RSS Feed for This Post

Modernist yanılgı ve liberalizm

Kimi “liberal”lerin temel yanılgısı modernizm ile kurdukları sakat ilişkide yatıyor… Bu sakat bakış açısı yalınkat bir aydınlanmacı/ilerlemeci perspektifi temel bir “doğru” olarak kabul ediyor. İnsanlığın bu çizgiye doğru evrimleşeceğine inanıyor. Yani ortada “doğru” olanın zaten belli olduğunu varsayan, ancak “yanlış” olanın da zamanla dönüşeceğine inanan bir mantık var. “Yanlış” olana da hoşgörü gösterilmeli, ona baskı yapılmamalı ama “yanlış” olana karşı dikkatli de olunmalı. Liberalizmin özgürlük tasavvurunu “yanlış” olanı “hoşgörmek” olarak gören baştan aşağı bir problemli bir bakış açısı bu… Yani demokrasinin zor zamanlarında da “Yanlış olanı cebren durdurmak” fikrine kapılması, dolayısıyla faşizanlaşması kaçınılmaz olan bir zihniyet yapısından bahsediyoruz…

Aynı modernist yanılgı, Türkiye bazında kimi kendine liberal diyenler için de geçerli. Kendini solda tanımlayanlar içinse çok çok daha geçerli. Yukarıda aktardığım kör modernist yanılgıya Türk solcularının çok büyük çoğunluğu iman ediyor. Çoğunun liberaller kadar da “hoşgörü” derdi olmadığı için direkt faşizmin sularına çekilmeleri kaçınılmaz oluyor…

Batı’daki krize dönersek, bu sakat “liberal” bakışta, “doğru” olarak kabul edilen şey seküler/ modern yaşam tarzı. Bir bütün olarak da seküler/modern uygarlık… Avrupa’da güncel bir mesele olarak İslam, kimi Müslümanların yaşam tarzının muhtemel görünümleri olan başörtüsü, harem-selamlık, yer sofrası, ortadaki tabaktan yemek gibi şeyler ilkelliğin (ve hatta belki barbarlığın) tezahürleri olarak algılanıyor bu bakış açısında… “İlkel olana özgürlük tanıyalım, çünkü adım adım modernleşecek/ uygarlaşacaktırlar” inancıyla özgürlük-yandaşı olan çok sayıda Batılı liberal tanıdım. Elbette bu sakat perspektif “Ne yapsak değişmezler, bunlar, özgür uygarlığımızın ve yaşam tarzımızın düşmanı, uygarlığımızı bu ilkellerden korumalıyız” diye özetlenebilecek faşizan zihniyet tarafından çok kolay nakavt edilebiliyor. Ya da bizzat bu faşizanlığa eklemlenebiliyor… Özellikle Kıta Avrupası’nda kimi liberal (ve sol) partilerin de başına gelen bu… Britanya Liberal Demokrat Partisi ise bu sakat çizgiden net bir şekilde ayrılıyor… Britanya LDP’sinden görüştüğüm birçok arkadaşım da bu sakat gidişatın şükür ki farkında, hiçbir Batılı sol partinin de olmadığı kadar bu mesele etrafında müteyakkız haldeler… Türkiye’de de LDT çevresi ve özellikle Atilla Yayla bu modernizasyonist/ ilerlemeci anlayışa muhalefet eden, liberalizmi modernizmin varyantına indirgeyen bakış açısına karşı çıkan bir liberal-demokrat entelektüel çizgiyi takip ediyor…

Aslında liberalizmin entelektüel tarihinde de bu iki çizgi hep olmuştur. John Locke ve Immanuel Kant’ın aksine David Hume ve Adam Smith ilerlemeciliğe/ modernizme her zaman derin bir kuşkuyla yaklaşan iki liberal filozoftur. Genel olarak zaten İskoç aydınlanma geleneği Uygarlığa doğru ilerliyoruz heyecanına karşı her zaman mesafeli olmuş bir gelenektir. İki İskoç dâhi Hume ve Smith, endüstri devriminin şafağında doğmuş, karşılarında oluşmakta olan “yeni bir dünya” bulmuş ve bu “yeni dünya”nın nereye doğru gideceği konusunda iyimserlik ve kuşkularla karışık bir perspektif geliştirmişlerdir. Hume ve Smith’in metinlerini bugünden okuduğunuzda bu iki filozofun sezgilerinin derinliğini farketmemeniz imkânsızdır… Özellikle Adam Smith etrafında ülkemizde saçmalamanın sınırı yok! Öncelikle bir ahlak filozofu olan Smith döneminin “tarihin akşını hızlandıran” gelişmeleri karşısında hiçbir zaman Marx gibi düşünmemiştir. Aynı şey Smith’in burjuvaziye/ kapitalistlere ilişkin görüşlerinde de geçerlidir. Smith’in bakışında Marx’ta kuvvetle olduğu gibi Burjuvazinin tüm insanlığı, hatta en barbar ulusları bile uygarlığın bağrına çektiğine ilişkin bir inanç asla yoktur. Tam aksine hem o dönem yükselen bir sınıf olarak burjuvaziye ve genel olarak da Avrupalıların artan kuvvetine karşı çok derin bir kuşku taşır Smith… Başyapıtı Wealth of Nations/ Ulusların Zenginliği’nde Avrupalıların coğrafi “keşif”lerine son derece mesafeli bir dille yaklaşır. Ortadaki güç dengesizliğinin büyük adaletsizliklere yol açabileceğini ve bu adaletsizliklerin de Avrupalıların yanına kâr kalabileceğini ısrarla belirtir. Korkarak yaptığı bu öngörüleri de çıkmıştır Smith’in… Tüm beşeri gelişmeleri özgürlük ve adalet ilkelerinden hareketle yorumlayan insan varlığını “tarihin mantığı/ uygarlığın ilerlemesi” gibi parlak sözler uğruna kurban etmeyen bir ahlaki bakışın filozofuydu Smith… Hume da aynı duyarlılığa sahipti…

“Doğru” olana yönelik insanlığın ilerlemesi inancından uzak; farklı olanların birbirinden beslenerek ortak bir modus vivendi kurabilmesinin arayışındadır Hume ve Smith’in çizgilerinden süzülen liberal-demokrat anlayış… Isaiah Berlin’in 20. yüzyılda yetkin biçimde doktrine ettiği bir liberal-demokrat tasavvurdur bu…

Liberalizmi eleştiren kimi benim de sevdiğim yazarlar bu çizgiyi yok sayarak haksız ve adaletsiz davrandıklarını bilmeliler…

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin