RSS Feed for This Post

AK Partinin Kürt Sorunu ile Amansız Sınavı

Abdurrahim İslamoğlu

Türkiye bir yerel seçimi daha geride bırakırken, kazananı olmayan bir yarışta siyasi partiler biz kazandık edebiyatını terennüm etmeye başladılar. Her ne kadar bu seçim de halk kimseyi tamamen kazanan ilan etmediyse de kaybeden de ilan etmeyerek herkesi denklemde bir değişken olarak tuttu. Seçimin galibi Ak Parti olmasına rağmen kazananı, halkın basiretli demokratik tercihidir. Bu seçim bir daha gösterdi ki halkın oyu, hiçbir zaman çantada keklik olmayıp kendinizi en güçlü sandığınız anda bile sizi sarsacak sonuçlar meydana getirebilir. Hâlihazırdaki tabloya baktığımızda İktidarın ve muhalefetin çıkarması gereken ciddi dersler ve alması gereken derin mesajlar olduğunu görüyoruz. 

Ak Partinin oylarındaki düşüşün çok farklı sebepleri olduğu aşikâr. Her meselede olduğu gibi bu konuda da körlerin fili tarif etmesi gibi herkes bir yönüyle bir şeyler söylemekte ya da yazmakta. Bana göre de bunun birçok sebebi olmakla beraber en önemli başlıca sebepleri parti teşkilatındaki sıkıntılar, aday belirlemedeki hatalar ve Kürt Sorunu’ndaki ikircikli politikalardır. Ak Parti 2001 yılında kurulduğundan bu güne kadar kurumsal bir parti olma yolunda ciddi mesafe alamadığı gibi sadece lideriyle varlığını sürdürebilecek bir görüntü sergilemeye devam etmektedir. Ak Parti’nin kuruluş felsefesini ve temel ilkelerini özetleyen en güzel ifade Başbakanımızın da sürekli telaffuz ettiği; insanı yücelt ki devlet yücelsin cümlesidir. Ak Parti gerçekten bu samimi duygu ve ilkelerle kurulmuş bir parti olmasına rağmen zamanla insan odaklı siyasetten uzaklaşarak itaatkâr insan odaklı siyasete kaymıştır. İnsan odaklı siyasette aslolan insan, insanın kalitesi ve liyakati iken itaatkâr insan odaklı siyasette ise önemli olan insanın eğitimi, kalitesi, liyakati değil sadece üstlerinden gelen emirlere itaat etmesidir. Bu düşünce; zamanla parti de eleştiren, hataları araştıran yeri geldiğinde yanlış uygulamalara karşı direnen özgür ruhlu insanların partiden uzaklaştırılması ya da barınamayarak kendi isteğiyle ayrılması sonucunu doğurmuştur. Böyle bir ortam velut siyasetçilerden ziyade düşük profilli insanların siyasette var olmasını sağlar ve makamlar liyakatsiz insanlarca işgal edilir. Bu süreç çok tehlikeli bir süreç olup neticede kadim siyasi hayatımızın unutulmaya yüz tutmuş partilerinde olduğu gibi eş dost kapitalizmine ve rant için siyasete kadar varabilir. Ayrıca bu sonuç parti içi demokrasiyi yerle bir eden habis bir ur kadar tehlikelidir. Gerçi Türk siyasi hayatında demokrasi isteyen partilerin kendi içinde demokrat olmadığı da gün gibi ortadayken Ak Parti den bunu beklemenin zor olduğunun farkındayım lakin Ak Partinin kendi ilkeleri ve kuruluş felsefesine sahip çıkmasını beklemek hakkımız olsa gerek.

Siyasi partilerin halk için demokrasi mücadelesi verirken kendi içlerinde Monarşik bir yapıya tahammül etmesi Türk siyasetinin kronik hastalığı olarak masada durmaktadır. Bu otoriter yapı bazen lidere rağmen lider için anlayışıyla mahalle teşkilatlarından, delegelerden, il teşkilatlarına kadar liderin etrafındaki insanlar tarafından dizayn edilmektedir. Böylelikle teşkilat mensupları muti insanlardan müteşekkil bir cemaat gibi kendilerine o makamları bahşeden büyüklerinin iradesiyle hareket etmeye başlar. Bu yapıda parti artık milletin partisi kimliğinden sıyrılarak Liderin ya da ayrıcalıklı bir zümrenin partisi olur. Hatta bazı durumlarda liderin adı kullanılarak bir sürü etik olmayan, anti demokratik tasarruflarda bulunulur ama liderin haberi bile olmaz. Çünkü artık eş ve dosta makam yada menfaat sağlama, hemşeriyi koruma vb. çabalar bütün ilkelerin ve prensiplerin önüne geçer ve vahşi bir pragmatizm başlar. Bu başlangıç ideallerin, mefkûrelerin, ülkülerin, ütopyaların, ahlak ve erdemin, topluma verilen sözlerin vs. her ne var ise hepsinin sonunun da başlangıcıdır. Bu bahsettiklerimiz ülkemizdeki tüm siyasi partilerin yaşadığı/yada yaşaması muhtemel olan sorunlardır.     

Ak Parti öncelikle kendi iç muhasebesini yaparak, kendi kuruluş aşamasındaki samimiyete ve hasbiliğe hakkıyla bağlı, liyakat ve temsil kabiliyeti yüksek olan fertlerin sayısını arttırmanın yollarını aramalı ve akabinde de seçmenlerin kendisini neden daha fazla tercih etmediği konusunun, lokal ve global; siyasi, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sebeplerini bilimsel veriler ışığında ele alarak ciddi dersler çıkarmalıdır. Bununla beraber diğer partilerin neden tercih sebebi olduğunu da irdelemelidir.

Seçim sonuçlarının en manidar mesajlarından birisi de Kürt Meselesinin sadece ekonomik yada toplumsal saiklerle açıklanamayacak kadar geniş ve Türkiye Cumhuriyetinin sağlıklı bir demokrasiye kavuşması için hayati öneme sahip olduğunun anlaşılması gerçeğidir. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyyenin bakiyesi olmasına rağmen Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün Osmanlı unsurlarını tek potada eriterek adeta kimyevi bir terkip oluşturur gibi yeni bir Ulus inşa edebileceğini varsayarak Bakanlar Kurulunca 25 Eylül 1925 de Şark Islahat Kurulunun hazırlamış olduğu, Şark Islahat Planını yürürlüğe koyarak resmi Kürt Politikasını oluşturdu. O günden bugüne gelinceye kadar resmi politikanın yanlışlığını rahmetli Özal’a kadar açıkça ortaya koyan olmadı. Özal’ın ardından bu realiteyi hakkıyla tanıyan ve adını koyan ve paralelinde bir takım açılımlar yapan yegane parti Ak Parti oldu. TRT Şeş vb. açılımlar en azından Kürtlerinin dilinin de kendine has bağımsız bir dil olduğunun devlet tarafından tescili manasına geldiğinden küçümsenmeyecek açılımlardır. Ancak bunların; Kürt insanını memnun etse de tatmin etmekten uzak olduğu görülmektedir. Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla, Kürt halkı kendi seçtikleri milletvekillerinin özellikle Başbakan tarafından muhatap alınmamasını içerlemiş görünmektedir. Bu konuda kanaatimce yanlış olan DTP’nin kimlik siyaseti yaparak oy alması değil aksine bunun altında yatan nedenleri anlamamak yada bilerek göz ardı etmektir. Bakınız daha 1933 yılında Cumhuriyetin 10. Yılı dolayısıyla, Kürt aydını Celadet Ali Bedirhan’ın Mustafa Kemal’e gönderdiği mektuptan açıkça görüleceği üzere Kürtlerin kimlik talepleri cumhuriyetin tarihi kadar eskidir.

Buyrun sabrınıza sığınarak bu Kürt Entellektüeli ve dil bilimcisi olan C.A.Bedirhan’ın mektubuna kulak verelim:       

‘’Paşa Hazretleri , maruf olan şahsi ve medeni cesaretinize rağmen, bilmem ki neden şimdiye kadar Türkiye ‘de bir Kürdistan meselesinin mevcudiyetini serahaten (açıkça) itiraf edemediğiniz…Bu itiraf için , kuvvet ve kudretine ziyadesiyle itimat ettiğiniz iradenizde , o cesareti bulamadınız. Öyle bir Kürdistan meselesi ki , hükümetinizi , onunla meşgul olurken karasızlıklara, tereddütlere , ricatlar ve yarım tedbirlere sevk ediyor. ” Serâhaten” dedim, çünkü bu kelimeyi ağzınıza almadan bu meseleyi her zaman itiraf eylemekte , dahili ve harici siyasetinizde ona mühim bir mevki ayırmaktasınız. Bu zimni (gizli) itirafatı , sırası geldikçe kaydedeceğim. Mamafi bende itiraf eylemeliyim ki , kürdistan kadim bir mefhum tarihidir ve “Kürdistan meselesi” ne zamanınızda ve nede siyasetlerinizin varisi olduğunuz ittihat ve teraki hükümetleri zamanında başlamış değildir. Bugün, Polonya’nın eski halini hatırlatır bir şekilde birkaç devlet arasında taksime uğramış olan vatanım Kürdistan’ın ve milletim Kürtlerin kadim bir tarihi , muayyen bir çoğrafyası ve iştimai teşkilatı vardır… Medler’in mebde ve menşeine gitmeye lüzüm yok. Kisenefon’mun (siropedi) sinden başlamak kafi. Maamafi bu noktayı izaha lüzum görmüyorum. Son zamanlarda tarih ile iştigaliniz ve bilhassa (ariyen) meselesine pek yakında temasınız ve her nedense Türkleri maruf Mongolik menşelerinden tecrid ve Ari ırkına intisap ettirmek hususundaki mesainiz , zat-ı fehimanelerini Kürt ve Kürdistan hakkında külli vukuf sahibi eylemiştir.

“Kürdistan Meselesi” , ne zamanımızda ve nede selefleriniz zamanında başlamış değildir. Türkiye’de Kürdistan meselesi , Kürt ümerasının (beglerinin), ilk Osmanlı tarihi “Heşt Behişt” müellifi İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim’e , suni bir hükümdara biat ettikleri günden beri mevcuttur. Osmanlı tarihi tetkik olunursa , muhtelif isim ve ünvanlar altında Kürdistan meselelerine tesadüf olunur. “Her hadisei ismiyle yâd etmek” itiyadında olan vak’anüvistlerin eserlerinde ise , bu meselenin kendi ünvanı ” Kürdistan Meselesi” sernâmeleri (başlığı) altında olunduğu kesretle (çokça) görülür. Evet, mesele çok eski zamandan beri mevcuttur. Ancak devir zamana , her devrin telakkiyat ve temayulâtına göre şekil ve renginde tebellür ve tehayüller vardır. Bazen , hususi ve tipik bir feodalizm manzarası arz eder. Muhtelif devirlerde Osmanlılık ve hilafet mefhum ve camialarında mezhebi bir şekil alır. Bu devirlerde sessiz sedasız çalışan bir Şafiilik ve Hanefilik meselesi mevzubahistir. Bazen de aşiret isyanı şeklinde tecelli eylemiş müselsil bir Ekrat Bednihat vakası başlı başına bir devir teşkil eder. Bugünkü şekil ise, esasen asrın en büyük karakteristiği olan bâriz bir milliyet şeklidir. Bu şekilde zannolunduğu kadar hâdis (yeni) değil ; kadim ve hatta edebiyatta (literatürde) ancak meşrutiyetten sonra tesis edilen Türk Ocakları’yla ilk tohumları saçılmış olan Türkçülükten eskidir. Kendi ifadesine rağmen ” Lavra Kurmanc ğayp fekbu tarix hazaru şeşt û yek bu” 1061 sene-i hicriyesinde tevellüd edip , yine aşağıdaki beytin mevhumuna göre ” İsal geheşte çel û çaran, ey pişrevî gunehkaran” 44 yaşında yani 1105 senesinde “MEM U ZİN” ünvanlı eserini vücuda getiren büyük Kürt şairi Ahmedê Xane , bugünkü milli cereyanının ilk mübeşşiridir. Mevzuunu bir hâl efsanesinden almış olan A.Xane , eserinde baştan başa Kürt milletinden ve Kürdistan’dan bahseder. Konuştuğu şahıslar kâmilen birer semboldur. Kürt milletini temsil eden şahsi esârete düşürür, zindana atar ve onun halâs-ı çarelerini millete aratır ve gösterir. Paşa Hazretleri , görülüyor ki Kürtlük fikri ve Kürtlerde milliyet cerayanı ne bugünkü ve ne de dünkü bir meseledir. Belki bundan 250 sene evvel yükselmiş bir fikir, başlamış bir cereyandır. “Kürdistan Meselesi”nde yeni bir tedbiriniz olarak kabul ve tavzif eylediğim bugünkü af meselesine tekrar dönmek üzere bilhassa gayr-i Türk milletlere karşı uyguladığınız siyasetin müverrisleri olan İttihat ve Terakki hükümeti zimamdarlarının (idarecilerinin) “Kürdistan Meselesi”ndeki tedbirlerinden ve faaliyetlerinden birkaç satırla bahsetmeme müsaade buyurunuz. Bu bahse bir mektep hatırası ile başlayacağım : Hatırımda kaldığına göre 10 Temmuz’un (1908?) ikinci sene-i devriyesi henüz idrak olunmamıştı. Bir Şehzadebaşı’nda bir tiyatro binasında mühim bir konferans verileceğini edebiyat öğretmenimizden öğrenmiş ve bu gibi şeylere meraklı birkaç arkadaşımla konferans mahalline gitmiştim. Sahneye iki adam çıktı. Biri Yusuf Akçora Bey idi. Arkadaşını bize takdim etti. Yine hatıram yanılmıyorsam bu zatın ismi İsmail Gansperenski idi. Gansperenski Efendi , İstanbul ahalisince anlaşılması mümkün bir Türkçe ile uzun bir konferans verdi. Mütemadiyen Türk’ten ve gayr-i Türk’ten bahsediyordu. Konferans bittiği zaman benim ve arkadaşlarımın anlayabildiği şundan ibaretti : Herkes Türktür , Türkiye’de Türkten başka milli unsur yoktur ve olmamalıdır. Bilmem nasıl bir tesadüf eseri idi ki , o gün aramızda hiçbir Türk talebe yoktu. Benden başka diğer bir Kürt , bir Çerkez, bir Arnavut , bir Gürcü ve bir de Rum arkadaşımız vardı. Ertesi gün mektepte aynı arkadaşlar bir araya geldiğimiz zaman , Gansperenski (Gaspıralı İsmail) Efendinin konferansı mevzubahis oldu. Meşrutiyet devri ile birden bire inkişaf eden müsâvat-ı hukuk ve şahsi, unsuri ve mezhebi hürriyet fikirleriyle sür-atletemasa gelen genç dimağımız, Gansperenski efendinin nazariyâtını ( teorilerini ) kabul edemiyordu. Bu nazariyât, bize pek aykırı gelmiş, maneviyatımızı adeta isyan ettirmiş idi. O tarihte, mektepte bir gazete neşrediyorduk. Gazetenin riyâset-i tahririyesi, ( başredaktörlük ) benim üzerinde idi. Gansperenski Efendinin konferansının bende yapmış olduğu aksü’l-amel ile olacak mezkür gazetede Kürtlüğe ve Kürdistan’a dair bir makale neşrettim. Bunda Kürtlüğün tarihinden, ırkından, vatanından ve hususiyetinden bahseyledim. Bu ve emsali konferanslar ve neşriyat ile, Osmanlı İmparatorluğu hududu dahilinde yaşayan gayr-i Türk milletlerinin esasları kurulmak isteniyordu. Bu şöven milliyetçiliğin, daha doğru bir tabir ile başka milletlerin kanıyla vücuda getirilmek istenilen yeni milliyetin edebiyatını yapmak üzere, bir Türk ocakları Türk Yurtları te’sis olundu. Mecmualar ve kitaplar neşredildi. Gençlere bu yurt ve ocaklarda hususi bir terbiye veriliyordu. Rehberlerin itikadınca , bu ocakların eşiğinde ilk temsil ameliyesi yapılıyordu. Fakat ileride göreceğiz ki , bu ocaklar size Türkçü yetiştirdiği kadar bize de Kürtçü yetiştiriyordu.

Osmanlı İmparatorluğu camiası dahilinde , fiilen ve tarihen unsur hakim olan Türklerin sâfiyet-i ırkıyesini ve her türlü hususiyetini muhafaza etmek için teşkilat yapmalarından daha tabii bir şey tasavvur olunamazda lakin bu teşebüsler, diğer milletlerin sütünü sağmak değil de kanını emmek derecesine varmamalıydı…….

Mevzuya avdet edelim:Bu tarzdaki Türkçülük harekat ve teşebbüsleri gayr-i Türk unsurları isyan ettiriyor ve onlara Türk olmadıklarını ve hakiki milliyetlerini daha ziyâde hissettiriyordu. Bu his, her hizbin milli cereyanına kuvvet ve şiddet veriyordu. Türk milliyeti içinde halledilmek ( asimile edilmek ) istenilen diğer milliyet ve unsurlar, bilakis Türk milliyetinden uzaklaştırılıyordu. Diğer taraftan, komite merkezinde tatbikata geçilmek üzere gayr-i Türk milletler aleyhinde kanlı bir su-i kast hazırlanmakta idi. Su-i kastın hedefini, karekteristikleriyle beraber tekrar ve tesbit ediyorum : Osmanlı imparatorluğu hudutları dahilinde bulunan bilumum anasırı (unsurları) Türkleştirmek ve bu unsurların mahv ve istihalesi ile (asimilasyonu ile) Türk milletine aşılanmasından doğacak olan yeni bir millet ve hiddet-i ırkıyeye mâlik bir Türkiye vücuda getirmek…….

Bu plana rağman Kürtler taktil değil , temsil (asimile) kısmına dahil olan milletler meyanında (arasında) idiler. Kürt unsuru, Yeni Turan , güzel ülkeye giden yolun üzerinde yaşayan bir millettir. Türkleştirilmeleri mühim, belki müstacel (acilen) ve herhalde derece-i vücutta idi. Kürtlerin temsiline (asimile edilmesine) bir de kanun yapıldı. Zamanın betbaht padişahı Sultan Reşat’a da tasdik ettirildi. Mezkür kanununda vilayet-i şarkiye ismiyle yâd olunan Kürdistan’da sakin halk, yani Kürtler, o araziden kaldırılarak garbe, yani Türk vilayetlerine nakil ve ahali kısmı, mahalli nüfusun % 5 ‘ini tecavüz etmeyecek sürette Türk köylerine tevzi ( dağıtmak) ; Beyler, ağalar, şeyhler ise, derece-i ehemmiyetlerine göre vilayet, riva ve kaza merkezlerine iskan olunacaklardı. Ahalinin bey, ağa ve meşâyih ile münasebeti tamamıyla kesilecekti. Bu suretle Kürtlerin tahliye edilecek Kürdistan’a da şuradan buradan getirilecek olan Türkler arasında ve onlara karışarak lisan ve adetlerini kaybedecek olan Kürt muhacirleri Türkleşecekti…….

Paşa hazretleri, Türklüğe temsilleri imkanı olmadığı fiilen sabit olan Kürtler’i Kürdistan’da rahat bırakarak meseleyi halletmek istiyorsanız bunda sizin zannetiğiniz kadar müşkilat yoktur……

Resmi bir tebliğ ile Kürdistan’ın mevcudiyetini, Kürtlerin tarihi, ırki, harsi haklarını tanır ve itiraf edersiniz. İşte o zamandır ki meselenin halline doğru büyük ve mühim bir adım atılmış olur. Bunu yapmakla da ancak hadisata tekaddüm etmiş olursunuz. 

Paşa Hazretleri, zaman-ı hükümetinizde Kürdistan meselesini halletmek istiyorsanız tabiat-ı eşyanın göstermiş olduğu yegane yol budur. Başkası değildir ve yoktur. Diğer herhangi bir yol takip edildiği taktirde elde edilecek muvaffakiyetin gölde denizler boğan kahramanın zaferinden yüksek bir netice veremeyeceğini itiraf buyurunuz…..

Paşa Hazretleri, Kürtleri temsil veya esir etmek emin olunuz ki onları öldürmekten daha müşküldür. Kürtlerin hürriyeti tabiattan doğan bir çeliktir.Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi, çelikle pençeleşenin akibeti elini kolunu yaralamaktır. Hazreti Ömer analarından hür doğan insanların esir edilemeyeceğini bundan on dört asır evvel söylemiştir. Alman şairi de Allah’ın demiri dünyada esir istemediği için yarattığını ve insana hukukunu müdafaa etmesi için kılıç ve ok verdiğini söylüyor.

Herşeye rağmen Müslüman kanı dökerek Müslüman kurşunu ile ölen biçare Anadolu yavrularına acımıyorsanız, biliniz ki Kürdün de damarlarında ölerek, öldürerek dökeceği kan her zaman için mebzulen mevcuttur.  [8 Kanunusani (Ocak) 1933].

Mektup uzayıp gitmektedir. Mektuptan da anlaşılacağı üzere bizim bugün Kürt Sorunu diye adlandırdığımız konu o günlerde Kürt aydınları tarafından Kürdistan Meselesi diye adlandırılmakta olup talepler de çoğunluk itibariyle bugün dillendirilen talepler ile aynıdır. Sadece Kürdistan’ın mevcudiyetini tanımaktan kasıt bir federasyon yada otonomi mi olduğu yoksa sadece tarihsel varlığını mı anlamamız gerektiği çok açık değildir.

Tekrar günümüze dönersek Kürt Sorununda Ak Partinin yapacağı tek ve en önemli şey şudur; Kürtlerin kimlik ve kültürel taleplerini anayasal güvence altına alacak açılımı yapmak. Bu elbette ki burada yazmak gibi kolay olmayacaktır. Fakat bu Türk ve Kürt kardeşliğinin ve birliğinin yegane çözümüdür. Artık sözün değil çözümün olması gereken nazik zamanları yaşamaktayız. Böylelikle Türkler ve Kürtler sahip oldukları bu tek vatanda aynı bayrağın altında anayasa ile milli kimliklerini, dillerini yazılı olarak taahhüt altına alıp, birlikteliklerini ebedileştirerek tarihe ve gelecek nesillere karşı sorumluluklarını da yerine getirmiş olacaklardır. 

Ak Parti, Türk ve Kürt bütün vatandaşlardan destek alan tek parti olarak Kürt Sorunu ile beraber Alevi Sorunu, Siyasi Partiler yasası ve 12 Eylül 1980’lerden kalma ve günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen tüm yasaları da içine alan kapsamlı bir anayasa değişikliği ile tabuları yıkmaya devam ederek açık ve demokratik bir toplum olmamızı sağlayabilir. İnsanı yüceltmek; hürriyetinin önündeki tüm engelleri kaldırmakla mümkün olabilir. Mesele insansa gerisi teferruat olmalı değilmidir?

Kaynaklar: Bayrak, Mehmet. Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Özge Yayınları,Ankara, 1993   

www.bedirxani.com    

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:bora Tarih: Nis 5, 2009 | Reply

    kürtiye mi kürdistan mı? “an” genellikle doğu toplumlarının ülkelerinin sonuna getirilen ektir. “ye,ya” ise batı toplumlarında daha yaygındır. pakist”an, afganist”an, ir”an vb. osmanlı da bir zamanlar ottom”an idi sonra türki”ye oldu. alman”ya yada rus”ya gibi. biz batılılaştıkça bu sorunlar da arttı gibi geliyor bana. acaba ülkenin adını türkistan olarak değiştirmenin sorunun çözümüne katkısı olur mu 🙂

    ben de aşırı milliyetçiliğin halkların karışmasının, pozitif asimilasyonun önünde en büyük engel olduğunu düşünüyorum. ama asimilasyon kaçınılmazdır sadece kavmin çapına, genişliğine ve geliştirdiği kültürün üstünlüğüne göre bir zaman meselesidir. asimilasyon sadece ırki değil dilsel bir mevhumdur. örneğin yüzyıl önceki dilimizi anlayamamız bir çeşit asimilasyon sonucu olarak da okunabilir yada buna “kültürel evrim” de diyebiliriz. yani bunda korkulacak birşey yoktur. bu gün dünyanın en gelişmiş ülkesi abd sayılıyorsa bunun bir sebebi de aşiret ve ırk taassubundan kurtulmuş olmasındandır. bu sistemde herkes bütüne olan faydası oranında egemenlik ve güç elde eder. yani bir yahudi eğer abd’ye fayda sağlıyorsa o payını alır, italyan asıllı bir sinamacı sektörü ihya edecek bir yol bulduysa o sektörden saygı görür ve maddi payını alır. vb.

    sorun dtp ve pkk zihniyetinin bütünün zararına, kendi kitleleri olarak gördükleri kesimin yararına -?- hareket etmelerindedir. bütünün zararına olan eylem her zaman bütünden muhalefet görür ve onu kazanması imkansızdır. bu yüzden bünyede bir kanser gibi algılanır ve ona göre bir reaksiyon görür. biz osmanlının kavimler üzerindeki egemenliğinin sadece silaha değil ama daha çok “faydaya” bağlı olduğunu düşünüyoruz. bir öge ancak ümmetin faydasını gözeterek ve bu faydayı kendi çıkarlarından önde tutarak ümmete liderlik edebilir. fayda ile uzun süreli egemenlik mümkündür. zarar vererek egemenlik imkansızdır. bugün dtp türkiye’nin zararına politikalar yürütmekte ve halkları birbirine düşman etmekten menfaat ummaktadır. oysa bütüne faydalı olarak hak taleplerini savunmak çok daha mümkün olurdu. bu şuna benzer: ben sana şu kadar fayda sağladım, payımı ver. bu pay maddi, manevi yada sözel olabilir. ama şu denemez. ben sana şu kadar zarar verdim, payımı ver yoksa bu zarar verme işine devam edeceğim. bu gasp’tır. bu tür bir şantaja boyun eğmek mümkün değildir. türkiye birlikte üreten, yükselen ve elde edilen toplam faydanın eşit dağıtıldığı bir ülke olmalıdır. dikkat edilirse eğilim ne zaman fayda vererek egemenlik yönünde olursa o zaman halklar daha mutlu olur ve sorunlar ve komplexler azalır, zarar vererek egemenlik talebi her zaman dirençle karşılaşır ve nefret uyandırır. dtp siyasi söyleme egemen olmak yada en azından ondan payını almak istiyorsa bütünün zararına faliyetlere son vermelidir. ülkenin yükselişine katkısı olursa o zaman payını istemesi de çok daha makul karşılanacaktır. selametle, kardeşçe.

  3. Yazan:A.İslamoğlu Tarih: Nis 5, 2009 | Reply

    Yazıda bahsi geçen kürt Sorunun tarihsel arka planına bakıldığında menfi milliyetçiliğin sadece şiddet doğurduğu aşikardır. PKK ve DTP bu sorunun günümüzdeki sonuçlarından biridir. Türkiye’nin kuruluşundan beri yapılan yanlışlara PKK şiddetle cevap vermiştir. Zamanla da Kürtlerin üzerinde de demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam etmiştir. Bu konuda PKK da en az Devlet kadar hatalıdır. PKK milliyetçilikten bunları yapıyor mu oda tartışılır ya. Kürt gençlerini en verimli çağlarında dağlarda yok etmeye sebep olan da PKK nın kendisi değil mi? PKK sonuçta Kürtlerin derin silahlı kuvveti haline gelmiştir. DTP de Türkiyenin siyasi partisi olmaktan çok uzakta..
    Sözün özü her türlü şiddete medeni insanlar olarak karşıyız…Haklarımızı da birbirimizi ikna ederek almaya çalışmaktan başka yolumuz yok…Medenilere Galebe İkna İledir İcbar ile Değildir sözü bu konuda da geçerlidir. ..Vesselam.

  4. Yazan:A.İslamoğlu Tarih: Nis 5, 2009 | Reply

    NOT: PKK ile alakalı,sitemizde yer alan PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye? isimli makalenin okunması faydalı olur kanaatindeyim.

  5. Yazan:bora Tarih: Nis 6, 2009 | Reply

    evet, dengeli, iyi bir makale. bana kalırsa şu bölüm de günümüzde gözardı edilen fazla çalışılmayan bir alanı işaret ediyor.

    “PKK’yı halktan izole etmek
    Klasik teoride örgütleri zayıflatmak, para ve yiyecek yardımını kesmek için en çok dile getirilen yöntemlerden biri bu. Oysa PKK’nın halktan izole edilmesi bölge halkı üzerinde fakirleştirici bir etki yapabilir. Uyuşturucu ve insan ticareti, korucular, PKK yandaşlarının Avrupa’dan topladıkları yardımlar ve aşiretler maddî çıkarları itibariyle iç içe geçmiş bir tür paralel ekonomi vaziyetindeler. Eski model örgütlere bakarak PKK halkın kendisinden çok daha zengin. Örgüt ile halkın bağını kesmenin mümkün olduğu yerlerde bu izolasyonun yol açacağı ekonomik olumsuzluklar başka önlemlerle tazmin etmek gerekecek.”

    bölgede bir tür terör ekonomisi sözkonusu. dtp de bu işin önemli bir parçası. yasadışı işlerden: kaçakçılıktan, uyuşturucu ticaretinden, toplanan haraçlardan, dış yardımlardan elde edilen para meşru işletmeler kurmak için kullanılıyor. pkk bir tür obezleşmiş mafya gibi çalışıyor. özellikle büyük şehirlerde fuhuş, uyuşturucu ticareti, batakane işletmeciliği, türkü barlar vs üzerinden pkk vergi topluyor. bunlardan elde edilen gelir vasıtasıyla yenilerini kuruyor ve bir nevi holdinleşiyor. buradan elde edilen gelirlere ek olarak dtp’nin belediye ödenek ve gelirleri ve partinin grup olması hasebiyle devletten aldığı yardımlarda hesaba katılmalı. dtp’nin neden hizmet üretmediği ortada çünkü parayı kendisine yakın odaklara transfer ediyor ve onu yeni kitle kazanımında kullanıyor. bu tür aşırı büyümüş terör örgütleri için kullanılan tanım “devlet kisvesindeki örgütler” latin amerikadan, filistine, afganistandan çeçenistana kadar hemen heryerde militan kadrosu 1000 kişinin üzerindeki her örgüt benzer bir alt yapı kurmak zorunda kalıyor. terörün finansmanı için bu gerekli. eğer bunu beceremezse o zaman devsol gibi tetikçi, apartman devrimcisi, taşeron örgüt olarak kalıyor. pkk’nın bu “devlet kisvesindeki yapı”yı oluşturduğu açıktır. aslında silahlı gücünden çok daha önemli olan bu buz dağının altı incelenip deşifre edilmeden örgütün çökertilmesi zor görünüyor. pkk’nın meşru ve gayrimeştu işlerdeki parasının toplamının 1 milyar dolara yakın olması muhtemeldir. yani sanıldığı gibi kültürel ve anayasal haklar vasıtası ile çözülemeyecek kadar “maddi” bir sorun var ortada. bu tür maddi sorunlar öylesine önemliki örneğin filistinde hamas ve el fetih arasındaki sürtüşme zihniyet farkından çok bu parasal gücün yönetimi, paylaşımı konusundan kaynaklanıyor. dolayısıyla ideolojik söylem tamamen saf, dıştan bakan insanları hem ajite etmek hemde bu devasa ekonomiden perdelemek için kullanılıyor.

    genel olarak terör ekonomisi özelinde islamcı terör hakkında kaynak “modern cihat”

    http://www.ilknokta.com/urun/89269/Modern-Cihat–Loretta-Napolioni.html

  6. Yazan:Oktay Çaparoğlu Tarih: Nis 6, 2009 | Reply

    YÜREĞİM ACIYOR… ARTIK YETER…

    http://www.facebook.com/profile.php?…2878830&ref=mf

    (Sanlıurfada yaşanan olayların videosunu izlemeden önce hazırlıklı olun. dayanamayabilirsiniz. bir insanın nasıl katledildiğini görmek çok ağır geldi bana… kendime gelemedim.)

    neden hep şiddet ve ölümle terbiye etmeyi seçiyor devlet?

    neden insanların üzerine bu kadar sert gidiyor?

    şiddet şiddeti doğurduğunda ödenen bedeller hepimizin değil mi?

    neden can almak bu kadar kolay?

    neden öldürmeyi bu kadar seviyor devletimiz?

    neden şiddetle bastırmaya çalışıyor herşeyi?

    artık yetmez mi bu kadr ucuz olması bir hayatın?

    kim ödeyecek diyetini anaların gözyaşlarının? arkada kalanların acılarının bedelini kim ödeyecek?

    bu kadar acı bu kadar kan bu kadar ölüm daha yetmedi mi?

    kana doymadık mı daha?

    ölümlerle terbiye olmadı işte 30000 insan öldü son 25 yılda. Ne değişti? Ne kazandık? Çatışmalarda yiten canlar, yitirdiğimiz vicdanımız ve ölülerimizin gözlerine baktığımızda içimizde kabaran öfke ve düşmanlıktan başka ne kazandık?

    ve bu devlet neden kendi insanına bu kadar sert acımasız ve zalimane davranmakta?

    sebebi ne olusa olsun böyle bir ölümle cezalandırılmayı hakedecek ne yaptı?

    BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İSTİYORLAR diyerek Türklerde Kürtlere karşı nefret ve önyargılar yaratan ve her fırsatta LİNÇ KAMPANYALARI düzenleyerek TÜRK-KÜRT AYRIŞMASINI zorlayan egemen güçlerin halklara karşı giriştiği kıyım artık yeter.

    kendi insanına ölümü, zulmü, işsizliği, acıyı, baskıyı, kıyımı, sağlık güvencesinden yoksunluğu, dil-kültür-kimlik hakkını, siyasal ve mesleki örgütlenme hakkını, düşüncelerini açıklama, inançlarını yaşama hakkını ve en çok da yaşama hakkını çok gören zalim ve barbar bir siyasal rejim…

    yüreğim acıyor.

    artık kaldıramıyorum.

    artık yeter…

  7. Yazan:alper kaya Tarih: Ara 27, 2009 | Reply

    ben bir türküm bu vatanın evladıyım aslında dinimin milletimin ne oldugu önemlidegil önemli olan halklar ve milletler sermaye güclerinin ve siyasilerin oyuncagıdır tüm türk milletinin sorunu ekonomidir ama para icinde namusumuzu onurumuzu gurumuzu satmamızı beklemesinler bizden nezaman bu milletin duygularıyla oynamadan demokratik secim oldu söyleyin bana kiminin dini duygusu kmini atatürk duygusu kiminin etnik tarafı bu ülkede tüm türk halkı emparyalistler tarafından kulanılıyoruz bunu cözümü yok degil var ama herkez kendisi icin dürüst olmaktan geciyor şahsi cıkarlarımızdan kurtularak herkez kendisi düşünsün birilerin yardımıyla düşünmemeliyiz kendi beynimizi kulanalım etki altında kalmadan demokrasi halkların savaşı olmaktan cıkmış ve sermaye güclerinindir bırakın partizanlıgı teşekkürler

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin