RSS Feed for This Post

Mustafa Kemal Paşa Allenby’nin tarif ettiği makama nasıl geldi?

Dört ülke kaybettim hükümsüzdür

Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde Türk ordusu Filistin cephesinde feci bir yenilgiye uğradı. Sir Edmund Allenby kumandasındaki İngiliz ordusu 19 Eylül’de Kudüs’ün hemen kuzeyinde bulunan cephede hücuma geçerek 7. ve 8. Türk ordularını neredeyse tüm mevcuduyla esir aldı. Bunun üzerine Ürdün’de bulunan 4. Ordu da panik içinde dağıldı. 1 Ekim’de Şam düşman eline geçti. 6 Ekim’de Fransız donanması Beyrut’a girdi.

3 ve 4 Ekim’de Amerikan basınında, Türk Hükümeti’nin İsviçre kanalıyla barış teklifinde bulunduğuna dair haberler çıktı. Bundan birkaç gün sonra Talat Paşa başkanlığındaki kabine istifa etti. Mustafa Kemal Paşa kumandasındaki bir birlik Halep’te yeni bir savunma hattı oluşturmaya teşebbüs etti ise de 27 Ekim’de İngiliz birlikleri Halep’i işgal etti. Bu olaydan tahminen üç-dört gün önce İngilizler ateşkese hazır olduklarını bildirerek Türk hükümetinden bir temsilci göndermesini istediler. 28 Ekim’de Dışişleri Bakanı Rauf Bey gizli görüşmeler için Limni Adasının Mondros Limanı’na vardı. 30 Ekim’de ateşkes imzalandı. Ertesi gün İngiliz birlikleri İskenderun-Kilis hattında çarpışmalara son verdiler.

İngiliz kuvvetleri 42 gün süren bu kampanyada kuş uçuşuyla yaklaşık 550 kilometre ilerledi. Ele geçirdikleri alanda daha sonra İsrail, Ürdün, Suriye ve Lübnan devletleri kuruldu.

ŞAŞIRTICI ATEŞKES

Savaşın Kilis sınırında sona erdirilmesinde 42 gün aralıksız savaşan İngiliz birliklerinin yorgunluğu muhakkak ki bir rol oynadığı gibi, hemen aynı günlerde Almanya’nın yenilgiyi kabul ederek teslim olması da pay sahibidir.

Ancak burada dikkat çekici olan bir başka hususa da parmak basılmalıdır. İngilizlerin ateşkesi kabul ettiği hat, tastamam Türk-Arap etnik sınırıdır. Sınırın her iki yanında küçük azınlıklar vardır, ancak hattın güneyindeki köyler yüzde 80-90 gibi bir çoğunlukla Arap, kuzeyindekiler de benzer bir çoğunlukla Türktür.

Daha dikkat çekici olan şudur. 1916 ve 1917’de Mark Sykes ve Georges Picot arasında müzakere edilen gizli anlaşmalar uyarınca İngiltere, Külek Boğazına kadar olan Kilikya’yı, yani Adana vilayeti ile Maraş sancağını işgal ettikten sonra bu yerleri Fransız yönetimine bırakmayı taahhüt etmiştir. Dolayısıyla İngilizlerin Kilis’te silah bırakması, Fransa’ya verilmiş olan sözün tutulamaması veya tutulmaması anlamına gelmektedir.

Ateşkesin imzalandığı tarihte cephede kayda değer nitelikte bir Türk askeri birliği kalmamıştır. Adana’da bulunan 2. Ordu bir kabuktan ibarettir. Dolayısıyla İngilizlerin ciddi bir direnişle karşılaşmadan Adana’yı ele geçirmesi, hatta kısa sürede Anadolu içlerine ilerlemesi pekâlâ mümkün görünmektedir.

UNUTULMUŞ BİR FELAKET

Standart Türk tarih yazımında Suriye “felaketi” hakkında neredeyse hiçbir ibareye rastlanmaz. Böyle bir olay sanki olmamıştır. Ders kitaplarında ve resmî tarihe ilişkin anlatımlarda konuya yer verilmediği gibi, döneme ait anılarda da Suriye yenilgisine pek değinilmez. Yenilginin analizi yapılmamış, “suçlular” aranmamış, sorumluluk taşıyan kişiler tevil ve inkâr yoluyla da olsa kendilerini savunmamıştır.

Bu kayıtsızlığın sadece “unutturma” çabasıyla ilgili olduğunu sanmıyorum. Dönemin günlük gazetelerini oturup okudum; Eylül ve Ekim ayları boyunca İstanbul basınında Suriye cephesine ayrılan yer çoğu zaman tek paragraflık resmî bildirilerden ibarettir. Çünkü Suriye olaylarıyla aynı günlerde İstanbul kamuoyu, Trakya cephesinden gelmesi beklenen çok daha büyük tehlike ile meşguldür. Savaşta Türkiye’nin müttefiki olan Bulgaristan, Eylül ayında yenilmiş ve Fransız-İngiliz seferi kuvveti tarafından işgal edilmiştir. Galip güçlerin her an İstanbul üzerine yürümesi beklenmektedir. O yönden gelecek bir saldırıya karşı İstanbul’un savunulamayacağı görüşü halka ve hükümet çevrelerine hakimdir.

Böyle bir panik ve karamsarlık ortamında Suriye’den gelen haberlerin Türk basınını hiç etkilememiş olmasını bir ölçüde anlayışla karşılamak gerekir. Daha büyük bir badireyle yüz yüze olan kamuoyu, Suriye’deki yenilginin farkına bile varmamıştır.

PAŞANIN SERENCAMI

Geçmiş felaketleri unutmak belki de insan tabiatının doğal bir savunma refleksidir. Doğru tavır da belki budur, bilmem. Kibarca söylersek, “delinmiş davulun davası olmaz” deyişi halk bilgeliğinin özlü ifadesidir. Buna karşılık, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak tarih sahnesinde yer alan Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye yenilgisinde oynamış olduğu rol, sanırım tarihçilerin daha fazla dikkatini çekmeye layık bir konu olmalıdır.

Özetlemeye çalışalım. Mustafa Kemal Paşa 1916-17’de ordu komutanı olarak Suriye ve Filistin cephelerinde bulunmuş, karmaşık bir dizi siyasi entrikaya adı karıştıktan sonra Ekim 1917’de görevinden azledilerek İstanbul’a çağrılmıştır. Biyografisinin bundan sonraki sekiz aylık kısmı karanlıktır. Dünya Savaşı’nın bu en zorlu döneminde, bilindiği kadarıyla, herhangi bir resmî görevi yoktur. Sadece Aralık 1917-Ocak 1918’de veliaht Vahidettin Efendi ile birlikte Almanya’ya resmî bir ziyarette bulunmuştur. Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya husumetiyle tanınan ve Almanlarla arası hiç iyi olmayan genç generalin, böyle hassas bir gezide, yeni veliahtın bir tür siyasi mihmandarı veya “gözeticisi” olarak görevlendirilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir.

FİLİSTİN TURNESİ

Haziran 1918’de Mustafa Kemal, sağlık gerekçesiyle Avusturya’ya giderek bir ay Viyana’da ve üç hafta kadar Karlsbad’da kalır. Bunlar, Almanya’nın savaşı kaybedeceğinin iyice anlaşıldığı ve çatırdamaya başlayan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İngiltere ile ayrı bir barış arayışına girdiği günlerdir.

4 Temmuz’da Sultan Reşat ölür, Vahidettin tahta geçer. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa tedavisini yarıda bırakıp Türkiye’ye döner. İstanbul’a vardığının ertesi günü padişah tarafından kabul edilir ve birkaç gün sonra Filistin’de bulunan 7. Ordu kumandanlığına atanır. Bu görüşme sırasında padişaha Enver’i azlederek başkumandanlığı bilfiil üzerine almasını önerdiğini, ancak bu önerisine cevap alamadığını anılarında anlatmıştır.

4 eylül dolayında Mustafa Kemal Paşa Filistin’de görevinin başına geçer. Resmen sadece 7. Ordu kumandanı olduğu halde, Cevat Paşa (Çobanlı) kumandasındaki 8. Ordu ve Cemal Paşa (Mersinli) kumandasındaki 4. Ordu da gerçekte onun direktifine tabidir. 7. Ordu kurmay başkanı olan von Falkenhausen, Mustafa Kemal’in görevi devralmasından hemen sonra onunla görüş ayrılığına düşerek istifa eder. Ordular Grubu kumandanı olan General Liman von Sanders kısa zamanda etkisiz hale gelir ve Şam yenilgisinden sonra görevi bırakır. Onun yerine, Mustafa Kemal Paşa artık fiilen yok olmuş olan Ordular Grubu kumandanlığına getirilir.

Bu olaylardan çıkarılacak en basit sonuç, Mustafa Kemal Paşa’nın tarihte eşi görülmemiş ve hiç yenilmemiş bir kumandan olduğuna ilişkin yaygın görüşün sorgulanması olabilir. Mustafa Kemal’in bizzat kumanda ettiği 7. Ordu 19 Eylül Mecidde Muharebesi’nde darmadağın olmuş, daha sonra Deraa’da, Şam’da, Hama’da ve Halep’te oluşturmaya çalıştığı savunma hatları da yarılmıştır.

SİYASİ CÜRET

Öte yandan, Filistin cephesindeki durumun ümitsizliği daha bir yıl öncesinden herkesçe bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Bu durumda Mustafa Kemal’i yenilgiden sorumlu tutmak fazlasıyla basit, hatta ucuz bir yorum olur. Asıl üzerinde durulması gereken nokta bu değildir. Mustafa Kemal’in 1917’de görevden alınması ve 1918’de yeniden aynı göreve atanmasıyla gelişen olaylar zincirinde daha karmaşık bazı soru işaretlerinin bulunduğu kabul edilmelidir.

14 Ekim’de cepheden saraya gönderdiği bir telgrafta paşa, istifa eden Talat Paşa hükümeti yerine kurulmasını “zaruri” gördüğü yeni kabineyi bildirir. “Nötr” bir asker olan Ahmet İzzet Paşa başkanlığında kurulacak olan hükümette, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşı ve siyasi kader ortağı olan Fethi Bey İçişleri’ne, Rauf Bey Dışişleri’ne, kendisi de Enver Paşa yerine Harbiye Nezaretine önerilmiştir. Bu teklifin üçüncü şıkkı her ne kadar kabul görmez ise de, bir ayda üç ordu kaybetmiş olan bir generalin göstermiş olduğu siyasi cürete hayranlık duymamak elde değildir.

Mustafa Kemal’in kendisi hariç önerdiği kişilerden oluşan bir kabine 14 Ekim’de göreve gelir. Ancak üç hafta sonra İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin yurt dışına kaçması üzerine istifa etmek zorunda kalır. 13 Kasım’da İstanbul’a dönen Mustafa Kemal, hemen akabinde padişahla görüşüp Tevfik Paşa başkanlığında bir hükümetin kurulmasını önlemeye çalışırsa da bunda başarılı olamaz. Mustafa Kemal’in bu dönemde Tevfik Paşa’ya karşı gösterdiği tepkide adeta kişisel bir “ihanete uğramışlık” duygusunun izleri görülür. Oysa 14 Ekim tarihli telgrafta, Ahmet İzzet’in hükümeti kurmaktan kaçınması halinde alternatif olarak Tevfik Paşa adını öneren de kendisidir.

FRANSA DEVRE DIŞI

Birkaç ek bilgiyle puzzle’ın parçalarını toparlamaya çalışalım.

– 28-30 Ekim tarihleri arasında İngiliz donanmasına ait bir gemide gerçekleşen Mondros görüşmelerinden İngiltere’nin müttefiki olan Fransa haberdar edilmemiştir. 30 Ekim’de durumu fark eden Fransa hükümeti sert bir notayla İngiltere’nin tavrını protesto ederek mütareke görüşmelerine katılmayı talep etmişse de çeşitli gerekçeler ileri sürülerek bu talep geri çevirilmiştir.

– Mondros Mütarekesi ile belirlenen Suriye sınırı, sonradan Türkiye’ye katılan Hatay vilayeti haricinde, bugünkü Türkiye-Suriye sınırıdır. 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli’nin savunmaya ant ettiği milli sınır, Mondros Mütarekenamesi’ne açıkça atıfta bulunularak tanımlanan bu sınırdır. Sivas Kongresi beyannamesi de, yine açıkça Mondros’u anarak, bu mütarekede belirlenen milli sınırların hiçbir şekilde pazarlık konusu edilemeyeceğini bildirir.

– İngiliz generali Allenby mütarekeden üç ay kadar sonra İstanbul’a gelerek çeşitli temaslarda bulunmuş ve Anadolu’da baş gösteren asayişsizliği kontrol altına almak üzere olağanüstü yetkilerle donatılmış bir genel müfettişlik makamı oluşturulmasını önermiştir. Allenby’nin bu görev için bir isim önerip önermediği konusunda kaynaklar çelişkilidir. Ancak Allenby’nin tarif ettiği makam Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından Mayıs 1919’da oluşturularak, bu göreve Mustafa Kemal Paşa atanacaktır.

Tarih, kim ne derse desin, ilginç bir konu. Doğru anlatılırsa. 

TARAF’ta 21 Ocak 2009 tarihinde yayınlandı.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Oca 24, 2009 | Reply

    Her zaman ilgiyle okuduğum Sevan Bey’e ait tarih yazılarının devamını merakla bekliyorum.Puzzle ı doğru kurup kurmadığını bilemiyorum.:)
    Ama vıcık vıcık şahıs putlaştırmaları ile dolu, hamaset edebiyatını bize tarih yazısı diye yutturmaya çalışmadığı, zihin yorduğu ve emek harcadığı için teşekkürler.

  3. Yazan:Yunus Emre Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Şimdi kocaman bir boşluk oldu. Yazınız gerçektende düşünmeye itiyor. Teşekkürler.

  4. Yazan:İhsan Polat Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    yazıyı okuyunca aklıma geldi yoksa ortadoğuda demokratikleştirme hareketleri bizimle mi başladı???

  5. Yazan:M. Ali Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    demokratikleştirme ya BOP? M.K. Pasa yoksa BOP’un taseronlarindan miymis?

  6. Yazan:green Tarih: Oca 27, 2009 | Reply

    Sayın Nişanyan “Ha sonra ne olmuş? Káşifin peşinden gidenler Kızılderilileri kesmişler, falan filan. İşin özünü değiştirmez“bakın bu cümle bir önceki yazınızda size ait.Bu yazınızda belirttikleriniz de İŞİN ÖZÜNÜ DEĞİŞTİRMEZ……………..

  7. Yazan:hakan demircan Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    bu siteye ilk kez girdim yazıyı yaklaşımı beğendim yeterince milliyetçi edebiyat dinledik biraz da gerçekleri öğrenelim teşekkürler yazıyı yazan ve sayfayı düzenleyenlere.30 ekimde bir osmanlı ordusu musuldadır mısakı millide musulda vardır bunu ekleyeyim.mustafa kemal de iskenderundadadır.ingiliz istediğini aldıktan sonra kalan yerde bir türk devleti kurulmasını istedi. bu olabilir.bu arada kürtlerin osmanlıya son güne kadarki bağlılığı mutlaka belirtilmeli.kurtuluş savaşı bitsin kürtlere özerlik verilecek sözü neden yerine getirilmemiştir bunun üzerinde durulmalı.ben bir türk olarak herzaman dost olduğumuz kürtlerle bugün bir yolu bulunup bu savaşın bitirilmesini kürtlerin hakettiği haklarını almasını ve yeniden dost olmamızı istiyorum.ermenilerle de tek yanlı değil ama karşılıklı özür dileyerek yeniden dost olmamızı savunuyorum.saygılarımla.

  8. Yazan:mustafa Tarih: Eyl 6, 2010 | Reply

    Bu toprakların kaderi bu ; BÜYÜK İHANETLER…

  9. Yazan:Hükmü Tarih: Eki 23, 2011 | Reply

    Olan olmuş, biten bitmiştir.öküz altında buzağa aramaya gerek yoktur.Biz Cumhuriyetlede, Osmanlıylada dostuz.iki dönemi sevap ve günahlarıyla bizim tarihimiz olarak kabul ediyoruz.Birilerinin Osmanlı üzerinden birilerinin Cumhuriyet üzerinden rant devşirmesinin dönemi bitmeli.Biz bundan sonra önümüze bakmalıyız.Tarihimizle,dinimizle kavga etmekten vazgeçmeliyiz.

  10. Yazan:Araştırmacı Tarihçi Tarih: Kas 4, 2014 | Reply

    Filistin-Sina Cephesi Ocak 1915 – 30 Kasım’a kadar devam eder bu süreç içerisinde Mustafa Kemal Çanakkale Cephesinde yer alır,1916 Ağustos 6: Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş’u düşman elinden kurtarır.1917’de kısa süreliğine 7.Ordu Komutanlığına atanır,bir rapor yazar ,alman paşalarla anlaşamaz ve Vahdettin ile Avusturya-Macaristan gezisine gider.7 Ağustos 1918 Mustafa Kemal, Filistin’de bulunan 7. Ordu Komutanlığı’na ikinci defa atanır.1 Eylül 1918 7. Ordu Komutanlığı görevine başlar.Ünlü Megiddo Savaşı da cepheye gelmesinden 18 gün sonra başlar.7.Ordu karargahu Nablustadır,8.Ordu karargahı ise Tul-Karmdadır.8.Ordu tutunamaz ve ingilizler Limon Von Sandersin ana karargahına kadar ilerler..Tek bir savaşı ele alarak hain ilan edeceğinize nerede Romani savaşı,Gaza Savaşları,Birüseba Savaşı,Rafa Savaşı..Almanların Afrikadan çekilmesinden sonra ingilizler tüm birliklerini Filistine gönderirler.Son saldırıdır Megiddo Cephesi..Filisin Cephesi komutanı Limon von sanderstir.Mustafa Kemal emrinde 18.000 asler,8.Orduda ise 12.000 asker vardır.Bu Cephe dağılma sürecine girince Mustafa Kemal’e verilmiştir.bu cephe ile ilgili Allenby’s Final Triumph adlı eseri internette bulunmaktadır.Orada gerçekleri bulabilirsiniz

  11. Yazan:Araştırmacı Tarihçi Tarih: Kas 4, 2014 | Reply

    BOP ile Mustafa Kemal’i bir tutan düşünceniz ile tarihi hiç bilmediğiniz ve araştırmadığınız ortada..esefle kınıyorum

  12. Yazan:Tarihçi Tarih: Şub 24, 2021 | Reply

    İyi ki Atatürk vardı .Bizler doğrusunu her gün ve her gün Anlatıyoruz .Üzgünüm

  1. 1 Trackback(s)

  2. Tem 13, 2009: Kim bu sömürge valileri? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin