RSS Feed for This Post

S.’yi Hatırlayanınız Var Mı?

Bıraktım A.’yı, T.’ yi  eminim S. ‘yi bile bilmez, tanımazsınız siz! Öyle ya onlar yaşanan bir sürecin 3-5 günlük bilemedin birkaç haftalık aktörleri idi. Kimi canlı yayında tatbikatlara çıktılar, kimi müptezel basının ilk sayfalarında birkaç gün manşetten haber oldu.

Kızanlar kızdı, savunanlar savundu, yalanları ortaya dökülmeye başladığında ise tüm o arsızlar çetesinin, sessizce görünmezleştirilip kendi imtihanları ile baş başa bırakıldılar. Bir pardon bile diyen olmadı. 

 S. bana bir mail atmış. İstanbul’dayım. Görüşelim diyor. Ama olmuyor böyle. Bir insandan bahsediyoruz. Bir insan, hani der ya Şeyh Galip: 

      “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen  
 Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen ” 

      Evrenin özü, varlıkların gözbebeği olan bir insan… Bir adı olmalı. Aradan yıllar geçmiş. Yaşadıklarını hiç unutmamış ama çoktaan unutulmuş. Belki artık hatırlanmak da istemiyor. İyisi mi adını olsun söyleyeyim. Sevgi bir mail atmış. İstanbul’dayım buluşalım diyor. Tevafuk bu ya, yarın 28 Şubat’ı yargılayacağımız bir gün. 70 milyon adım koalisyonu bir program düzenlemiş. Bir vicdan mahkemesi kurmuşlar. Kalabalık bir de davacı listesi oluşturmuşlar. Listede A.yı aradı gözlerim, M. yi, arkadaşlarını, tüm o yaşadıkları zorlu günlerde kendileri ile beraber imtihan olunan eşlerini. Çocukları zaten böyle bir programa getirmek olmazdı ya; bir de çocukları vardı bu insanların. Yaşlı anaları, diyaliz makinasına bağlı bakmakla yükümlü oldukları kız kardeşleri, evlerinin basıldığı gece babasının başına dayanmış silahları gördükten sonra o korkuyla ruh sağlığını yitirmiş, yıllarca psikolojik tedavi gören evlatları. 

       Yok, Sevgi’ nin tutuklanışı 28 Şubattan çok önce olmalı. İlk çocuğum doğmamıştı daha o zamanlar. Google sağolsun. İşte buldum. Haziran 1994’teymiş. Karanlık yıllar, karanlık cinayetler… 

 Bir arkadaş sormuştu gözaltına alındığı günlerde, o gazetedeki Sevgi hani tanışmıştık ya o Sevgi değil mi? Yok canım sende diyorum. Hani şu keltoş oğlu ortalarda dolaşıyordu o Sevgi mi? Ne alakası var, ben de gördüm o fotoğrafı, hiç benzemiyor. Dikkatli bak diyor arkadaş, bu o. İyi de hiç benzemiyor ki. Bir süre sonra hangi işkencelerden sonra çarçabuk taktırılmış başörtüsü ile o fotoğrafı çektiklerini öğrendiğim zaman anlayacağım fotoğraftaki kadının neden hiç benzemediğini benim tanıdığım Sevgi’ye. Yapılan işkencelerin izlerinin kapanmasını bile beklememişler. Alelacele götürüvermişler savcılığa. Yüzü perişan bir halde, başörtüsü iğreti geçirilmiş kafasına. Anlatmaya insanın dili varmıyor…  

      İnat ettim bir kere, iyi de o sessiz sakin bir kadıncağızdı, edebiyata falan meraklı idi. Ne alakası olabilir bu yazılanlarla. Arkadaşım iyice salaklığın tuttu der gibi bakıyor suratıma. Tamam da o güneydoğuda yaşamıyor muydu, İzmir’de tutuklamışlar. Ha doğru misafir gittikleri ev diyordu haberde. Neden fotoğrafın kendisine benzemediğinin de üstünde durmuyorum artık. Bir iki gün sonra ne o ufak tefek edebiyat meraklısı kadın kalıyor aklımda, ne de ortalıklarda dolaşan oğulcağızı. Her zaman unutmak, umursamamak için sebeplerimiz vardır. Ekonomik kriz sonrası zamanlardı galiba, bir iş, o sıralar asker olan bir eş, bir de evlat bekliyordum. Belki de adı konmamış bir depresyon hali vardı. Ben farkında değildim. Her zaman melankolik olmak için de bir sebep vardır. 

      “Yumuşak hareketlerle parmaklarıma kablolar doladılar. Ben sustum. Bir ceset gibi sustum hem de. Hiç korkmadan, hiç heyecanlanmadan. İşkencede acı nasıl olur ki? Ne kadar dayanılır, işkenceden sonra bir insanın başına gelecek kötü ne vardır. Bunu bile düşünmeden. Tuzlu sular döktüler sonra üzerime. Başla dedi biri, garip bir uğultu yükseldi parmaklarımdan. Keskin sancılar girdi. Sustum. İnadına sustum. İnadına arttırdılar. Ne kadar sürdü. Başka hiçbir zaman hissetmediği o keskin sancılar kaç yüzyıl asılı kaldı bedenimde. Parmaklarımla dudaklarım arasındaki mesafede kaç asır dolaştı bilemedim. Ben sustum bir ceset gibi. Bedenim konuştu.  Titredi. Tezgahtar yaralı bir güvercin gibi çırpındı, korkunç çığlıklarını bıraktı sonra. Ben sustum.”(Bir Nehir gibi, kendi kitabından)  

      Birkaç yıl sonra başka bir arkadaşımdan dinliyorum Sevgi’nin gördüğü işkenceleri. Aynı işkenceleri çocuğunun önünde yapmakla tehdit edilişini hayretle işitiyor kulaklarım. Mephisto çok masum kalıyor “işini yapan adamın” şeytanlığının yanında. Çıktıktan sonra bir grup kadın Mazlum-Der’de buluşmuşlar; olanları anlatmış Sevgi. Birkaç kişi neden seni tutukladılar diye sormuş, bir sebep aramış olmalılar başına gelenlerde. 

      Ne de olsa o saygıdeğer ‘dindar’ gazete bile haber yapmıştı seni. Müslüman gözüküp de nasıl “işler” yaptığınıza dair Emniyetten aldıkları “bilgileri” basmışlardı sen sorguda elektrik acısı çekerken. En olmadık iftiralar atılmıştı üstünüze. (Yukarıda Allah var beyler! Bu kaçıncı. Hiç mi korkmaz, utanmazsınız günü kurtarmak için uydurduklarınızdan, gerçekler ortaya çıkınca da mı bir gün olsun uykunuz kaçmaz? Bıraktım hesabı cezayı, vicdan azabı denilen şey de mi bir kere bile uğramaz yanınıza. Hep aynı bühtanları savurur durursunuz böyle durumlarda. Neden hep belden aşağıdır darbeleriniz) Şimdi gitsem Sevgi’nin yanına destek olsam, elini tutsam. Almanya’ya yerleşti diyor arkadaşım. Tam bir buçuk yıl oldu… 

      Çok sonradan öğrendiğime göre oğlunu da burada bırakmak zorunda kalarak iltica etmiş Almanya’ya. Her şeyden korkarmış ilk günler. Özellikle de elinde kurt köpekleriyle dolaşan Nazilerden. “Sokaklarda, ellerinde yırtıcı kurt köpekleri, üzerinde metal aksesuarlarla gruplar halinde dolaşanlar, insana, insan görüntüsünden çok, ürkütücü yaratık imgesi yaratır, sadece, “öteki” olanın üzerine korku salardı. Ben de üzerimde taşıdığım örtüm ile, ötekinin en görünürü idim. Hep böyle korkak mıydım çözemiyorum” diyor mektubunda “yoksa ülkemde yaşadığım işkenceler mi beni bu hale getirdi.” (Amma da yaptın şimdi. Sen ki en kötüyü görmüş, yaşamışsın. Hani belki köpekler de canını yakar ya insanın, ama hangi “varlık” 6 yaşındaki evladının canını yakmakla tehdit eder adamı)  

      Hapis yıllarının ardından göç ettiği Almanya’dan yedi yıl dönememiş terk etmek zorunda bırakıldığı diyarlara. Çok hasret çekmiş bir zamanlar. “Hep seyahat ettim en çok da doğuya. Kendi ülkeme benzeyen izler aradım. Ama batıya da gitsem hep ülkemden izler gördüm, anılar götürdüm” diye yazmış mesajında… İyiymiş şimdi. Tekrar üniversiteye başlamış. Hem oğlu üniversiteye devam ediyormuş hem de kendisi. Hala edebiyata, tarihe meraklı. Çok güzel seyahat yazıları yazıyor. Ve çok güzel mektuplar. Hala eskisi gibi narin ve duygusal. Bir de şişko bir kedisi var ama bir türlü bulamadım şimdi resmini. Hayata sarılmış anlayacağınız inadına.   

      “Yaşamak tadını Sevgili Ölüm Meleğinin büyüsünde ortaya çıkarıyordu en çok. O’na en yakın olduktan ve belki kıl payı kaçırdıktan sonra derin bir tutkuyla, can yakıcı bir azapla özledim. Bütün nimetleriyle yaşam namusunu yitirmiş bir kadın gibi kara oldu gözümde. Ölüm sonsuz susuzluğun ardından görülen ırmak kadar çekici, ama bir o kadar da seraba dönüştü. Zihnim ona kavuşmanın yollarını aradı. Artık düşlerime girer oldu. Hep uçurumlar, derin ve kutsal uçurumlar buldum kendime sevdalıların, savaşçıların teslim olmamak üzere kendilerini bıraktıkları. Hep uçtum ama hiç ölmedim düşlerimde bile.”Salt ölmemek için yaşamak bir tür korkaklık ve onursuzluk değil mi?” diye düşünürken, salt yaşamamak için ölmenin de bir tür korkaklık olduğu sonucuna vardım. Sonra yüreğimi genişleterek, cesaretimi ve umutlarımı kuşanarak tekrar çıktım yaşamın karşısına. Kararlı ve istekli. Arkamda bıraktığım ayak izlerimin önümü aydınlatan ışığa dönüşümünün vermiş olduğu rahatlıkla. En çok hapishane filmlerini izlerken delicesine sevinç duydum. Yaşadığım her ânın yüreğimi ve bilincimi ne denli zenginleştirdiğini duyumsadım. “Yaşam, sonsuz bir hazine sunar görmek isteyene” dedim. “(Sevgi, Yaşamın Tadına Varmak)  

      Yarın buluşmayı teklif ettim Sevgi’ye. Gelirse Vicdan Mahkemesine, yüzüne utanmadan bakmayı umuyorum. Bunca yıl sonra bir imza kampanyasının listesinde mi bulmalıydın izimi, hiç sormak bir çift laf etmek, bir selam göndermek aklına gelmedi mi dememesini.  

      Eğer gelirse, biliyorum; bir köşede sessiz sedasız o da yargılayacak 28 Şubat faillerini.  28 Şubatlara Sevgi gibi mazlumların sırtlarına basa basa geldiler ne de olsa. 28 Şubat üç beş günde doğmadı. İnce ince dokudular yarattıkları şeytan imajını; başörtüsü eylemlerine katılmış çarşaf giyen erkeklerden, bombalı eylemlere karışmış İran ajanlarına, “İslami” örgüt evlerinden, Aczimendi dergahlarına paranoyak krizlerin propaganda malzemesi oldu onların “zübde-i alem” olması gereken hayatları. 

       Sen ülkeni terk etmek zorunda kalalı çok uzun yıllar oldu. Türkiye’nin insanları malum gazetenin ilk sayfasındaki yüzü gözü şişmiş, dudağı patlamış resmini çoktan unuttu. Belki sen de unutulmak istiyorsun bunca yıldan sonra. Şişko kedinin mırıltıları ve şimdi senin iki katın olmuş oğlunun başarıları arasında sıradan bir hayatın tadını çıkarmak. Ve unutmak.  

      Ama ne olursun eğer yarın Vicdan Mahkemesine gelirsen bir defalığına yeniden hatırla onları.  

      Vicdan mahkemesi kararını verdiği sırada sen de bir kenarda suçlu de fısıltıyla. 

      Affetmek büyüklüktür derler, ama kimse af bile dilemedi ki senden.  

      Boş ver arkadaşım, günahı benim boynuma olsun:  

      Yarın sen de affetme!

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:amarat Tarih: Mar 2, 2009 | Reply

    yüreginize sağlık.
    Vicdan mahkemesinde ben de oradaydım.Başıörtülü gençten sayılan bir kız çıktı ve dedi ki, esasında artık önemli değil.Çünkü buraya gelmek için telefon defterinden arkadaşlarımı aradım ve listedekilerden her biri farklı yerde ve birisi intihar etmiş.Aslında itikatlı birisiydi diyordu bu ablamız.
    Bu 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin hepsini taksim meydanında sallandırsan ne olur ? O meşhur F tipi cezaevlerine koysan ne olur ? Onca yiten ve giden insanın acıları yanında 3-5 ya da 30-50 tane ar!dan, namus!dan, haysiyet!ten yoksun bu kişileri yargılasan ve yok etsen ne fayda edecek.
    Kendi kendine verdigin sinir harplerinin içinde yer alan bir kurşun misali gelip tekrar seni vuracak.Çünkü onları savunan insanlar hala var olacak ve onların yaptıgı bu igrençligi savunan sözde insanlar var olacak.
    Ama olsun,biz onları yargıladık, mahkum ettik ve kendi evlerinde bulunan sandalyelerinde kendilerini idam etmelerine izin verdik.
    Ee o kadarda olsun.Sonuçta biz insanız.

  3. Yazan:özlem Tarih: Mar 2, 2009 | Reply

    O gun konuşan bir hanım daha vardı. İntizar isminde. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi. Çünkü başına gelenleri detaylandırmadan anlattı.Üç lise öğrencisi kız kadeş ve anneleri beraber yargılandılar başörtüsü eylemlerinde tutuklanıp. En fazla intizar olmak üzere ciddi işkence görmüşler. Hatta benim okuduğum kadarı ile intizarın boğazını sıkıp nefessiz kalıncaya kadar kafasını duvara vuruyorlar. İdamla yargılanıyorlar 16 yaşında.
    16 yaşında başörtüsü eylemlerine katıldı diye idamla yargılanmak nasıl olur,kaç kişiye nasip olmuştur acaba. Tam ne kadar hatırlamıyorum epeyce de hapis cezası alıyorlar. Kız kardeşleri (gazeteci olmak isteyen) Hapishane arkadaşlarını ziyarete gittiği bir sıra yoldan çıkan bir arabanın altında kalıp ölüyor.

    Bunlar çok acı hikayeler.Sanırım pek kimse de bilmiyor. Bir Fadime Müslüm vodvili ile insanları nelere inandırıp neleri gerçekleştirdiler.

    Ben programın sonuna kadar kalamadım ama suçlu olduklarından emindim zaten:)

  4. Yazan:necip Tarih: May 1, 2010 | Reply

    28 şubat dönemi her boyutuyla çok iyi araştırılması lazım gelen olagan üstü bir dönemdir.şubatın aktörleri piyonları şakşakçıları ve şubattan sonraki banka hortumlamaları bu hortumcuların statüleri hortumlamadan kaynaklanan ülkede meydana gelen ekonomik krizler bu kriz gecesinde hazineden milyar dolarca dolar alan ve gecenin sabahında dalgalı kur dan köşeyi dönenler gecelik faizlerin %4000 e çıkması evet yalnış yazmadım yalnış okumadınız % 4000 çıkması ve ülkenin imf ye her zaman oldugundan daha çok muhtaç edilmesi imf den alınan yüzmilyarlarca dolar bu dolarların kimlerin cebine gittigi bu krizden sonra yaşanan ülkenin en stratejik kuruluşlarının kimlere kelepir fiyattan satıldıgı bu stratejik kuruluşları kimlerin ne amaçlarla aldıgı yerli 28 şubatçıların arkasında hangi güçler oldugu bu güçlerin amaçlarının ne oldugu iyi düşünülmelidir.d8 in kurulması,çekiç gücün türkiyeden gönderilmesi 28 şubatın dügmesine basılmasına neden olmuştur oysaki dügmeye basılma nedeni sincanda küdüs gecesi düzenlenmesi başbakanlık konutunda tarikat şeyhlerine yemek verilmesi olarak kamuoyuna medya tarafından lanse edildi ve bu durumun laik devleti tehdit ettigi vurgulandı ve bu duruma laiklik hassasiyeti olan askerin sessiz kalamayacagı konusu işlendi.ülke diken üstündeyken piyasaya sarıklı cübbeli saç sakal karışık ellerinde asalarla ne oldukları belli olmayan kişiler piyasaya sürüldü sonrasında cinci ali sisi seyhan karısı emire fadime şahin aczimendi müslüm devreye sokuldu kameralar önünde önünde seks teşhiri oyunları gösterildi sonradan anlaşıldıki aczimendi müslüm ün ev sahibi hüseyin üzmez miş.bu dönemde darbe korkusu estirilerek çevik bir,güven erkaya, dogu aktulga üzerinden sert açıklamamalrla estirilerek israille ülke tarihinin en kritik antlaşmaları yapılmış ve modernizasyon adı altında savunma ihaleleri verilmiştir.bu ihaleler ve antlaşmalar 28 şubatın toz dumanlı ortamında yapılabilmiştir anap dyp hükümetlerinin bile imzalamaktan çekindigi bu antlaşmalar ne yazıkki korku estirilip rp ikdidarı imzalamak zorunda bırakılmıştır 28 şubat çok derin global toplum mühendisligidir.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin