RSS Feed for This Post

Bir sevgili gibi yaşamak (Leyla İpekçi)

Kapitalizmin, parlak albenili giysilerini giydirip pazara sürdüğü nesnelerden birisi aşk ve sevgi. Sevgililer Günü yaklaştığında sanki sevgi, kanıtını büyük harcamalarda bulacakmış ve hepimiz de buna katılmalıymışız gibi bir telaş alıverir her yeri. Ne kadar harcarsan o kadar seviyorsun!

Sevginin, kaynağından koparılıp pazara düştüğü yerde, alınıp satılan bir nesne olan aşk da soysuzlaşmış halde. Her şeyi, yerine yenisi konulabilecek bir protez hâline dönüştürmüş olan modern ruhsuzluk, sevgiye de aynı tarifeyi uygulamakta gecikmiyor. Protez sevgiler ve sevgilileri ile “bir sevgili gibi yaşamanın” ne olduğunu unutmuş ve sahte sevgilere mahkûm olmuş vaziyette insanlık.

“Bir Sevgili Gibi Yaşamak” birkaç yıl önce okuduğum ve bu günlerde tekrar okumak zorunda hissettiğim bir kitap. Yürek safından bir vicdan insanı ve hikmet burcundan bir sanatçı olan Leyla İpekçi’nin 2007 yılında basılmış çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarının ve hiç yayımlanmamış bir takım başka yazılarının derlendiği bu kitap.

Varlıkların yaratılış hikmetini insanda aradım yıllarca. İnsandan insana bakmakla içimizdeki bilginin tüm boyutlarını kavrayabileceğim öğretilmişti bana. Başkasından kendine ve kendinden başkasına bakmakla hakîkati tavaf ettiğine inanan ‘birbirine dönük’ her yüz gibi bir perspektif yolculuğuna çıkmıştım kağıt üzerinde.

Yolun yarısına vardığımda ‘Varlık bir harftir, sen de onun anlamısın’ diyen bir sufi çağlar ötesinden işitmemle birlikte kağıdımızda aslında başından beri bir minyatür olduğunu ve harflerle kurduğum ilişkide perspektifin ancak bu minyatürün kenarında kaldığını fark ettim.

İnsan için koca bir kâinatı Yaratan, insanı da Kendi için yaratmıştı. Kendi’ni – ve kendini – bilsin diye. Perspektif’in nihâi görüş açısı olduğuna inandığımız için belki de tek gözle bakıyorduk kendimize. Oysa sahih bir bakış elde edebilmemiz için bize iki göz verilmişti. ‘Kendine dönük’ yüzlere daha iyi baktığımda, onların Rabblerine dönük olduğunu görmeye başladım böylelikle. Her şey O’nu tesbih ediyordu kendi dilinde. Bu yüzden hepimiz konuşuyorduk. Bize öğretildiği biçimde. “

Bu cümlelerle başlıyor kitap. Bir sevgili gibi yaşamak için, sevginin kaynağını bilmenin anlamı üzerine tekrar düşünmeye davet ediyor bizi Leyla İpekçi. Sevginin, hakîkatine tevdî edilmedikçe köksüz olacağını görüyoruz böylelikle. “Vahyin iç hakîkatinin zaman geçtikçe genişlediğine ve insan gerçeğinin tamamını kucakladığına, soluk aldığım her an tanıklık etmeye başladım. Zihinsel bir inançtan ziyade, ‘akleden kalp’ten gelen bir güvendi bu. İçinde tüm değişimlerin sağlamasını barındıran bir kanıt yerine geçiyor artık bu içi bilgi benim için. Bir başkasından öğrenilmeyecek, ancak kendi içine bakarak keşfedilecek en değerli bilgi bu. En fıtrî niteliğimiz.”

Sevgi ile vicdan bir arada ve birbirinden ayrılamaz bir bütünlük oluşturamazsa, kapitalizmin bir ticari metâ hâline döndürdüğü her iki kavramın da alınıp satılmasına ve bir değiştirme nesnesi hâline döndürülmesine engel olamayız. “Vicdanı adaletin ilahî boyutundan soyutladığınızda, hak arayan herkes, kendisinin veya bir başkasının neyi hak edip etmediğinin hükmünü vermeye kalkışıyor. Er ya da geç. Hiçbir mutlağa boyun eğmediğini söyleyenler de bu kez bu ‘esnek’ durumu ilahlaştırıyorlar örneğin. Ve tüm bular bizi en kestirme yoldan faşizme çıkardı, çıkarıyor hep.”

Leyla İpekçi sevginin bölünebilen bir şey değil, tam tersi tüm insanlığa(ve kâinata) yayıldıkça ‘bir’e daha çok yaklaşan bir şey olduğunu anlatıyor. “ ‘Bakış açımızda’ soyutlayalım kendimizi. ‘Dünya görüşümüzü’ fırlatalım bir kenara. İlk kez görüyormuşcasına saf bir niyetle bakalım insan!” Saf bir niyet! Her şeyin başı ve en birinci şartı! İşte bu saf niyet bir sevgili gibi yaşamanın kodlarını ortaya koyuyor. Birini sevmek, başkasını, herkesi Yaratan’dan ötürü sevmek demekken, bize tuttuğu aynada, öldüresiye sevdiğini söyleyen, sevdiği için başkalarının sevgilerini, sevgililerini ezmeye, yok etmeye ve öldürmeye çalışanların sevgisinin bir “sevgili” sevmesi olmadığını görebiliyoruz.

Kalp, sevmenin yuvası iken, sevmenin yönteminin ipuçlarını da kadîm tasavvufî kavram “akleden kalp” örneğiyle veriyor Leyla İpekçi. “Aklınızı Rabb’inize teslim ettikten sonra onu emanet aldığınızda, eskisinden daha iyi kullanmaya başlamış olabilirsiniz. Neden ve sonuç ilişkilerini araştıra araştıra bir gün bu anlama çabalarıyle yüzünüzü ‘ilk neden’e çevirmiş olabilirsiniz. İlk neden: Sebep ve sonuç ilişkilerinin hepsini kendinde barındıran ‘asli neden’. Analiz ve sentezlerle bilim gibi ‘ikincil nedenler’i açıklayabilenlere, bu aslî neden’in her değişimi kapsayabilen kuşatıcılığına, bir türlü değemediklerini hangi sözcüklerle ifade edebilirsiniz?”

“Bir Sevgili Gibi Yaşamak” birbirinden asla ayrılamaz bir bütün olan hakîki sevgi ile vicdan arasındaki ilişkiyi gösteren birbirinden güzel ve düşündürücü yazılarla dolu. Hikmeti, anlayabileceğimiz bir dille anlatmaya çalışan sûfi ve bilgelerin yolundan giderek, bizlere vermek istemenin sorumluluğunu gösteren bir insanın, Allah’tan emanet aldığı için herkese yeten sevgisini, zaman zaman da çığlıklarını duyabileceğimiz bir kitap.

Sevgililer günü gibi günler kapitalizmin yarattığı tapınma ihtiyacına bir cevap adetâ. “İnsan varoluşundan tapınma ihtiyacını soyutladığınızda, fıtrattan gelen tapınma gereksinimi artar ve yatay bir eksende her mefhuma doğru yayılmaya başlar giderek: Cinselliğe, ihanete, ırka, toprağa, ulusa, psikoloğa, şarkıcılara, futbolculara, katillere tapınma katsayısının günümüzde bu kadar tavana vurmasının nedenlerini biraz da kutsalın içini boşaltarak ‘seküler’i kutsal ilan etmemizde aramalıyız.” Sevginin asıl sahibinin bilinmediği ve oradan köklenmeyen bir sevginin kısa bir süre sonra bencilliğe, cinnete döneceğini görmek için yeterince şey yaşamadı mı bu dünya? Merhametle, vicdanla, sevginin aynı kalpten doğan kardeşler olduğunu görmek için yeterince acı çekmedik mi?

Kitapta, İsrail’in, 2006’da Lübnan işgali ve bombalamaları ile yine aynı yılın yaz dönemlerinde yaptığı Gazze operasyonu sırasında yaptıkları ile ilgili yazıları okuyunca insanlığın hiç ders almadığına tekrar şâhit oluyorum. Rachel Corrie’nin yaptığını tekrarlamaktan aciz bir insanlığın gözüne tutulmuş bir ayna olarak kitap, bize, utancımızı hatırlatıyor yeniden.  Annesine yazdığı mektupta “Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi, dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek…” diyen Corrie’nin “şehâdetinden” bu yana değişen bir şey yok! İnsanlığın vicdanı o zaman çıktığı tatilden ( o zamanlar çoğu ‘vicdan sahibi yazar’ tatilde – deniz kenarında – oldukları için bu konuda bir eylem yapamamış, bir yazı bile yazamamışlardı…son Gazze katliâmında da pek bir fark yok gibi…) hâla dönmüş değil!

Kitap aracılığıyla daha iki yıl önce Gideon Levy’nin yazdıklarından hareketle Gazze’ye bir daha bakmam gerekti : “Gazze’nin büyük kısmında elektrik yok. Çünkü buradaki tek elektrik trafosunu İsrail bombaladı. Elektrik üretilmediği için evlere su dağıtılamıyor. Gazze’de çöp yığınları dağ gibi olmuş, ‘medeni dünya’nın uyguladığı ambargo yüzünden, hükümet maaşları da ödeyemiyor. Geçiş noktaları sık sık kapandığı için Gazze’de yaralı ve acılı birçok insan ölmeyi bekliyor, kimi çoktan öldü. İsrail son iki ayda 224 Filistinli’yi öldürdü. Çoğu sivillerden oluşan ölümlerin yaşanmadığı gün geçmiyor. Hastane olduğu söylenebilecek tek yerde hayatları boyunca sakat kalacak, uzuvlarını kaybetmiş çocuklar…”

“Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim” diyen Rabb’imize borcumuzdur bizim sevmek. “…yeryüzünün halifesi olan insanın Allah(cc) için yaratıldığını, geri kalan her şeyin de insan için yaratıldığını fısıldar bize.” İnsan olmanın sorumluluğu işte budur. “Dağa verilince ortasından yarılan emanetin taşıyıcısı olmak!” Leyla İpekçi kitabında ilk zikir olarak sevgiyi örnek veriyor ve “O onları sevdi, onlar da O’nu…”ayetini örnek gösteriyor. Sevginin böyle bir boyutuna açıldığı anda bu sevginin sorumluluğunu taşımak, bir sevgili gibi yaşamak demek değil midir? İşte ancak böyle bir sevgi, bütün insanlığı kucaklayan sahici bir sevgi olmaz mı?

Sevgiyi aklın bir türevi sandığı için, metâ hâline dönüştürmeye başlayan modern tağutluğa karşı hakîki sevginin kaynağını anlamaya davet ediyor bizi Leyla İpekçi : ” Zihnimiz ‘eşsiz ve benzersiz’olanı ‘tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan’ı, ‘doğmamış ve doğrulamaz olan’ı algılamakta zorlanır, çünkü zihin, ancak bölerek tanımlamayı becerir: ikilikler katıdır zihin. Zıtlıklara gereksinimi vardır ayırt edebilmek için. Güzel ve çirkini, iyi ile kötüyü…

Oysa biraz daha düşey bir yol izlendiğinde, kalbe yani keşf mahalline varılır. Orada insan diliyle üretilmiş nice kavramın, ideolojinin ve tanımın ‘bir’de eridiğini ve ‘konuşan’ın Yaratan olduğunu sezmeye başlarız. Tüm ikiliklerin içinde yer bulabildiği ve Hakîkat’i kuşatan o ilk neden’in tüm neden sonuç ilişkilerini kapsadığını fark ederiz. Kainâttaki değişimlerin ‘bir’ olduğunu biliriz. Akleden ve keşfeden kalbimizden.”

Mecazî olarak bile olsa Sevgili ile “bir olmanın” ve onu kendisinden ayırmamanın, yani gerçek sevginin yolunu gösteren bu cümleler bugün dünyada unutulmuş olan irfanın da ipuçlarını verir mahiyette.

Arzu ve hırs nesnesi haline getirdiğimiz hayatlarımız sevgiye de yer bırakmıyor; aşk ve sevgi dediğimiz şeyler birer sahte ilâh oluvermişler, biraz kurcalasak kendi elimizle kırabilecek olduğumuz bir ilâh! Kendi nefsimizin yarattığı,  sadece bizim olan, paylaşmayı reddettiğimiz diğer tüm sahte ilahlar gibi! ” Her beğendiğinizi arzu edebilir, her arzuladığınızı elde edebilirsiniz. Artık sizi belirleyen, ihtiyaçlarınız değil, arzularınız. Arzu sektörü böyle çalışıyor. İhtiyaç fazlasıyla…” ihtiyaç fazlasından kalmış parlak ama içi boş sevgiler, arzumuzu karşılamak için işte böyle pazara sürülüyor. Sevgililer günü de bu pazarların büyüklerinden! Sessiz, içten ve yerine başka bir şey geçirilemez hakîki sevginin yerine gösteri dünyasının şartlarına uyum sağlamış, protez bir sevginin pazarı!

“Artık ne zamandan beri ‘Sevgili’nin yolunda olduğumu sorduklarında müzisyen Ahmed Cemal’den duyduğum şu sözü tekrarlıyorum: ‘ Doğduğumdan beri.’ Yalnızca yoluma yığılmış irili ufaklı onca tanımlama yüzünden kıpırdayamıyormuşum bir türlü.”

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Şub 17, 2009 | Reply

    Çok güzel bir kitapmış, tanıttığınız için teşekkürler. Akleden kalp çok güzel bir ifade. Yine iki yıl önceki Gazze’nin halini anlatan bölüme çok hüzünlendim. Hiçbir şey değişmemiş hayatlarında, daha da kötüye gitmiş. Halbuki biz ne kadar rahat ahkam kesebiliyoruz buradan.
    Leyla Hanim son derece mütevazi, hoş bir insan. Gazete yazılarını severek okuyordum. İnşallah kitabını da ilk fırsatta okuyacağım.

  3. Yazan:eg Tarih: Şub 17, 2009 | Reply

    özlem hanım,
    öncelikle ben teşekkür ederim. leyla hanım benim, vicdanıyla, adaletiyle, insanlığıyla örnek aldığım bir insan. bir gün bir kitabım basılırsa kitabımı kendisine ithaf edeceğimi kendisine de söyledim. o kadar değer veririm. her geçen gün daha fazla tanıdıkça gözümde daha da değeri büyüyen bir insan. kaleminin ucunda vicdanıyla ruhuyla yazan insan derler ya öyle birisi cidden.
    laf aramızda daha önce de söylemiştim sanırım, sizin yazma stilinizi de leyla hanımın stiline benzetiyorum. kalple ruhla yazılan yazılar, salt bilgi veren yazılardan benim için her zaman daha değerli oldu, beni her zaman daha fazla etkiledi. soğuk buz gibi yazılardansa, içinde yazanın ruhunu, kalbini, bazen çığlığını ve bu çığlıkla birlikte her zaman sevgisini görebildiğimiz yazılar (leyla hanımın ve sizin yazdığınız yazılar bu kategoride bence) insanı daha derinden etkiliyor. bilgi sonuçta elde edilebilen birşey ama, sanat ve elbette sanatta aşk, bu bilgiyi derinleştirip yerine koyan bir işlev görüyor.
    akleden kalp, tasavvufta bir kavramdır ama kur’an ayetlerine dayanır. kur’an, biliyorsunuz, akletmeyi kalbin bir türevi olarak alır çoğu zaman .

  4. Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    Gerçekten çok güzel bir tanıtım. Leyla İpekçi hanımı ‘leyla ipekçi’ gibi anlatan bir yazı.. Vicdan, adalet, etik, estetik ve yazının onuru, gücü adına ne varsa… Emeğiniz için teşekkürler. Bu arada çok geçte olsa bu güzide siteye katılmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duyuyorum. Bundan böyle, Fikir, özgürlük, eleştiri ve değişime içten inanan buradaki güzel kalemleri sık sık takip edip katkı sunmaya çalışacağım. böyle bir zemini oluşturanlara selam olsun.

  5. Yazan:feyza Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    Enver Bey,
    Siteyi sürekli takip ediyorum ama Ilk defa yorum yaziyorum. Sitede takip ettigim yazarlarin basinda geliyorsunuz. Birgün bir kitabiniz cikarsa alacaklarin basinda da ben gelirim insallah. Özlem Hanimin yazilarinin da benim icin farkli bir yeri var. Ikinizi bir arada yakalamak da güzel bir tevafuk oldu ve ben bir selam vermeden gecemedim. Saygilar.

  6. Yazan:özlem Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    Teşekkür ederim Enver bey. Bir vesile ile Leyla Hanım da bir yazımı okumuş, teşvik edici güzel sözler söylemişti. Halbuki insanlar birbirlerini ezmek, alay etmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyorlar. Benim hemen hiçbir yakınım bilmez, ne yazdığımı nerede yazdığımı hatta yazıp yazmadığımı vs. O konuda dersimi aldım:)
    Neyse gerçekten iyi kalpli, derin bir insan. Bir kitap yazarsanız kendisine ithaf etme fikri çok güzel.

  7. Yazan:eg Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    veysel bey, feyza hanım,
    çok teşekkürler güzel sözleriniz için. insanı biraz utandıran sözler bunlar. inşallah layık olabilirim…

    sevgiyle

  8. Yazan:özlem Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    Ve aleykum selam Feyza Hanim:)

  9. Yazan:Umm Eyyub Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    Kapitalizmi ,batiyi tenkid ederken dozu biraz kacirmiyormuyuz?

    Yazar asagidaki siirinde insanin fitratinda olan sevme ve sevilme ihtiyacini ne guzel ifade etmis.

    “Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye
    Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim,
    Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe?
    Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası;
    Duygu tanımaz bir karayel işte…
    Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran,
    Son yolculuğunda yürek kadırgası.
    Suç onun, sevgiye ne gerek vardı…
    Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
    Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
    Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.
    Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
    Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık…
    İşte ama lâkin ricâ ederim fakat,
    Şimdi asla ona gerek duymasaydık…
    Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı
    Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı
    Bir yere varamadı, ölümse arkasında,
    Suç onda sevgiye ne gerek vardı?
    Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler
    Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler?
    Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler,
    Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim,
    Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı.”

    Hüsrev Hatemi

    Vedud olan Allah Teala, bu ihtiyaci bizim icimize koymus.

    Sevgili Peygamberimiz (SAS) de sevgiliye sevdigini soyle diye emretmis.Kendisi de acikca esleri Aise ve Hatice Validemizi sevdiklerini soylemis,hayati boyuncada sik sik ifade etmis.

    Sevgili Peygamberimiz (SAS), Hediyelesmeyi de tavsiye etmis ve kendi hayatinda da uygulamis.

    Bunlarin isiginda dusunursek, batinin bu gunu kutlamasinin,guzel bir uygulama oldugu sonucunu cikartmamiz gerekmez mi?

    Yazar, Leyla Ipekci’ “Bir sevgili gibi yasamayi” burada oldugu gibi sevgisizlige,malzeme yapilsin diye yazmamistir herhalde.

    Sevgililer gunu, seven insanlarin, sevdiklerine, sevdiklerini sozle yaziyla hediyeleserek anlattiklari bir gun. Bunu asagidaki ifadeyle kucumsemeye ne gerek vardi?
    “Protez sevgiler ve sevgilileri ile “bir sevgili gibi yaşamanın” ne olduğunu unutmuş ve sahte sevgilere mahkûm olmuş vaziyette insanlık.”

    Bazi muslumanlar, Allah askinin arkasina saklanarak esine cocuguna sevgi gostermeden sevdigini sozle veya yaziyla soylemeden ve onu bir ifadesi olan hediyelesmenin guzelliklerinin yasamadan bir omur geciriyor.

    Cok yazik oluyor.

  10. Yazan:eg Tarih: Şub 18, 2009 | Reply

    @umm eyyub,
    açıkçası neyi eleştirdiğinizi anlamadım. yazıyı “sevgisizlik” olarak görmenizi anlayamadığımı söylemeliyim. hele sanki yazı sevgisizliği övüyormuş gibi, sevgiyi öven şiirler örneği vermeniz iyice garibime gitti. sanki yazı sevgiyi değil de sevgi, aşk kisvesi altına giren ruhu gitmiş ve tüketim nesnesi haline gelmiş “birşeyleri” eleştirmiyormuş gibi .sanki yazı “kainatın yaratılış hikmeti aşktır, sevgidir” ana fikri üzerine kurulmuyormuş gibi. doğrusu yazıyı okumadan yorum yazdığınız yönünde ciddi şüphelerim var…

    bir de “leyla ipekçi kitabını böyle bir sevgisizliğe malzeme yapmak ister miydi demişsiniz” ya merak etmeyin ben sadece bu yazımı değil, her yazdığım yazıyı çeşitli platformlarda yayımlamadan önce mutlaka leyla hanım’a gönderip fikrini alırım…o yüzden endişe etmenize gerek yok. protez sevgi ile ne kast ettiğimin çok açık olduğunu düşünüyorum ama anlamadıysanız yine hüsrev hoca’nın şiirine bakın. protez ile gerçek arasındaki farkı anlatıyor çünkü!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin