardı. Emeklilik maaşlarını toplayan emekli hesabı (20 bin TL birikti). 4 numaralı şahsi hesap (cumhurbaşkanı sıfatı ile aldığı maaş bu hesapta birikti 54 bin TL). Asıl önemli hesap İş Bankası’na göre 1 milyon 297 bin lira bulunan 2 numaralı hesaptı.

    Bu hesabın birinci kaynağı Hindistan’dan gönderilen paradan kalmış paradır. Atatürk de bu parının 250 bin lirasını İş Bankası’na sermaye olarak verdi.

    Bugün Kurtuluş Savaşı ile ayakta kaldığını her daim deklare eden bizler hangi İslam sorusu yüzünden doğuya yüzümüzü dönmek istemiyor ve yardım eli uzatmadan önce kimin kardeşimiz olduğunu teşhis edebilmek için önce “hangi İslam” sorusuna verilen cevaba bakıyoruz!!!

    Bu da ürküten bir yaklaşım değil mi?Ece Temelkuran’ın ya da Ayşe Böhürler’in penceresinden de bakılsa Pakistan’da görülecek olan aynı yoksulluk.İdeolojik yaklaşımlar nedeniyle el uzatmamak için pek çok mazeret üretmek, bu yoksulluğu görmezden gelmek,yok saymak elbette mümkün olabildiği gibi yardım etmek için sadece yoksulluğun kendisini de yeter gerekçe kabul etmek mümkün.Her iki yaklaşımdan biri tercih edilebilir.

    Mucitlerinin bile korkması gereken insanlık resmi de bu tercihin ardında olsa gerek.

    Aşırı(!)İslamlaşma denilenin da bir lab.ürünü olup olmadığını sorgulamak lazım.Ve bu insanlık resminin neresinde olduğuna da bakarak elbette.

  3. Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 25, 2009 | Reply

    Fakirliği kaldırırsanız şiddeti de büyük ölçüde kaldırırsınız. Çünkü kaybedecek bir şeyi olmayanın korkacak bir şeyi de yoktur. İnsanlara kaybedecekleri bir şeyler vermek lazım ki suç işlemekten ve cezasından korksun. Pakistandaki veya başka bir yerdeki fakirliği AB’ye ABD’ye götürün bakalım tahribatı ve boyutları ne kadar olacak.(büyük ihtimalle Pakistanın 10’larca kat fazla olacaktır. Bu fakirliğe sabretmenin ahirette büyük mükafatı olacak. Bugünkü zengin müslümanlar kıskançlıktan çatlıyacak ohhhh canıma deysin. :):)Bu büyük bir dayanma ve sabır gücü verir.) Ayrıca Allah sevdiği kulunu sevdiği kullarına sevdirir. Hissiyatınıza siz hükmettiğinizi düşünsenizde size allah hükmeder duygularımıza da. Müslüman ülkelerin en büyük sorunu islamı yaşamamalarıdır tebliği, karşındakinin iyiliğini istemeyi unuttuk. Doğal olarak bunun sonucu tebliğ vazifesi olmayan karşındakini(fakirleri) düşünmeyen yönetimler iş başına geliyor. Yönetimleri düzeltmek istiyorsak ilk önce amaçlarımızı düzeltmeli güzelleştirmeliyiz. Bütün dünyaya adalet getirmek, bütün dünyadaki fakirliği bitirmek ve bütün dünyanın müslüman olmasını istemek.(dayatmak,zora koşmak değil istemek) Bunun içinde düşünmeden fedakarlık yapabilmektir. Para, mal, aile, konum, canan herşeyi feda edebilmeliyiz. İşte kurtuluşumuz bu güzergahtadır.

  4. Yazan:Murat Aygen Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

    Siyâset niçün yapılır? HALKIN HUKÛKUNUN, HALKIN MÜKTESEBATININ (“kazanılmış ancak tescil edilmemiş hukuk” demektir) TAKiPÇiSi OLMAK iÇiN! Allah rızâsı için bana, bilâhere Pakistan vatandaşı olan Hintli müslümanların yaptıkları teberrûların, adına “Türkiye İş Bankası” denen o suç odağını kurmak için yanlış-tahsis eden zevâta tepki göstermiş tek bir Pakistanlı siyâsetçi veya siyâset-bilimci (bilimde üstlerine yok bu kerataların) gösterin, bu bizden-fazla-Atatürkçü (daha doğrusu Bayarcı) insanların bugünlerde çekmekte oldukları acılar karşısında insâfa geleyim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin