RSS Feed for This Post

Çağdaşlık ve T.C

Faruk Saim Akhan

En başından beridir birincil amacını muassır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak belirleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti (TC) halkı da halka rağmen tahayyülündeki muassır vatandaş tipine uydurmaya çalışmıştır.

Olayın neresinden bakılırsa bakılsın bireyi iradesi dışında medenileştirmek zorlama bir girişimdir. Üstelik kalıcı bir sonuç vermesinden de bahsedilemez. Ancak baskıyla bireye öyleymiş gibi davranmak yükümlülüğü verilebilir, bu devleti zulüm üreten bir aygıt yapar; ve baskı azaldığında birey yükümlülüğü derhal reddeder.

TC kurulduğu günden itibaren zamanın cumhuriyetlerinden kendine örnekler edinmiş, projeleştirmiş, her haliyle topluma dayatmıştır. Hem örnek alınan devlet modellerine bakıldığında Ortaya çıkarılmaya çalışılan evletin nasıl bir faşizan düzen olduğu görülebilecektir. Sürece nesnel bakıldığında aslında niyetlerin gayet açık bir dille ifade edildiği görülmektedir. Hedef muassır medeniyetlere benzemek, batılılaşmaktır. Yani batılı muassır medeniyetler ailesine dahil olmaktır.

Peki bahsettiğimiz dönemde batılı devletlerin demokratik açıdan durumu neydi? Yani TC yönetimi nasıl bir medeniyete dahil olmak istiyordu?

Öncelikle bu noktada “Cumhuriyet” kelimesinin önemine değinmek gerekir. Dönem itibariyle Cumhuriyet, demokratik olmayan seçim sistemleriyle halka tasdik ettirilen, görünürde cumhuriyet aslında ise monarşik ya da yarı faşist diktaların siyaset dilindeki karşılığıdır. Mussolini’nin İtalya’sı, Hitler’in Almanya’sı, Franco’nun İspanya’sı Cumhuriyettir. Oysa bu devletlerin demokratik(!) yapıları hakkında az çok fikir sahibiyiz. Ve ilk TC yönetiminin muassır medeniyet hedefi olarak benimsedikleri devletleri bunlardır. Bu hale bakıldığında TC’nin geldiği yer aslında gayet hedefe uygun…*

Bu noktada ayrıca sorgulanması gereken toplumun konulan hedefi ne kadar benimsediği; benimsedikleri ve bunu ifade ettikleri halde başlarına ne geldiğidir. Dönemim ultra batıcılarının  kendileri gibi düşünmeyen herkese mürteci (gerici) yaftasını yapıştırmaları ve TC yönetiminin muassırlaşma gayretleri içinde yaptığı inkılapları benimsemeyenlere reva gördüğü muameleler ayrıca adalet terazisinde tartılmalıdır. Malum dönemde yapılan zulmün hesabı gıyaben dahi olsa sorulmalı, en azından İspanya gibi o dönemin mirası reddedilmeli, en baştan bir anayasa ile demokrasinin inşasına çalışılmalıdır.

TC kurucu kadrosunun ulşamaya çalıştığı muassır medeniyetler demokrasi değil cumhuriyetle yönetiliyor, cumhuriyetler de dönemin cumhuriyet kavramına verdiği özellikler dolayısıyla diktatörlerle yönetiliyordu. Yani en baştan beri TC kurucu kadrosunun hedefi demokrasi değil, bugün durumunu tartıştığımız yarı dikta- despot devlet yönetimini tesisti. Malesef başarılı olmadıklarını söyleyemeyiz.

Günümüze geldiğimizde ise I. Cumhuriyetçilerin ya da Ulusalcı-Kemalist (solcu kemalist, Che   resimli siyah tişört ve Deniz Gezmiş montu giyen solcu takım ve hem kemalist hem demokrat, hem dindar hem Atatürkçü vb… Hepsi farkında olmasalar bile bu kesime dahildir) güruhun çağdaş yaşam fantazisi TC kurucu kadrosunun hayallerine dayanmaktadır. Aslına bakılırsa bu bir çağdaşlaşma değil apaçık irtica (geriye dönüş) talebidir. Çünkü 21. yüzyılda artık diktalar değil demokrasi revaçtadır.

Bir kaç istisna dışında cumhuriyetler tasfiye edilmiş ya da yerini demokratik krallıklara bırakmıştır. Medeniyet tercihini demokrasiden yana kullanmıştır. Bu noktada cumhuriyete dönüş irticanın en büyük bir numunesini teşkil edecektir. Üstelik çağdaşlaşma ve toplumu çağdaşlaştırma çabasındakilerin metodları incelendiğinde anti-demokratik ve faşist noktalar dikkat çekmektedir.,

Bir kere halka rağmen halk için miras olarak alınmış, “sivil” olmayan sivil toplum örgütleri ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca darbe şakşakçılığıyla ** yine miras edindikleri darbeci geleneği sürdürmektedirler.

Buraya kadar mantıksal açıdan bir sorun yok. Asıl sorun tüm bu yapılanların ilericilik adına yapılması, tüm bunlara karşı çıkanların da mürteci diye damgalanmasıdır. Oysa kimin mürteci olduğu gayet aşikardır.

Yukarıda ifade ettiğimiz devletin çağdaşlaşmasının ne anlama geldiği, kavram karışıklığından pek de anlaşılamakta, bağnazca bir itaatkârlıkla desteklenmektedir. Bunu yapanların tümü de irticaya karşı olduğunu gururla ifade etmekteler.

Daha önce dediğimiz gib kavram karışıklığı TC’nin en büyük projelerindendir. Bir nevi çiftdüşün de denilebilir. 1984’de değiliz belki ama ütopyayı yaşamadığımızı söyleyemeyiz.

Devletin çağdaşlaşması fantazisi Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin açılmasının ardından halkın çağdaşlaması ve “vatandaş” seviyesine yükseltilmesi projesinden her zaman kuvvet almıştır.

Gerek TC’nin kuruluşu,lk yılları ve 1950’ye kadar olan dönemde halk yatiştirilmesi gereken, cahil, gayri medeni bir insan yığını olarak görülmekteydi. Bu faşist önyargının sahipleri, yine darbeci  İT kadrolarının Osmanlı’ya karşı batıcılık adına bayrak açmalarından ve Osmanlı’yı batı karşısında mutlak mağlup olarak kabul etmeleriden ilham almıştır.

“Halk paljlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” hezeyanı bu zihniyetin tezahürüdür. Yakın dönemdeki manken oyu-çoban oyu denklemi ise yine aynı kaynaktan beslenmektedir.

Bu zihniyetin terki ise ancak demokrasi dışı her yolun kapanması ve Kemalistlerin elitizmi terk etmek zorunda bırakılmaları ve Kemalizmin demokrasi içinde diğer görüşlerle fırsat eşitliği çerçevesinde tartışalabilmesiyle mümkün olabilecektir. Yoksa her fırsatta eski günlere dönme isteğiyle darbe girişimleri olacak demokrasi serüvenimiz daha da lekenecektir.

  •   *Özellikle Hitler Almanya’sı ile sıkı ilişkilerimiz benzeme çabamız konusunda hangi kesime yakın olduğumuzu göstermektedir. Ki yine TC kurucu kadrosunun Osmanlı yönetimini Almancı olduğu için suçlamasına, hem I. Dünya Savaşı’nı Almanya’yla birlikte kaybetmemize, Hitler ise ikinci kez bir dünya savaşına meydan verecek uygulamalar yapmasına rağmen bu tip bir ilişki ancak ciddi bir özenmenin tezahürü olabilir. 
  •   **Ki TC kurucu kadrosu İttihat ve Terakki’nin (İT) darbeci kadrosudur ve Meşhur Babıali baskını (darbesi) ile iktidara gelmişlerdir.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Murat Tarih: Nis 27, 2009 | Reply

    çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık.

  3. Yazan:Hasan Tarih: Nis 27, 2009 | Reply

    Gariptir ama, bütün “faşist idarelerin” en temel mottoları genelde ilerlemeyle ilgili olur.

    Galiba bizim vesayetin yapısı da bu yüzden bu şekilde şekillendi. “Halkı ilerletmek” gibi bir görev biçersen kendine, elbette ki eline sopayı alman gerekiyor. Eli sopalı bir yapı kurman gerekiyor.

    Peki böylece bir yere varabilyor musun?

    Hayır, çünkü “ilerleme” denen şeyin, ne olduğunu bile anlamadan, anlayacak bir kadroya sahip olamadan can sıkıcı İttihatçı zırvalarını tekrarlayıp duruyorsun.

    Halk seni dikkate değer bile bulmayınca da kasnaklarını olabildiğine sıkmaya başlıyorsun.

    Şapka takmadığı için kadınları asıyorsun.

    Kürtleri öldürüyorsun.

    Onlar yine isyan ediyor.

    Son kertede, yavaş yavaş, halka anlattığın tarihin de yalan dolan olduğu ortaya çıkıyor..

    Peki şimdi durum ne?

    Tam olarak biz şunu yaşıyoruz aslında:

    Good bye Kemalizm!

  4. Yazan:Reşit Bey Tarih: Nis 27, 2009 | Reply

    Özellikle Hitler Almanya’sı ile sıkı ilişkilerimiz benzeme çabamız konusunda hangi kesime yakın olduğumuzu göstermektedir. Ki yine TC kurucu kadrosunun Osmanlı yönetimini Almancı olduğu için suçlamasına, hem I. Dünya Savaşı’nı Almanya’yla birlikte kaybetmemize, Hitler ise ikinci kez bir dünya savaşına meydan verecek uygulamalar yapmasına rağmen bu tip bir ilişki ancak ciddi bir özenmenin tezahürü olabilir.

    Bütün bu Alman sevgisine rağmen, II.Dünya Savaşına Almanya tarafında girmeme sebebimiz nedir?

  5. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Nis 29, 2009 | Reply

    Kotu Aliskanliklar, Zorunlu Sosyal Sigorta ve Saglik Vergileri

    Sigara icmek kisi ve yakin cevresinin sagligina zararlidir denir, ama tiryakiler “genelde, istatistiki olarak” dinlemez, icer.

    Tibba ve yaygin kabul goren “istatistiki” tibbi verilere gore, tiryakiler, daha sık hasta oluyor, tedavileri de, daha zor ve uzun surer, daha masrafli oluyormus. Hele anne ve kucuk cocuklari yada erkekler ve kisirlikla ilgili veriler, cok urkutucu!

    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/04/kotu-aliskanliklar-zorunlu-sosyal.html

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin